• Sonuç bulunamadı

Millî Mücadele Sürecinde Mekân ve Çevre

2.1. MİLLÎ MÜCADELENİN GENEL MANZARASI

2.1.1. Millî Mücadele Sürecinde Mekân ve Çevre

Halide Edib Adıvar, Yeni Türkiye’nin oluşumundaki sancılı süreci, Millî Mücadele’yi konu edindiği eserlerinde işgal öncesi ve sonrası haliyle bir Anadolu resmi çizmeye çalışmaktadır. Söz konusu eserlerin tamamına yakınında az ya da çok

yapılan böyle betimlemeleri yazarın Türk’ün Ateşle İmtihanı isimli anı kitabından başlayarak incelemek yerinde olacaktır.

Halide Edib’in mücadelede çevre ve mekâna dair gözlemleri çoğunlukla

Tetkik-i Mezalim Heyeti’yle beraber vahşeti delillendirmek için köy köy dolaşmaları

sırasında edinilmiştir. ‘Burada aklını kaçırmış insanlar gibi davranan’ Yunanlıların vahşeti heyettekilerin hepsini derinden etkiler. Yunanlılar geri çekilirken bile köyleri ateş topuna döndürmeyi ihmal etmemişlerdir. Halide Edib, bu yanmış köylerden

geçerken pencerelerin demir parmaklıklarında yanmış el parçaları görmektedir.

Yunanlıların insanlık dışı saldırılarına maruz kalan yerlerden biri de Duatepe’nin eteğindeki bir köydür:

“Yirmi beş evli bu küçük köyde yalnız üç ev kalmıştı. Ötekileri yanmıştı. Yunanlılar, Duatepe’den çekilirken, tabiî hayvan sürülerini götüremedikleri için, onları da öldürmüşlerdi. Her yerde yığın yığın hayvan leşine rastlıyordunuz. O karanlık günün kapattığı kül ve taş yığınları üzerinde bir sürü insan oturmuştu. Erkekler bir şey söylemiyor, kadınlar durmadan hareket ediyor ve çocuklar ağlıyordu.”67

İşgalin hemen arkasından girdikleri bir yerleşim yerindeki bu manzara felaketin boyutları hakkında fikir verici niteliktedir. Burası üç ev dışında diğerlerinin yandığı, hayvanların geride kalanların işlerine yaramamaları için telef edildiği ve sağ kalan insanların da ne yapacaklarını bilemedikleri bir köydür.

Anadolu’da işgal edilmemiş yerler de vardır. Düşman işgaline uğramamış bu köy bir Tatar köyüdür ve Yunanlılar onları Rus saydıkları için bu köye zarar vermemişlerdir:

“Köy çok temiz bir yerdi. Kadınları yorgun değil, çocukları okuyup yazıyordu. Mektep hocaları vardı. Kısacası, Anadolu’da o sınıf halkın biraz üstünde görünüyorlardı.”68

67 Halide Edib, Türk’ün Ateşle İmtihanı, Can Yayınları, 8. Basım, İstanbul 2013, s. 250-251. 68 Halide Edib, Türk’ün Ateşle İmtihanı, s.254.

Anadolu’da her köy Tatar köyü kadar şanslı değildir. Halide Edib, Sivrihisar yolunda bir köye gelir. Burası Sivrihisar yolundaki en büyük köy olan Mülk köyü’dür. Mülk köyü Halide Edib’i bile zenginliğiyle şaşırtan bir köydür. Bağları, bahçeleri, iki üç katlı taş binaları, üç bin sığır ve koyunu olan bu zengin ve güzel köy

Yunan işgalinden sonra harabe haline gelir:

“Bu defa orası dinamitle yıkılmıştı. Kadınlar yıkıntılar arasında, hasta çocuklarla dolaşıyorlardı. Bazıları da tarlalardaki yatmış ekinlerin arasından bir şeyler çıkarıp çocuklarının karınlarını doyurmaya çalışıyorlardı. Yunanlılar, en fazla burasını yakıp yıkmışlar, yaşama vasıtalarını ortadan kaldırmışlardı. Ne kimsenin başında bir dam ne hayvan ne yiyecek kalmıştı.”69

Aynı zamanda Tetkik-i Mezalim üyesi olan Halide Edib, bu bir zamanların

müreffeh köyünden geriye kalanları yanında getirdiği defterine not etmektedir.

Ancak Mülk köyünün sakinlerinden bir ihtiyar yazara itiraz eder:

“- Ah evlâdım, dedi. Ne oturup da yazı yazıyorsun. Boğazları kesilmiş bir halk için yazı neye yarar? Bu köyün üç bin sığır ve koyunu vardı. Şimdi yaralı kocamla kızıma yedirecek yumurta bile bulamıyorum. Bir tek tavuk kalmadı. Tuz bile yok. Yaprakları, otları kaynatıp yerken insan içine bir parça tuz koyabilse.”70

Anadolu işgalinde başat rol oynayan Yunanlıların işgal sırasında yapmaya çalıştıkları şey, yağmacılıktan çok ötedir. Kaldıkları süre boyunca o yerleşim yerindeki tüm mal varlığını elde etmeye çalışmaları bir yana Yunanlı işgalciler özellikle geri çekiliş sürecinde köylere büyük zarar verirler. Bunu yaparken hedefledikleri şey ise, işgalden sonra kısa sürede toparlanabilen bir Anadolu coğrafyası görmek istememeleridir. Bu yüzden zenginliğiyle ünlü Mülk köyü’nde yaşlı bir çift yiyecek bir yumurta dahi bulamaz.

Tüm halkın canını, malını ortaya koyarak üstesinden geldiği Dumlupınar

Savaşı’ndan sonra Halide Edib ve beraberindekiler Dumlupınar’dan hareket etmeye

69 Halide Edib, age., s.255. 70

Gös. yer.

hazırlanır. Yol üzerinde facialarıyla eskisinden bambaşka suretlere bürünmüş bu zavallı Anadolu kasabaları yazarı düşündürmektedir:

“Elvanlar tamamen yanmıştı. Oradaki halk ya açıkta ya çadırdaydılar. … Şehirler, köyler, insan yüzleri gibi, geçen faciaların tesirini gösterirler. Rüzgâr olmadığı halde hava toz içindeydi. Toz toprak sokakları sarmıştı.”71

Savaşın kaybedileceğini anladıkları anda Yunanlılar köyleri

yağmalayabildikleri kadar yağmalamaya, bunu yapacak vakitleri kalmayınca da yakıp yıkmaya başlarlar:

“Kızılcadere’den sonra, Yunanlılar bütün ümitlerini kaybetmişler, etrafı yakıp yıkmaya başlamışlardı. Yerli Hristiyanları yanlarına almışlar, Hristiyan köylerini de yakmışlardı. Çünkü, Türklerin başında dam bırakmak istemiyorlardı.”72

Düşmanın asıl amacı, Anadolu’dan çekilip gitseler bile Türk insanının kendini uzun yıllar toparlayamaması, açlık sefalet içinde kalan insanların yaşama gücünü kendilerinde bulamamalarının sağlanmasıdır. Belli bir plan çerçevesinde gerçekleştirilen tüm işgaller ve zulümler apaçık göstermektedir ki, Yunan işgalinin nihai hedefi; Anadolu coğrafyasını, yakıp yıkmalar, öldürmelerle Türklerden tamamen arındırılmış bir şekilde ele geçirmek ya da hiç değilse geride vahşetle, akla hayale gelmez eziyetlerle çıldırttıkları, insanî vasıflarını kaybetmeye yüz tutmuş işe

yaramaz birkaç Türk bırakabilmektir.

Manzara çok korkunçtur. Halide Edib’in; “O şehri daima insan eti kokusu

gelen bir fırın gibi hatırlarım.”73 dediği Akşehir’de bir düzlük üzerinde ateşten kurtulmuş birkaç bina göze çarpar.

Dağa Çıkan Kurt’ta ise yazar, hikâyelerin bazılarında sonradan yakılıp yıkılan bir zamanların, bereketi ve canlılığıyla kutsanmış Anadolu topraklarının işgalden önceki günlerine ait tasvirlere yer verir. İlk örnek Zeynebim Zeynebim hikâyesinin dış mekânı İzmir’in bir köyüne aittir. Henüz kendilerine bir zarar

71 Halide Edib, Türk’ün Ateşle İmtihanı, s. 294. 72 Halide Edib, age., s.295.

73

Halide Edib, age., s. 298.

gelmediği için mutlu hayatlarına devam eden İzmirli çiftlik sahibi bir ailenin başına gelenlerin konu edildiği hikâyede, ailenin yaşadıkları çiftliğin etrafı şu sözlerle ifade

edilmektedir: “Akşam dönerken ay çıkmış, badem ağaçlarının, erik ağaçlarının

pembe beyaz çiçekleri arkasından harem dairesinin damını ışıkla yakıyordu.”74 Yazarın bu satırlarda Halit Ziya Uşaklıgil’in de romanlarında sıklıkla tercih ettiği bir tekniği kullandığı görülür. Halit Ziya, romanın sonuna işaret eden ayrıntıları daha eserinin başında çeşitli objelerle veya sıkça tekrarlanan renklerle vermeye çalışır. Örneğin; Ferdi ve Şürekâsı’nın sonundaki yangın sahnesi Hacer’in odasındaki kırmızı kadife perdelerle, zenci biblonun dışarıya çıkmış kıpkırmızı diliyle hissettirilmiş olur. Böyle bir teknik Halide Edib’in çiftliğin üzerine vuran ay ışığını ve oluşan görüntüyü tasvir ettiği kısımda görülür:

Akşam dönerken ay çıkmış, badem ağaçlarının, erik ağaçlarının pembe beyaz çiçekleri arkasından harem dairesinin damını ışıkla yakıyordu. Uzaktan ağıla giren koyunlarla kuzuların telâşlı melemeleri sessizliği parçalıyordu. Renkleri, ışıkları ve sesleriyle bir saadet ve güzelliğin kapladığı bölgede sadece, köpeğin çok garip bir uluması vardı.”75

Fiil ve kelime seçimleriyle yazar, eserin sonunda Zeynep’in nişanlısı Süleyman’ın parçalanarak öldürülmesine ve çiftlikte çıkan büyük yangına da işaret etmiş olur.

Böylesi saadetli bir geceden sonra mekân büyük bir hızla cehennemi

andıracak şekilde ürkütücü bir hâle bürünür:

“Zeynep cehennemî bir sesle uyandı. Altındaki odaya yüzlerce tüfek birden ateş ediyor, perdenin dışında yüzlere ışık koşuşuyor, ateş arasında naralar, sövmeler, yabancı şarkılar işitiyordu. Kendini yataktan aşağı attı. Süleyman’ı

74Halide Edib Adıvar, Dağa Çıkan Kurt, Remzi Kitabevi, 7. Basım, İstanbul 1989, s.15. 75 Halide Edib, Dağa Çıkan Kurt, s.15.

öldürüyorlardı. Koşacak, bir şey yapacak; fakat ikinci bir yaylım ateşi, odaya giren ayak sesleri, vahşi kaba küfürlerle bir yaralı iniltisi.”76

Birkaç saat öncesinde ülkede yaşanan onca felakete rağmen mutlu

yaşamlarına devam eden aile, çok kısa bir süre sonra her şeyin değişerek yerine cehennemî bir manzaranın geldiğine şahit olur. İyiden kötüye bu kadar hızlı yaşanan değişim de yazar tarafından işgal altındaki yerlerin yaşadığı korkunç felakete yaptığı bir vurgudur. Tek bir ailenin dramına odaklanmış söz konusu hikâyede dış mekânın değişimine dair başka ipuçlarına tesadüf edilmez.

Efe’nin Hikâyesi’nde Tahkik Heyeti’nin karşısına çıkmaya hazırlanan

Efe’nin niyeti; tarlaları çiğnenmiş, çiçekleri kurumuş, insanları dövülmüş harabe ve

facia İzmir’ini77kurtarmaktır.

Efe’nin Zeynebim Zeynebim’deki kişilerle kesişen birtakım özellikleri

vardır. İzmir’li bir çiftlik sahibi olmalarına ve İzmir’in işgal edildiğini duymalarına rağmen hikâyedeki kişilerin hiçbiri mutlu hayatlarını bozmak istemez. Efe’nin durumu da işgalin zararı kendisine ulaşana kadar süregiden hayatının dengesini bozmamaktır. Kendi köyleri işgal edilene kadar zulme ve haksızlığa tepki vermeyen Efe, etrafında olup bitenlere ancak Yunanlı askerlerin köylerindeki kızlara musallat olmalarından sonra karşı koymaya kalkar. Hâlbuki bu sürece kadar köyde de gözle görülür değişiklikler olmaktadır:

“… toprak üstünde ne tütün fidanı, ne buğday başağı bırakmışlar. Zeytinlikler inmiş, bağlar çiğnenmiş, ağaçlardan incir, badem, yemiş dökülmüş, kokmuş, kimseler malının başında kalmamış, kasabalar birer mahşer olmuş.”78

Aydın’ın kurtuluşunun anahtar isimlerinden olan Efe, etrafında yaşanan bu değişimleri görmekte ancak müdahale etmemektedir. Civar köyde yaşayanlar da işgalcilerden korktukları için tarlalarda yetişmiş ürünlerini bile toplayamazlar. Bu yüzden yemişler, bademler dökülüp kokuşmuşlardır.

76 Halide Edib, Dağa Çıkan Kurt, s.19. 77 Halide Edib, age.,, s.37.

78

Halide Edib, age., s.40.

Peyami Safa’nın “Gelip geçmiş Türk muharrirleri içinde, bir kadın fantezisi telakki edilse bile, askerî üniforma giyerek hiç olmazsa müşahit sıfatıyla İstiklâl harbine iştirak etmiş bir tek insan varsa bu kadındır.”79 sözleriyle övdüğü Halide

Edib, Duatepe’deki manzarayı da gözlem gücü ve sürecin içinde olmanın verdiği

duygu yoğunluğunu birleştirerek fotoğraf gerçekçiliğiyle tasvir etmektedir:

“Şimdi tepedeyiz. Etrafta daha az sert fakat daha alçak ve engin patlamalar, vadilerde ve tepelerde dolaşıyor. … Yanındaki sırtlardan ve arkasındaki Kartaltepe’nin dargın ve siyah zirvelerinden topraklar ve dumanlar fışkırıyor. Coşkun ve sonsuz bir gümbürtü ortasında renk renk dumanlar, beyaz kandiller gibi uçuşan şarapneller, bu semavi teranenin sahnesidir.”80

Savaşın tam ortasından bir savaş muhabiri gibi gördüklerini anlatan Halide Edib, böylelikle yalnızca cephe gerisine ait değil cepheye ait betimlemelere de yer vermiş olur.

Halide Edib Türk’ün Ateşle İmtihanı’nda da bahsettiği bir manzarayı,

Aziz’in Karısı’nda hikâyeleştirir. Yazar, Duatepe’nin eteklerindeki Çekirdeksiz köyüne uğramıştır. Köy, çöküp yıkılan damlarıyla, bir taş yığını haline gelen yıkık evleriyle Halide Edib’in gözlemlediği Yunan mezalimine uğramış diğer şehirlere benzemektedir. Hayatın ve hareketin yavaş yavaş çekildiği bu mekân içinde artık, ancak birkaç kişi yaşamaya çalışmaktadır:

“Sahne, Duatepe’nin eteklerinde Çekirdeksiz köyü, birbirine uzak damları çöküp yıkılmış, bir taş yığını halinde yıkık evler. Sokaklarda birçok sığır ve işkembe yatıyor. Sağda bozuk bir harman, bir iki kadın çömelmiş, elleriyle buğday taneleri arıyorlar. Yıkık evlerin bazılarında yırtık esvaplı, çıplak ayaklı, uzun boylu, beyaz sakallı ihtiyarlar çıkıyor. Köyün üst tarafında, saman, taş ve yangın arasında, üstü

79 İnci Enginün, Halide Edib Adıvar, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Birinci Baskı, Ankara

1986, s. 28.

80 Halide Edib, Dağa Çıkan Kurt, s.54-55.

sazlarla örtülmüş bir kulübenin önünde ateş yanıyor. Kızıl bir güneş köyün üstünden süzülüp ıssız sarı ovaya, tirşe, eflatun tepelere yayılıyor.”81

Halide Edib, ayrıntılarıyla tasvir ettiği köyün genel manzarasına âdeta inanmamaktadır. Tasvirin ve hikâyenin başındaki ‘sahne’ deyişi, mekâna tiyatro oyunundaki dekor gibi bir ilave ve kurgulanmış yer süsü vermiş, sanki köy böylesi bir manzaraya neden olacak acıları hiç yaşamamıştır. Bu kullanımı, yazarın artık benzerlerine defalarca rastladığı acılara inanmak istememesine yormak gerekir. Ona göre bu ilahi bir oyundur ve er ya da geç oyuncular, bu zavallı hallerinden kurtulacak, arka plandaki yakılıp yıkılmış şehir dekoru değişerek yerini mamur, mutlu kentlere bırakacaktır.

Fadime Nine İle Kerem Dede’de Otlatçı köyü’nün yeşil, bol gölgeli ağaçlar arasından uzanan düzgün yollarını, yanmış tarlalarını82

gören yazar, felaketin bereketli topraklar üzerinde mesut yaşayan insanları bir anda yakaladığını düşünmektedir.

Doğa güzellikleriyle tasvir edilen Anadolu kasabalarından bir diğeri Vurun Kahpeye’nin adı verilmeyen güzel kasabasıdır. Halide Edib, kasabayı roman boyunca birkaç defa tabiatının güzelliğiyle betimler. Bunlardan ilki, romanın kahramanlarından Tosun Bey’in kaldığı odanın penceresinden görülen manzaradır:

“Ve bunların arkasında beyaz patiska perdelerin arasından yeşil çardağın üzerinde olgun üzümler, güneşin altın ışığında yanıyorlardı.”83

Hacı Fettah ve Hüseyin Efendi’nin komşu kasabadaki Yunan işgalcileri kendi kasabalarına davet ettikleri sabah da doğa tüm güzelliğini sergilemektedir:

“Yunan karargâhının olduğu kasabanın yeşil incir bahçeleri siyah bir küme gibi beliriyor, beyaz ve cılız bir duman tabakası kasabanın üstünden pembeleşen mavi göğe yükseliyordu. Bu kesif incir bahçelerinin aralarındaki ince, dolambaç

81 Halide Edib, Dağa Çıkan Kurt, s. 64. 82 Halide Edib, age., s.66.

83

Halide Edib, Vurun Kahpeye, Can Yayınları, 8. Baskı, İstanbul 2013, s. 65.

yollarına geldikleri zaman tozla beyazlanmış incir yaprağı kesafeti arasında, uzak ve hafif horoz sesleri sükûnu yırtmaya başlamıştı.”84

Ancak incir bolluğu içindeki bu bereketli kasabada halk Yunanlıların korkusundan tarlalarına, bahçelerine gidememekte; bahçeler de terk edilmiş, köhneleşmiş bir manzara arz etmektedir.

Yunan askeri, bu içten davet üzerine söz konusu kasabayı işgal eder. Yunan

Kumandanı Damyanos bu kasabanın belki de işgal edebildiği son Anadolu kasabası olduğunu düşündüğünden burada mümkün olduğunca uzun kalır ve eşrafın tüm malını yavaş yavaş fakat tamamen ele geçirmeye çalışır. Bu yüzden işgalciler kasabayı hemen viraneye çevirmezler. Tabiat ise hiçbir şeyden haberi yokmuş ya da işgal hiç yaşanmamış gibi bahar ve yaz aylarında tüm bereketiyle kasabaya canlılık ve bolluk verir:

“Bahar ve yaz, kasabaya en muhteşem, en şa’şaalı güzelliği, bahçelerinin olgun ve altın üzümleri, bal akan incir zenginliğiyle geldi. Havalar, öyle içinden akan sıcaklıkla, mis kokan, insanı bayıltan bir temasın mutlak cazibesiyle Aliye’yi sarmıştı ki, o, Damyanos’un korkunç gölgesinin silindiği bu inayet ve güzellik memleketinin düşmanı da musibet, felaketi de fena bir rüya gibi uçup gidecek sanıyordu.”85

Tabiat bu kasabada o kadar güzel bir şekilde kendini sergiler ki Aliye’nin de dâhil olduğu kasabalılar işgal felaketini bir rüya gibi algılarlar. Yaşananların kötü bir rüyadan fazla bir şey olduğu ise özellikle Aliye’nin nişanlısı Kuvayımilliyeci Tosun Bey’in kasabayı geri almak için açtığı saldırı ateşiyle anlaşılır. Kasabayı tüm zenginliğiyle aylardır yavaş yavaş avucunun içine alan Damyanos ve çetesi,

Kuvayımilliye saldırılarıyla bir panik havası içine girerek bu süreci hızlandırır. Evler

yağmalanmaya, taşınır tüm mallar alınmaya, taşınmaz mülkler de yakılarak işe yaramaz hale getirilmeye başlanır:

84 Halide Edib, Vurun Kahpeye, s. 73. 85 Halide Edib, age., s. 161.

“Dağılan ve inzibatı tamamen yok olan Yunan askeri, baştanbaşa kasabayı yağmalamaya ve yakmaya başladılar. Kasabanın üstünden muazzam ve kızıl bir ateş dalgası her şeyi sarıyor, yalıyor, yutup geçiyordu. Bu ateş dalgası arasında insanlar kaçışıyor, boğuşuyor, yanıyor, kıyamete benzer bir vaveyla ile çığrışıyorlardı.”86

Halide Edib’in eserlerindeki dış mekân ve çevre iki yüzüyle tasvir edilmiştir. Sayfalar dolusu betimlemeye imkân vermeyen durumun hassasiyeti, meskûn semtlerin öncesini ve sonrasını anlayabilmek için yetecek açıklamalarla bezelidir. Çünkü yazarın amacı mekânı ön plana çıkarmak değil böylesi mekânları cehenneme çeviren nedenleri okurun anlamasını sağlamaktır. Eserlerde Anadolu coğrafyası hep harabe haliyle yer bulmamış, Vurun Kahpeye gibi örneklerde Anadolu tüm bereketi, bolluğu ve neşesiyle okuyanların gözleri önünde canlandırılmıştır. Ancak insana saygı duymayan işgalciler için tabiat ve elbette ki mekân bir hiçtir. Yangınlar, yıkıntılar mekânları, eski hallerini unutturacak kadar değiştirir. Öyle ki, buna kendi anılarında da yer veren Halide Edib, Manisa’nın Karaosmanoğulları ailesine mensup Yakup Kadri’nin, işgalden sonra tamamen yakılmış halde buldukları Manisa’ya girdiklerinde burayı tanıyamamış olmasını üzülerek anlatır.

Türk’ün Ateşle İmtihanı’ndaki çevre tasvirleri bütünüyle bu yerleşim yerlerinin işgalden sonraki hallerine aittir. Bu yüzden bir roman kurgularcasına müreffeh ve bereketli topraklardan, oraları görür görmez başlaması mümkün olmaz. Ancak geçtikleri kasaba ve köylerde sağ kalanların anlattıkları sayesinde okuyucu

harabeye dönen mekânların öncesiyle ilgili bilgi sahibi olur. Yazarın Vurun

Kahpeye’de isim vermeden kullandığı kasabanın da Dağa Çıkan Kurt’ta bahsi geçen Mülk köyü olması kuvvetle muhtemeldir. Hem tabiat güzellikleriyle hem de zenginliğiyle Manisa’nın en zengin köyü olarak ünlenmiş bu yerleşim yeri işgalden sonra, yıkıntılarından dumanlar yükselen, sokaklarında çıldırmış kadınların ve çocukların koşuştuğu bir yere dönüşür.

Yazarın anılarından güç alarak oluşturduğu tüm edebî eserlerinde bereketli ve mesut şekilde hayatını sürdüren kasaba ve köylerin adeta bir doğal afet gibi aniden işgale uğrayarak felaketi yaşadığı görülür. Bu, I. Dünya Savaşı’nın acı

86 Halide Edib, Vurun Kahpeye, s. 190.

sonuçlarını henüz hazmedememişken ardından gelen Kurtuluş mücadelesine destek verip vermemekte kararsız Türk halkının olanlara göz yummak istemesi sebebiyle, felakete hazırlıksız yakalandıkları gerçeğinin de bir delili gibidir. Kimi, işgal

sürecinde Efe’nin Hikâyesi’ndeki Efe gibi hayvanlarını otlatır, kimi Zeynebim

Zeynebim’deki baba gibi İzmir işgal altındayken kızını nişanlayarak mutlu günler ve geceler geçirir. Ya da bazıları Yunanlı işgalcileri kasabalarına davet edecek kadar cüretkâr ve işgali geçici bir el değiştirme gibi algılayabilecek yapıda insanlardır. Halide Edib de böylesi kişilerin uğradığı felaketlerin ne kadar apansız ve acı verici olduğunu tüm yalınlığıyla okura sunarak gerekli derslerin alınmasına çabalar. Bu yüzden Millî Mücadele’yi esas alan eserlerinde Halide Edib, manzarayı aniden değiştirebilir. Bir mekânın iki ayrı durumuna ait farkları fazlalaştırmak için de bir kasaba veya köyü işgalden önce tüm doğa güzelliğiyle hayat dolu şekilde tasvir ederken işgalden sonra tüm doğanın aniden ölüm ve felaket saçan bir yere dönüştüğünü vurgulayarak tasvir eder.