• Sonuç bulunamadı

2.4. MİLLÎ MÜCADELENİN SEMBOLLEŞTİRİLMESİ

2.4.3. İnsan/Mücadele-Doğa Benzerliği

Benzerliklerden yararlanma edebiyatın, var oluşundan beri kullanmaktan vazgeçmediği bir unsurdur. Gerçeği akıl süzgecinden geçiren yazar/şair benzetmenin de içinde olduğu söz sanatları sayesinde onu ya daha görünür hale getirir ya da fark edilmesini güçleştirir. Özellikle Eski Türk Edebiyatı’nda ve onun biricik edebî gayesi şiirde kullanılmış olsa da edebiyat bir bütündür. Roman, hikâye, deneme gibi düzyazı türlerinin de söz sanatlarına ihtiyacı vardır. Bunu fark eden yazarlar düzyazının ihtiyaçları doğrultusunda söz sanatlarını kullanmaktan çekinmemişlerdir.

Millî Mücadele’yi çeşitli açılardan konu edinen Halide Edib söz sanatlarından biri olan benzetmeyi bu türden eserlerinde bir amaç doğrultusunda kullanır. Yazarın amacı; okurunun gözünde mücadeleyi resmetmektir. Ayşe’ye yakıştırdığı özelliklerle onu önce İzmir’in sonra mücadelenin sembolü yapan yazar,

burada da, sözgelimi Türk askerinden bahsederken ileride örneklendirilecek meşe

benzetmesini yapar. Böylece Türk ordusu bir meşe ormanına teşbih edilir. Okurun

gözleri önünde uzun, sağlam bir meşe ormanı hayali canlanır.

Ateşten Gömlek başta olmak üzere Türk’ün Ateşle İmtihanı, Dağa Çıkan Kurt, İzmir’den Bursa’ya gibi eserlerde böyle benzetmelere rastlamak mümkündür.

Ancak Ateşten Gömlek diğer alt başlıklarda olduğu gibi burada da başı çeker. Savaşın

içinde bir yazarın tüm duygu, düşünce yükünü yüklenen bu eser denebilir ki edebî düzlemde Millî Mücadele’nin sembolüdür. Bu yüzden yazar mücadeleyi bir tablo gibi okurun gözünde canlandırabilmek için benzetmelerden en fazla bu eserde yararlanır.

Halide Edib, ilk benzerliği Salime Hanım’ın evine gelen İngiliz gazeteci vesilesiyle yapar. Yazar, ilk benzetmede İngiliz’e yer vererek okurun muhayyilesindeki tabloda galip devletleri resmetmek ister. Ortaya çıkan resim, İngilizlere yakınlığıyla bilinen Halide Edib için şaşırtıcıdır. Tarihî zaruretler

yazardaki Batı hayranlığını mutlak bir nefrete dönüştürmüştür.350 Batıyı temsilen

eserinde tasvir ettiği İngiliz ise ondaki nefreti edebiyat vasıtasıyla vurgulayabileceği bir objedir.

İzmir’in işgal edilmesi İstanbullu zengin hanımları harekete geçirir. Bazı hanımlar galip devletlerin temsilciliklerine muhtıralar göndererek durumu bir nevi protesto ederken bazıları da İngiliz ve Fransız muhabirleri kendi salonlarında ağırlayarak işgalden duydukları üzüntüyü izah etmeye çalışırlar. Eserin anlatıcısı konumundaki Peyami’nin annesi de İstanbul’un seçkin hanımlarındandır. İstanbul’da böyle toplantılar düzenlemesiyle tanınan Salime Hanım bir akşam yemeğinde Mr. Cook adında bir İngiliz muhabirini Peyami’lerin evine çağırır. Maksadı, o sırada İzmir’den yeni gelmiş, evladının ve eşinin acısıyla dolu, bir kolu da Yunan askeri tarafından kırılmış Ayşe’yi İngiliz’e takdim etmek ve deyim yerindeyse büyük

devletlerden merhamet dilenmektir. Peyami ıstırap ve isyanla hatırladığı bu olayı

aktarırken İngiliz’i şu sözlerle tasvir eder:

“Odada yalnız o varmış gibi oturuyor, iskelet gibi uzun bacakları diz kemikleriyle pantolonunun altından teressüm ediyor, kocaman ince ayaklarını mütemadiyen sallıyordu. Seyrek saçlı kafası, tüyü dökülmüş ihtiyar bir av kuşu

gibiydi. Burnu kocaman, mütecaviz ve havada, bulanık küçük gözleri birbirine yakın

mavi iki boncuk gibi hissiz hissiz bakıyordu. Fakat en bariz hususiyeti dudaklarını örten ve aşağıya sarkan rengi belirsiz bıyıklarıydı. Bu çirkin tüylerin arkasındaki ağız gülüyor mu eğleniyor mu, konuşuyor mu, belli değildi. … Mütekebbir, kendi ile dolu, müstehzi, zaferi başına sıçramış, daima kendi kini için <<yerli>> tabir ettiği müstemleke halkını çizmesinin altında ezen İngiliz İmparatorluğu’nun müstemleke zalimlerinin en cahil ve en aşağı bir enmûzeci.”351

Halide Edib, okurunun zihninde İngiliz muhabiri ve onun nezdinde galip

devletleri tüyleri dökülmüş bir av kuşuna352 benzetmektedir. İzmir’de sadece

yağmalamaya ve yok etmeye dayalı bir işgal politikası güdülmesi yazarın bu

350 İnci Enginün, Halide Edib Adıvar’ın Eserlerinde Doğu ve Batı Meselesi, Dergâh Yayınları, 3.

Baskı, İstanbul 2007, s.178.

351 Halide Edib Adıvar, Ateşten Gömlek, s. 35-36. 352Halide Edib Adıvar, age., s. 35.

benzerliği neden kurduğunu açıkça gösterir. Eserde yalnızca burada karşılaşılan av kuşu benzetmesi bir imgedir. Önceki Batı hayranlığına rağmen I. Dünya Savaşı ve Millî Mücadele esnasındaki tutumları dolayısıyla İngiliz gazeteci vasıtasıyla Batı’yı av kuşu imgesiyle resmeden yazar, bunda ısrarcı olmaz, av kuşu imgesinin Batı’nın sembolü haline gelmesine izin vermez. Halide Edib’in Batı’ya duyduğu nefretin Millî Mücadele Dönemi’yle sınırlı olduğu bu imgeyi bilinçli bir tekrarla sembole dönüştürmek istemeyişinden de anlaşılmaktadır.

Düşmanı betimlediği başka bir kullanım da Türk’ün Ateşle İmtihanı’nda karşımıza çıkar. Yazar Sakarya Savaşı öncesi savaşın olası sonuçlarını ve ordunun durumunu konuşmak için Mustafa Kemal’in yanındadır. Masada ordunun ve düşmanın bulunduğu noktaları gösteren bir savaş haritası vardır. Haritaya bakan yazar, içinde bulundukları durum hakkında alegorik yorumlarda bulunur:

“Yunan ordusu kocaman bir canavar gibi Ankara’ya yaklaşmış görünüyordu. Buna muvazi olarak Sakarya’nın doğusunda Türk ordusu da kıvrılarak

bu canavarın Ankara’yı yutmasına mâni olmaya çalışıyordu. Siyah canavar o kadar

kocamandı ki insana yeis veriyordu.”353

Halide Edib’in bir canavar gibi tasavvur ettiği düşman Yunan ordusudur.

Ankara’yı yutmak niyetindeki bu canavar siyahtır. Ölümü, acıyı simgeleyen siyah burada canavarın bir özelliği gibi verilir. Siyah canavar Ankara’yı yutarsa Ankara da siyahlar içinde kalacak ve daha önce yas örtüsü kısmını izah ederken belirtilen bir matem ve umutsuzluk havası ilelebet Ankara’yı saracaktır. Siyah olmasının yanında bu imge ile yazar okurun, düşmanın korkunçluğunu ve ne kadar tehlikeli olduğunu anlamasını sağlar.

Düşmanını böyle keskin ifadelerle tarif eden yazar, mücadele taraftarlarıyla ve özellikle de Anadolu insanıyla doğada gücü, sağlamlığı simgeleyen canlılar arasında benzerlik kurar. Ateşten Gömlek böyle örneklerin tespit edilebileceği bir kaynak kitaptır.

353Halide Edib Adıvar, Türk’ün Ateşle İmtihanı, s.236.

Ayşe ve Peyami’nin aralarında olduğu bir grup mücadele taraftarı, Anadolu’ya geçerken Sakarya’nın ötesinde bir köyde (Kandıra Köyü) konaklarlar. Köyün ileri gelenlerinden Mürsel Ağa, mücadeleye katkı sağlayabilmek uğruna yola dökülmüş bu kişilere sahip çıkar. Onları evinde misafir eder. Peyami, adamın sakinliğinden çok etkilenir. Ona göre Mürsel Ağa, mücadelecilerin bilmediklerini bilen bu yüzden mücadelecilere bir nevi çocuk bozuntusu gibi bakan biridir. Mürsel Ağa’nın oğulları da Peyami üzerinde iyi bir etki bırakır. Onlar; uzun, geniş ablak yüzlü, aslan başlı Anadolu delikanlılarıdır.354

Halide Edib’in Anadolu gençleri için kullandığı aslan benzetmesi Ayşe’nin hemşirelik yaparken Peyami’ye yazdığı mektupta da tekrarlanır. Beraber yola çıkmalarına rağmen Cemal’den gelen mektup üzerine İhsan ve Peyami’den ayrılan Ayşe, Eskişehir’e gider. Orada bir seyyar hastanede hemşirelik yaparken yaşadıklarından ve yaralılardan mektubunda Peyami’ye bahseder. Yaralılardan birini şöyle anlatır:

“Hastanede ayağından ve karnından yaralı bir esmer çavuş daha var. Başı

aslana benziyor…<<Ah ölmesem, ah ölmesem!>> diyor. Herhalde hayatını bu

kadar sevmesinin bir sebebi var. Su vermek için kaç defa başını kaldırdım, her defasında <<Haticem, Haticem!>> diyor.”355

Yazarın şahit olduklarının ürünü olan hastane sahneleri, onun Anadolu insanına beslediği sevgiyi göstermesi bakımından da dikkat çekicidir. Anadolu insanına duyduğu sevgiyi ve hayranlığı romanında pek çok kez gösteren yazar için İnci Enginün şöyle bir tespitte bulunur:

“Halide Edib’in Anadolu’ya geçmeden önce İstanbul’da tanıdığı Anadolu halkı ile Millî Mücadele yıllarında bizzat temas etmesi Anadolu Türküne karşı büyük bir hayranlık duymasına yol açmıştır. Bu romandan sonradır ki, millî ve aslî

354 Halide Edib Adıvar, Ateşten Gömlek.,s.99. 355Halide Edib Adıvar, age.,s.135.

özelliklerini kaybetmeyen Anadolu köylüsünü Halide Edib her romanında yüceltecektir.”356

Yazar, cesaret ve vakarından ötürü aslana benzettiği askeri, insanî yönden de çizmeye çalışır. Ayşe’nin hemşirelik yaptığı hastanede yatan ve <<Haticem, Haticem!>> diye sayıklayan çavuştan bahsedilen satırlar böyle bir çabanın ürünüdür.

Halide Edib, bunu, en iyi Dağa Çıkan Kurt’ta yer alan Şebben’in Kara Hüseyin’i adlı

öyküde gerçekleştirir. Bir Anadolu kadınının askere giden kocasına duyduğu aşkın ve özlemin anlatıldığı bu öykü, Halide Edib’in Anadolu insanına verdiği değeri de

gözler önüne serer. Anadolu erkeği, Halide Edib için, sadece düşmana göğüs geren

bir asker değil, ardında hikâyeleri olan bir bireydir. Öyle ki Batı Cephesi Komutanı İsmet İnönü bu hikâyeyi okuduktan sonra:

“Orduda kumanda ettiğim yüz bin askerin her birinin evinde bir Şebben olduğunu bilmiyordum. Bu kadınlar bana eşeklerinin üstünde bir bohçe gibi görünürlerdi”357 der.

Yazar, askeri Ateşten Gömlek’te farklı benzetmelerle tasvir etmeye devam

eder. Bunlardan biri yine Ayşe’nin mektubunda yer alan şu cümlelerde saklıdır: “… Hüseyin Çavuş yatağının içinde çocuk gibi büzülmüş ağlıyordu. -Ne var, Hüseyin Çavuş!

- Bursalı, çam ağacı gibi, delikanlı bir sancaktarımız vardı. Metris Tepe’de bizim taburla beraberdi; yanı başımda sancağı kucağında çam gibi devrildi, şehit oldu, onu düşündüm de.”358

Cesaret ve özgüveninden ötürü aslana benzetilen Türk askeri, mertliği, ruhi

ve fiziki sağlamlığı yönünden de çam ağacına benzetilmiştir. Sonbaharda yapraklarını dökmeyen çam ağacı gibi Türk askeri de ahlakının güzelliği ve sağlam karakteriyle etrafındakileri yarı yolda bırakmaz. Bu yüzden asker şehit olduğunda düşmez, çam ağacı gibi devrilir.

356 İnci Enginün, Halide Edib’in Eserlerinde Doğu Batı Meselesi, s.178. 357İnci Enginün, Halide Edib Adıvar, s. 32.

358 Halide Edib, Ateşten Gömlek, s.137.

Asker- ağaç benzerliği romanda bununla sınırlı kalmaz. Ayşe, Eskişehir- Kütahya Savaşı’ndan sonra hastanede yaşadıklarını Peyami’ye anlatmaya devam eder:

“… Çıplak göğüsleri kırmızı yaralar içinde, genç yüzleri ıstırapla mütekallis gözleri sevgililerin hayâlâtıyla dolu, ince uzun vücutlarıyla birçok zabit

doğradık durduk. Sonra ne kadar nefer vardı. Esmer dört köşe, hiçbir kasırganın koparamayacağı meşe kütüklerine benzeyen kavi vücutlarıyla mütemadiyen bıçak

altında inlediler.”359

Hayatta kalabilmek için yaşadığı coğrafyaya benzemekten başka çaresi olmayan Anadolu insanı, vatan müdafaası için Anadolu’nun dört bir yanından çıkıp geldiğinde İstanbullu askerler, subaylar arasında kendi hususiyetlerini belli ederek diğerlerinden farklı olduğunu göstermiş olur. Bunlardan biri, kuvvetli esmer vücutlara sahip oluşudur. Yazar, bir satır önce ince uzun vücutlarından bahsettiği zabitlerle bu farkı ortaya koyar. Zabitlerin dal gibi doğranabilen ince, uzun vücutlarına karşılık neferlerin meşe kütüklerine benzeyen kuvvetli vücutları vardır. Ancak halk arasındaki kullanımıyla ağaca, <<odun>>a benzemek yukarıdaki alıntıda olduğu gibi her zaman olumlu anlamlar içermez. Yazar da bu çelişkinin farkındadır ve Ayşe vasıtasıyla bunu romana taşır:

“Bilir misin Peyami, İstanbul’da Anadolulu hizmetçilere, bilhassa askerlere

hiddet edince <<meşe odunu>> dersiniz. Bu istihfaf için söylenen lakırdının onların

rasânetini, yalnız vücutlarının değil, ruhlarının ve sinirlerinin rasanetini en iyi ifade ettiğini sıtma arasında hastabakıcılık hayatımı yaşayan muhayyilem buldu. Bana

Anadolu ordusu muazzam ve muzlim, eğilmez bir meşe ormanı gibi geliyor.”360

Yazar, asker-ağaç benzetmesinde bununla sınırlı kalmayarak benzerliği

Anadolu’nun her bir köşesinden gelen asker için özelleştirerek sürdürür:

“Bizim İzmirliler bambaşkadır. Bunlar Orta ve Şarkî Anadolu. Nasıl bizimkiler esmer yüzleriyle ekseri mavi gözleriyle çevik, çalak vücutlarıyla rüzgârla

359Halide Edib Adıvar, Ateşten Gömlek, s.139. 360Halide Edib Adıvar, age., s.139.

sallanan ince çamlara, uzun servilere benzerler. İstanbullu daha beyaz, daha başka bir ruh meşesi, daha zarif ve mütekâmil bir insan örneği. Bütün bu ezelî meşelerin rasanetini çamların, servilerin zarafetini ve salıntısını birleştirdikten sonra hepsinden müteşekkil, hepsinden daha mütekâmil bir ağaç ismi bulsam onu İstanbul’a vereceğim. Anadolu kadar rasin, İzmir kadar çalak; fakat bunların

ortasında bir de kendi güzel İstanbul’undan, bin bir türlü Türk ruhunun rüyası olan beyaz İstanbul’undan, güzelliği ve çirkinliği ile gelen harikulade bir mahlûk.”361

Birbirlerinden bazı hususiyetleri bakımından farklı ancak asker ocağının bütünleyiciliği içinde yekvücut olabilmiş tüm ağaç-askerler, nihayet yazar tarafından orman362 imgesiyle birleştirilirler:

“Bu hülyadan sonra kafamda, ordumuzu ötesinde berisinde ince serviler ve çamlar görünen engin bir meşe hâlinde görüyordum. Gölgeleri ezelî, gövdeleri

nâmağlûb, dalları hulya ile çok ciddî ve derunî bir ıztırâbla dolu ormanı. Koca

dünya bunu mütemadiyen biçiyor, büyük ağaçlarını yere seriyor. Fakat yere dökülen tohumlardan daha zengin genç bir orman fışkırıyor. <<Bu orman İzmir’e girecek>> diye sayıklamış ve haykırmışım.”363

Ancak yazar, meşe imgesini örneklendirmeye devam eder. Böylelikle imge sembole dönüşmüş olur. İmgenin sürekli ve bilinçli bir tekrardan sonra sembole dönüşmesi hususunda Wellek ve Waren şunları söylemektedir:

“İmaj (imge) önce bir istiare olarak uyanabilir; eğer o hem bir gösterme hem de bir temsil olarak sürekli bir şekilde tekrarlanıyorsa sembol olur.”364

Bu bağlamda Halide Edib’in sayfalar boyu tekrar ettiği meşe-asker benzetmesi askeri betimleyen bir sembol haline gelir. Sağlamlığı ve boyun eğmezliğiyle bilinen meşe ağacı Türk askerinin Millî Mücadele’deki sembolüdür. Doğaya ait unsurların insana aktarıldığı meşe sembolünü daha da güçlendirmek için yazar; sembole, kutsallığı ve saygıyı çağrıştıran sıfatlar ilave eder:

361 Halide Edib, Ateşten Gömlek, s.139-140. 362 Halide Edib, age., s.140.

363 Halide Edib, age., s.139-140. 364

Rene Wellek-Austin Waren, Edebiyat Teorisi, Dergâh Yay, 1.Baskı, İstanbul 2011, s. 217.

Sedyelerde hâkî esvapları, yıldızlı, aylı başlıkları ile yatan aziz meşeler”365

, ifadesi, meşe sembolüyle Türk askerine atfedilen özelliklerin

kuvvetlenmesini ve okur tarafından askere duyulan saygının artmasını sağlayan bir kullanımdır. Roman kahramanı Ayşe’nin hastanede yaralı askerlere hemşirelik

yapması dolayısıyla kendisini meşe ormanı ortasında366

gibi hissetmesini sağlayan yazar, okurun gözünde orman imgesini de sembolleştirme niyetindedir. Böylelikle tek başına bir asker meşe sembolüyle, Türk ordusu ise orman sembolüyle okur için resmedilmiş olur.

Meşe ve orman benzetmelerinde bu kadar ısrarcı olan yazar, ifadeyi kuvvetlendirmek adına başka imgelerden de güç almaya çalışır. Ancak bunlarda diğerlerinde olduğu kadar ısrarcı değildir. Roman kahramanlarının hepsi Sakarya Savaşı’nda ateş hattında bilfiil mücadele edecek grup arasındadır. Ayşe herkesin ateşe bu kadar yakın olmasını Divan Edebiyatı’nda sıkça kullanılan pervane benzetmesiyle vurgular:

“Sen de mi ateşe? Hepiniz pervaneler alayı gibi ateşe koşuyorsunuz.”367 Geceleyin ışığın çevresinde dönen bu küçük kelebek, Divan şiirinde âşıkı temsil eder. Muma âşık olarak kabul edilen pervane, mumun etrafında dönerken öyle bir an gelir ki kendisini mumun alevine bırakır. Kendisi pervaneye sevgilisi de muma

teşbih edilen âşık, onun uğruna canını feda etmeye hazırdır.368 Divan Edebiyatı’nın

aşkı sembolize eden mazmunlarından biri olan pervane imgesinde uğruna can feda edilecek kadar kıymetli olan şey kurtuluş, bağımsızlıktır. Her an canını feda etmeye razı olan pervaneler, askerler, mücadeleye bir şekilde destek veren Türk halkıdır. Ateş ise mücadelenin zorluğunu ve savaşın yakıcı tehlikesini vurgulayan bir unsurdur. Meşe benzetmesinde olduğu gibi yepyeni bir imge yaratmak yerine ananevi edebiyattan aktarılarak gelen bir mazmunu tekrar etmeyi seçen yazar, bu sayede oluşturduğu imgeyi izah etmek zorunda kalmaz. Yüzyıllar boyu işlenerek incelmiş bir zevki ve artık sabitleşmiş bir hayali buna hiç de yabancı olmayan

365

Halide Edib, Ateşten Gömlek, s. 141.

366

Gös. yer.

367

Halide Edib, Ateşten Gömlek, s. 196 .

368İskender Pala, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, Kapı Yay., 14. Baskı, İstanbul 2005, s. 370.

okuruna sunar. Böylece okur, mücadeleye gönül verenleri pervaneler gibi korkusuz, onlar gibi bir amaç uğruna canını feda etmekten çekinmeyen kimseler olarak görür.

İnsan-doğa benzerliğine dayalı imgelere yazarın Türk’ün Ateşle İmtihanı isimli anı kitabında da rastlanmaktadır. Yazar, “1918’den 1923 sonlarına kadar İstiklal Savaşı’nı içine alan”369

bu eserin daha Sunuş kısmından imgelerle mücadeleyi resmetmeye başlar. Kitabını okurlara tanıttığı bu kısımda Halide

Edib;“…bu hatıralar asıl, bütün bir memleketin, üç yıl sonunda İzmir’e nasıl

önüne geçilmez bir sel gibi beraberce aktığını gösterir”370

ifadesiyle insan-doğa arasındaki ilk benzerliği oluşturur.

İzmir’in işgali Millî Mücadele sürecinde tüm halkı mücadeleye destek vermesi için etkileyen en önemli itici güçtür. Düşman işgalinden en son kurtulan şehir de İzmir’dir. Bu bağlamda, İzmir’in işgalden kurtulması, tüm yurdun düşmandan temizleneceği manasına geldiğinden Halide Edib’in deyimiyle bütün bir memleket önüne geçilmez bir sel gibi371 İzmir’e akar. Önüne geçilmez sel imgesiyle Halide Edib, Millî Mücadelenin karşı konulmazlığını vurgulamak niyetindedir.

Çünkü gerek işgal kuvvetleri gerek İstanbul Hükümeti tarafından mücadele

engellenmek istenmiş ancak hiçbir engel halkın esaretten kurtulma isteğinin önünde duramamıştır. Mücadeleye katılan herkesi sel suyundaki damlalara benzeten yazar; bu damlaların selden ayrılmayıp beraberce akması gibi memleketin de nihai kurtuluşa kadar birbirinden ayrılmadan hedefe ilerlediğini belirtir. Muhayyileyi harekete geçiren sel imgesi aynı zamanda gücü de çağrıştırır. Bu benzetme, kurtuluş isteyenlerin çokluğuna ve kurtulma isteklerinde ne kadar kararlı olduklarına da işaret eder.

Türk’ün Ateşle İmtihanı’nda, örneklerine Ateşten Gömlek’te rastlanan bireyi, gücü simgeleyen canlılarla özdeşleştirmeye dayalı imgeler de yer almaktadır. Ateşten

Gömlek’te aslan başlı Anadolu delikanlıları372 ifadesine benzer bir kullanım burada,

Halide Edib’in Anadolu’ya, işgal kuvvetlerine yakalanmadan kaçma planları

369

Halide Edib, Türk’ün Ateşle İmtihanı, s. 13.

370 Halide Edib, age., s. 13. 371 Gös. yer.

372 Halide Edib, Ateşten Gömlek.,s.99.

yaptıkları Köseler Köyü’nde tanıştığı Arslan Kaptan isimli bir çete reisine seslendiği “Sen demek burada kaplanların şefisin!” 373

cümlesinde kendini gösterir. Cümlede, yakın anlamıyla Kaptan’ın ismine gönderme yapan, uzak anlamıyla bahsedilen çetenin üyelerini kaplana benzeterek böyle bir çetenin liderinin de arslan olabileceğini ima eden tevriyeli bir söyleyiş bulunmaktadır. Güçlü ve cesur oldukları için hem bahsi geçen çeteyi hem de liderlerini öven Halide Edib, oluşturduğu kaplan imgesine, Arslan Kaptan’ın fiziksel bazı özelliklerinden de destekleyici örnekler verir:

“Yüzü İsa’nın resimlerine benzeyen, kendisi mini mini bir adamdı. İnce, uzun bir çene, muntazam bir burun, çocuk gibi gözler. Bu kaplana benzeyen yüzün vücudu ne kadar başkaydı. Ayakları yere dokununca, derhal kaplanvari bir süratle yukarıya kalkıyor ve vücudu atılan bir ok yayı gibi hareket ediyordu.”374

Ateşten Gömlek’in hemşire Ayşe’si için de zemin oluşturan Halide Edib’in hemşirelik yaptığı günlere ait bir hatırada yine böyle bir imge söz konusudur. Hastanede yataklardan birinde yatağına sığmayacak kadar uzun boylu bir çavuş

yatmaktadır. Karnından yaralı olan, doktorunun iyileşmesini mümkün görmediği bu

yaralı asker Halide Edib ve çevresindekilerin dikkatini çeker. Yazarı ve yaralı askeri tanıyan başka bir çavuşun ise tanıdığı askerin durumundan duyduğu üzüntüyle;“Biz onunla beraber savaştık. Bir arslandır. Bir kadının elinden kaşıkla süt içmesi ne tuhaf!”375 sözlerini sarf etmesi çavuşun duyduğu şaşkınlığı ve teessürü ifade eder. Farklı eserlerde de olsa bilinçli bir şekilde sıklıkla tekrar edilen arslan imgesi muhayyileyi harekete geçirmekten öte yazar tarafından sembole dönüştürülmüştür. Böylece okurun zihninde yazarın yaratmak istediği tabloda, Türk askeri gücü, cesareti ve yiğitliğiyle aslana/kaplana denk düşer. Türk askerinin sembolü edebî düzlemde aslandır.

Böyle bir benzetme yazar tarafından Millî Mücadele’nin lideri Mustafa