• Sonuç bulunamadı

II. DÜNYA SAVAŞI ÖNCESİ GENEL DURUM

1.3. Montreux Boğazlar Sözleşmesi ve Sovyetler Birliğinin Tutumu

Türkiye Boğazlar ile ilgili Montreux’ye giderken elinde Lozan Anlaşması sırasında imzalamış olduğu Boğazlar rejimine ilişkin sözleşme vardı. Bu sözleşmeye göre İstanbul’daki Karadeniz boğazının her iki yakasında, On beş kilometrelik alan ile Çanakkale boğazında Trakya tarafında, Gelibolu yarımadası ile Boğazın Anadolu tarafında, boğaza yirmi kilometreye kadar alan uluslararası sayılarak yönetimi imzacı devletlere bırakılmıştı. Ayrıca Marmara Denizinde bulunan adalar ile Çanakkale boğazı ağzında bulunan Türkiye’ye Bozcaada, Tavşan Adaları ve Gökçeada, Yunanistan’a ait Limni ve Semendrek adaları bu komisyonun yönetimine verilmişti. Bu sayılan yerler askerden arındırılmış bölge olacaktı. Sadece İstanbul’un başkent olma hesabıyla güvenliği için On iki bin kişilik bir askeri kuvvet bulundurulabilecekti.

Boğazlar Komisyonu’nun Başkanı Türkiye’de olmak üzere Fransa, İngiltere, İtalya Hükümetlerinden gönderilen birer temsilci olmak üzere dört kişilik bir Boğazlar Komisyonu kuruluyordu. Komisyon Boğazlardan barış ve savaş dönemlerinde olmak üzere ayrı ayrı, ticaret gemilerinin geçişi ile askeri amaçlı savaş gemileri, denizaltılar

ile uçakların geçişini takip edecekti. Komisyon çalışmalarını hakkında Milletler Cemiyetine her yıl düzenli rapor verecekti.

Sovyetler Birliği açısından bakıldığında, İstanbul ve boğazlar İtilaf devletleri işgali altındaydı. Boğazlar Bölgesinin Uluslararası bir komisyon tarafından yönetiliyor olması hiç de arzu edilir bir durum değildi. Batı Avrupa ülkeleri, Rusya’da 1917 Ekim Devrimi olup Bolşeviklerin iktidara gelmesi, Çar ve ailesini ortadan kaldırmalarından rahatsızlık duymuşlardı. Yeni yönetimi tanımak istemiyorlardı. Devrim’den sonra çıkan iç karışıklıklardan muhalefet tarafını desteklemişlerdi. Rusya’nın çeşitli bölgelerinden muhaliflere silah yardımı yapmışlardı. Ancak Bolşevikler önce Beyaz Rusya’nın Vrangel ordusunu yenmişlerdi. Kırım bölgesine sıkışan Vrangel ordusunu hamileri hafif silahları ile birlikte Sivastopol’dan işgal altındaki İstanbul’a getirilmişlerdi. Gelen bu sığınmacılar kimilerine göre 100 bin kimilerine göre 200 bin kişiydi. Silahlarına ve Gemilerine el koymuşlardı. Gelen sığınmacıları Çatalca, Silivri, Tekirdeğ, Keşan, ve Gelibolu’ya yerleştirmişlerdi. Teşkilat-ı Mahsusa’nın raporuna göre bunlardan 70 bin kişinin Sırbistan’a 20 bin kişinin de Bulgaristan’a gönderildiği yönündeydi. Bu gelen savaşçıları İngilizler Kafkasya bölgesinde Bolşeviklere karşı Menşeviklere destek amacı ile kullanmak istediklerini, ancak Kafkasya’da Bolşeviklerin Menşevikleri erken yenerek iktidara gelmeleri onların hayalini boşa çıkarmıştı. Limni adasına yerleştirilen bir kısım Vrangel ordusu mensuplarını İngilizler, Anadolu’da Türklere karşı kullanmak istemişlerse de onlar bunu kabul etmemişlerdi.

Rusya’da Bolşeviklere karşı savaşan General Vrangel ordusunu Fransızlar desteklemişti. Fransa onları Bolşevikler karşısında aldıkları yenilgi sonrası sahipsiz bırakmışlardı. Vrangel ordusunun Kırım üzerinden İstanbul ve Tekirdağ bölesine getirilmeleri üzerine Fransızlar tarafından General Vrangel’e kendilerini ancak bir- iki ay iaşe edebileceklerini söylemesi üzerine, kendilerinin 50 bin kişilik bir kuvvet ile Anadolu’daki Milli Harekete yardım ederek işgalcileri çıkarabileceklerini, sonra da birlikte Bolşeviklere karşı savaşabileceklerini söyleyerek Fransızları ikna etmeye çalışmışlardı. Milli Kurtuluş hareketine yardım edebilecekleri gibi Anadolu hareketini de Bolşeviklerle savaştırmayı düşünmüşlerdi. Ancak bu fikrin Mustafa Kemal tarafından kabul görmediği yönündeydi. Vrangel Ordusu’nun Anadolu’dan toparlanarak Bolşeviklerle mücadeleye devam etmeye niyetlenmişlerdi.

Ali Fuat Cebesoy’un Moskova’da 21-22 Nisan gecesi Stalin ile yapığı görüşmede Vrangel ordusu ile ilgili görüşü şöyleydi;

“Anadolu ordusu Boğazlara yürüyecek olursa, Vrangel de Boğazlardaki ve İstanbul’daki İngiliz ve Fransız askerlerini arkadan vurabilir, silahlarını alarak esir edebilir. Böyle bir vaziyetin gerçekleşmesi halinde eğer İtilafçılar, esirlerin geriye verilmesini isterlerse, Türk ve Rus Hükümetleri tarafından haklı olan taleplerinin tamamen kabul edilmesi şartıyla derhal bir sulhun yapılması ileriye sürülür ve bunda

ısrar olunur,”50 demişti.

Sovyetler Birliği ile Ankara Hükümeti arasında 16 Mart 1921 yılında Moskova’da imzalanan Türkiye-Sovyet Rusya Dostluk ve Kardeşlik Anlaşması’nın 5. Maddesinde; “Boğazların tüm ulusların ticarete açılması ve geçiş özgürlüğünün sağlanması için; Bağıtlı taraflar, Karadeniz ve Boğazların bağlı olacağı rejimin kesin biçimde hazırlanması için, kıyı devletlerinin temsilcilerinden oluşmak üzere, daha sonra yapılacak bir Konferansa bırakılmasını uygun bulurlar. Şu da var ki, bu Konferansta alınacak kararların Türkiye’nin salt egemenliğine ve Türkiye ile onun

başkenti olan İstanbul’un güvenliğine hiçbir zarar getirmemesi gerekir,”51 diyordu.

Ancak İstanbul ve Boğazlar İtilaf devletlerinin işgali altındaydı. Bu anlaşmanın yürütülmesi işgalin kaldırılmasına ve İtilaf devletleri ile yapılacak barış antlaşmasına bağlıydı. Nihayet Mustafa Kemal önderliğindeki Anadolu’daki Milli Kurtuluş Hareketi başarıya ulaşmıştı. İtilaf devletleri Ankara Hükümeti’ne kabul ettiremedikleri Sevr Barış anlaşmasının yerine yeni bir anlaşma için İsviçre’nin Lozan şehrinde yapılacak bir konferansı adres göstermişti.

Lozan’da İmzalanan Barış Anlaşması’nın biri de Boğazlar rejimi ile ilgili anlaşma idi. Bu anlaşma ile Boğazlar uluslararası hale getirilerek, askerden arındırılmış, yönetimi için de Boğazlar Komisyonu kurumuştu. Bu durum, Türkiye’nin Boğazlar üzerindeki egemenlik hakkının kısıtlanması anlamına gelmekteydi. Ayrıca Türkiye ile Sovyetler Birliği arasında imzalanan Moskova Antlaşması’nın 5’nci maddesinin uygulanmasını imkânsız hale getirmişti. Dolayısıyla Sovyetler Birliği Lozan Antlaşmasını onaylamamıştı.

50 Ali Fuat CEBESOY, Moskova Hatıraları, Temel Yayınlar, İstanbul-2017, s. 234

Türkiye, Boğazlar üzerindeki egemenlik hakkının sınırlandırılmıştı. Bu hükümleri istemeyerek kabul etmişti. Türkiye’nin ümidi ortak güvenlik alanında Milletler Cemiyeti’nin etkili olacağı yönündeydi. Diğer taraftan da silahsızlanmanın gerçekleşeceği idi. Ancak her iki konudaki beklenti gerçekleşmemişti.

Amerika Birleşik Devletleri I. Dünya Savaşı’ndan en karlı çıkan devlet olmuştu. Ancak 1929 yılına gelindiğinde 4 Ekim Perşembe günü New York Borsası’nın çökmesi ile bütün dünyayı saran büyük bir ekonomik buhran yaşanmıştı. Dünyada bu buhran yaşanırken 19 Eylül 1931’de Japonya Çin egemenliğindeki Mançurya bölgesini işgal etmeye başlamıştı. Japonya Çin ile savaşa tutuşmuştu. İtalya Akdeniz’de İngiltere’ye rakip olmaya çalışıyordu. Afrika’da sömürge elde edebilmek için 1934 yılında Habeşistan’ı işgal etmeye başlamıştı. Almanya’da Naziler iktidara gelmiş Versay anlaşması hilafına silahlanmaya başlamış ve mecburi askerliği yürürlüğe koymuştu. Ayrıca İtalya’nın Habeşistan’ı işgalini bahane ederek Versay anlaşmasının Ren bölgesinin askerden arındırılması ile ilgili maddesini kaldırdığını açıklayarak bölgeye asker sokmuştu. Diğer taraftan İspanya iç savaşı devam ediyordu. İtalyanlar ve Almanlar Milliyetçileri, Fransa ve Sovyetler Birliği Cumhuriyetçileri destekliyorlardı.

Dünya’da güvenlik endişelerinin arttığı bir ortamda, Türkiye, 11 Nisan 1936 günü, Lozan Boğazlar Sözleşmesini imzalamış devletlere, bir nota vererek, Türkiye’nin güvenliği açısından, Lozan Boğazlar sözleşmenin gözden geçirilmesini ve Boğazlarn askerileştirilmesine imkân verilmesini talep etmişti. Mevcut durumun zor kullanılarak değiştirildiği bir ortamda Türkiye’nin barışçıl bir yöntem ile sorunlar çare araması sempati ile karşılanmıştı. Bu notaya Sovyetler Birliği de olumlu cevap vermişti.

Konferans Montreux’de 22 Haziran 1936’da açılmıştı. Sovyetler Birliği konferansta; savaş gemileri açısından Boğazların, sahildar olamayan devletlere tamamen kapanması, sahildar devletler için ise, herhangi bir kısıtlama olmadan geçiş serbestliği tanınmasını istemişti. Türkiye’nin sunduğu tasarıya göre; Karadeniz’e sahildar ülkelerin Boğazlardan geçirebilecekleri en yüksek tonajın 25 bin ton olması ve ön müsaadeye tabi tutulmasıydı.

Türkiye ve Sovyetler bu noktada ihtilafa düşmüşlerdi. Oysaki Konferans öncesi 1925 Dostluk ve Tarafsızlık anlaşması gereği Sovyetler ile istişare edilmişti. Sovyetler

Lozan Antlaşmasında, Boğazların her devletin savaş gemilerine mutlak şekilde kapalı olması ve Boğazların sadece Türk kontrolü altında bulunması tezini savunurken, bu defa Boğazların Karadeniz’e sahildar devletlerin harp gemilerine tamamen açık olması ve Boğazlar üzerinde Türkiye’nin tek söz sahibi olması tezinden uzaklaşmışlardı.

Sovyetler Birliği Dışişleri Bakanı Litvinov’un Konferansın 8 Temmuz tarihli toplantısında şöyle konuşmuştu;

“Karadeniz’e sahildar devletlerden biri savaşan durumuna girecek olursa, bu denizin kapanıp kapanmayacağını kararlaştırma hakkını Türkiye’ye bırakmaktadır. Ayrıca bu kararın da ister savaş eylemleri başlamadan, ister savaşın ortasında, ister daha sonra herhangi bir zaman alınabileceği öngörülmektedir. Bu Türk Hükümetine çok ağır bir sorumluluk yüklemek olmaktadır. Savaşın bir aşamasında, Boğazların ve Karadeniz’in kapatılması, savaşanlardan birinin yararına, ötekinin de zararına olabilir. İşte o zaman, Türk Hükümetinin savaşanlardan biri yararına davranıp davranmamayı düşünmesi gerekmektedir. Türk Hükümetinin böyle bir sorumluluk altına girmek isteyip istemeyeceğini bilmiyorum. Ülkelerimiz arasındaki büyük dostluğa rağmen, özellikle bu gibi durumlarda karar vermekle görevli bir örgütümüz de bulunduğuna göre, bu kadar önemli bir kararı –en iyi dostumuz bile olsa- herhangi

bir ülkeye bırakmak hiç hoşuma gitmeyecektir,”52 demiştir.

Türkiye temsilcisi, kendisine böyle bir sorumluluk verilerse bunu yüklenmekten çekinmeyeceğini, ancak bu sorumluluğu ortadan kaldıracak şekilde Boğazlar savaşan ülkelere tamamen kapatılacak olursa bundan memnun olacağını söyleyerek Sovyet teklifini desteklemişti.53

Montreux Boğazlar sözleşmesi, uzun tartışmalar sonunda büyük ölçüde Sovyetler Birliği’nin taleplerinin de kabul edilmesi ile 20 Temmuz 1936 günü imzalanmıştı. Sözleşme Türkiye, İngiltere, Fransa, Sovyetler Birliği, Japonya, Romanya, Bulgaristan, Yunanistan ve Yugoslavya arasında imzalanmıştı. Konferansa iştirak etmeyen İtalya’da II. Dünya Savaşının belirmeye başladığı zamanda 2 Mayıs 1938’de Antlaşmayı imzalamıştı.

52 Seha MERAY / Osman OLCAY, Montreux Boğazlar Konferansı Tutanaklar ve Belgeler, Ankara Üni.

S.B.F. Yayınları, Ankara-1976, s.137

53 Kamuran GÜRÜN, Türk-Sovyet İlişkileri (1920-1953), Türk Tarik Kurumu Yayınları, Ankara, 2010, s.

Montreux Sözleşmesi ile Boğazlar hakkındaki silahsızlanma kayıtları kaldırılıyordu. Türkiye’nin boğazlar üzerindeki egemenliği tam olarak kuruluyordu. Öte yandan, 1923 Lozan Boğazlar sözleşmesine oranla, hem Türkiye hem de Karadeniz devletleri lehine bazı değişiklikler de getirmişti. Özellikle savaş gemilerinin boğazlardan geçmesi meselesinde, Türkiye tarafsız ve savaş dışı ise, savaşan tarafların savaş gemileri boğazlardan geçemeyecekti. Türkiye bir savaşa girerse veya kendisini yakın bir savaş tehlikesi karşısında görürse, diğer devletlerin savaş gemilerinin boğazlardan geçmesi tamamen Türkiye’nin kendi takdirine kalmıştı. İsterse geçirecek isterse geçirmeyecekti.

Karadeniz devletleri lehine yapılan değişikliklere gelince; Karadeniz’de kıyısı olmayan devletlerin Karadeniz’e geçirebilecekleri ve bu denize bulundurabilecekleri savaş gemilerinin cinsi, büyüklüğü ve toplam tonajı sınırlanıyordu ki, bu hüküm güvenlikleri bakımından Karadeniz devletlerinin lehine idi. Karadeniz devletlerinin savaş gemilerinin boğazlardan geçişi için de bir hayli geniş bir serbesti tanınmıştı.

Sözleşme 20 yıl için imzalanmakla beraber, şimdiye kadar hiçbir imzacı devlet tarafından feshedilmemiş olduğundan, yürürlükte devam etmektedir. Netice olarak Boğazlar meselesinin akıbeti halledildi mi? Sorusunun cevabı; “Rus evi ile bu evin

Türk Kapısı halen ayrı ellerde olduğu unutulmamalıdır.”54 Dolayısıyla bu vaziyet

mevcut olduğu sürece zorluk var demektir.