• Sonuç bulunamadı

BAAS PARTİSİNİN KURULUŞU ÖNCESİ SURİYE’DE SİYASAL DURUM –

2. ORTADOĞU’DA ARAP MİLLİYETÇİLİĞİ VE SURİYE BAAS PARTİSİNİN

2.4. BAAS PARTİSİNİN KURULUŞU ÖNCESİ SURİYE’DE SİYASAL DURUM –

1. Dünya savaşı sonrası Fransa’nın Suriye ve Lübnan’daki denetimi büyük bir askeri birlik ve karmaşık bir Fransız sivil idareciler hiyerarşisiyle desteklenmişti. Fransa’nın doğrudan yönetim politikası, karar verme otoritesini yüksek komisere devrediyor ve yerel politikacıların özerklik uygulamalarına pek alan bırakmıyordu. Suriye’deki sonuç, ne siyasal liderlerin ne de genel olarak halkın, Fransız zoruyla getirilen parlamenter sistemin korunmasından fazla bir çıkarlarının olduğu şeklin- deydi. Sistemin yerel düzlemde meşruluğu yoktu ve 1946’da Fransızların çekilme- sinden sonra fazla ayakta kalamadı.239

İngiltere ve Fransa, bereketli Hilal’i, önceki sömürgeler yerine, yeni sınırları ve yönetici sınıfları olan yeni devletlere böldü ve bağımsızlık hazırlıkları için Milletler

239

62

Cemiyeti’nden yetki aldılar. Ardından da bu yeni devletlerde kendilerine uygun mo- dellerde rejimler kurdular. Suriye ve Levant olarak bilinen batıdaki bölgenin kuzeyi ile ortası Fransız Mandası’na, Filistin olarak adlandırılan güneyi de İngiliz Manda- sı’na girdi. Manda devletleri, denetimleri altındaki bu ülkeleri yeniden alt bölümlere ayırdılar. 240

Arapların iki büyük savaş arası yıllarda yeni topluluk sadakati bağları geliştir- me önerileri, bölgesel kimliklerin vurgulanmasından Arap ve İslam çağrılarına kadar geniş bir yelpazeyi kapsıyordu. 1. Dünya Savaşı’ndan önce olduğu gibi, tek bir dü- zenleyici ilkenin belirleyiciliği söz konusu değildi. Arap birliği kavramının büyük bir cazibesi vardı elbette, ancak İngiltere ve Fransa’nın Arap Orta Doğu’su haritasında çizdiği sınırlar, birçok Arap liderin arzu edeceğinden daha kalıcı olacaktı.241

Fransa’nın Suriye üzerindeki iddiaları dini, ekonomik ve stratejik nedenlere dayanmaktadır. Levant’daki Hıristiyan toplulukların koruyuculuğunu kendi kararıyla üstlenmiş olan Fransa, bölgedeki uzun geçmişi olan dini ve eğitim faaliyetlerine de- vam etmeyi ahlaki bir görev saymaktaydı. Müdahale için uydurulan böylesi bir dini mazeret, Müslüman çoğunluğun Fransa’ya karşı hissettiği yabancılaşmayı iyice arttı- rıyordu. Levant’da Fransız varlığının ekonomik sebebi ise Osmanlı’nın son döne- minde Fransız şirketlerinin demiryollarına, liman tesislerine ve ticarete yaptığı çok büyük yatırımlardı. Ortadoğu’da İngiliz etkisine bir karşı denge kurmayı gerektiren stratejik ihtiyacın yanı sıra, etkili Fransız imparatorluk yanlısı çevrelerde Fransa’nın Kuzey Afrika imparatorluğunun yanı sıra Levant’da da bir yer elde etmediği takdirde gerçek bir Akdeniz devleti olamayacağı inancı vardı.242

Fransızlar Suriye’yi bağımsızlığa hazırlayacak yerli idari kurumlar oluşturulma- sını teşvik etmek yerine kendi idarelerini uzatacak koşulları yaratmışlarıdır. Bunu Suriye içinde var olan dini, etnik ve bölgesel farklılıkları teşvik edip vurgulayan bir böl yönet politikasıyla uyguladılar. Bu şekilde Suriye’de milli birliğin oluşması yerine bölgesel ve etnik parçalanmaya neden olmuştur.243

Çok uluslu toplumsal yapıyı dikkate alan Fransa, Suriye’deki egemenliğini sağlama almak açısından, ülkedeki siyasi ve toplumsal yapıyı atomize etmek kara- rındaydı. Fransa’nın getirdiği ilk siyasal bölünme 1920’de Büyük Lübnan’ın yaratıl- ması oldu. Fransa, eski Lübnan Dağı mutasarrıflığına Trablus, Sayda, Sidon ve Bey- rut kıyı şehirlerini de ekledi, verimli Bekaa Vadisi’ni Suriye’den alıp, genişletilen Lüb- nan sınırları içine koydu. Bu durumdan yararlananlar, yeni Lübnan’da en büyük dini topluluk olan Marunî Hıristiyanlar oldu. Fransız politikası mezhep çatışmaları çıkma- 240 Lewis, a.g.e., s.430. 241 Cleveland, a.g.e.,s.243. 242 Cleveland, a.g.e.,s.244. 243 Cleveland, a.g.e.,s.243.

63

sı olasılıklarını arttırmıştı. Beyrut dışında Lübnan’a eklenen bölgelerin nüfusu ezici çoğunlukla Müslüman’dı ve bunlar da Hıristiyan hâkimiyetinde bir devlete sokulmaya itiraz ediyorlardı.244

Suriye mandasında Fransa bir dizi ayrı siyasal birim yarattı ki, bunların varlığı Suriye milli kimliğinin gelişmesini geciktirmek üzere tasarlanmıştı. 1920’de Şam ve Halep her biri kendi valisi ve Fransız danışmanlarıyla iki ayrı devlete bölündüler. Siyasal parçalanmayı daha da arttırmak için Fransa, Suriye’nin iki bölgesel azınlıkla- rı olan Aleviler ve Dürzîlerin farklılıklarını, her birine ayrı bir devlet vererek vurguladı. Alevi devleti kuzeyde kıyı şehri olan Lazkiye çevresinde, Cebel Durzi devleti de Şam’ın güneyinde Dürzilerin çoğunlukta oldukları bir bölgeydi.245 1936 ve 1939 yıl-

ları dışında iki devlet de 1942’ye kadar Suriye’den idari bakımdan ayrıydı. Fran- sa’nın 1924’te Şam ve Halep devletlerini ve sonrasında Hama ve Humus şehirlerini Suriye devleti adıyla birleştirmesi Sünni Arap nüfusunun diğer azınlıklardan gittikçe kopmasını getirdi. Bu birleşme ile Aleviler ve Dürziler milli politikadan çıkarılmış ve Suriye siyasal hayatının mülk sahibi ve muhafazakar şehirli Sünni Müslümanların hakimiyetinde olmasını güvence altına almıştı. 1946’daki bağımsızlığından sonra Suriye’nin karakteristiği olan yıkıcı siyasal istikrarsızlık, kısmen Fransız manda yetki- lilerinin bu kurumsallaşmış bölme uygulamasında aranmalıdır.246

Aleviler ve Sünniler arasındaki tarihten gelen husumetler, Fransa’nın “böl ve yönet” siyasetin katkı sunuyordu. Fransız yönetiminden yana olan ve 73 değişik Ale- vi kabilelerinin temsilcileri 1919 sonlarında General Gouraud’a bir telgraf göndere- rek, bağımsız Nusayri birliğini kurmak istediklerini bildirmişlerdi. Suriye’de 1922 yı- lında ayrı bir Alevi devleti kuruldu. Bu durum, Alevilere bazı ayrıcalıkların tanınması olanağını da doğurdu. Fransızların Alevilere sağladığı ayrıcalıklar düşük vergi ve maddi destekten ibaretti. Alevi ve Dürzî devletlerinin yanında Şam ve Halep’in de merkez olduğu iki ayrı devletin kurulması sonucu Suriye dört ayrı parçaya ayrılmıştı. Bu dönemde, Fransa’nın Suriye ve Lübnan’ı işgali, 24 Temmuz 1922 tarihinde bir Milletler Cemiyeti Mandaterliğiyle resmen onaylanmıştı.247

Harita 2.1 Fransız Mandası altında Suriye’nin Bölünmesi248

244 Cleveland a.g.e., s.245. 245 Cleveland a.g.e., s.245. 246 Cleveland a.g.e., s.245. 247 Şen, a.g.e., s.71. 248 Şen, a.g.e., s.247.

64

Fransa’nın Suriye’deki politikası büyük, masraflı ve çoğunlukla epey hantal bü- rokrasiyle uygulanıyordu; bunu her alana giren bir istihbarat servisi ve 15 bin mev- cutlu Armee du Levant garnizonu desteklemekteydi. İdari yapının tepesinde, merke- zi Beyrut’ta olan Suriye ve Lübnan yüksek komiseri vardı. Fransız mandasının ilk yıllarını belirleyen politika değişimleri, çok kudretli yüksek komiserlik ve makamının sık sık el değişmesinden kaynaklanıyordu: 1923 ile 1926 yılları arasında dört ayrı yüksek komiser görev almıştı.249

Fransa’nın Suriye’yi yönetme usulü, yerel halkın siyasal sorumluluk ve idari deneyim elde etmesini engelliyordu. Yüksek komiserlikte üst düzey bürokratik mev- kiler Fransızlara veriliyordu. Ayrıca yerel Suriyeli vali ve bölge komiserleri varsa da, bunlara bağımsız karar verme yetkisi tanınmamıştı. Her Suriyeli yetkilinin başında en küçük ayrıntılar üzerine bile veto yetkisi olan bir Fransız danışman duruyordu. Ancak yerli subay yetiştirilmesine, bürokrasiden daha çok önem verildiği görülmek- teydi. Mandanın ilk yılı olan 1920’de bir askeri akademi kurulmuştu. Fansız eğitmen- lerin bulunduğu akademi, yeni kurulan Suriye Lejyon’una Suriyeli subaylar yetiştirdi. Lejyonun mevcudu 1930’lu yılların ortalarında 6 bine ulaşmıştı. Lejyon subaylarının

249

65

sosyal yapısının Suriye siyasi hayatında uzun vadeli etkisi olacaktı. İleri gelen Sünni şehirli aileler askerlik mesleğini hor gördüklerinden, oğullarını akademiye gönder- medikleri için diğer sosyal ve dini grupların önü açılmış oluyordu. Askerlerin büyük çoğunluğunu çeşitli yerli azınlıklardan, özellikle Dürzi ve Alevilerden, az miktarda da Ermeni ve Çerkezlerden seçtiler.250 Bunların gözünde askerlik mesleği, yukarı doğru

bir çıkış, subay kadrosuna hakim olma yoluydu. 1946’daki bağımsızlıkla azınlık dini gruplarından olan bu subaylar orduyu siyasal hayatın içine soktular ve Sünni haki- miyeti örneğini değiştirdiler.251

Fransızların zorla kurdukları otorite, mandanın ilk iki yılında Suriye’nin çeşitli bölgelerinde direnişle karşılaştı. Ancak Fransız ordusu bu ayaklanmaları birbirinden tecrit ederek ülkenin başka taraflarına yayılmadan bastırdı. Fakat 1925-1927 büyük isyanında bunu yapamadı. Yerel ayaklanma olarak başlayan isyan çok geçmeden Suriye’nin tamamını sardı; manda ve onun temsil ettiklerine karşı Suriye itirazının sembolü oldu. İsyan 1925 Temmuz ayında, Cebel Dürzi devletinde Fransız valisinin Dürzi siyasal ilişkilerini ve toprak sahibi olma tarzlarını yeniden yapılandırmaya kal- kıştığı sırada başladı. Dürzi reisi Sultan Atraş liderliğindeki silahlı grup, Fransızları Cebel Dürzi’den atmayı başardı. Atraş’ın askeri zaferlerinin haberleri Suriye’nin şehir merkezlerinde heyecan yaratınca genelde pek dikkatli olan şehir eşrafı da isyancı- larla birlikte olamaya karar verdi. 1925 yılı sonbaharında Humus ve Şam şehirlerinin siyasal liderleri de kırsal güneyin Dürzî aşiret reislerine katılınca milli çapta bir dire- niş hareketi başladı. Suriyeli milliyetçi gruplar, 1926 sonbaharında Yüksek Komiser’e bir muhtıra vermişlerdi. Bu muhtıra özetle şunları talep ediliyordu: “1. Genel af ilan edilmesi ve geçmişin unutularak yeni bir işbirliği döneminin başlatılması, 2. Seçim yapılması ve anayasanın hazırlanması, 3. Suriye’nin birliğinin sağlanması ve bir ulusal ordunun organize edilmesi, 4. Suriye’nin Milletler Cemiyeti’ne üye olması.” Suriye’de oluşan büyük isyan bastırıldıktan sonra sonra Suriye’nin büyük kentlerin- deki eşraf ve milliyetçi liderler Halk Cephesi (al-Kutla al-Wataniyya) adlı yeni bir si- yasi oluşuma gittiler. Halk Cephesi’nin bazı kurucuları, Osmanlı döneminde eşraf olarak bilinen toplumun varlıklı ve güçlü bireyleriydi. Eşraf, toprak sahiplerini ve şe- hirli seçkinleri temsil ediyordu. Halk Cephesi liderlerinin milliyetçilikleri sosyal ve si- yasal açıdan muhafazakâr bir görünüm arz ederken , “Büyük Suriye”nin tam bağım- sızlığını talep etmekteydiler.252

İsyanı önleyemeyen Fransızlar yanlış bir güç gösterinse giriştiler; 18 Ekim 1925 akşamından başlayarak Şam’ı kırk sekiz saat boyunca havadan ve karadan 250 Şen, a.g.e., s.71. 251 Cleveland, a.g.e., s.247. 252 Şen, a.g.e., 2004, s.72.

66

bombaladılar. Bu olayda 1.400 kadar sivil öldü. Bu tür önlemlere rağmen isyan Fransızlara büyük destek kuvvetinin geldiği 1927 yılına kadar sürdü. İsyan insani ve ekonomik açıdan yıkıcı bir miras bırakmıştı. 6 bin Suriyeli ölmüş, binlercesi evsiz kalmış, Şam’ın ticaret merkezi kısmen harabeye dönüşmüştü. Fransa da insan ve para olarak büyük bedel ödemişti. İsyan Fransız politikacılarını Suriye’yi kontrolden vazgeçirtmedi, ama planlarını değiştirmelerine yol açtı.253

Büyük isyanın sonrasında Fransız Yüksek Komiseri’nin, siyasi parti ve cemi- yetlerin kurulmasına müsaade etmesinden sonra ülkenin birlik ve bağımsızlığını isteyen bir grup Suriyeli siyasetçi tarafından kurulan Milli Blok mandanın sonuna kadar Suriye siyasal hayatının odak noktası oldu. Milli Blok’un kurucu üyelerinin sosyal geçmişlerini incelemek, Osmanlı ve manda dönemleri arasında yerel siyasal güce sahip olmakla güçlü bir süreklilik unsuru olduğunu gösterir. Milli Blok liderleri Osmanlı döneminin nüfuz sahibi aileleri ve çoğu zaman da aynı kişilerdi. Bunlar tıpkı Fransız hâkimiyetinde olacağı gibi, Osmanlı döneminde eşraf politikası olarak bili- nen siyasal davranışları benimsemiş, toprak sahibi kentli ileri gelenler ve yerel devlet memurları sınıfının temsilcileriydi. Milli Blok liderlerinin “şerefli işbirliği” adını verdik- leri bu siyasal tarz, eşrafın yerel temelleri üzerinde etkilerini sürdürmelerini gerektiri- yordu. Bunun için de Suriye’nin şehirli nüfusu arasında giderek yaygınlaşan Fransız karşıtı duyguları benimsemek zorundaydılar. Aynı zamanda, Fransızlar kendi idare- lerini kontrol ve onları Suriye bağımsızlığı sorununda ödün vermeyi kabule ikna edebileceklerine inandırmaları gerekiyordu. Kısacası, bu sınıf Osmanlılara olduğu gibi Fransızlara kendilerini yönetim sürecinde aracı olarak sundu. 1925-1927 isyanı- nın tekrarlanmasından kaçınmak isteyen manda idaresi, belirli sınırlar dâhilinde Milli Blok’la birlikte çalışmaya hazırdı.254

Milli Blok, liderleri Büyük Suriye’nin bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü is- temek açısından milliyetçiydiler. Ancak milliyetçilikleri toplumsal ve siyasal bakımdan muhafazakâr türdendi. Servetlerini ve güçlerini borçlu oldukları mevcut toplumsal, ekonomik ve siyasal ilişkileri örnek olarak almak istiyorlardı. Böylece, Fransızların çekilmelerini istemelerine rağmen, zamanı gelince onların yerine gelebilmek için hakim yerel mevkilerini de elde tutmayı istemekteydiler. Bu da hapse atılmak ya da sürgüne gönderilmekten kurtulmak için Fransız karşıtı söylemlerini yeterli bir işbirli- ğiyle dengelemelerini gerektiriyordu.255

Milli Blok liderleri manda döneminde pek az idare deneyimi elde edebildiler. Fransa’nın Suriye için gelecekteki niyetlerini belirten bir anlaşmaya yanaşmamaları 253 Cleveland, a.g.e., s.249. 254 Cleveland, a.g.e., s.249. 255 Cleveland a.g.e., s.249.

67

ve yerel özerklik kurumlarının gelişmesine izin vermekteki isteksizlikleri, Suriye siya- sal çevrelerinde düş kırıklığı ve kararsızlık uyandırıyordu. Seçilen Suriye kurucu meclisi 1929’da bir anayasa hazırlamıştı ama Fransa bu belgeyi reddetmişti. Fransa bir yıl sonra Suriye’ye kendisi bir anayasa hazırladı. Buna göre Fransa’nın manda ayrıcalıklarına müdahale edecek herhangi bir önlem almasının yolu kesilmiş oluyor- du. 256 Suriye’de 30 Mart 1932 tarihinde yeni bir seçim yapılarak Halk Cephesi’nin üyelerinden oluşan yeni bir hükümet kuruldu. Bu arada Suriye ile Fransa arasında müzakereler başlarken, Irak’ın 1930’da İngiltere ile Bağımsızlık Anlaşması imzala- ması ve sonrasında 1932’de Milletler Cemiyeti’ne üye olması, Suriye’deki ileri gelen- leri fazlasıyla motive etmişti. Fransa ile görüşmeler başlamış olmakla birlikte, Yük- sek Komiserin görevinden ayrıldığı dönemde sorun çözülebilmiş değildi. Yeni atanan Yüksek Komiser zamanında da görüşmeler devam ettirildi. Bu dönemde Avrupa’da Almanya ve İtalya önderliğinde İngiltere ve Fransa’nın egemenliklerini tehdit eden gelişmeler meydana gelmekteydi. Bundan sonraki altı yıl boyunca Suriye cumhur- başkanları ve başbakanları makamlarını korudular ve Suriye Meclisi yıllık toplantılar yaptı. Ancak Fransa’nın yasaları veto etme yetkisi Suriye’deki siyasal hayatı bir ko- mediye çevirmiş ve ona bir gerçekdışlılık havası vermişti.257

Fransız-Suriye ilişkilerindeki bu açmazın 1936 Fransa seçimlerinde Leon Blum’un Halk Cephesi koalisyonunun zaferiyle çözüleceği umudu belirdi. Hatta bu umutlar gerçekleşir gibi oldu. Yılsonunda iki ülkenin temsilcileri bir anlaşma taslağı imzaladılar. Anlaşma 1930 İngiliz-Irak anlaşmasının benzeriydi. Fransa ile Suriye arasında ittifak yapılıyor, Fransa’ya Suriye’nin egemenliğini savunma ve Suriye top- raklarında hava üsleri askeri garnizonlar bulundurma hakkı tanınıyordu. Suriye aynı zamanda Milletler Cemiyet’ine kabul edilecekti.258

Fransa ile imzalanması olası bir anlaşma Alevi devletinin Suriye ile birleştiril- me olasılığını doğuruyordu. Aleviler, birleşme konusunda ikiye ayrılmıştı ve bu itilafı çözmek amacıyla 25 Şubat 1936 tarihinde Tartus’da bir kongre topladılar. Kongrede iki eğilimin ortaya çıktığı görüldü; bir grup Suriye’yle birleşmeye destek verirken, diğer grup mevcut durumun korunmasını ve Fransız koruması altında tam bağımsız- lığın elde edilmesini savunuyordu. Fransa’da sosyalist Leon Blum’un bir koalisyon meydan agetirerek başbakan olması, kaygılı durumdaki Alevilerin Suriye’de bağım- sızlık yönündeki umutlarını arttırdı.259

Anlaşma taslağının 1936’da Suriye Parlamentosunda onaylanması üzerine Milli Blok yarı bağımsız ülkede iktidarı almaya hazırlandı. Ancak Suriye’nin egemen- 256 Şen, a.g.e., s.74. 257 Cleveland, a.g.e., s.250. 258 Cleveland, a.g.e., s.250. 259 Şen, a.g.e., s.75.

68

lik beklentileri düş kırıklığına uğradı. Blum’un solcu koalisyonu 1938’de bozuldu ve Fransız Meclisi Fransa-Suriye anlaşmasını onaylamadı. Suriye bağımsızlığı elde etmek yerine daha sıkı bir Fransız kontrolüne girdi. Yüksek komiser 1939’da Suriye anayasasını askıya alıp, Alevi ve Dürzî devletlerinin özerkliğini yeniden kabul etti. Fransızlar Suriyelilerin kendi toprakları olarak gördükleri Hatay bölgesini de Türki- ye’ye ilhak ederek Suriye kamuoyunu iyice kızdırdılar.260

Arap milliyetçiliğine duyulan ilgi 1930’larda pek yaygın olmamakla beraber hiç yok da değildi. Kendi bölünmüşlüğünün yarattığı sorunlarla boğuşmakta olan Suri- ye’nin çoğunluğu, Irak ve Mısır’la birleşmeyi öncelikli bir mesele olarak görmedi. Fakat Suriyeliler hiç kuşkusuz diğer Arap ülkelerindeki gelişmelere duyarlıydı.261

Ortadoğu’nun şehirli, eğitim görmüş, Arapça konuşan nüfusu arasında sürekli yankı bulan konuysa Filistin’e göç eden Yahudiler yüzünden artmakta olan tehlikey- di. İşte Arap milliyetçilerini, İslamcıları ve Büyük Suriye’ye inananları birleştirecek kaygı buydu. Farklı bağlılıklara ve bakış açılarına sahip olsalar da, hepsi Filistin’deki demografik değişikliğe direnilmesi gerektiğinde görüş birliği içindeydi. Eğitim fırsatla- rının yayılması radyoyla tanışma ve iki savaş arası dönemde gazetelerin yaygınlaş- ması Filistin sorunu hakkında bilgilenmeyi kolaylaştırdı. Fakat halkın kaygıları resmi açıklama ve politikalarda yankısını bulmamıştı. Filistin’deki 1936-1939 Arap İsyanı bunu değiştirdi. 262

Suriyelilerin Filistinlilerle dayanışma duygusu, pek çok Suriyelinin, onların Arap olmasının yanı sıra Bilad el-Şam’ın (Büyük Suriye) güney kısmını meydana getirdi- ğini de düşünmesiyle büyüdü. Hem Arapçılık hem de Suriyecilik bağlamında, Suriye- liler Filistinlilerin kaygı ve amaçlarına duyarlıydılar.263

Bunun dışında Suriyelilerin Filistinlileri destelemek için jeostratejik ve ekono- mik nedenleri de vardı. Irak’ın tersine, Suriye’yle komşu olacak ve fiziksel bir engel teşkil edecek olan bir Yahudi devleti Suriye için meşru bir kaygıydı. Ekonomik ola- rak, Hayfa Limanı’nın hızla büyümesi daha şimdiden Beyrut için gerçek bir tehdit olmuştu ve Suriye’nin yeni gelişmeye başlayan endüstrisi, Filistin ekonomisinin Ya- hudi kısmında gelişen endüstriyel hareket tarafından hızlı bir biçimde geride bırakı- yordu. 264

Britanya’nın Filistin’i bölme planı, bu yüzden, bir Yahudi devleti kurulabileceği ihtimaline dair öyle büyük bir korku yarattı ki, planın ilanı ve bunda kendi ülkesini genişletme fırsatı gören Ürdün Emiri Abdullah tarafından kabul edilmesinden hemen 260 Cleveland, a.g.e., s.250. 261 Davişa, a.g.e., s.97. 262 Davişa, a.g.e., s.98. 263Davişa, a.g.e., s.100. 264Davişa , a.g.e., s.100.

69

sonra “pan-Arap kongresi” düzenlenmesi için planlar yapılmaya başlandı. İki ay son- ra Eylül 1937’de Irak, Mısır, Suriye, Suudi Arabistan, Filistin ve Trans-Ürdün’den dört yüzden fazla milliyetçi, Suriye’nin Bloudan şehrinde bir konferansta bir araya geldi ve Siyonist karşıtı ve Filistin’in bölünmesine mutlak olarak karşı çıkan kararlar aldı. Resmi olarak görevlendirilmiş delegelerin yanında, bağımsız milliyetçilerin de katıldığı konferans, Arap hükümetlerinin Filistin ve Arap dünyasıyla ilgili konulara giderek artan müdahalesinin ilk örneklerinden biriydi. Ve bu daha çok halk baskısı sayesindeydi. 265

Arap nüfusunun Filistin’e verdiği destek, aksi durumda kılını bile kıpırdatmaya- cak olan Arap hükümetlerini en sonunda tepki göstermeye mecbur bırakmıştı. Arap hükümetleri, bir tarafında kamuoyunun ağırlığı, diğer taraflarında Britanya ve Fran- sa’nın çatışan siyasal taleplerinin yarattığı baskılar arasında çok ince bir hat üzerin- de yürümek zorundaydı. Gerçek niyetleri ne olursa olsun, kitlelerden artarak gelen baskı nedeniyle Arap hükümetleri Filistin uyuşmazlığına şöyle ya da böyle karışmak zorundaydı. Gerçekten de 1936-1939 yılları arasında yaşanan olaylar, Arap liderle- rinin ilk defa Arap çıkarlarının ortak olduğunu görerek işbirliği başlattıkları ilk tarihi örnekler olarak görülebilir. 1939’da Londra’da toplanan Filistinli Arapların, Yahudi temsilciliğinin ve Arap hükümetlerinden temsilcilerinin katıldığı St. Jame’s Konferan- sında sonuç alınamamasından ziyade konferans Arap liderlerinin Kahire’de toplan- maları belki de en önemli ve beklenmedik neticeydi. Kahire’de ortak bir Arap tutumu benimsenmesi konusunda görüş birliğine vardılar ve Londra konferansı boyunca bu tutuma bu tutuma tamamen bağlı kaldılar. 266

Birinci Dünya Savaş’ı sonrası bağımsızlıktan ziyade manda yönetimi altına alınarak umduğunu bulamayan Suriye halkı gibi, umudunu bu defa çıkmak üzere olan İkinci Dünya Savaşı’na bağlamıştı. Birinci Dünya Savaşı’nın galipleri ve savaş sonrası düzenlemelerin mimarı olan İngiltere ve Fransa’ya karşı, mevcut statükonun karşıtı, revizyonist ülkeler konumundaki Almanya ve İtalya’nın yönelttiği tehdit ve ortaya çıkardıkları çelişkiler, 1930’lu yılların sonuna doğru ikinci bir dünya savaşının ortaya çıkmasına neden oldu. Almanya’nın 1 Eylül 1939’da Polonya’ya saldırması, bu gelişme üzerine de İngiltere ve Fransa’nın 3 Eylül Almanya’ya savaş açması so- nucu, İkinci Dünya Savaşı başlamış oldu.

2. Dünya Savaşı devam ederken, Alman kuvvetlerinin 14 Haziran 1940’ta başkent Paris’e girmesiyle Fransa’da hükümet değişikliği olmak zorunda kalındı.