• Sonuç bulunamadı

ARAŞTIRMA BULGULARI VE YORUMU

5.2.3 İktisadî ve Hukukî Etkenler

Yukarıda da değinildiği üzere ortaklıkların içinde yer aldığı çevreyle ilişkisinin ele alın-ması onları etkileyen etkenlerin anlaşılalın-ması için son derece önemlidir. Zira iktisadî ve siyasî çevre koşulları ortaklıkları ileri düzeyde etkilemektedir. Zira ortaklıkların ge-lişebilmesi için iktisadî, siyasî ve hukukî altyapının destekleyiciliği gerekmektedir.

Çetin ve Çevik (2005)’in şirketler ile temel makro göstergeler arasında ilişkileri ince-ledikleri çalışmaları bunu göstermektedir. Bu çerçevede aşağıda ortaklıklar üzerinde etkili olduğu gözlemlenen iktisadî, finansal ve hukukî etkenler ele alınmaktadır.

aİktisadî Etkenler: İktisadî Gelişme ve İstikrar

Nüfus artışı, büyüme, enflasyon gibi makro sosyal ve iktisadî verilerle şirket sayıları ve büyüklükleri arasındaki ilişkileri istatistiksel olarak ele alan bir çalışma gerçekleş-tiren Çetin ve Çevik (2005) nüfus gibi sosyal etkenlerle ilişkinin her zaman anlamlılık gösterirken, özellikle iktisadî verilerle şirketler arasındaki ilişkinin 1980 sonrasında daha anlamlı bir seyir çizdiğini belirtmektedir. Anlaşılan bu dönemden itibaren iktisadî serbestlik iktisadî etkenlerin şirket faaliyetleri üzerindeki etkisini gösterme-sine zemin hazırlamıştır.

Ekonominin büyüme dönemlerinde yeni ortaklıkların tesis edilmesi son derece nor-maldir. Genişleyen iş hayatının yeni ihtiyaçları ve alanları da beraberinde getirmesi, böylece yeni ortaklıklara zemin hazırlaması söz konusudur. Bu bakımdan örneğin Türkiye’de önemli şirketlerin temelinin 1950’lerde atılması ve 1980’lerden sonra yo-ğun bir biçimde şirketleşmenin gerçekleşmiş olması bunu göstermektedir. Ancak diğer bir etken olan iktisadî istikrar da ortaklıklar üzerinde en az büyüme kadar hat-ta daha fazla etkilidir. Bu bağlamda Türkiye ekonomisinin ayrılmaz bir parçası olan iktisadî krizlerin ortaklıkları olumsuz etkilediği kriz dönemlerinde kapanan şirket sa-yılarından kolaylıkla görülebilmektedir.

Görüşmecilerimiz de iktisadî gelişmenin ve istikrarın ortaklıklar üzerinde ciddi bir etkisi olduğunu dile getirmişlerdir. Bu bağlamda kuruluş hikâyelerinde iktisadî büyümenin etkilerini keşfetmek mümkündür. 1990’ların başında hızla genişleyen ekonomiyi görerek şirketlerini yeni ortaklar alarak çok ortaklı bir müesseseye dö-nüştüren bir görüşmecimiz (HA, Tekstil) bu tür genişleme dönemlerinin etkisini dile

getirmektedir: “90’ların sonuna kadar daha çok talep yönlü bir piyasa var-dı. Dolayısıyla bu bir şeylerin satışını kolaylaştırıyordu. … 90’lardan sonra her şey tersine döndü; dünyada üretim bollaştı; arz bollaştı…. Dolayısıyla daha fazla rekabet ve mücadele başladı. Daha fazla ter dökmek gerekti.”

(HA, Tekstil)

Görüşmecilerimiz genellikle 2000’lerde iş dünyasının daha rekabetçi hâle geldiğini ve tutunabilmek maksadıyla mutlaka işte bir farklılık ve yenilik oluşturmak gerektiğini vurgulamaktalar. Bu bakımdan değişen iş ortamı ve koşulları işletmelerin de değişmesine sebebiyet vermektedir. Buradaki en önemli değişim bir görüşmecimizin (HA, Tekstil) de dile getirdiği gibi daha önce devlet desteği ve imtiyazı ile gelişmiş olan büyük grupların ger-çek piyasa koşulları ile tanışması ve diğerlerinin önünün daha fazla açılma-sı olmuştur. Burada elbette yeni gelişen küresel rekabet koşulları iş dünya-sındaki pek çok davranışı ve tutumu yeniden şekillendirmiştir.

Bu tür rekabet koşulları eş zamanlı olarak şirketlerin gündemine maliyet analizleri, verimlilik, kârlılık gibi meseleleri getirmiştir. Bu kaygılar ekse-ninde 1990’ların ortasından itibaren hızlı bir biçimde Türk iş dünyasının gündemine kurumsallaşma, profesyonelleşme gibi kavramlar ve arayışlar girmiştir. Bu dönemi kurumsallaşarak geçen şirketlerin 2000’lerde hızlı bir büyüme seyrine girdiklerini ve farklı alanlarda yeni girişimlere hayat ver-diklerini görebilmekteyiz. “Ekonomi genişliyor; ekonomi içindeki yapılar da büyüyor. Dolayısıyla daha fazla ortaklık göreceğiz; muhtemelen daha fazla da ortaklık çıkacak. Bu zorunlu çünkü. Hem sermaye ve proje bazlı hem de farklı yetkinliklerin bir araya gelmesi konusunda daha fazla ortak-lık göreceğiz.” (MM, Yönetici)

1960-2000 arası dönemin en karakteristik iki özelliği yüksek enflasyon ve kısa aralıklarla gerçekleşen krizlerdir. Enflasyon ortaklıklar üzerinde olum-suz bir etkiye sahiptir. Nitekim Çetin ve Çevik (2005: 118-119) de yaptıkları istatistiksel analizlerde 1980 sonrasında enflasyonun yeni şirket kurulması-nı zayıf da olsa negatif bir şekilde etkilediğini tespit etmişlerdir.

Enflasyonist ortam işletme yönetiminde ciddi bir bilgiyi ve tecrübeyi ge-rektirmektedir. Enflasyon işler için hayati önemde olan öngörülebilirliği ve bir işletmenin bazı planlamalarını zorlaştırmaktadır. Bunun için bir şirkette ciddi bir maliyet muhasebesi ve fiyatlandırma sistemine ihtiyaç duyulmak-tadır. Son on yılda enflasyonun düşmesi ve istikrarlı bir hâle gelmesi bu anlamda ekonominin diğer alanlarında olduğu gibi işletmelerde de kısa vadede çeşitli alışma güçlükleri doğursa da olumlu etkilere sahiptir. “[Enf-lasyonun düşmesi ve istikrarı] uzun vadeli plan yapmayı ve satın almayı rahatlaştırdı. Satın alacağınız malzemenin ne olacağını bilebiliyorsunuz, sattığınız malı da fiyatlandırabiliyorsunuz.” (MB, Matbaa)

Ancak bazı görüşmecilerimiz enflasyonun talebi canlı tutarak yeni girişimleri ve do-layısıyla ortaklıkları etkilediğini dile getirmektedirler. “Şunu kabul edelim ki bizim ortaya çıkışımızda, marka oluşumuzda, tutunmamızda inkâr etmeyelim enflasyonun çok büyük payı var. … Şimdi öyle bir şey yok. Hem rekabet çoğalıyor, rekabet arttıkça yeni firmalar ortaya çıkınca maliyetleri düşürmeye uğraşıyorsunuz; düşmüyor gider-ler artıyor, kâr oranınız artmıyor.” (NP, İnşaat)

Aslında bu görüşmecimizin ve başkalarının dile getirdiği bu tür olumlu etkiler enf-lasyonla ilintili olan iktisadî büyümenin bir etkisidir. 2000 sonrasındaki sıkıntılar ise enflasyonun düşmesinden değil küresel rekabetin artmasından kaynaklanmaktadır.

Ayrıca uzunca yıllar enflasyon ortamına alışmış işletmelerin karşılaştıkları yeni şartla-ra alışmalarının maliyetleri de unutulmamalıdır.

Dolayısıyla ortaklıklarda yaşanan birtakım sorunlarının üzerinde enflasyonun etkile-ri olduğu dile getietkile-rilebilir. Bir ortaklık kurulurken uzun vadeli hesaplama ve planlama yapılamadığı, gelecekteki koşullar kestirilemediği için çoğunlukla iyi niyetle çıkılan yolda başarısızlıklar kaçınılmaz hâle gelmektedir. Pek çok görüşmecimizin özellikle ilk kurdukları ortaklık bu tür etkenler dolayısıyla sona ermiştir.

Türkiye ekonomisinde ritmik bir biçimde yaşanan krizler de iş ortaklıkları üzerinde önemli etkilere sahiptir. Veriler bize kriz dönemlerinde sonlanan ortaklık sayısının ciddi bir düzeyde artış kaydettiğini göstermektedir. Bu bakımdan görüşmecilerimiz kriz dönemlerinde ortaklıklarının kötü etkilendiğini, işlerin bozulması ile birlikte ortaklıkların da bozulduğunu —ya iş tamamen sona ermiştir ya da ortaklık bozul-muş iş parçalanmıştır— dile getirmişlerdir. Örneğin matbaacılık sektöründe faaliyet gösteren bir görüşmecimizin (MB, Matbaa) ortaklıkları hem 1994 krizinden hem de 2001 krizinden etkilenmiştir. Çünkü sektörde makinelerdeki yenilikler ancak leasing ile takip edilebilmektedir. Bu iki krize de döviz üzerinden borçlu yakalandıkları için işleri çok hızlı bir biçimde gerilemiş ve neticesinde ortaklık sona ermiştir. “Krizlerde ortaklıklar test ediliyor. Krizler aşılıyorsa eğer bu ortaklık gerçekten kalıcı oluyor. Tıp-kı vücudun mikropla baş edip bağışıklık kazanması gibi.” (MB, Matbaa)

Fakat aslında tam olarak gerçekleşen bu değildir. Krizlerin daha dirençli firma yapı-ları oluşturduğu söylenebilse de gelişmesinin başında olan pek çok kurumu yok et-tiğini bu yönüyle pek çok olumlu birikimi sildiğini, makro ve mikro düzeylerde uzun vadeli planlama güçlüğünü doğurduğunu söylemek daha makuldür.

Ortaklıklar üzerinde enflasyon ve krizlere benzer bir etki oluşturan bir diğer etken de kayıt dışı ekonomidir. Kayıt dışılık dolayısıyla şirketlerde formel bir yapının oluş-turulması güçleşmektedir. Dolayısıyla ortaklıkların işleyişini kolaylaştıran pek çok unsur kurulamamaktadır. Zira “kuralların kanuna uygun ya da meşru olup olmadığı-nın belirsiz olduğu bir ortamda, sorumluluk vermek güçleş[mektedir].” (Buğra, 1997:

296). Uzunca bir süre ekonomiyle ilgili üst düzey mekanizmalarda bulunmuş olan ve şimdi uluslararası danışmanlık yapan bir görüşmecimiz (GE, Eski Bürokrat, Yönetici) kurumsallaşma ile ortaklığın eş anlamlı olarak görülmesi gerektiğini ısrarla vurgula-maktadır. Ona göre şirket yönetişiminin olmadığı yerde tam anlamıyla ortaklıktan

bahsetmek doğru olmayacaktır. Şirket yönetişiminin ve kurumsallaşmanın olmamasının önemli bir nedeni de kayıt dışılıktır. Şirketler daha yüksek kârlar yapabileceklerini düşündükleri için kayıt içine girmiyor dolayısıyla kurumsallaşamıyorlar. Bu açıdan uluslararası bir tekstil firmasının kurucu ortağı olan bir görüşmecimiz “kayıt dışılıkla ortaklığın çok bir arada giceğini” düşünemediğini dile getiriyor ve ekliyor: “Burada özellikle neyin de-netimini yapacaksınız. Bir yanda kaydı olmayan bir şeyin dede-netimini nasıl yapabilirsiniz. Bununla ilgili de bazen o kadar farklı algılar olabiliyor ki….

Karşınızdaki ortak milyon dolarları kazandığını düşünüyor, diğeri böyle bir şeyin olmadığını belki ispatlamak durumunda. Ama neyle ispatlayacak.”

(SO, Tekstil)

Aslında malî bir suç oluşturan kayıt dışı çalışma ortaklıkların yakın çevre-den ve güven ilişkisinin olduğu kişilerçevre-den seçilmesinde de etkilidir. Kayıt dışı çalışıldığı için pek çok işletme, muhasebe ve finans işlerini bir profes-yonele teslim edememekte bunu ortaklardan birisi yürütmektedir. Dola-yısıyla bir süre sonra bu durum zamanla ortaklar arasında soruna neden olmaktadır. “Kayıt dışı ekonomi gerçekten de ortaklıklar üzerinde olumsuz etkiye sahiptir. Zira kayıt dışı demek hesapların sizin tarafınızdan da çok denetlenememesi demektir. Yani ortaklar hangi çeki aldı, nereye verdi, ne yaptı bunun çok sıkı denetlenmesi lazım. Bir üçüncü şahsın kasayı alıp de-netlemesi lazım. Ortaklardan birisi kasadaysa kesin problem çıkar. Mutlaka bir profesyonelin elinde olması lazım kasanın.” (MB, Matbaa)

Fakat kayıt dışının tabiatı gereği böyle bir profesyonelleşmenin gerçek-leşmesi zordur. Bu alanlarda profesyonelleşme gerçekleştiği durumlarda da “kasa” yine bir tanıdığa ya da akrabaya emanet edilmektedir. Zira ikili muhasebenin gizlenmesi gibi bir sorun söz konusudur. Böylece kurumlar daha çok şahıslar etrafında sürdürülmekte ve profesyonelleşmenin önü tıkanmaktadır. “... kayıt dışılıktan dolayı hem toplumsal problemler, bürok-rasiyle sıkıntılarımız devam ediyor hem de içerdeki ortaklar arasında bir fitne kaynağı oluyor. Yani her şey aslında kayıtlı olsa fitne çıkmayacak. Fa-kat bazıları kara defter usulü olunca, bu kara defter hiç bir problem olma-sa bile daima kafada bir virüs olarak kalıyor. Yani kayıt dışılık durumunda bile —eğer kayıt dışı olmak zorundaysa, [işin doğası] bunu gerektiriyor-sa— içerde düzgün denetlenebilir bir kayıt içiliğin sağlanması gerektiğini düşünüyorum.” (HZ, İnşaat)

Bu sebeple bir görüşmecimiz kayıt içine girmenin küçük ve orta işletme-lerdeki şeyi çok etkileyeceğini, “İşin daha ciddi, daha profesyonel, daha defter, hesap kitap tutan ortaklık yapısına dönüştüreceğine” (OA, Mühen-dislik, Müteahhitlik) inandığını dile getirmektedir. Ancak bazı görüşmeci-lerimizin dile getirdiği gibi kayıt dışılık bazı şirketler için mecburidir. Bazı ortakların resmî olarak şirket ortağı olamadığı veya işin gayrikanuni olması

durumlarında zaten kayıt dışı kalmak kaçınılmazdır. Bir görüşmecimiz ortaklıkların % 50’sinin böyle olduğunu savunmaktadır. “Düşün şimdi bir siyasetçi ya da bir bürokrat ortak ama ortak değil. Ekonominin kayıt dışılığı da onun arkasından gelecek zaten.

Şimdi bu siyasetçi şirketin resmî ortağı olsa kendi nüfuz alanında iş yapamaz; zaten siyasetçi olamaz. Ya da memurdur mesela. Fakat öyle bir derin nüfuz alanı vardır ki sürekli oraya iş paslar. Bu müthiş bir avantaj ama aynı zamanda bir sürü şey de kayıt dışı kalmak zorunda kalır.” (, Hizmet, Danışmanlık-Araştırma)

Bu tür ekstrem örnekler haricinde kayıt dışılığın münferit şahsî bir tercih değil vergi kanunlarından ve yasal denetlemenin zayıflığından doğan yapısal bir unsur olduğu bilinmektedir. Bir görüşmecimiz (CK, Sanayi) kayıt dışının bir iş için kaynak oluştur-manın önemli yollarından biri olduğunu ve Türkiye’de önemli sermayelerin işin usu-lüne göre kayıt dışında tutulmuş olan işlerden geldiğini aktarmaktadır. Fakat ekono-minin gelişmesi ile birlikte küresel finansa açılmasının önünde kayıt dışılık ciddi bir sorun olarak durmaktadır. Dolayısıyla son zamanlarda küresel sermayenin talepleri ve AB uyum sürecinin de etkisiyle muhasebe sistemlerindeki değişimler, vergi ka-nunlarındaki kısmi düzenlemeler, yaygınlaşan kredi kartı kullanımı ve denetleme-lerde bilişim teknolojilerinin kullanılması ile kayıt dışına karşı ciddi merhaleler kat edilmiştir. Bazı görüşmecilerimiz (EE, Matbaa) bunun kayıt dışında çalışmaya göre kendisini ayarlamış olan ortaklıklarda sıkıntı doğuracağını dile getirseler de bu sı-kıntılar geçici olacak, kayıt içinde çalışma ortaklık mekanizmasını rahatlatacaktır.

Şirketler kurumsallaşmayı ve yeni sermayelere açılmayı engelleyen, sürekli güvene dayalı çalışmayı mecbur kılan kayıt dışında kalmanın uzun vadede daha maliyetli olduğunu gördüklerinde kayıt içine gireceklerdir.

bSermaye ve Para Piyasalarının Durumu

İşletmelerin gelişimi için iyi işleyen sermaye ve para piyasalarının olması gerekmek-tedir. Bunlar şirketlerin finansmanı ve yatırılan sermayenin el değiştirmesini sağlaya-rak onlara kaynak aktarılmasını kolaylaştıran mekanizmalardır (Taşdelen, 2005: 104).

Uzunca yıllar kurumsal şirketlerde üst düzey yöneticilik yaptıktan sonra şimdi kendi işini yöneten bir görüşmecimiz “…aile şirketi de olsa, bu kurumların gelişmesi için gelişmiş para ve sermaye piyasaları şarttır.”(CK, Sanayi) diyerek bu görüşe destek vermektedir.

Türk ekonomisinde şirketlerin gelişimi açısından kaynakların yeterli olmadığı ve genel bir sermaye sıkıntısı olduğu bilinmektedir. Dolayısıyla şirketlerin gelişimi açı-sından dış fonların kullanılabilir olması gerekmektedir. Bu da ancak iyi işleyen bir bankacılık ve sermaye piyasaları sistemi ile mümkün olmaktadır. Diğer taraftan kredi mekanizmaları kurumların daha denetlenebilir kurumsal bir yapıya kavuşmalarını temin ederek, toplamda iş kültürünün yaygınlaşmasına katkı yapmaktadır. Ancak Türkiye’de bankaların şirketlere verdikleri kredilerin toplam krediler içindeki payı son derece düşüktür. Bankalar mevduatlarının önemli bir kısmını devlete borç

ver-mede kullanmakta veya tüketim kredileri kullandırmaktadırlar. 8

Böylece bankacılık sisteminden beklenildiği gibi yeni yatırımları veya şir-ketlerin gelişimlerini destekleyecek bir yapının oluşturulması pek söz ko-nusu olmamaktadır. Bir görüşmecimiz sermaye ve para piyasalarının geliş-memesi sebebiyle sermaye verenlerle girişimcinin şahsî bağı kesilmediği için ortaklıkların gelişmediğini dile getirmektedir: “İki kişi bir araya geldi güçlerini birleştirdi ne yapabilirler. … Kaynak temin edecekleri bir yer yok.

İki kişi bir araya geldi parlak da bir fikirleri var ama bu iş için gerekli olan sermayeleri yok. Bu sermayeyi bulmanın bu kaynağı devşirmenin bile bir hukuku olması lazım. Ne yapabilirler? Etraf diyebilir ki bunlar iyidir, parlak-tır, güvenilirdir falan…. Ödünç para alabilirler. Biri parayı verir ertesi gün benim kârım ne oldu der; öbürü şirkete bir sekreter almışsınız bununla ne yapıyorsunuz der; bir başkası bizim paramızı çarçur ediyorsunuz…. Anla-tabiliyor muyum? Yani o kaynağı verebileceklerle ilişkiyi kesebilecek şekil-de sermaye piyasası, para piyasası, bankacılık sistemi üzerinşekil-den o kaynağı devşirip o parlak fikirlerini, projelerini hayata geçirme şansları, ortamları yoktur.” (CK, Sanayi)

Fakat bankacılık sisteminde gelişen iki model bu sorunu aşmak için imkân sağlamaktadır. Bunlardan ilki olan yatırım bankacılığının Türkiye’de kısmi de olsa başarılı uygulamaları vardır. Yukarıda üçüncü bölümde detaylı bir biçimde ele alındığı gibi 1950’lerde Dünya Bankasının desteği ile kurulan TSKB sanayi finansmanında önemli hizmetler görmüştür. Günümüzde önde gelen pek çok grubun önemli sanayi tesislerini bu bankanın sağla-dığı imkânlarla kurduğunu bu grupların kurucularının hayat hikâyelerinde anlattıkları kadarıyla bilmekteyiz (Sabancı, 1985; Koç, 1983; Eczacıbaşı, 1999). Ancak daha sonra gelişen ve ölçek değiştiren Türk ekonomisini fi-nanse edebilecek yatırım bankalarının ortaya çıkmadığını görmekteyiz.

Bankacılıktaki bu genel sorunlar sebebiyle uzunca yıllar büyük grupların kendi bankalarını kurmaya yöneldikleri gözlemlenmiştir. Ya da başka bir ifadeyle bankası olan gruplar yatırımlarını desteklemek için büyük avan-tajlar elde etmişlerdir. Bu açıdan örneğin Akbank’ın belli bir tarihe kadar Sabancı Grubu için önemli işlevler icra ettiği belirtilebilir.

Diğer taraftan kâr-zarar mekanizmasını kullanan katılım bankalarının (ilk çıktıkları adlarıyla faizsiz finans kurumları) ortaklıkların finansmanı açı-sından önemli bir fırsat olduğu söylenebilir. Bir taraftan faize karşı dinî rezervleri sebebiyle kredi kullanmayan iş adamlarının mevcudiyeti, diğer

8 Türkiye Bankalar Birliğinin Türkiye’de Bankacılık Sistemi Mevduat ve Kredi Çeşitlerinin İllere ve Bölgelere Göre Dağılımı 2009 başlıklı raporuna baktığımızda bunu açık bir biçimde görebiliriz.

Buna göre bankaların toplam kredileri arasında tarım, gayrimenkul, mesleki, denizcilik, turizm gibi ihtisas kredileri yaklaşık %7 iken ihtisas dışı kredilerin oranı %93’ün üzerindedir. bk. Türki-ye Bankalar Birliği [TBB], 2009.

taraftan bu bankaların sisteminin doğrudan yatırımı desteklemeye yönelik olması bu fırsatı oluşturan bileşenlerdir. “Bankanın kapısından bile geçmeyen bir kültürden geliyoruz. Bunun için de adam kaynak kullanmıyor. Kaynak kullanmadığı için de gü-dük kalıyor. Özel finans kurumları bir kuruldu artık adam dış kaynak kullanamaya başladı. Çünkü bir firmanın atılım yapması için iç kaynak yanında ciddi oranda belli bir kaldıraç etkisiyle dış kaynağa ihtiyaç var. Şimdi sen iç kaynağı dış kaynakla birleş-tirmedikten sonra hiç bir bilançonun aktifini destekleyemezsin. Yani hiçbir faaliyeti ortaya koyamazsın, güdük kalır, kısıtlı kalır….” (CK, Sanayi)

Bu görüşmecimiz Anadolu’da büyük bir potansiyele sahip kitlenin dış kaynak kullan-maya başlaması ile birlikte çok hızlı bir gelişme seyrine girdiğini dile getirmektedir.

Ancak katılım bankalarının toplam piyasa içindeki paylarının düşük olması ve bu bankaların da zamanla kârlılıklarını garantiye almak için diğer bankaların kullandık-ları tekniklere yönelmeleri bu kurumlardan beklenen neticelerin ortaya çıkmasını engellemiştir.

Para piyasalarındaki bu duruma ek olarak Türkiye’de sermaye piyasalarının da çok gelişmiş olduğu söylenemez. Sermaye piyasalarının aracı olan menkul kıymetler borsasının Türkiye’deki gelişimindeki gecikmişliği ele aldığımızda gelinen düzey gö-rülebilir. İleri düzeyde kurumsallaşmış ortaklıklar, kurumsal şirketlerin ortaya çıkması için sermayesi halka dağılmış olan çok ortaklı müesseseler şarttır. Bu açıdan bakıldı-ğında Türkiye’de son zamanlarda özendirilmekle birlikte9 borsaya açılmanın hâlen münferit kaldığı, hisseleri dolaşımda olan şirketlerin çok küçük bir kısmını halka aç-tıkları dile getirilmektedir. Dolayısıyla derinleşmemiş ve genişlememiş bir sermaye piyasası ile karşı karşıyayız.10

Ancak küresel entegrasyon sebebiyle son zamanlarda yapılan düzenlemelerle ser-maye ve para piyasalarının gelişeceği dile getirilebilir. Daha fazla firmanın halka açı-lacağını, halka açık olanların açıklık oranlarını artıracaklarını ve dolayısıyla gittikçe kurumsal ortaklıkların ülkemizde de yaygınlaşacağını dile getirebiliriz. Bunun top-lamda işletme dünyasında ortaklık kültürü ve yapıları üzerinde olumlu etkileri ola-cağı düşünülmektedir.

cHukuk Sistemi

Hukukî altyapının yeni girişimleri vücuda getirecek ve destekleyecek şekilde

ge-9 2008 yılında TOBB, SPK, TSPAKB ve İMKB arasında imzalanan İşbirliği Protokolü ile “Halka Arz Sefer-berliği” adı verilen çalışmalar başlatılmıştır. Halka Arz Seferberliği Protokolü’ne imza atan dört kurumun ortak amacı, ülke tasarruflarının yatırımlara dönüşmesinde bir kavşak rolü oynayan sermaye piyasasından şirketlerimizin yararlanmasına zemin hazırlamak olarak zikredilmektedir. Söz konusu ortak çalışmalar kap-samında çeşitli etkinlikler ve yayınlar gerçekleştirilmiştir. Detaylı bilgi için bk. İstanbul Menkul Kıymetler Borsası [İMKB], 2009.

10 Karşılaştırmalı bir biçimde baktığımızda Türkiye’de hisse senedi pazarı ile ekonomik büyüklük arasında-ki oranda ve borsalarda işlem gören şirket sayısında Türarasında-kiye gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında son sırada gelmektedir. Akgiray, 2010.

lişmiş olması ortaklıkların iyi bir şekilde işlemesini etkilemektedir. Bu ba-kımdan zaman zaman gündeme gelen Batı dünyasında ortaklıkların daha uzun ömürlü olması gerçeğine bu pencereden de bakmak gerekmektedir.

Kurulan yapı içerisinde müesseselerin daha sağlıklı bir biçimde gelişebil-melerinin imkânı ve şartları hazırlandığı ve toplamda iktisadî yapı daha

Kurulan yapı içerisinde müesseselerin daha sağlıklı bir biçimde gelişebil-melerinin imkânı ve şartları hazırlandığı ve toplamda iktisadî yapı daha