• Sonuç bulunamadı

4. NÜZÛL SEBEPLERİ İLE İLGİLİ YANLIŞ TELAKKÎLER

1.3. Mezhep Taassubu ve Taklitçilik

Taassup, lugat olarak sülâsî mezîd fiilinin “tefe’ul” vezninden bir mastardır. Sülâsi aslında, birleştirme, bir araya getirme, sevme ve bir şeye rıza gösterme,177 bağlama, kuşatma anlamlarına gelir. Taassup, asabiyet sahibi olmak anlamına da gelmektedir. 178

Kavram olarak da birinin, haklı-haksız ayrımı yapmaksızın tarafgir davranması, taraftarlık yapmasıdır. Yine, bir mesele âyan-beyan ortaya çıktıktan sonra herhangi bir tarafa meyilden dolayı hakkı kabule yanaşmamak da taassuptur.179

Taklit ise, yine sülâsî mezîd fiilinin “tef’il” vezninden mastardır. Delillerini bilmeden, doğruluğunu araştırmadan ve üzerinde düşünmeden başkasına ait söz veya hareketleri olduğu gibi kabul etmektir.180

İslâm dini prensip olarak fikrî kölelik anlamına gelen körü körüne taklidi

174 Necm 53/27-28.

175 Izutsu, Toshihiko, Kur’an’da Allah ve İnsan (tr. Süleyman Ateş), Kevser Yay., Ank., tsz., s. 19; Çelik, Ahmet, Kur’an Semantiği, s. 148-149.

176 Zeydan, Abdulkerim, el-Vecîz fî Usûli’l-Fıkh, Müessesetü’r-Risale, 3. bs., Beyrut, 1990, s. 341. 177 İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, I, 602-608 (a-s-b md.).

178 el-Isfehânî, Râğıb, Müfredât, s. 353 (a-s-b md.); Candan, Abdulcelil, Kur’an Tefsirinde Sapma, s. 99. 179 Bkz. İbn Manzûr, a.y.; Tehânevî, Muhammed Ali b. Ali, Keşşâfu Istılahâti’l-Fünûn, Kahraman Yay.,

İst., 1984, III, 363. 180 Tehânevî, a.g.e., I, 1187.

reddetmiş,181 ilk hedef olarak da insan aklını taklit ve hurafe esaretinden kurtarıp

hürleştirmeyi seçmiştir. Zira taklit, düşüncede çöküşe ve görüşte körlüğe sebebiyet verir. Bununla birlikte zaman zaman insanımız taklit esaretinden kendisini kurtaramamış ve mezhep görüşlerinden dışarıya çıkamamıştır. Aslında bu, mezhep imamlarına kendilerinin üstlenmedikleri bir misyonu yüklemek anlamına geliyordu.182 Zira onlar böyle bir tutuma sıcak bakmıyorlardı.183

Taassup ve taklidi şundan dolayı aynı başlık altında birleştirdik: Tariflerden de anlaşılacağı üzere ikisinde de ortak payda, aklın kullanılmaması, hatada ısrar edilmesi, yanlış-doğru demeden birinin görüşünün ardından gidilmesidir.184 Anlaşılıyor ki, taassup, daha önce ele aldığımız önyargılı yaklaşımın daha ileri bir aşamasıdır/boyutudur. Kişinin önyargı ve fikirlerine gözünü kör edercesine, tavizsizce boyun eğmesi, taassup demek oluyor.

Taassup ve taklitçilik, ne olursa olsun, bir görüş ya da anlayıştan asla

181 Maide 5/104; Enbiyâ 21/53-54; Lokman 31/21; Ahzâb 33/67; Zuhrûf 43/22-24.

182 Köse, Saffet, “İslâm Hukuk Düşüncesinin Bazı Problemleri –Bir Zihniyetin Eleştirisi-”, İslâmiyât, II (1999), I, s. 41.

183 Meselâ şu sözler bizzat mezhep imamlarına aittir: Ebû Hanîfe (v. 150/767): “Nereden söylediğimizi (hükmümüzün delil ve kaynağını) tetkik edip bilmeden bizim re’yimizle fetva vermek hiçbir kimse için helal değildir.” Bu söz onun talebesi Ebû Yûsuf’a (182/798) da nispet edilmektedir. “Bu benim re’yimdir ve elde edebildiğim görüşlerin en iyisidir. Bundan daha iyisini bulan olursa onu kabul ederiz.” İmam Mâlik (179/795): “Şu kabrin sahibi (Rasûlullah) hariç herkesin sözü kabul edilebilir ve reddedilebilir. Ben bir beşerim. Hata da ederim isabet de. Rey ve ictihadımı inceleyin. Kur’ân ve Sünnete uyan her sözümü alın. Onlara uymayan bütün sözlerimi de terk edin. Kendi imamını taklit yüzünden sahabe kavlini terk eden kimseye tevbe teklif edilir.” İmam Şâfiî (204/819): “Delilsiz olarak bilgi toplayan kimse gece karanlığında odun toplayan kişiye benzer. Topladığı bir arkalık odunu, yüklenirken bunun içinde kendisini sokacak bir yılanın bulunduğunu bilmez… Sahih hadis bulununca mezhebim odur.” Yine İmam Şafiî tartıştığı kişiler için şöyle dua ederdi: “Allah’ım, onun kalbine ve diline doğruyu ihsan et. Eğer doğru olan benim söylediğim ise onu bana tabi kıl, eğer doğru onun dediği ise beni ona tabi kıl.” Ahmed b. Hanbel (241/855): “Dinini hiçbir müctehide ısmarlama! Hz. Peygamber ve ashabından geleni al. Sonra tabiîler gelir ki kişi bunlarda muhayyerdir… Ne beni, ne Malik’i, ne Sevrî’yi, ne de Evzâî’yi taklit et. Hüküm ve bilgiyi onların aldığı kaynaklardan al.” (İzzüddin b. Abdisselam, Ebû Muhammed es-Sülemî, Kavâ’idü’l-Ahkâm fi Mesâlihi’l-Enâm, Beyrut, 1410/1990, II, 305; Zehebî, Muhammed b. Ahmed, Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ (Nşr. Şuayb el- Arnâud- Nezir Muhammed), Müessesetü’r-Risale, 7. bs., Beyrut, 1410/1990, VIII, 93-94; İbn Kayyim, Ebû Abdillah Şemsüddin Muhammed el-Cevziyye, İ’lâmü’l-Muvakkı’în ‘an Rabbi’l-’Âlemîn, Dâru’l-Beyan, Dımeşk, 1421/2000, I, 530; Köse, Saffet, a.y.)

vazgeçmemeye ve ne yaparsa yapsın, ne söylerse söylesin, peşinden gidilen kişiye kayıtsız-şartsız bağlılığa yol açmaktadır. Bunlar da metni veya sözü gerektiğinde tevil etmeyi, hatta tahrifi beraberinde getirmektedir.

Taassup ve taklidin, âyet ve hadislerde ne şekilde yasaklanıp tenkit edildiği konusuna değinmeden, doğrudan bu iki menfî tavrın, müfessiri nasıl yanılgıya ittiğine dair örnekler vermek istiyoruz:

Bid’at fırkaların dışında kalan ve Ehl-i Sünnet’ten sayılan ekollerde de taassubun etkili olduğuna, meşhur Hanefî âlimi Abdullah el-Kerhî’nin (340/951) şu ifadeleri tanıklık etmektedir: “Mezhebimize muhâlif düşen her âyet ve hadis, ya te’vîle (yoruma)

açıktır ya da neshedilmiştir.”185

Kiyâ el-Herâsî diye bilinen Şâfiî âlim İmadüddin Ali b. Muhammed (504/1110) de

Ahkâmü’l-Kur’an adlı eserinin mukaddimesinde özetle şu şaşırtıcı görüşlere yer verir:

“Kadîm ve muteber mezhepleri, mütekaddimûn ve müteahhirûn ulemanın görüşlerini inceledim, araştırmalarını ve fikirlerini tarttım. Sonuçta gördüm ki, Şafiî mezhebi bunların en doğrusu, en olgunu ve en sağlamı. Bundan dolayı, onun mezhebini Allah’ın Kitabı’na tatbik etmekten daha açık, sağlam ve yetkin bir yol bulamadım. Gördüm ki Allah, onun/Şafiî’nin dışındakilere kolaylaştırmadığı şeyleri ona gizli kılmamış ve kapılarını açmış. Bundan dolayı Ahkâmü’l-Kur’an konusunda, İmam Şafiî’nin kapalı, müşkil konularda bulup çıkardığı delilleri ve görüşleri açıklamak amacıyla bir kitap oluşturmak istedim.”186

Konuyla ilgili bir diğer örnek şudur: Fatiha sûresindeki, “(Allah’ım!) Bizi dosdoğru

yola ilet! Kendilerine nimet verdiklerinin yoluna…”187 âyetini şöyle tefsir edenler olmuştur: “Bu âyet, sıddıkları (dosdoğru-dürüst kimseleri) haber vermektedir: Ebûbekir (r.a.) da onlardan olduğuna göre onun hilâfeti meşrû’ demektir.”188

Hz. Ebûbekir, sahabenin seçim ve istişareleriyle başa geçmiş, cennetle müjdelenmiş ve tüm iyi hasletlere nail olabilmiş, Kur’an tarafından da övülen güzîde bir halifedir. Fakat onun hilâfetinin meşru’ oluşunu Fatiha sûresiyle ispatlamaya anlam vermek, oldukça güçtür. Ayrıca “Diğer halifelerde bu özellik yok muydu?” şeklindeki bir soru

185 Zehebî, et-Tefsîr, II, 470.

186 Kiyâ el-Herâsî, İmadüddin Ebu’-l-Huseyn Ali b. Muhammed et-Taberî, Ahkâmü’l-Kur’an, Dâru’l- Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1403, I, 2.

187 Fâtiha 1/5-6.

188 Şenkîtî, Muhammed Emin, Advâu’l-Beyân fî İzâhi’l-Kur’an bi’l-Kur’an, Mektebetü İbn Teymiyye, Kahire, 1988, I, 36.

da akla gelmiyor değil.189

Aynı âyet, Şiî gelenekte ise şöyle açıklanır: “Sırat-ı müstakîm, Emîru’l-Mü’minîn Ali ve onun marifetidir. O, Ümmü’l-Kitap’ta geçen mü’minlerin emiridir.”190

Görüldüğü gibi aşırılık, başka aşırılıkları doğurmuş; farklı mezhep, meşrep, anlayış ya da eğilimlere sahip müfessirler, birbirlerine nazire yaparcasına âyetlere kendi gözlükleriyle bakmaktan geri duramamışlardır. Bu yaklaşımların temelinde yine taassup ve taklit bulunmaktadır.

Meşhur Hanefî fıkıhçısı Ebubekir Cassas (370/981), kendileriyle evlenilmesi haram olan kişilerden bahseden Nisa 4/23. âyetin tefsirinde, Hanefîlerle Şafiîler arasında söz konusu olan “Bir kadınla zina yapan kişiye, o kadının kızıyla evlenmesi helal midir, değil midir?” şeklindeki ihtilâfı zikrettikten sonra, İmam Şafiî’nin başkalarıyla yaptığı münazaralara uzunca yer verir. Şafiî (204/819) hakkında Cassas gibi bir âlime hiç de yakışmayacak tarzda sert eleştirilerde bulunur. Onun, kendisiyle tartışan kişinin sorusuna verdiği cevapları beğenmeyerek; “Şayet bizim ashabımızdan mübtedî/yeni

yetme, toy olanlar böyle konuşsaydı, bu delillerin kusuru, yetersizliği o insanlara gizli kalmazdı.” gibi sözlerle ona karşı çok ağır ifadeler kullanır.191

Ondan sonra gelen ve yukarıda kendisinden bahsettiğimiz Kiyâ el-Herâsî (504/1110) ise konuyla ilgili olarak Cassas’ı, Şafiî’nin görüşünü, sözünün manasını anlamamakla itham eder. Meşhur deyimiyle her makama ait bir söz olduğunu, onun iki farklı şeyi ayırt edemediğini, Allah’ın Kitabı’nı sadece bazı “rical”in anlayabileceğini, onun ise bunlardan olmadığını ifade eder. (Cassas’ı kastederek,) “Râzî’nin cehaletini,

bu tartışmanın siyakındaki kelâmın manalarını bilmedeki yetersizliğini gösterecek daha güzel bir şey olamazdı.” diyerek, Şafiî’nin görüşlerini açıklamaya başlar.192

Bu örneklerle birlikte, mezhep taassubu ve birini bütünüyle taklit anlayışının, Ehl-i Sünnet’in iki Fıkıh mezhebinin mensuplarını hangi noktalara getirebildiği ortaya çıkmış oldu. Artık diğer marjinal grup ve akımların taassupla veya kayıtsız-şartsız taklit anlayışıyla hareket ettiklerinde neler yapabileceklerini tasavvur etmek hiç de zor

189 Candan, Kur’an Tefsirinde Sapma, s. 108.

190 Kummî, Ebu’l-Hasen Ali b. İbrahim, Tefsîru’l-Kummî, Müessesetü’l-A’lemî, 1. bs., Beyrut, 1991, I, 41.

191 Cassâs, Ebubekir Ahmed b. Ali er-Râzî, Ahkâmü’l-Kur’an (Nşr. M. Sâdık Kumhâvî), Dâru İhyai’t- Türâsi’l-Arabî, Beyrut, 1405, II, 118.

192 Kiyâ el-Herâsî, Ahkâmü’l-Kur’an, II, 385. Bu vb. örnekler için bkz. Tahir Mahmud Muhammed Yakub, Esbâbü’l-Hata’ fi’t-Tefsîr, Dâru İbni’l-Cevzî, Suudi Arabistan, 1425/2004, II, 670 vd.

olmayacaktır.

Rafızîlerin, “Ebû Leheb’in iki eli kurusun!”193 âyetindeki “iki el” ile kastedilenlerin Ebûbekir ve Ömer olduğunu söyleme cür’etini gösterebilmeleri ise taassupla dahi izah edilemeyen, art niyetli bir okuma örneği olarak ifade edilebilir.194