• Sonuç bulunamadı

İKTİSADÎ SİSTEM İÇİN ÖNEMİ

2.1 MODERN ŞİRKETLERİN ORTAYA ÇIKIŞI VE ÖNEMİ

Yukarıda zikredildiği gibi neredeyse dünya ticaret tarihi kadar eski olan ortaklıklar on altıncı yüzyıldan itibaren farklı bir gelişme seyri içine girmişlerdir. Bu bağlamda coğrafî keşifler sonrasında dünyanın girmiş olduğu yeni devredeki ekonomi-politik durum önemli bir etkendir. İslâm dünyasından ve Avrupa’dan çeşitli uygulamaların bu yeni durum içerisinde artık yeni bir şekillenme içine girdiğini görebilmekteyiz.

Max Weber’in bu konuda pek çok iktisat tarihçisinin modern iktisadî sistemin ortaya çıkmasına dair açıklamalarına temel teşkil eden açıklamaları vardır. Ona göre Com-menda İtalya’nın ticaret şehirlerinde Orta Çağ süresince birbirini tamamlayan bir dizi gelişme ekseninde ortaya çıkmış olan bir kurumdur.3 Erken dönemdeki bu

çalışma-1 Roma hukukunda ortaklıkların durumu için bk. Poroy, 2009: 5. Çağdaş şirketlerin kökeni hakkında önemli tartışmalar yapılmaktadır. Abraham L. Udovitch (1962, 1970), çağdaş şirketlerin ilk nüvesi olan Commenda’nın kökeninde İslâm mudaraba uygulamasının olduğu yönündeki ikna edici tezlere sahiptir.

Onun bu tezleri üzerinde Murat Çizakça ve Fethi Gedikli iki önemli çalışma gerçekleştirmiştir. bk. Çizikça, 1999; Gedikli, 1998.

2 İslâm dünyasında onuncu yüzyılda ticarî hayatın durumu için bk. Mez, 2000.

3 Weber’in hukuk ve iktisat tarihi alanlarını kapsayan Ortaçağda Ticarî Müesseselerin Tarihi Üzerine (Zur Geschichte der Handelsgesellschaften im Mittelalter) başlıklı doktora tezi Orta Çağda şirketlerin gelişimi üzerinedir. Onun Protestan Ahlâkı çalışmasının gölgesinde kalan diğer erken çalışmaları gibi bu çalışması da aslında daha sonraki ilgilerinin oluşmasında önemli bir konuma sahiptir. bk. Weber, 2003a. Weber’in eşi Marianne Weber (1975: 113)’in aktardığı gibi “‘Pek çok zorlukla ortaya çıkarılan’ ve mümtaz bir ilim ada- »»

sına ek olarak geç dönemdeki başka bir çalışmasında da Weber, Kuzey ve Güney Avrupa’da iki tür şirketin birbirinden bağımsız geliştiğini dile getir-mektedir. Yukarıda açıklanan Güney’in commanditesine ek olarak Kuzey’de Hansatik bölgelerin kurumsal olmayan girişimleri söz konusudur. Her iki uygulama da İtalyan (çift girişli) muhasebesinin devrimci gelişimi ile yeni bir form kazanmışlardır (Weber, 2003b: 229). Weber’in açıklamalarında modern şirketlerin gelişiminde iş ile ailenin ayrılması ve çift girişli muhase-be sisteminin gelişimi önemlidir. Zira ona göre şirketin aile üyelerinin öte-sine genişleyen bir ticarî birlik olarak ortaya çıkması (Weber, 2003b: 225) ve ilk defa Batı’da genelleşmesi ile işletmeyle hane birbirinden ayrılabilmiştir.

Böylece ona göre kredi mekanizmasının işleyişi sağlanabilmiştir (Weber, 2003b: 226-227). Alınan kredinin işe münhasır kılınması ve aile üyelerinin ortak sorumluluğunun ortadan kaldırılması için şirkete ayrı bir sermayenin tahsis edilmesi ihtiyacı bu noktada önemlidir. Diğer taraftan maliyet ve ge-lirleri bir arada görmeyi sağlayan çağdaş çift girişli muhasebede işin akılcı araçlarla yürütülebilmesini ve maliyet, kâr, zarar hesaplamalarının daha isabetli bir biçimde yapılabilmesini sağlamıştır.

Weber işletme ile ailenin sadece mekânsal olarak değil sorumluluk açı-sından ayrılmasının şahsî servet ile işletme sermayesinin de birbirinden ayrılmasına neden olduğunu dile getirmektedir. Bu işletmenin bir tüzel kişilik kazanması ve sahiplerinden bağımsız bir biçimde kendi eylemlerin-den sorumlu olması anlamına gelmektedir. Çizakça’nın da Weber’in hocası Goldschmidt’ten faydalanarak belirttiği gibi tüm ortakların üçüncü şahıs-lara ve birbirlerine karşı yükümlülüklerinin sınırsız olduğu Orta Çağın com-pagniasından on üçüncü ve on dördüncü yüzyıllarda İtalyan şehirlerinde sınırlı sorumluluk fikrinin temelde olduğu commendaya geçiş Avrupa ikti-sat tarihi için devrimci nitelikleri ortaya çıkarmaktadır (Çizikça, 1999: 12, 21).

Ona göre bu geçişte devrimci taraf, compagnia türü ortaklıkta “risk oranının yüksek” oluşundan ileri gelmektedir. Zira bu risk sebebiyle ortaklık imkânı zorlaşmaktaydı. Ortaklık fiilen sadece birbirine tümüyle güvenen kişilere uygun bir hâl almaktaydı. Dolayısıyla yeni gelişen ticarî hayatta yurt dışı şubelerin kurulması gibi ortaklığı mecbur kılan etkenlerden dolayı riskin sorumluluğunu, şahıslardan alıp şirkete veren commenda daha yaygın bir hâl almaya başlamıştır.

Şüphesiz bu tür kurumsal gelişmeler modern iktisadî sistemin gelişmesin-de önemli etkenlerdir. Ancak şirketlerin gelişmesingelişmesin-de asıl önemli bir başka etken de on altıncı yüzyıldan itibaren coğrafî keşifler sonrasında sömür-geciliğin oluşturduğu iktisadî birikimler ve kurumsal zemin olmuştur. Bu bağlamda yeni kıtaların keşfi ile Avrupa ekonomisinde ciddi bir canlanma

mının gelişimini sağlayan bu çalışma Weber’e daha sonraki çalışmalarında ve son sosyolojik eserlerinde temeller sunmuştur.”

meydana gelmiştir. Özellikle Yeni Dünya’dan aktarılan maddî zenginlikler ve değerli madenler Avrupa’nın harcama imkânlarıyla beraber ticaret hacmini de olağanüstü düzeyde genişletmiştir.

Böylece Avrupa dâhilinde ve deniz aşırı ticarette ciddi gelişmeler meydana çıkmış-tır. Bu ticaretin yürütülmesi için başlangıçta eski ortaklık biçimlerinin kurumlaşmış hâlleri devreye girse de zamanla devlet kanalıyla yürütülen bir ticaret gelişmiştir.

Zira coğrafî keşifler sonrasında kullanılmaya başlanan yeni rotalar ve ticaretin ger-çekleştiği coğrafyalarda devletin askerî ve siyasî koruması olmaksızın bir ticaretin yürütülebilmesi neredeyse imkânsızdır. Böylece daha sonra on dokuzuncu yüzyılda tam olarak ortaya çıkacak olan anonim şirketlerin ilk formu olarak kumpanyaların ortaya çıktığına şahitlik etmekteyiz.

Kumpanyalar, devlet tarafından verilen imtiyazname (charter) ile kuruluyor ve tüzel kişiliğe sahip oluyorlardı. Bu kumpanyaların ömürleri imtiyaznamenin süresi ile sınır-lıydı. Her süre dolumunda sürenin yeniden uzatılması gerekiyordu. Kumpanyalar bir tür ortaklıklar bileşkesi gibi hareket etmekteydi. Bugünkü anlamıyla bir tüzel kişilik sahibi değildiler. Ancak yine de hakkında dava açılabiliyor ve kumpanyanın kendisi de dava açabiliyordu (Taşdelen, 2005: 33).

Bu tür kumpanyaların ilklerinden ve en ilginç örneklerinden biri olan İngiliz Doğu Hint Kumpanyası 1600’de Londralı bazı tüccarlar tarafından Kraliçe I. Elizabeth’in iz-niyle kurulmuştur. Kumpanyanın amacı baharat ticaretine girerek, bu ticaretten pay almak ve Uzak Doğu’daki Portekizli ve öbür Avrupalı güçlerle yarışmaktı. İlk sömür-gecilerden olmayan İngiltere’nin dünya ticaretinde etkin bir konuma ulaşmasında bu imtiyazlı beratlı şirketlerin (chartered companies) rolü büyüktür. Beratlı şirketle-rin sayısının artması ve güç kazanmaları ile İngiliz yayılmacılığı başlamış, İngiliz sö-mürgeleri oluşmuştur. “Bu dönemde İngiliz dış ticaret hacmi 1610-1640 arasında on kat” artmıştır (Taşdelen, 2005: 43).

Sömürgeciliğe çok geç bir tarihte girmiş olan Almanya’da da ilk şirketlerin yine sö-mürgeci kumpanyalar tipinde olması ilginçtir. Brandenburg Afrika Kumpanyası bu bağlamda kurulan ilk Alman anonim ortaklığıdır. Bu kumpanya 17 Mart 1682’de Brandenburg Büyük Prensi Friedrich Wilheim tarafından, Gine kıyılarından fil dişi, altın, baharat ve benzeri sömürge malları ile köle getirmek için kurulmuştur. Bunu 1719’da Habsburglar tarafından kurulan Doğu Şirketi izlemiştir (Taşdelen, 2005: 57).

Kumpanyalar başlangıçta düzenlenmiş ve hisseli olarak iki şekil altında meydana çıkmıştır. Sermaye ortaklığından ziyade belirli meslektaş birliklerinin dış ticaret te-kellerinden faydalanmak üzere bir araya geldiği düzenli kumpanyalar bu birliklerin zayıflamasıyla birlikte yerini hisseli kumpanyalara bırakmıştır. Hisseli kumpanyalar ise basit anlamda bir sermaye ortaklığıdır ve seçilmiş veya atanmış yöneticiler eliyle yönetilmektedir. Hukuksal yönden adi ortaklıklara benzeyen bu kumpanyalar “baş-langıçta tekel hakkının kullanılmasının organizasyonu ve bu organizasyon içinde herkesin kendi hesabına bireysel ticaretinin mümkün kılınması”nı sağlamaktaydılar (Taşdelen, 2005: 31). Dışarıdan bakıldığında kurumsal bir görünüm arz eden bu

ya-pılar, aslında neredeyse bir yapılar bileşkesi gibi işlemektedir.

Devlet korumacılığı atında yeşeren bu kumpanyalar, birçok yerde devletle iç içe devlet yetkilerini kullandılar. Yarı bağımsız devlet gibi “vergi aldılar, savaşlar yürüttüler, devletlerle müzakerelere giriştiler, elçiler gönderdiler.

Avrupa devletlerinin sömürgelerindeki varlıkları anayurtlarına aktarmada aracı oldular.” Kumpanyalar altında gerçekleşen bu yeni ortaklık biçimleri-nin zamanla Avrupa’da devlet denetiminde bir sermayedar sınıfının oluş-masına yol açtığını rahatlıkla söyleyebiliriz.4

Buradan da anlaşılacağı üzere kumpanyalar sömürgelerle kurulan ilişkiler neticesinde ortaya çıkan ticarî sömürü alanından faydalanarak gelişmiştir.

Sömürgeciliğin ilk talan aşaması geçildikten sonra sömürgelerden elde edilen hammadde ve insan gücünün transferi5 ve devlet tarafından kapalı bir pazara dönüştürülen yeni coğrafyalara üretilen veya başka yerlerden elde edilen malların satılması önemli bir sermaye birikim kaynağı olmuş-tur. Köse’nin dile getirdiği gibi “...ilk [modern] şirketler sorumluluğunu sınırlama amacından ziyade sermaye toplanmasını temin ve rekabeti or-tadan kaldırmak amacı ile bir sömürü aracı olarak kurulmuşlardır.” (Köse, 2006: 26).

Taşdelen ise ilk ortaklıkların tüzel kişiliği ve sorumluluk konusunda bir dü-zenlemenin söz konusu olmadığını dile getirerek Köse’yi desteklemekte-dir. Ortaklıklarda sorumluluğunun sınırlanması hukuken 1844’te gerçek-leşmiştir (Taşdelen, 2005: 31). Dolayısıyla şirketlerin gelişimini açıklarken Avrupa’nın içsel kaynaklara dayanarak gelişmesi ekseninde geliştirilen açıklamaların yanına uluslararası ekonomi-politiğin etkisini de eklememiz gerekmektedir.

Diğer taraftan şirketlerin gelişimi açısından devrimci bir gelişmeyi haber veren çift girişli muhasebe etrafında geliştirilen açıklamalar da aşırı ge-nellemeyle elde edilmektedir. Zira çift girişli muhasebenin ancak on do-kuzuncu yüzyılın başında yaygın bir uygulamaya dönüştüğünü ve ikinci yarısında bir norm hâline geldiğini görmekteyiz. Örneğin dönemin önemli şirketlerinden olan kumpanyalar, muhasebe sisteminin yerleşmemiş ol-ması sebebiyle sayısının fazlalığından dolayı ciddi problemler ve suisti-maller yaşamaktadırlar. Bunların bazılarında sağlıklı çift girişli ve düzenli

4 Modern sermayenin nasıl ortaya çıktığı ilginç ve tartışmalı bir konudur. Şirketler ve banka-lar gibi kurumsal oluşumbanka-ların tarihi incelendiğinde yeni sınıfın ve sermayesinin devlet tarafın-dan oluşturulan ortamlarda geliştiği söylenebilir. Özellikle on yedinci yüzyıltarafın-dan itibaren ken-dini gösteren merkantilist siyasetler belli bir toprak parçasının (modern devletin ülkesinin) kapatılarak sermaye oluşumuna hazır bir kapalı pazara dönüştürülmesi ve aynı sermayenin uluslararası alanda gerçekleştirdiği faaliyetlerinde devlet tarafından “ulus”un gücüne dayanı-larak korunması ve beslenmesi söz konusudur.

5 Köle ticareti bu kumpanyaların asli işleri arasındadır.

bir muhasebe sisteminin kurulması için 1800’lü yılları beklemek gerekmiştir. Çetin ve Çevik’in verdikleri bilgiye göre “örneğin 1602’de kurulan Hollanda Doğu Hint Şir-keti ve Londra’nın Sun Fire İnsurance Office’i çift yönlü muhasebe usulüne ancak 1890’larda geçebilmiştir.” (Çetin ve Çevik, 2005: 5-6). Bu bilgi aslında Avrupa iktisat tarihi açıklanırken şirketlerin gelişimine dair kullanılan çift yönlü muhasebenin dev-rimci rolünün biraz abartıldığını göstermektedir. Zira dönemin önemli ve önde ge-len iki şirketi dahi henüz bu muhasebe sistemini kullanmamaktadır.

Sömürgecilikle birlikte ortaya çıkan ticarî kapitalizmin müşahhas hâlleri olan kum-panyalar on sekizinci yüzyılın sonlarından itibaren sanayi dönüşümü neticesinde üretim sisteminin büyük ölçüde değişmesi ile birlikte tartışılmaya ve ulusun ve kamu malî yesinin üzerinde yük olarak görülmeye başlanmıştır.6 Yeni sanayici kapitalistler, eski tüccar kapitalistlerin eski dönemden kalma imtiyazlarla sistemden daha fazla pay elde etmelerine kötü gözle bakmaya başlamışlardır. Bu dönemde İngiltere’de sömürgelerin yönetimine dair bütün tartışmalarda bu gerilimin izlerini görebilmek mümkündür. Bu tartışmalar neticesinde ticarî kapitalizmin ürünü olan kumpanyalar önce zayıflamış ardından da tamamen ortadan kalkmıştır.

Kumpanyaların sona ermesi devletle şirketlerin ilişkisinin koptuğu anlamına gelme-mektedir. Fakat bu ilişkinin daha ince işlenmiş bir biçimde kurulduğu söylenebilir.

Özellikle on dokuzuncu yüzyılın üçüncü çeyreğinden itibaren girilen emperyalizm döneminde şirketler, ülkelerin emperyalizminin bir aracısı olarak işlev üstlenişlerdir (Taşdelen, 2005: 61).