• Sonuç bulunamadı

Batının Millî Mücadele’ye Bakışı

2.3. MİLLÎ MÜCADELE SÜRECİNDE ALGILAR/TAVIRLAR

2.3.2. Türk Halkının Batı ve Düşman Algısı

2.3.2.2. Batının Millî Mücadele’ye Bakışı

Farklı bakış açılarının bir sonucu olarak Türk topraklarının kanla yıkanmasına neden olan Batı, ancak geride bir harabe kaldığına inandığında Anadolu’nun parçalanamayacağına hükmetmiştir. Büyük acılar yaşandıktan sonra mümkün olabilen bu hükmedişi Batılı bazı kimseler de açık bir dille kabul eder.

Nitekim bu kabullenişin en somut örneğini Yahya Kemal Eğil Dağlar’da bulunan bir

yazısında dillendirir. Anadolu’nun parçalanamaz olduğunu bir Fransız vatandaşı şöyle ifade etmektedir:

Anadolu bir peynir topu değildir. Bir peynir topunu dörde böler, sekize bölerseniz, yine her parçası peynir olur. Halbuki Anadolu bir insandır, ikiye böldüğünüz gibi iki parçası da birer lâşe olur.”268

I. Dünya Savaşı pek çok devletin iştirak ettiği bir cihan savaşıdır. Bu sebeple savaşın sonunda galip tek bir devlet olmadığı gibi mağlup olan da sadece Osmanlı Devleti değildir. Ancak kolaylıkla yürütülebilen böyle bir mantığa rağmen Osmanlı Devleti, tüm mağlup devletlerden çok daha ağır sonuçlara maruz kalır.

266 Halide Edib, age., s.140.

267 Halide Edib, Vurun Kahpeye, s.42

268 Yahya Kemal, Eğil Dağlar, İstanbul Fetih Cemiyeti Yayınları, 14. Baskı, İstanbul 2012, s. 25.

Ortaya çıkan ikircikli tutum üzerine kafa yoran ülkenin aydınları ve eli kalem tutanları, farklılıkta etken olan şeyin Batının Türk insanına bakışında saklı olduğu noktasında hemfikirdirler.

Barış getirmesi gerekirken çok daha karanlık ve felaketli günlerin başlamasına neden olan Mondros Ateşkes Antlaşması sırasında ve antlaşmayı takip eden işgallerde tedavi amacıyla gittiği İsviçre’de bulunan Yakup Kadri, Batının Türk insanına ve mücadeleye yaklaşım şekillerini yakından gözlemlemiş, bunun yarattığı sorunlarla da yüzleşmek zorunda kalmış bir aydındır. Yakup Kadri Batının

Osmanlı’ya bakışı üzerinde şu şekilde bir yorum yapar:

“Galip devletler, şimdi de Osmanlı saltanatının idam hükmünü vermek ve yerine getirmekle meşguldüler. Osmanlı saltanatı, onlar nazarında öbürlerinden

daha ağır bir cezaya lâyık görülüyordu. Çünkü, yüzyıllardan beri yarım sömürge

durumunda geri bir Şark memleketi olduğunu unutup ‘Düveli Muazzama’ ile boy ölçüşmeye kalkışmıştı. Çünkü, o büyük devletlerin siyasi ve iktisadi boyunduruğundan kurtulmak teşebbüsünde bulunmuştu ve nihayet, çünkü, Osmanlı

saltanatında hâkim unsuru teşkil eden Türkler Müslümandılar. Ta Ortaçağ’dan

beri nice Haçlı akınlarına ön safta hep bu unsur karşı koymuştu. Şu halde, her şeyden önce Türk Milleti’ni kökünden kazımak, yahut onu artık bir kere daha kımıldanamayacak kadar ezmek lâzımdı. Garp devletleri böylesine büyük ve tarihi bir misyonu ancak uzun vadeli bir imha sistemiyle başarabilirlerdi. İşte, bunun içindir ki, Almanya’nın, Avusturya’nın, Bulgaristan’ın hemen hiçbir bölgesini

askeri işgalleri altına almadıkları halde Türkiye’de silahla zaptedilip yerleşmedikleri hayati nokta bırakmamışlardı ve memleketimizi ateşten, demirden

bir Engizisyon çemberi içine almışlardı.”269

Yakup Kadri, Anadolu’nun işgal edilmemiş bir bölgesini bırakmayan Batı’nın yaptıklarında en büyük etkenin yine din unsuru olduğunu düşünür. Buna göre Batı, Haçlı seferlerinden beri Türk milletine duydukları öfkeyi nihayet böyle bulunmaz bir fırsat sayesinde dindirmeye çalışacak, Türk insanını bir daha ayağa kalkamayacak şekilde yere yıkacaktır.

269Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Vatan Yolunda, s.24.

Anadolu’yu ateşten bir çember içine hapsetmiş olsalar da Batı’nın durdurulamaz öfkesi I. İnönü Zaferi’nden sonra Türklerin lehine dönmeye başlar:

“Birinci İnönü savaşının kazanılması üzerine, batılı müttefikler Türkiye’yi Sevr anlaşmasını yeniden gözden geçirmek üzere Londra Konferansı’na çağırdılar. Bu davet, müzakerelerin başarısızlıkla sona ermesine rağmen, iki bakımdan bir dönüm noktası teşkil eder. Birinci olarak, Batılılar, ilk defa bu görüşmelerde Anadolu hükümetini fiilen tanımışlardır. İkincisi de, Anadolu Hükûmeti, hangi şartlarda batıyla uzlaşabileceğini ifade etmiştir.”270

Askeri zaferler, Batının Türk milletine ve Anadolu’ya bakışını tamamen değiştirememiş olsa da mücadelenin kızıştığı bir ortamda Türkler için en azından nefes alabilme fırsatı vermiştir.

Halide Edib’in mücadele anılarına dayanarak oluşturduğu Türk’ün Ateşle

İmtihanı’nda ise çoğunlukla, nefes aldıran değil alay eden bir Batı portresi çizilmiştir. Ordudaki görevlerinden biri de dikkate değer yabancı gazetelerin

tercümesini yapmak olan Halide Edib, İngiliz gazetelerinden birinde yayımlanan ve

Big Stick Policy (Sopa Siyaseti) adını taşıyan yazıyı okur. İngilizlerin Türklere karşı yüksekten bakışlarının bir delili olan beyanatı Türkçe’ye tercüme eden yazar, söz konusu yazıyı Mustafa Kemal Paşa’ya da okutur:

“Mustafa Kemal Paşa büroma geldiği zaman, bu nutkun tercümesini önüne koydum. Mustafa Kemal Paşa hiçbir zaman bu kadar öfkelenmemişti. Âdeta sesi

kısıldı. Bizim de onlar derecesinde olduğumuz gün anlayacaklarını ve bize baş eğeceklerini söyledikten sonra, en son insana kadar onların medeniyetlerini parçalamak için can vereceğimizi ilâve etti.

… Bana öyle geliyor ki, insanlar arasında herhangi bir anlaşmazlık ve düşmanlık zamanla geçebilir ama bir tanesi kalır. O da, karşıdakinin yükseklik

iddiası. O gün düşündüm ki, eğer Doğu ile Batı herhangi bir zaman birbirlerinin boğazına sarılırlarsa, bunun en büyük sebebi bu yukarıdan bakma olacaktır.”271

270 Fethi Naci, 100 Soruda Türkiye’de Roman ve Toplumsal Değişme, s. 126. 271 Halide Edib, Türk’ün Ateşle İmtihanı, s.151-152.

Batı’nın Doğu milletlerini değerlendirirken sergilediği yaklaşım, emperyalizme karşı verilen kurtuluş savaşlarının ilki olan Türk Kurtuluş Savaşı272

vesilesiyle bir kez daha su yüzüne çıkmaktadır. Ancak Batı’nın yaklaşımı öyle rahatsız edici boyuttadır ki, kritik anlardaki sakinliğiyle bilinen mücadelenin lideri Atatürk’ün bile öfkesinden adeta sesi kısılır.

Mücadelenin bilfiil içinde olduğu dönemlerden kaleme alınmış olan Ateşten Gömlek ve Dağa Çıkan Kurt’ta Batı’nın mücadeleye ve Türk insanına ilişkin yorumlarında objektiflikten uzak anlatımlarla okurda coşkunluk yaratılmaya çalışıldığı gözlenir. Elbette olayların içinde olmanın verdiği duygu yoğunluğu Halide Edib’i bunu yapmaya teşvik eder ve Halide Edib hem mücadelecilerin hem de Batı’nın bu büyük tarihi hadiseyle ilgili görüş ve hislerini satır aralarına yerleştirerek ölümsüzleştirmeye çalışır.

Ateşten Gömlek’te Batı’nın bakışına örnek teşkil edecek küçük parçalara rastlamak mümkündür. Bunlardan ilki, meşhur Sultanahmet Mitingi’nin hazırlığı sırasında görülür. İstanbul’un Mütareke’den sonra yavaş yavaş uyanmaya başlaması, halkın Fatih Mitingi başta olmak üzere sürekli bir toplantı faaliyeti içinde olması,

Türk milleti için içten içe bir uyanışın simgesi olurken aksine işgalciler ve azınlıklar

bu faaliyetleri ciddiye almazlar. Onların, İstanbulluların faaliyetlerine ilişkin bu

umarsız tavırlarının altında silahsız, ordusuz bir milletin yeisinden273 bir şey

çıkmayacağı düşüncesi yer almaktadır.

Batı zihniyetini örnekleyen diğer hadise, romanın ilgi çekici kişilerinden olan Salime Hanım’ın bütün Türk milleti adına İngiliz gazeteciden –dolayısıyla İngiltere’den- aflarını rica etmesi ve bunun üzerine Mr. Cook’un ağzından dökülen şu sözlerdir:

272 Mehmet H. Doğan, “Türk Romanında Kurtuluş Savaşı”, Türk Dili Dergisi, Türk Romanında

Kurtuluş Savaşı Özel Sayısı, Temmuz 1976, S. 298, s.15.

273 Halide Edib, Ateşten Gömlek, s.24.

“- Nafile Madam, İngiltere sizleri affetmeyecektir. Çanakkale’de altmış bin İngiliz öldürdünüz.”274

Bir İngiliz için bir Türk’ün ülkesini işgal edenleri durdurmaya çalışması, bu uğurda toprağına adım atmaya çalışan ‘düşman’ları öldürmesi büyük bir suçtur. Çünkü ölenler herhangi bir kimse değil İngiliz’dir. Bu yüzden İngiltere olanları bir türlü affedememektedir.

Mr. Cook, muzaffer bir devletin vatandaşı olma avantajını sonuna kadar kullanmak niyetindedir. Sorgulayıcı ve suçlayıcı bir tavırla odada bulunanlara birçok soru yönelten Mr. Cook, öncelikle İngiliz esirlere neden kötü muamele edildiği, Türklerin Ermenileri neden kestiği gibi odadaki tansiyonu yükseltici sorular sorar. Kendisinin ve diğer tüm İngilizlerin hem parasını hem zamanını boşa harcayan

Türklerin asla affolunmayacağını vurgulayarak da konuşmasını sonlandırır.275

Türkleri bu cendereden kurtaracak tek çıkar yol hem Salime Hanım hem de

Mr. Cook için muhakkak arzu edilmesi gereken bir nimet olan İngiliz himayesinin

kabul edilmesidir:

“Evet, İngiliz himayesini baştan başlayarak hepiniz istemelisiniz. Bakın Hindistan’a ne mesut. Allah bizi beyaz adamdan ayırmasın, diye hep dua ederler. Gerçi bu zor işi İngiltere kabul eder mi bilmem, fakat sizin için başka türlü kurtuluş var mı? Bilhassa Çanakkale’de katlettiğiniz altmış bin İngiliz var. Samimî bir

nedamet olursa belki İngiltere affedebilir.”276

Salonda yükselen tansiyon konuşmanın başından beri sessizliğini koruyan Ayşe’yi söylenenlere itiraz etmeye sevk eder. Çanakkale’de yalnızca İngilizler ölmemiş onlardan daha fazla sayıda Türk, sırf vatanını korumak niyetiyle canlarını feda etmiştir. Ancak Mr. Cook, kendini İngilizlerle aynı seviyede gören bu İzmir

274 Halide Edib, Ateşten Gömlek, s.37. 275 Gös. yer.

276

Halide Edib, age., s.38.

kızına gereken cevabı verdiğini düşünür: “İngiliz kanıyla Türk kanı bir mi, Madam?”277

Halide Edib’in tercüme ettiği gazete yazısında kuvvetle hissettiği İngilizlerin kendilerini yüksekte gören tavırları yukarıda alıntılanan satırlara da sirayet etmektedir. İngiltere’nin ete kemiğe bürünmüş bir temsilcisi olan Mr. Cook, tüm hali ve tavrıyla yazarın hissettiklerini doğrulamaktadır.

Romanın başkahramanlarından Cemal ve İhsan ise kendi memleketlerinde

ötekilik duygusunu hissetmelerine neden olan bir olaya şahit olurlar. Yemek yemek

için girdikleri İstanbul Lokantası’nın camından dışarıyı seyrederken birkaç zenci Fransız asker camdan onlara bakıp kırmızı dillerini çıkarmakta ve yumruklarını

sallamaktadırlar.278 Bunların Türk milletini terbiye etmeye gelen medenî ordunun

mensupları279olmaları ise dikkate şayan bir ayrıntıdır.

I. Dünya Savaşı’nın hemen ardından gelen işgaller, hem işgal güçleri hem de mağdur Türk halkı açısından büyük bir öfkeyi açığa çıkarmıştır. Ancak şartlar değişip zaman yeni Türkiye’nin lehine döndüğünde tarafların birbirlerine bakışlarında da değişmeler başlar. Özellikle cumhuriyetin ilanından sonra Halide Edib’in Sultanahmet Mitingi’nde sarf ettiği meşhur “hükûmetler düşmanınız milletler dostunuzdur”280 sözünün de önemini kaybettiği, hükümetlerin de dış ilişkiler

münasebetiyle birbirleriyle dost olmaya çalıştığı görülür. Bu tarz bir zihniyet

değişikliğine Halide Edib’in Dağa Çıkan Kurt’taki Pehlivanlar Güreşinde yazısı örnek olarak verilebilir.

Halide Edib, yazının tarihini vermemekle birlikte Almanya’da oğullarıyla beraber bir güreşi izlemeye gitmelerini ve orada yaşadıklarını öyküleştirmiştir. Yazarın ailesiyle beraber yurt dışında olması ve Almanya’nın da her bakımdan I. Dünya Savaşı’nın boğucu atmosferinden kurtulmuş olması gibi detaylar yazının 1926 yılından sonraki bir tarihe ait olduğuna işaret etmektedir. Çünkü bu tarih ve sonrası,

277 Halide Edib, Ateşten Gömlek, s.39. 278 Halide Edib, age., s.51.

279 Gös. yer.

280 Devrin Yazarlarının Kalemiyle Millî Mücadele ve Gazi Mustafa Kemal, Cilt 1, Hazırlayanlar: M.

Kaplan, İ. Enginün, B. Emil, N. Birinci, A. Uçman, s.97.

Halide Edib ve eşi Adnan Adıvar’ın Atatürk’le anlaşmazlığa düşüp ülkeyi terk etmek zorunda kaldığı yıllardır.

Yazarın Almanya’da olduğu sıralarda eline bir ilan geçer. İlana göre

Türkistan şampiyonu Ali Kulu isminde bir güreşçinin de dâhil olduğu büyük bir

güreş müsabakası düzenlenmektedir. Çocukları güreşi izlemek isterken yazar, vatan

hasretinin de etkisiyle Türkistanlı şampiyonu görmek niyetiyle güreşe giderler. Güreş

başlar. Meydanda ilk önce Türkistanlı şampiyon görünür:

Aralarında başında fesini muhafaza eden Ali Kulu’yu herkes birdenbire

ve büyük bir coşkunlukla alkışladı. Ali Kulu’yu görünce ben gözlerimi kapamak

istedim, o kadar yüzüm yere düştü: Bu kuvvet gösterisinde biricik zavallı, güçsüz mahluk oydu. Çirkin, biçare ve sefaletten erimiş bir yüzü ve eğilmiş bir vücudu vardı. Nogay dediğimiz biraz kurbağaya benzeyen eski yüzlerden birini hatırlatıyordu.

Fakat başındaki kırmızı fesi onu orada Türkiye’ye alâmet yapıvermişti. Ahali fesi yani Türkiye’yi alkışlıyordu.”281

Diğer güçlü rakiplerinin arasında fesiyle bekleyen Türkistanlı güreşçi

Alman halkının nazarında Türkiye’yi temsil etmektedir. Bu yüzden herkesin

aldığından daha fazla alkış alır ve coşkunlukla karşılanır. Halide Edib de halkın

Türkiye’yi alkışladığının farkındadır. Nitekim Türkistanlı güreşçi yenilir:

“O, bir defa yenildi gitti, ben beş yüz defa yenildim; fakat bu Türkistanlı

Türk’ün hiç temsil etmediği Anadolu Türk’ü öyle akıllara hayret veren bir güreşte galebe çalmıştı ki, dış biçareliğine ve mağlubiyetine rağmen halk o fesi yine uzun uzun alkışladı.”282

Türkistanlı güreşçi kaybetmiş olmasına rağmen halk tarafından uzun

alkışlarla karşılanır. Halkın alkışa layık gördüğü şey Türkistanlı’nın fesi ve fesin simgelediği Türkiye’dir. Türkiye’nin kendisini Alman halkının bu en küçük işçi grubuna kadar tanıtan özelliği ise o yıllarda kendi ülkesinin özgürlüğü için mücadele veren Mahatma Gandhi’nin sözlerinde kendini hissettiren gerçektir:

281 Halide Edib, Dağa Çıkan Kurt, s.153. 282

Halide Edib, age., s.154.

“Haydi beni bir daha tutuklayın İngilizler! Ama tutuklamak ve öldürmekle iş bitmiyor. İşte, öldü sanılan Türkler, cenaze törenleri için hazırlanan tabutlarını kaatillerinin başlarına geçirdiler.”283

Barış görüşmeleri yapılmış olmasına rağmen savaşın sonucunu değiştiren

Türkler kurtuluşu ne kadar arzu ettiklerini canları pahasına tüm dünyaya

göstermişlerdir. Müsabakada alkışlanan; Türklerin azmi, kurtuluşa inanmış yürekleri ve yiğitlikleridir.

İncelenen tüm eserlerde ortak olan tavır Batı diye isimlendirilen ve başta İngiltere olmak üzere Anadolu işgalinde ön planda olan emperyalist ülkelerin Türk insanının haklı mücadelesini küçümsemeleri gerçeğidir. Özellikle İngiltere’nin başı çektiği bu anlayışın sahipleri için Türk insanı sonu olmayan bir maceraya girişmiştir. Ateşten Gömlek’teki Mr. Cook’un ifade ettikleri bundan başka şeyler değildir. Yine İngiltere’nin ‘sopa siyaseti’ diye isimlendirilen ve Doğu ülkelerini intizam etmek için uyguladıkları bir idare yöntemi de onların Türklere ve Doğululara nasıl baktıklarını

realitede gösteren uygulamalardır. Halide Edib kurmaca eserlerinde Batı’nın

görüşlerini kahramanları aracılığıyla dillendirirken özellikle İngiltere’nin bakış açısını kullanmaya özen gösterir. Onun eserlerinde İstanbul’da uyuyan masum Türk askerlerini yataklarında süngüleyenler, Türk kanıyla İngiliz kanını hiçbir koşulda aynı kefeye koymayanlar hep İngilizlerdir. Ateşten Gömlek’te dil çıkaran Fransız askerleriyle Batı’nın Anadolu’ya medeniyet getirmek amacıyla girmiş olması gibi bir algının tezatlığından kaynaklanan ironik durum vurgulanmaktaysa da Halide Edib Fransızların Türk algısı üzerinde durmaz. Halide Edib’in de Batı’nın düşüncelerini vurgularken esas aldığı ülke İngiltere ve İngiliz bakış açısıdır.