• Sonuç bulunamadı

2.3. MİLLÎ MÜCADELE SÜRECİNDE ALGILAR/TAVIRLAR

2.3.3. Millî Mücadele Sürecinde Azınlıklar ve İşgalciler

2.3.3.1. Azınlıklar

Yıllarca süren büyük bir savaşın hüsranla sona ermesi Osmanlı Devleti’nin

Türk tebaasını üzerken Tanzimat Fermanı’ndan itibaren kademeli olarak devlet

içindeki statüleri yükselen ve hiç de azınlık gibi olmayan Hristiyan tebaa ise içten içe sevinmektedir.

Azınlıkların, savaşın Osmanlı Devleti tarafından kaybedileceğini

anlamalarından sonra başlayan sevinçleri İstanbul’a gelen işgal ordusunun başkumandanı General Franchet d’Esperay’in taşkınlığa davetiye çıkaran tutumu nedeniyle katlanarak artmaktadır. Öyle ki Fransız generalin şehre beyaz bir atın

284 Halide Edib, Türkiye’de Şark-Garp ve Amerikan Tesirleri, s.158.

üzerinde girmesiyle taşkınlık derecesinde artan sevinç gösterileri Müslümanlara hakaret etmelerine kadar varır. Bu, fetihten sonra şehre beyaz bir at üzerinde giren kıtalar fatihi Fatih Sultan Mehmet’e bir göndermedir. Ancak general bununla yetinmeyerek padişahtan sarayını terk etmesini ister. Sevinçten çılgına dönen Ermeni ve Rum azınlıklar etrafa zarar vermekle, zafer naraları atmakla yıllarca beraber yaşadıkları Müslüman Türkleri sindirmeye ve korkutmaya çalışırlar. Azınlıklara zafer naraları attıran bu elim olay Müslüman Türklerde elbette ki aynı şekilde karşılanmaz. Olayın Türklerin vicdanına ve hürmet ettikleri mazilerine dokunması

üzerine Süleyman Nazif’in meşhur Kara Bir Gün285’ü kaleme alınır.

Azınlıkların İstanbul’un işgali sırasında sergiledikleri tavır İzmir’in işgalinde de gözlenmektedir:

“Metropolit ve rahipler, diz çökmüş, ağlayarak ve ilâhiler söyleyerek Yunan bayraklarını öpüyorlardı. Atina habercisi adlı Yunan gazetesi 15 Mayısta İzmir’den aldığı şu haberi yayınlıyordu: ‘Rıhtımlar adamdan taşıyor; tıklım tıklım dolu. Hepsinin de ellerinde Yunan bayrakları ve çiçeklerle dolu sepetler var. Sevinçten ağlıyorlar. İzmir’de şimdiye kadar böyle bir manzara görülmüş değildir. Bütün evlerin balkonları bayraklar ve çiçeklerle süslenmiş, sokaklara da halılar serilmiş; halk sevinçten sarmaş dolaş sokaklarda dans ediyor.’”286

Halide Edib de Mütareke’den itibaren azınlıkların taşkınlıklarına şahit ve hatta hakaretlerine maruz kalan biridir. Bu yüzden yaşadıklarını anılarında ve kurmaca eserlerinde yalnızca olayları değil duyguları da satırlar arasında ölümsüzleştirerek aktarmaya çalışır.

Sevim Kantarcıoğlu’nun destan-roman diyerek nitelendirdiği Ateşten Gömlek’te yazar, azınlıkların davranışlarına dair örnekler vermektedir. Romandaki örneklerin ilki düşman uçaklarından atılan bombaların, İstanbul’u kıyamete çevirdiği güne ilişkindir. Kalabalığın ortasına düşen bombalar, birkaç dakika önce işlerine ya

285Kurtuluş Savaşı ve Edebiyatımız, Enginün- Kerman- İleri, (Hz.).s.47.

286 Mustafa Turan, “İstiklâl Harbînde ‘Müttefikler Arası Tahkik Heyeti’ Çalışmaları, Raporu Ve

Tahkikat Neticesi”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi Cilt:2 Sayı:8 Yayın Tarihi: 1991, s. 698.

da evlerine gitmeye çalışan kalabalığı kanlar ortasında paramparça olmuş cesetlere çevirir. Böyle bir faciaya şahit olmuş Cemal, İhsan ve Peyami ise büyük felaketler karşısında sükûnetini korkutucu derecede muhafaza etmeyi başaran insanlar gibi oradan sakince uzaklaşırlar. Olay yerinden uzaklaştıkça içlerindeki korku ve

ürkütücü sükûnetleri azalır. Cemal ve İhsan aynı zamanda asker olduklarından

üniformalıdırlar. Onları yolda gören bütün şapkalılar Cemal ve İhsan’a garip garip

bakmakta; yüzlerinin şekli bozulmaksızın acı ve muzaffer, içlerinden

gülmektedirler.287

Osmanlı Devleti’nde her tebaanın kendine ait giysileri vardır. Bunun içindir ki, sadece giysilerine bakarak o zamanın insanlarının dinleri, sosyal statüleri, hatta meslekleri ile ilgili bilgiler edinmek mümkündür. Bu sebeple Halide Edib’in başkahramanlarının karşısına çıkardığı şapkalılar azınlıklardır. İstanbul’u mahşer yerine çeviren işgal ordularıyla din veya ırk birliği içinde olduklarından bombaların şehre yaptıklarını bir insanlık ayıbı olarak değil galip her devletin yapmaya hakkı olduğu bir şey olarak algılarlar.

Mondros Mütarekesi’nden sonra İstanbul’a gelen işgal ordularının tavırları ve ardından Anadolu’da başlayan işgaller Türk insanını düşündürmeye başlar. Başka çare kalmadığı için girişilen silahlı mücadeleden önce herkesin zihninde

örgütlenmek, bilinçlenmek veya yabancılara ne kadar mağdur olduğumuzu izah

etmek için salonlarda, meydanlarda toplanmak, gazetelerde yazılar yazmak fikri vardır. Ülkede bir ayrışma söz konusudur. Türk vatandaşları ile azınlıkların ayrışmaya başladığının göstergelerinden biri aşağıdaki satırlarda görülmektedir:

“Yalnız içimizde, ırkan Türk olmadığını Mütarekeden sonra gelen bir nevi

ilhamla anlayanlar bu işe dâhil olmuyorlar, onlar Ermeni ve Rum kardeşleriyle

beraber… Onlar da başka bir propaganda oyununda… Her evde, her içtimada bundan bahsediliyor.”288

287 Halide Edib, Ateşten Gömlek, s. 9. 288 Halide Edib, age., s. 17.

Osmanlı Devleti vatandaşı olsalar da azınlıkların büyük bir kısmı, savaşın kaybedilmesinden dolayı Osmanlı Devleti’ne layık görülen zulme ortak olmak istememektedir. Bu yüzden karanlık günlerin mukaddimesi olan Mütareke’den sonra savaşı kaybetmenin zilleti altında ezilen mağlup Türk milletinden olmadıklarını, kendileri gibi düşünenlerle ayrışmayı hızlandıracak faaliyetlerde birleşerek ortaya koyarlar.

Azınlıkların mütarekeden sonra artan sevinçleri gittikçe görünür hale

gelmektedir. Artık gizlemek gereğinde bile bulunmadıkları duygularını Müslüman

Türklerle alay ederek dışa vurmaya başlarlar. Söz konusu manzaralardan birine,

İzmir’den kalbi ve kolu kırık bir şekilde dönen Ayşe’yi rıhtımda bekleyen Peyami şahit olur:

“Ben vapura çıkmadım. Rıhtıma dayandım; şapkalı palikaryaların (kabadayı Rum delikanlısı) kahkahalarını, alaylarını içimde katılaşan bir şeyle seyrederek bekledim. … zavallı Ayşe’yi İstanbul Türk kadınlarının Ermeni, Rum

kondüktörler, Ermeni, Rum, İngiliz polisleri ve hafiyeleri ile işkence edildiği bu

tramvaya nasıl bindirecektik?”289

Ermeni ve Rum görevliler Türk halkına kendi topraklarında azınlıkların bile

görmediği muameleler yapmaktadırlar. Nitekim Peyami, Ermeni ve Rum çalışanların bulunduğu tramvaya Ayşe’yi nasıl bindireceğini düşünür. Çünkü Ateşkes Antlaşması’yla sanki her şey tersine dönmüş, Türkler Osmanlı topraklarında azınlık statüsüne gelerek azınlıklar söz sahibi konuma yükselmişlerdir.

Ateşten Gömlek’te aktarılan diğer hadise ise Sultanahmet Mitingi’nde yaşananlara dairdir. Mitingin efsanevi hatibi sıfatıyla akıllarda yer etmiş Halide Edib aslında bu satırlarda o güne ait kendi izlenimlerini paylaşmaktadır. Kalpleri hak etmedikleri zulümlerin ıstırabıyla ezilen Türk halkı, miting için Sultanahmet Meydanı’nda manalı bir sessizlikle beklemektedir. Hristiyan tebaa ise Türklerin bu haliyle alay edip etmemek konusunda tereddüde düşmüşlerdir:

289 Halide Edib, Ateşten Gömlek, s. 24.

“Hristiyanların hepsi endişeli, mütecaviz olup olmamakta, Müslümanların bu hâliyle istihza edip etmemekte mütereddit görünüyordu. Bütün deşilen çıbanlar arasında en koyu cerahat yerli Hristiyanların velveleli zaferlerinden, arkalarını İngiltere ve Fransa’ya vererek, Türke yağdırdıkları gayzdan akıyordu.”290

Ayşe’nin, Peyami’nin evinden bir başka eve taşınması, bir süre sonra buradan İngiliz askerleri tarafından çıkarılması ve işgalcilere bir Ermeni tercümanın

yardım etmesi hadisesi de azınlıkların “Türke yağdırdıkları gayza”291

bir örnektir:

“Bir Ermeni tercüman, bir küme İngiliz askerine tercümanlık ediyor. Ağzı kulaklarına kadar açık, öyle muzaffer sırıtıyor ki, zavallı uşak Ermeni’yi, hatta bize isyan ederken severdim, fakat İngilize uşaklık ederken küçük bir şey!”292

Azınlıkların yaptıkları faaliyetler Türk halkına karşı yaşadıkları bölgelerde mütecaviz olmakla sınırlı değildir. Bazıları İstanbul Hükümeti’nin Kuvayımilliye’ye karşı oluşturduğu Kuvayıinzibatiye (Halife ordusu)na iltihak etmiş, Türk kuvvetleriyle yer yer vuruşmaktadır.293 Arnavutköyü Rumları294 gibi azınlıkların birlikte yaşadıkları bazı yörelerde mücadeleye karşı topluca isyanlar baş göstermiştir. Bütün olumsuz örneklere rağmen azınlıkların içlerinden bazıları, bir zamanlar huzurla yaşadıkları bu topraklarda şimdilerde yaşananlardan memnun değildir. Bu memnuniyetsizliğin en belirgin örneklerinden biri hem yazarın öz yaşam

öyküsünü içeren Türk’ün Ateşle İmtihanı’nda hem de Ateşten Gömlek’te aynı isimle

yer alan Madam Tadia adında bir kadındır. Gerçek bir karakter olan Madam Tadia’nın mücadele sırasında çok yardımını görmüş olan Halide Edib, onu Ateşten Gömlek’in Ayşe’siyle de karşılaştırır. Ayşe hasta olduğu için bir müddet Madam Tadia’nın işlettiği pansiyonda kalır ve onun tarafından iyileştirilir. Bu yardımsever kadın ülkede olan olaylardan dolayı üzgündür:

290 Halide Edib, Ateşten Gömlek, s. 26. 291 Gös. yer.

292 Halide Edib, age., s. 59. 293 Halide Edib, age., s.69. 294

Halide Edib, age., s. 84.

“Her asker geçtikçe Madam Tadia pencereden bakıyor, önlüğü ile gözünü siliyor, hep ağlıyor: ‘Ne kadar ana daha ağlayacak, hepsi ne güzel, neden bu kadar güzel, nasıl bu kadar güzel?’ diyor.”295

Madam Tadia, Yunanlılar, otelini bastığı zaman bile Ayşe’ye ve

mücadelecilere yardım eder.296 Hristiyan Osmanlıların hepsinin Türklere sırt

çevirmediğinin örneklerine yazarın başka eserlerinde de tesadüf edilir.

Romanları dışında da Halide Edib, azınlıkların işgal sürecindeki tutumlarına ilişkin örnekler verir. Türk’ün Ateşle İmtihanı’nda azınlıklar tarafından uğradığı hakareti okurlarıyla paylaşır:

“İstanbul semtinde, Eminönü’den son tramvaya binerek ablamın evine gidecektim. Biletçi galiba azınlıklardandı. Sıraya bakmadan içeriye azınlıkları

alıyor, Türk kadınlarını itiyordu. Vakit çok geçti. Sokak fenerlerinin altında duran

ihtiyar kadınların yüzlerinde bana acı gelen bir şey vardı. Ben tramvaydaydım. Kapıya giderek bir ihtiyar kadını içeriye çektim ve ona yerimi vermek istedim. Biletçi

buna o kadar kızdı ki, bilet kutusuyla beni itti ve sövmeye başladı.”297

Azınlıkların kötü muamelesine yalnız yazarın romanlarındaki kahramanlar değil yukarıdaki örnekte olduğu gibi kendisi de maruz kalmıştır. Halide Edib’in Sultanahmet Mitingi’ne dair izlenimleri de vardır. Ateşten Gömlek’te de anlattığı gibi Sultanahmet Mitingi tehlikeli bir sessizlik içinde geçer. Fakat korkutan her zaman gürültü, haykırış değil bazen de derin bir sessizliktir:

“Hakikat hâlde, İtilâf Kuvvetleri’nin askerî merkezlerinde Sultan Ahmed’in o çok sulh ve sükûn içinde geçen mitingi endişe uyandırmıştı. Aynı zamanda, Beyoğlu’nda Hıristiyanlar da telâşa düşmüştü. Sokaklarda koşuşarak:

-Türkler geliyor, Türkler geliyor, diye feryat etmişlerdi.”298

295 Halide Edib, Ateşten Gömlek, s. 138. 296 Halide Edib, age., s. 140.

297 Halide Edib, Türk’ün Ateşle İmtihanı, s.24 298

Halide Edib, age., s.46.

Bundan sonra azınlıklar ve Türkler arasındaki gerilim tırmanmaya devam

eder. Büyükleri yıpratan nefret çocuklara da sirayet eder:

“Eve döndüğüm zaman, gerçek bir felâkete sürüklenmekte olduğumuzu tamamen idrak etmiştim. Irklar arasında nefret gün geçtikçe artıyordu. O kadar ki, Hıristiyan çocukları Türk mahallelerinden, Türk çocukları da Hıristiyan mahallelerinden birbirlerini dövmeden geçemiyorlardı. Buna karışmamış hemen hiçbir çocuk yoktu.”299

Hristiyanlar ve Türkler arasında çocuklara kadar ulaşabilen nefret tohumları

aslında büyük felaketlerin habercisidir. Dağa Çıkan Kurt’ta nefretin felakete sürüklediği insanlar ve yaşanan facialar okura sunulur. Eserdeki öykülerden bazıları, Ermeni ve Rum azınlıkların ihanetini konu alarak böylesi ihanetlerin ne kadar trajik sonuçlara yol açabileceğini göstermektedir.

Zeynebim Zeynebim öyküsü Türklerle beraber yaşayan, onlara yardım ederek geçimini sağlayan bir Rum kâhyanın ihanetini konu alır. İzmirli Uzun Osman’ın çiftliğine ona yardım etmek için yerleşen İzmir’in Rum ailelerinden Yorgi ve eşi Kalyopi çalışkanlıklarıyla Türk efendilerinin gözüne girmiş kimselerdir. İşler yolunda gitmekteyken I. Dünya Savaşı’ndan sonra askere çağrılan Yorgi bir anda ortadan kaybolur. Onun yokluğunu derinden hisseden Uzun Osman, aynı zamanda ona kızmaktadır. Çünkü Yorgi, Uzun Osman’ın o kadar benimsediği ve bunca yıldan beri Türk ekmeğiyle büyüyen300 biridir. Ancak asker kaçağı Yorgi’nin yokluğuna alışırlar. Uzun Osman da bir süre sonra kızı Zeynep ve yeğeni Süleyman’ı nişanlar. Uzun Osman’ın çiftlik işleri için İzmir’e gittiği bir sırada Kalyopi, gizlice çiftliğe gelen kocasıyla bağlantı kurar. Tekrar çiftliğe gelen Yorgi beraberinde yağmacı Yunan askerlerini de getirmiştir. Eve gelip işkence ederek Süleyman’ı öldürürler. Ancak Zeynep hayatta kalacaktır. Yorgi’nin bu konudaki gerekçesi ise daha kötüdür:

299 Halide Edib, Türk’ün Ateşle İmtihanı, s.63-64. 300 Halide Edib, Dağa Çıkan Kurt, s.13

“Baban bana vaktiyle iyilik yaptı, seni kurtaracağım. Fakat sen bize bir oynamalısın. Şuradaki yüzbaşı, şimdi sizin ‘…’ den büyük, istersen seni alacak ha kokonamu!”301

Aileden gördüğü iyiliğe rağmen, yanında çalıştığı adamın damadını öldüren kızını da yaşamaktan beter etmeye azmeden Yorgi, borcunu böylelikle ödeyebilme niyetindedir.

Türklerle iç içe yaşayan Rumların ihanetine diğer örnek, yazarın Vurma

Fatma isimli hikâyesidir. İstanbul Rumlarından olan Yanako küçüklüğünden beri Megalo İdea düşüncesiyle büyümüş biridir. Fakat Yunanlılar İzmir’e girinceye kadar bu düşünce onda, en fazla Türk mahallesinde Türk çocuklarına taş atmakla, delikanlıyken meyhanede mastika kadehlerini kırmakla kendini gösterebilmiştir. Yunanlıların İzmir’e girmesini ise kendisi için bir fırsat olarak görür. Çünkü işgal ordusunun yağmacılık görevini üstlenen askerlerinden biri arkadaşıdır. Arkadaşı işgali, Türklere yaşattıkları acıları ve elde ettikleri ganimetleri öyle anlatır ki, Anadolu insanının çalışmasının karşılığı olarak elde ettiği ve şimdi ganimet olarak görülen tüm birikimler Yanako’nun hayallerini süslemeye başlar. Bu yüzden hemen Yunan işgal kuvvetlerine katılan Yanako, Türkçe bildiği için de hemen tahrip ve yağma tümenine dâhil edilir. Yanako’yu çok çabuk zengin eden yağma yine de onun doymak bilmeyen nefsini susturamaz. Onun tatmin edilmeyen yağma ve sefahat ihtiyacı ise Anadolu insanında kapanmayan yaralar açmaktadır:

“Yanako birliğinin girdiği köyde güzel ve genç kadın mı olmak, ihtiyar mı olmak, yoksa erkek mi olmak daha felaketli bir şeydi, onu köylüler bir türlü kestiremediler. Çocuk, hele kız çocuğu olmak bunların hepsinden felâketli bir şeydi. Çünkü bu müfrezenin geçtiği Sakarya köylerinde hâlâ aklını oynatmış, yahut sakat kalmış kız çocukları bulunduğu gibi, hikâye yazarlarının bile anlatamayacağı olayların başında ölecek kadar talihleri iyi giden kız çocukları bulundu.”302

Elde ettiği ganimetlerin yanında köylülerle böyle vahşi oyunlar oynaması Yanako’yu eğlendirmektedir. Fakat oynayabileceği köyler azaldıkça Yanako’da can

301 Halide Edib, Dağa Çıkan Kurt, s.19. 302

Halide Edib, age., s.97.

sıkıntısı baş gösterir. Bunu gidermek için de gittiği her köyde, güzel elinde tek taşlı zümrüt yüzük taşıyan Fatma adlı güzel bir Türk kadını303 aramaya başlar. Bir müddet sonra Yanako aradığı kızı köylerin birinde bulur. Adı Fadime olan bu kadının çocuğunu ve kocasını öldürdükten sonra Yanako, kadını da öldürüp yüzüğün olduğu parmağı keserek cebinde saklar. Ancak yaptığı şey cebinde taşıdığı kesik parmak yüzünden aklından hiç çıkmaz. Olaydan aklını kaçıracak kadar etkilenmiştir. Bir süre

sonra işler Yunan kuvvetlerinin aleyhine döner. Bozgundan canlarını kurtarmaya

çalışan birtakım Yunanlı askerler ise dağda saklanarak canlarını kurtarmaya çalışırlar. Yunan ordusunun büyük bir bozgunla geri çekilişinin ardından dağda saklanmış olan Yanako kasabaya inerek yiyecek ekmek dilenmek ister. Ancak köylüler tüm yaşananların intikamını Yanako’dan almak niyetiyle onu parçalayarak öldürürler.

Azınlıklar, Halide Edib’in eserlerinde daha çok Türklere ettikleri ihanetlerle anılırlar. Halide Edib, Ermeni ve Rum azınlıkların ihanetini okur için daha da dramatize etmek adına bazı hikâyelerde onların Türklerle olan yakınlık derecelerine de değinir. Zeynebim Zeynebim örneğinde olduğu gibi kimi azınlıklar yıllarca Türk ailelerle iç içe yaşamış, onlarla beraber kazanıp yine beraberce yaşamlarını sürdürmüştür. Bazıları da Vurma Fatma’da olduğu gibi yine Türklerle iç içe bir hayat içinde olmalarına rağmen düşünce olarak hiçbir zaman onlarla birlik olamayan kimselerdir. Bunun Halide Edib’deki tek istisnası yazarın hem anılarında hem de Ateşten Gömlek’inde bahsettiği Madam Tadia adında bir otel işletmecisidir. Ancak bu kadın Ermeni veya Rum değil Çekli bir kimse olması bakımından da ülkedeki

hâkim azınlık grubuna dahil edilemeyecek bir istisnadır.