• Sonuç bulunamadı

1. MİLLİYETÇİLİK MİLLİYETÇİLİK KURAMLARI VE ULUS İNŞA

1.6. MODERN ULUS DEVLETİN ORTAYA ÇIKIŞI

Ulus devletler döneminin feodal dönemin bitmesinin ardından ortaya çıktığı görülmektedir. Avrupa’da ortaya çıkan ticari ilerleme ve iş bölümündeki artışın yarat- tığı etkiler, geleneksel yapıları aşındırmış, 17. ve 18. yüzyıllarda haritalar, eskinin tersine dünyayı muğlâk hatlar yerine, kesin sınırlarla düzgün bir biçimde bölünmüş toprak parçaları halinde göstermeye başlamıştır. Bu durum dünyanın git gide daha çok Avrupa’nın sömürgesine bölünmesiyle birlikte sınır kontrollerinin başlamasından kaynaklanmaktaydı. Bu değişimin özünde ise, dünyanın, doğal olarak farklı ve her biri kendi siyasal birimleriyle veya devletleriyle irtibatlı uluslara bölünmüş olduğu düşüncesi yatmaktaydı. Dünyanın uluslara bölünmüş olduğu düşüncesi öncelikle kendini savunma alanında göstermiştir. Sınır ötesinde artan tehditler ve savaş riski- ne karşı yöneticiler, paralı asker yerine yurttaş ordularını seferber ederek, halkları, daha güçlü bir ortak kimlik etrafında toparlamak için başvurdukları ulus düşüncesinin etkili bir çözüm olduğu görülmüştür.125 Diğer yandan bu süreç Almanya başta olmak

üzere diğer Avrupa devletlerinde milliyetçiliğe uyaran etkisi yapmıştır. Başka bir ba- kış açısıyla, ulus devletin emperyalist genişlemeci isteği başka ve yeni ulus devletle- rin ortaya çıkmasına neden olmuştur.126

Ulus devletler tarih sahnesine öncelikle Batı Avrupa’da ortaya çıkmıştır. Bu sü- reci birçok sosyo–ekonomik faktör aşama aşama hazırlamıştır. Sanayi inkılâbıyla birlikte ortaya çıkan sömürgeleşme yarışı yeni ulus devletlerde milliyetçiliğe yeni anlamlar ve değerler yüklemiştir. Bu duruma en iyi örnek Almanya ve İtalya’dır. Bu dönemde milliyetçilik yeni devletlerde ulusu motive etme ve bir amaç doğrultusunda

123

Smith, a.g.e., s.27 124

Smith, a.g.e., s.34.

125 Rıfat Aydın, Ulus, Uluslaşma ve Devlet: Bir Modern Kavram Olarak Ulus Devlet, Marmara Üniversitesi Siyasal Bilimler Dergisi, Cilt 6, Sayı 1, Mart 2018, s.234.

126

30

harekete geçirme aşamasında önemli bir kaldıraç işlevi üstlenmiştir. Ulus devletler oluşan bu yeni toplumsal yapının siyasi, iktisadi ve sosyal alanlardaki ihtiyaçlarını karşılamıştır. Yeni ulus devlet içinde ve dışında ticaretin artması güvenlik ihtiyacını ve ulaşım alanına daha fazla yatırım yapılmasına neden olmuştur. Ulus devletin yeni ve güçlü sınıfı olan burjuva sınıfının soylularla mücadeleye başlaması bu iki sınıf arasındaki rekabetin düzenlenmesini gerektirmiştir. Tarım toplumundan kopan köylü sınıf taşradan çıkıp artık ücretli çalışanlara dönmüştür. Tüm bu çelişkiler, ihtiyaçlar, çatışmalar ve sorunlar ulus devletleri doğurmuştur. Ortaya çıkan bu yeni formasyon toplumsal arbedeyi de beraberinde getirdiyse de; milliyetçilik bu sorunu nispeten hafifleten bir vasıta olarak kullanılmıştır. Yani bir form olarak ortaya çıkan devletin ekonomik, siyasi ve toplumsal olarak yurttaşlara benimsetilmeye çalışılması bazı ortak sembollerin ve değerlerin kullanılmasını zorunlu kılmıştır. Bunlar, ortak dil, türdeş millet, tek devlet, tek vatan ve tek bayrak olarak sıralanabilir.

Ulus devletlerin tarih sahnesine çıkmasıyla birlikte iki temel öğenin öne çıktığı görülmektedir. Bu unsurların ilki, politik sadakatin yeni iktidar biçimine evirilmesi, ikincisi ise modernleşmenin yarattığı bireyin ve bir bütün olarak toplumun siyasal nitelik kazanarak yurttaş (vatandaş) olmasıdır. Bu durum çeşitli engel ve zorlamalar- la hayata geçmiştir. Politik sadakatin yönlendirilmesinde toplumsal bir direnişle kar- şılaşılırken, toplumun siyasallaşmasında ise yönetici sınıfın direnciyle karşılaşılmış- tır. Bu direnç zaman zaman çatışmalara ve hatta kan akmasına neden olarak tarih sahnesinden çekilmiştir. Toplumun politik bağlılığının yeni bir tarafa yönlendirilmesi oldukça sorunlu bir şekilde olmuştur. Ancak politik bağlılığın oluşturulabilmesi için modernitenin siyasal ayağını oluşturan otoritenin doğasını ve iktidarın kaynağını radikal bir şekilde değiştiren siyasal devrim, ulus devletin temel dayanağı olmuş- tur.127

İktidarların halka olan ihtiyaçlarındaki büyük genişleme iktidarın halk ile payla- şılması yani temsili demokrasi ile sonuçlanmıştır.128 Devrimle birlikte iktidarın de-

mokratik bir şekil almaya başlaması özellikle Fransız devriminden sonra egemenlik kavramının ne şekilde anlaşılması gerektiğini biçimlendirmiştir. Bundan böyle ege- menlik “ulusal” bir form alacaktır. Başka bir ifadeyle devlet otoritesi ulusun varlığıyla özdeşleşir ve siyasal toplum doğrudan kurucu bir irade olarak ulusun rızasına bağ- lanır. Diğer taraftan ulusal egemenlik kuramı, tek kişiye dayalı yönetim sistemine karşı halkın çoğunluğundan kuvvet alan temsili demokrasinin kurumsallaşmasını sağlamıştır. Fransız Devrimi’nin gerçekleştiği ilk dönem, ulusal egemenliğin gerçek anlamını bulması açısından temsili ve doğrudan demokrasi taraflarının tartışmaları-

127 Aydın, a.g.e., s.235. 128

31

nın yaşandığı görülmüştür. Bir yandan Devrim’in önderi durumunda bulunan burju- vazinin sınıfsal çıkarları, diğer yandan politikanın uygulamada karşılaştığı durumlar, temsilî demokrasinin daha “gerçekçi” bir model olarak ortaya çıkmasına neden ol- muştur. Ulus devlet modeli temsilî demokrasinin kurumsallaşmasında önemli ola- naklar sunmuştur. Bu modelde, bireyler, yurttaş sıfatıyla, halk ya da ulus kimliği içe- risinde bütünleşirler ve bu bütünleşme, bireylerin tekil iradelerinin, en azından ka- musal alanda, dikkate alınmamasını, tamamının iradesinin “genel irade” çatısı altın- da bir araya gelmesini ifade eder.129

Askere alma, vergi mükellefi yapma ve zorunlu ilköğretim uygulamaları, mo- dern devletin topluma nüfuzunu sağlayan en önemli tekniklerdir. Ancak tüm bunlar- dan önce, ulaşım ve iletişim devrimlerinin gerçekleşmesi gerekir çünkü bunlar siya- sal iktidarın merkezileşmesi ve topluma nüfuz etmesinin bir nevi altyapısıdır130. 19.

Yüzyıl bu altyapının sağlanmasının yüzyılıdır, ulusu ulus yapan, yani toplumu hem kendi içinde homojen bir bütün haline getiren hem de devletle bütünleştiren temel gelişimlerdir; bu gelişmeler yaşanmaksızın, milliyetçiliğin sadece ideolojisinin gücü- ne dayanarak milleti yaratmayacağı açıktır. 19. Yüzyıl sonunda dahi, Fransa’da kır- larda ve küçük kasabalarda yaşayan kadın ve erkeklerin çoğunun, milli kimlikten ziyade yerel ve bölgesel kimlikleri benimsediğini göstermektedir. Kullandıkları lehçe- ler, ekonomik ve toplumsal alışverişleri itibariyle Fransa’nın milletleşmesi, bölgeleri merkeze olduğu kadar birbirine de bağlayan ulaşım devrimi, kitlesel eğitim ve zorun- lu askerliğin gelişi ile mümkün olmuştur.131

Jürgen Habermas ulus devletleri üç aşamada açıklamıştır. İlk olarak bu devlet- ler, birbirinden ayrı yaşayan etnik grupların barışçı yollarla tek tek devletleşmesiyle değil, komşu bölgelere, soylara, yerel kültürlere, dil ve din topluluklarına sirayet ede- rek ortaya çıkmıştır. Ulus devletin bu şekilde gerçekleşmesi, tarihsel bakımdan da ilktir. İkinci olarak yeni ulus devletler de genelde, asimile edilmiş, baskı altına alınmış ya da marjinalleştirilmiş topluluklar pahasına oluşmuştur. Ulus devlet, homojen bir halka dayanmak zorunda olduğu halde, bu ikinci tip ulus devlet, homojen bir toplulu- ğa dayanmamakla beraber, homojen bir toplum oluşturmak ister. Burada söz konu- su olan toplum, doğal olarak bir araya gelmiş homojen bir toplum değil, yapay olarak oluşturulmaya çalışılan bir toplumdur. Bu tarz ulus devletlerde devlet, demokratik olmaktan uzaklaşabilmektedir. Son olarak da etno-milliyetçi akımların ortaya çıkma- sıyla gerçekleşen yeni ulus devletler ise, neredeyse her zaman kanlı saflaştırma

129 Aydın, a.g.e., s.236.

130 Örs, H. Birsen, Modern Siyasal İdeolojiler, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2013, s.326.

32

töreleriyle gerçekleştirilmiştir ve yeni azınlıkları sürekli yeni baskıların altına almış- tır.132

Ulus devletlerin ortaya çıkmasında 16. Yüzyılın başları ile 17. yüzyılın sonu arasında yaşanan savaşların ardından askeri ve siyasi otoritenin merkezileşmesi sağlanmıştır. Bu merkezileşmenin bir sonucu olarak daha fazla verginin toplanabil- mesinin, devletin egemenliğini kullanabilmesi için gerekli olan bürokratik mekaniz- malara sahip olmaya başlamasının da etkileri olmuştur. Bu süreçte feodal yapı çö- zülmüş ve toplumsal gruplar kendini yeni duruma uyum sağlayabilmek için araların- da sözleşmeler hayata geçirmek zorunda kalmışlardır. Feodalitenin çözülmesi süre- cinde değişik birimler arasında meydana gelen savaşlar, Avrupa’daki halklar arasın- da farklılıkların artmasına ve aralarında nefret duygusunun yaygınlaşmasına neden olmuştur. Bu durum daha sonraki dönemlerde milletlerin ortaya çıkmasında etkili olan faktörlerden biri olmuştur. Ulus devlet, 19. Yüzyıldan itibaren meşruiyetini elde etmiş devlet biçimidir. Milliyetçilik ise ulus devletin ideolojisidir. Ulus devletle milliyet- çiliğin ortaya çıkışının aynı dönemde ortaya çıkması bir tesadüften ziyade tarihi bir zorunluluktur. Ulus devletler ilk olarak Avrupa’da Fransa, İngiltere ve sonrasında Almanya ve İtalya’da ortaya çıkmış, daha sonradan ise Doğu Avrupa’da ve dünya geneline yayıldıkları görülmüştür. Yeni dönemle ulus devletin meşruiyet kaynağı, din, soy veya krallık olmaktan çıkmış ve laik ve demokratik bir yapı içerisinde varlık bulmuştur.133

Modern ulus devlet, moderniteyle ortaya çıkan özel alan-kamusal alan ayırı- mının yarattığı gerilime çözüm bulmak zorunda kalmıştır. Geleneksel toplumun ku- rumları daha önce de belirtildiği üzere çok işlevli kurumlardı. Bu kurumların en tipik örneklerinden biri loncalardır. Loncalar, üretimin düzenlenmesi, mal ve hizmet bölü- şümü gibi ekonomik işlevlere, çırakların yetiştirilmesi, üyelerinin eğlenceden dine çeşitli ihtiyaçlarının karşılanması gibi kültürel işlevlerle, üyeler arasındaki anlaşmaz- lıkları gidermek, yerel yönetimlere temsilci göndermek gibi siyasal işlevlere sahiptir. Kiliseler, monarşiler, köylü komünleri de çok işlevli özelliklere sahiptir. 18. Yüzyıldan itibaren bu düzen değişmeye başlar ve kurumlar arasında işlevsel farklılaşmalar belirir. Örneğin kiliseler, ekonomik ve siyasal işlevlerini devlete terk etmek zorunda kalmış, yalnızca dini hizmet vermeye başlamışlardır. Siyasal alan ile siyasal olma- yan, kamusal alanla özel alan arasındaki ayırım da bu noktada ortaya çıkar. Kamu alanı, parlamentolar, bürokrasiler gibi uzmanlaşmış devlet kurumlarına terk edilirken, özel alan, piyasalara, firmalara, ailelere yani siyasal olamayan kurumlara terk edilir. Monarşi özel alana ilişkin güçlerini yitirirken, kilise, lonca gibi kurumlar da kamu ala-

132 Aydın, a.g.e., ss.236-237. 133

33

nıyla ilgili güçlerini yitirir. Bu noktada kamusal ve özel alandaki çıkarların uyumlaştı- rılması, başka bir ifadeyle, vatandaşların kamusal çıkarlarıyla bireylerin kişisel çıkar- larının birbiriyle uyumlu hale getirilmesi özel bir çabayı gerektirir.

Milletlerin oluşumunu çok uzak olmayan tarihsel oluşumlarda ramak gerektiği- ni söyleyen Eric J. Hobsbawn, milletleri ancak toprağa bağlı yeni devlet formu ortaya çıktıktan sonra görebileceğimizi iddia etmektedir. Bu nedenle de devleti ve milleti birbirinden bağımsız düşünmemek gerekirdi. Bu noktada Gellner’e atıfta bulunan Hobsbawn, milliyetçiliğin önceden oluşan kültürleri alıp ve onları millete dönüştürdü- ğünü savunmaktadır. Milliyetçilik, bazen de onları icat edebilmektedir.134 Hobsbawm,

bugün ulus olarak biline kültürel birimin asil kriterlerinden birisi olarak belirli bir teritoryal politik örgütlenmeyi, yani, belirli bir arazi üzerinde siyasal bir egemenlik kuracak bir yapılanmayı öngörür.135 Milliyetçilik İdeolojisinin iktisadi boyutunda ise ulusal ekonomi düşüncesi damgasını vurmaktadır. Bu noktada milliyetçi ideoloji, kendi iktisadi kaynaklarına sahip olabilmenin önemli bir ulus olma kıstası olduğunu vurgulamaktadır. Dolayısıyla, milliyetçilikte ulusun iktisadi gelişmesini esas alan, ulusal kaynakları ve pazarı yönlendiren bir devlet anlayışı da söz konusudur. Bu durumun devletin egemenliğini koruma veya güçlendirmeyle da alakalı bir gelişme olduğu söylenmektedir.136 İktisadi anlamda milliyetçi ideoloji, liberal ekonomiyi ya-

saklamayan ancak devlet ve ekonomiyi birbirine bağlı gören bir ideoloji görünümün- dedir. Buna göre; milli kaynaklara tam olarak hâkim olma, bunları en verimli şekilde kullanma, milli rekabet gücünü arttıracak politikaları geliştirme gibi hususlarda ulus devlet önemli işlevsel rol oynamıştır.

19. yüzyıla gelindiğinde modern ulus devletlerin sınırlarının genel olarak, ken- dilerinden önceki devlet sistemlerinden farklı olarak kesin bir toprak bütünlüğüne sahip olduğu görünmektedir. Yeni ulus devletin toprakları askerî açıdan savunulabi- lecek, belirgin ve sürekli coğrafi sınırlarla çevrilidir. Bu devlet formunun genellikle tek bir para birimi ve maliyesi vardır. Devletin çoğunlukla tek bir milli dil vardır ve bu dil diğer dillerden ve lehçelerden üstün tutulmuştur. Son olarak yeni ulus devletin tek bir hukuk düzeni vardır. Yeni ulus devletine atfedilen özelliklerin ya da başka bir deyim- le yeni yapının kurulmasında batılı devletler milliyetçiliği önemli bir araç olarak gör- müşlerdir. Çünkü ulus devlet inşa arzusu çoğu kez farklı inanç, etnik grup, sosyal sınıf dirençle karşılaşmıştır ve bu direnci aşmada milli duygular önemli bir avantaj sağlamıştır. 134 Özkırımlı, a.g.e., s.145. 135 Hobsbawm, a.g.e.,2013, ss. 41-44. 136 Hobsbawm, a.g.e.,2013, s.114.

34 İKİNCİ BÖLÜM

2. ORTADOĞU’DA ARAP MİLLİYETÇİLİĞİ VE SURİYE BAAS PARTİSİNİN OR-