• Sonuç bulunamadı

2.1. Uluslararası ĠliĢkiler Teorileri

2.1.3. Neoliberalizm

Son yıllarda küresel boyutta yaĢanan siyasal, iktisadi, sosyal ve çevre alanındaki hızlı dönüĢümün temel öğretisini neoliberalizm oluĢturmaktadır. Çevre sorunlarını

45

neoliberal politikalar çerçevesinde ele almadan önce neoliberalizmin temel değerlerini vurgulamak gerekmektedir.

Sanayi Devriminden bu yana devam eden sanayileĢme süreci, bir yandan toplumu siyasi, iktisadi ve sosyal anlamda dönüĢtürürken, diğer yandan sanayide yoğun bir Ģekilde kullanılan doğal kaynaklar üzerinde ve kontrolsüz olarak bırakılan sanayi atıkları da doğal çevrede ağır tahribatlar yaratmıĢtır. Söz konusu tahribatların yarattığı ekolojik krizlerden dolayı, toplumsal refah için zorunlu kabul edilen iktisadi kalkınmanın sürdürülebilirliğine iliĢkin ciddi kaygılar dile getirilmiĢtir.

SanayileĢme nedeniyle her gün biraz daha derinden hissedilen hammadde sıkıntısı, ucuz ve bol hammaddeye ulaĢmanın önündeki engeller ve her gün katlanarak artan ürün çeĢidi için yeni pazar gereksinimi, iktisadi krizler için birer tetikleyici unsur olmuĢtur. Bunların yanı sıra refah devleti döneminde; sosyal harcamaların artması, istihdamın büyümesi, vergi oranlarının artması ve devletin piyasada üretici olarak aktif rol alması yaĢanan iktisadi krizin nedenleri arasındadır (Kloby, 2005: 289).

Kapitalizmin her dönem krizleri olmuĢtur. Krizlerden çıkmak için merkez ülkeler çeĢitli önlemler almak üzere harekete geçmiĢler, yeni politikaları devreye sokmuĢlardır. Tekrarlanan bu krizlerden birisi 1970‟lerde yaĢanmıĢtır. 1970‟lerin baĢında dünya kapitalizmi, kar oranlarının düĢmesi ile birlikte hızlı büyüme ve kalkınmanın gerçekleĢmesi, toplumsal refahın üst seviyelere ulaĢması ve sınıf mücadeleleri ile birlikte toplumsal iliĢkilerin belirli bir istikrar kazanması ile yaĢadığı altın çağını yeniden ağır bir krize girmesiyle geride bırakmıĢtır (Güzelsarı, 2008: 30).

1970‟li yılların ortasında yaĢanan iktisadi kriz ve buna eĢlik eden ekolojik kriz iktisadi kalkınmada yeni bir yaklaĢımın baĢlangıcı olmuĢtur. Doğal kaynakların sınırlılığının anlaĢılması ve kaynak kıtlığı, enerji kaynaklarının kıtlığı sorununu gündeme getirmiĢtir. Kar kaygısı, ucuz ve bol doğal kaynağa daha kolay ulaĢma isteği gibi nedenlerden dolayı sermaye, yeni yatırım alanları olarak doğal çevrenin daha az tahribata uğradığı ve sıkı çevre politikalarının uygulanmadığı çevre ülkelere yönelmiĢtir. Yani Sanayi Devriminden bu yana çevre ülkelerin doğal kaynaklarına ve pazarına bağımlı bir Ģekilde sanayileĢme sürecini kendi mekanında sürdüren sermaye, bu krizden sonra, sanayi ve teknolojik yatırımlarını çevre ülkelere kaydırma

46

kararı almıĢtır (KeleĢ ve Hamamcı, 1997: 15). Ġktisadi ve ekolojik krizin yarattığı bunalım sistemdeki dönüĢümü de beraberinde getirmiĢtir.

1930‟ların Keynesyen politikaları ile birlikte refah devleti uygulamaları ve ulusal kalkınmacı devlet projesi, 1970‟lerin ortasında yaĢanan krizin ardından kapitalizmin küresel aĢırı birikime yönelmesi sonucu çökmüĢtür. Kapitalist sistemin yaĢadığı bu bunalım neoliberalizmin doğuĢuna zemin hazırlamıĢtır. Aslında teorik olarak kökenleri 1930‟lara kadar giden neoliberalizm Keynesyen ve diğer devletçi ekonomi politikalarının bir alternatifi olarak 1980‟li yıllardan sonra kendisine daha geniĢ etki alanı bularak yaygınlaĢmıĢtır (Güzelsarı, 2008: 31). Neoliberal politikalar, kapitalist sermaye için iktisadi krizden çıkmanın temel dayanağı olarak görülmüĢtür.

Öncelikli olarak bir düĢünce sistemi olarak var olan neoliberalizm ile fiilen var olan neoliberalizm arasındaki ayrımın yapılması önemlidir. Bir düĢünce sistemi olarak neoliberalizmin kökenleri Friedrich Hayek‟in Ġkinci Dünya SavaĢı sırasındaki yazılarında geliĢtirilen düĢüncelere ve bu düĢüncelerin 1970‟lerde Milton Friedman tarafından daha popüler hale getirilmesine dayanmaktadır (Munck, 2007: 107). Hayek, iktisadi alandaki devlet müdahalesinin, insanları, devlete aĢırı bağımlı kıldığını savunmuĢtur. Ayrıca pek çok geliĢmiĢ ülkede yaĢanan iktisadi geliĢmenin ve çoğu ulus-devletin karĢı karĢıya kaldığı mali krizin, serbest piyasaya dönmek için bir neden oluĢturduğunu belirtmiĢtir. Hayek‟in neoliberalizm felsefesi, Ġngiltere‟de Margaret Thatcher ve Amerika‟da Ronald Reagan tarafından da benimsenmiĢtir (Kloby, 2005: 289). Fiilen var olan neoliberalizmin kökenleri ise ticaretin serbestleĢtirilmesi, makro-iktisadi istikrar ve ekonominin özelleĢtirilmesi/devletsizleĢtirilmesi gibi unsurlar etrafında Ģekillenen daha çok uygulamaya yönelik bir anlayıĢa dayanmaktadır. Uygulamada neoliberalizm, öncülüğünü Hayek‟in yaptığı Avusturya okulu tarafından geliĢtirilen belirli neoliberal kuramlardan kendilerini ayrı tutan bir kesimin benimsediği, uygulamaya yönelik bir kalkınma stratejisi olarak Washington uzlaĢmasını ifade eder. Bundan dolayı Washington UzlaĢması terimini icat eden John Williamson bu terimle sermayenin serbestleĢmesi, parasalcılık, arz yönlü iktisat ya da devletin küçültülmesi gibi neoliberal politikaları ifade etme niyetinde olmadığını belirtmektedir.8

Yani küçük, sağ eğilimli baskı grupları dıĢında bu kavramın herhangi bir yerde uzlaĢı ifade

8

47

etmediği belirtilmektedir. Neoliberalizme yönelik gerçekleĢtirilen eleĢtirilerin üzerinde ortaklaĢtıkları bir konu olması açısından bu ayrımın ortaya konması önem arz etmektedir (Munck, 2007: 107).

Neoliberalizmin hegemonyası ideolojik çerçevesi doğrultusunda değerlendirilebilir. Özellikle piyasa ekonomisine devlet müdahalesinin en aza indirilmesi, özel giriĢime dayalı pazar ekonomisinin oluĢturulması, yabancılarla rekabetin özel giriĢimi teĢvik etmesi ve aynı zamanda fiyat denetiminin temel öğesi sayılması bu çerçeve içinde yer almaktadır (Kazgan, 2005: 195-196). Buna karĢılık neoliberalizmin küresel bir ekonomik sistemin çerçevesini çizmesi, neoliberal devletin artık yalnız ulusal sermayenin değil, uluslararası sermayenin çıkarlarına da hizmet etmesi gerekliliğini ortaya çıkarmaktadır. Bu bağlamda, küresel sermayenin ve ulus aĢırı Ģirketlerin karar süreçleri içinde yer alması ve önlerine çıkabilecek ulusal sınırlamaların kaldırılması neoliberalizmin temel amaçları arasında yer almaktadır. Ayrıca katılımcı ve çoğulcu bir demokrasi iddiasından yola çıkan neo- liberalizm, siyasetin ekonomiye müdahalesini kriz nedeni olarak gördüğünden ekonominin siyasetsizleĢtirilmesini öngörmektedir (Öngen, 2003: 167)

Neoliberalizmin benimsediği hem üretim hem denetim açısından sınırlı devlet anlayıĢının doğal sonucu olarak, özelleĢtirme, piyasalaĢma, deregülasyon gibi uygulamalar aracılığıyla piyasanın sınırları olabildiğince geniĢletilirken, karar verme yetkisi kamusal alandan özel alana ya da piyasaya aktarılmaktadır. Bu değiĢimin siyasal açıdan anlamı, birey-yurttaĢın seçim/temsil mekanizması aracılığıyla denetlediği kamusal alanın daralmasıdır. Böylece neoliberalizm, birey/müĢteri açısından katılma kanalı olarak sivil toplum örgütlerini, katılma mekanizması olarak ise yönetiĢimi öngörmektedir (Çiftçi, 2008: 6-7).

Neoliberalizmin bu mevcut savları ile günümüzde küresel dünyanın karĢı karĢıya bulunduğu ortak dıĢ sorunların çözümünde nasıl bir fonksiyonunun olduğu önemlidir. Bu sorunlardan önemlileri çevre kirliliği, ozon tabakasının incelmesi, küresel ısınma ve iklim değiĢikliği, hayvan ve bitki türlerinin azalması, asitleĢme, suların kullanımı, atık yönetimi, küresel yoksulluk, finansal istikrarsızlık, salgın hastalıklar, savaĢlar, göçler, kentleĢme ve gürültüdür (Özdemir, 2009: 3).Bu sorunlar ile kaynak kıtlığı ve bazı kaynakların yenilenemez olma gerçeğinin anlaĢılması ve

48

çevre kirliliği gibi önemli unsurların farkındalığı küresel boyutta önlem alınması zorunluluğunu dayatmıĢtır. Bu gerçeklerden hareket edilerek küresel iĢbirliği, dayanıĢma ve ortak yaklaĢımları içeren bir dizi önlemin gerçekleĢtirilmesi için Küresel Yönetim(YönetiĢim) oluĢturulması kararı alınmıĢtır.

Küresel Yönetim (YönetiĢim) için ilk adım BM tarafından atılmıĢ ve 1992 yılında BM Küresel Yönetim Komisyonu kurulmuĢtur. Bu bağlamda IMF, DB, DTÖ vd. gibi uluslararası kuruluĢlar “günümüzde dünyanın karĢı karĢıya bulunduğu siyasal, iktisadi, askeri ve ekolojik sorunların ancak küresel düzeyde çözülebileceği” gerekçesini ileri sürüp, küresel toplum, küresel yönetim, küresel finansal yönetim ve yeniden kurumsallaĢma biçiminde küresel bir yapılandırmanın zorunluluğuna vurgu yapmıĢlardır (Yıkılmaz, 2003: 124-132). Bu noktada neoliberal yaklaĢımın rolü, özellikle az geliĢmiĢ ülkelerin, uluslararası sistemin 1970‟li yılların baĢından itibaren içinde bulunduğu kriz nedeniyle uluslararası sermaye birikim sürecine ihracata dayalı kalkınma modeli ile dahil olmalarına zemin hazırlamak olmuĢtur. Çünkü kapitalist sistemin uluslararasılaĢma sürecinin yaygınlık ve hız kazandığı, küreselleĢme olarak adlandırılan yeni bir aĢamaya girdiği söylemi neoliberal yaklaĢımca belirlenmiĢtir (Acı, 2005: 207).Nitekim neoliberal politikaların uygulamadaki yaygınlığı küreselleĢme süreci ile de iliĢkilendirilebilir.