• Sonuç bulunamadı

Gaybî Konulara ve Gereksiz Ayrıntılara Dalmak

2. USULDEN KAYNAKLANAN SEBEPLER

2.6. Gaybî Konulara ve Gereksiz Ayrıntılara Dalmak

Gayb, duyu organlarıyla varlığı bilinemeyen hususlar hakkında kullanılır. Bunlar sadece peygamberlerin haber vermesiyle bilinebilir. Peygamber ise, ancak Allah (c.c.) bildirdi ise bilgi sahibidir. Allah’ın zâtı, sıfatlarının içyüzü, melekler, cennet-cehennem, arş, kürsî, Levh-i Mahfûz vs. konular, gayb kapsamına dahildirler.321

Varlıklar, bilindiği gibi iki kategoride incelenir:

a-Gözle görülüp elle tutulan, varlıklarını hissedebildiklerimiz (somut),

b-Duyu organlarıyla bilinmeyen ve anlaşılmayan, fakat varlıklarını peygamberler vasıtasıyla öğrendiklerimiz. Allah (c.c.) müttakî mü’minleri henüz Kur’an’ın başında tanıtırken “gayba iman”ı onların birinci vasfı olarak zikretmiştir.322 İman da zaten, ortada olmayanı kabullenmektir. Gözle görüleni onaylayıp tasvip etmenin adı ise şehâdettir. Kelime-i şehâdetteki “şahitlik” de, iman esaslarına gözle görüyormuşçasına inanmak gayesine matuf olmaktadır.

Kur’an, sarih biçimde gaybın yalnızca Allah tarafından bilindiğini ifade etmektedir. İlgili âyetlerin mealleri şöyle:

-“De ki: Gayb, yalnız Allah’ındır.”323

-“Gaybın anahtarları O’nun yanındadır. Onları O’ndan başkası bilmez.”324 -“De ki: Göklerde ve yerde gaybı Allah’tan başka kimse bilmez.”325

-“Bana ve size ne yapılacağını da bilmem.”326

320 Zehebî, et-Tefsîr, II, 465’ten naklen İbn Sîna, Câmiu’l-Bedâi’, 1917, s. 27, 28.

321 Isfehânî, Râğıb, Müfredât, s. 338-384; İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, I, 654-656. Ayrıca bkz. Candan, Kur’an Tefsirinde Sapma, s. 157.

322 Bakara 2/3. 323 Yunus 10/20. 324 En’âm 6/59. 325 Neml 27/65.

-“De ki: Ben, kendime Allah’ın dilediğinden başka ne bir fayda ne de bir zarar verme gücüne sahibim. Eğer gaybı bilseydim, elbette çok hayır elde ederdim.”327

-“Gaybı bilen O’dur. Gizli bilgisini kimseye göstermez. Razı olduğu elçi müstesna…”328Buradaki konu da kıyametin bilgisidir ve onu da kimse bilmemektedir.

Görüldüğü gibi ilk beş âyette gaybı Allah’tan başka kimsenin bilmediği kesin olarak belirtilirken, son âyette O’nun râzı olup izin verdiği elçi, istisnâ edilmiştir.

Allah Rasûlü de mutlak anlamda gaybı bilmiyordu. Allah’ın kendisine bildirdiği bazı olayları bilmekteydi. Şayet her türlü gaybı bilseydi, eşi Hz. Âişe ile ilgili olarak düzenlenen komploda, vahyi beklemeden onun beraatini ilân ederdi. Yine Bi’r-i Maûne ve Raci’ isimleriyle bilinen acı hâdiselerde şehîd edilen pek çok kurrânın âkıbetini bilir ve tedbirler alırdı.

Rasûlullah’ın durumunu en iyi bilenlerden Âişe validemiz bu konuda şöyle der: “Kim Muhammed’in yarın ne olacağını bildiğini iddia ederse Allah’a büyük bir iftirada bulunmuş olur.”329 Allah’ın, Rasûlü’ne haber verdiği gaybî konulara Hz. Fatıma’nın vefatı, Hayber’in düşeceği, İstanbul’un fethine dair bazı bilgiler misal gösterilebilir.330

Bize bildirilmeyen ve bilmemizin de bir yarar sağlamayacağı gaybî konular ve geçmişe dair kıssalarla ilgili bazı ayrıntılar üzerinde fikir yürütmek, tefsirde önemli bir yanılgı nedenidir. Özellikle Kur’an kıssalarının tefsirinde, hakkında sahih hadisler bulunmamasına rağmen olay kahramanlarının isimlerine dair, hatta meselâ Ashab-ı Kehf’in köpeğinin adında olduğu gibi tamamen gereksiz konularda kendini bilgi vermek zorunda hissetmesi, müfessirin büyük yanlışlara düşmesine yol açmaktadır. Bu tür bilgileri verirken başlıca kaynak, tabii ki Ehl-i Kitap ve isrâîliyyât denen kültür olmaktadır. Bu gibi ayrıntılara dalmak ise, Kur’an’ın kıssalarla gözettiği hedeflere taban tabana zıttır. Çünkü böylelikle okuyucu, ayrıntı ve dayanaksız bilgiler içinde kaybolmakta ve kendisinin kıssadan gereken manada mesaj alması da zorlaşmaktadır. Allah Teâlâ’nın, dileseydi kıssaları bütün teferruatıyla anlatabileceği gerçeği, hiçbir zaman unutulmamalı diye düşünüyoruz.

Hz. Ömer’in gereksiz gaybî konulara dalanlara, gaybî konulara dair müteşâbihler

326 Ahkâf 49/9. 327 A’râf 7/188. 328 Cinn 72/26-27. 329 Müslim, “Îman”, 287.

konusunda fikir yürütmede ısrarcı davrananlara birtakım cezaî müeyyideler uyguladığı, meselâ onları sürgün ettiği nakledilmektedir.331

Kur’an’da geçen ve bazı sahih hadislerde kıyamete yakın çıkacağı haber verilen

Dâbbetü’l-Ard hakkında faydasız ayrıntılara girilmiş ve hatta açık-anlaşılır durumdaki âyet, anlaşılmaz bir hâle getirilmiştir:

“Va’dedilen söz başlarına geldiği zaman, onlara yerden bir dâbbe (yaratık) çıkarırız. O da insanların âyetlerimize içtenlikle inanmadıklarını söyler.”332

Halbuki konu, gaybî bir meseledir. Benzer konularda vahiy dışında hüküm verilemeyeceği bilindiği halde hayvanın çıkış yeri, eni, biçimi, boyu, rengi, ayağı, kanat sayısı vs. hakkında yersiz ayrıntılara girilmiş ve âyet, hedefinden uzaklaştırılmıştır.333

Bakara 2/248. âyette geçen sekîne hakkında da yersiz tafsîlâta girilmiş ve âyetin asıl hedefi neredeyse kaybedilmiştir. Sekîne, hayvanlara benzetilmiş, organlarının biçim ve ebatları verilmeye çalışılmıştır.334

Şevkânî (1250/1835) de bu kelimeyle ilgili olarak rahmet, iç huzuru, rüzgâr şeklinde bir şey, Allah’tan gelen ruh, kedi büyüklüğünde bir hayvan… gibi görüşleri naklettikten sonra, birbirine zıt bunca naklin Yahudilerden Müslümanların zihinlerini bulandırmak için aktarılmış şeyler olduğunu, çoğunlukla da bunların çelişkili ve aklen muhal haberlerden oluştuğunu ifade eder.335

Müfessirler bunları -herhalde bu bilgilerin gerçek olma ihtimalinin zayıflığından olsa gerek- genellikle

=>.

(qîle) lafzıyla aktarmışlardır. Yani bunlara kendileri de aslında pek fazla itibar etmemektedirler. Ama nedense yine de değinmeden geçememişlerdir. Yani daha önce de üzerinde durduğumuz gibi gelenekten kendilerine ulaşanı, onca gereksiz ayrıntıyı aktarma zorunluluğu hissetmişlerdir.

Yine “Nûn. Kaleme ve (onunla) yazılanlara andolsun.”336 âyetindeki mukattaa

331 Şâtıbî, el-İ’tisâm (Nşr. Ahmed Abdüşşâfî), Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2. bs., Beyrut, 1991, II, 309. 332 Neml 27/82.

333 Örnek olarak bkz. Nesefî, Medârik, III, 880.

334 Taberî, Câmiu’l-Beyân, II, 264-267; İbn Ebî Hatim, Abdurrahman b. Muhammed b. İdris er-Râzî, Tefsîru’l-Kur’ani’l-Azîm (Nşr. Es’ad Muhammed Tayyib), Mektebetü Nezzar el-Bâz, Mekke-Riyat, 1997, II, 468-469; Zemahşerî, el-Keşşâf, I, 289; Ebû Hayyân, el-Bahru’l-Muhît, II, 271; Ebu’s-Suûd, İrşâdü Akli’s-Selîm, I, 241; Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, I, 334-335.

335 Bkz. Şevkânî, a.y. 336 Kalem 68/1-2.

harflerinden olan “nun” hakkında çok değişik görüşler ileri sürülmüştür. Onun, yeri sırtında taşıyan ve suda yaşayan bir balık olduğu, onun altında bir öküzün bulunduğu, öküzün altında bir kaya, onun da altında bir öküzün varlığı vs. ifade edilmiştir.337

Bu gibi yaklaşımlar, âyetler hakkında delilsiz ve dayanaksız olarak fikir yürütmekten öteye geçmez. Kaldı ki “nun” vb. harfler, en isabetli yoruma göre Kur’an’ın benzersizliğini haykıran bir nevi meydan okuyuştur ve bu gibi anlamları salt harf olmaları sayesinde vermektedirler. Bunların harf değil başka bir varlık veya ona ait bir simge olduğunu söyleyebilmek için elimizde hiçbir delil mevcut değildir. Hurûf-u mukattaa hakkında sahabe ya da tabiînden gelen sağlam bir nakil bilmiyoruz. Bu durum onların bu kullanıma aşina olduklarını ve bunlar üzerinde uzun uzadıya fikir tartışmaları yapmadıklarını da gösterir. Bundan dolayıdır ki bu tür iddialar, karanlığa taş atmaktan başka bir şey ifade etmez.

Diğer taraftan, gaybî konularda merak sahibi olunduğu takdirde Kur’an, sanki Allah’a rağmen tefsir edilmiş olmaktadır. Zira Allah Teâlâ, Kur’an’da kulluğumuza yönelik hususları derinlemesine açıklamış, yer yer de belli hikmetler doğrultusunda bazı konuları fazla açmamıştır. Tabii ki bunlar, kulların bilmesi gerekmeyen, belki onların acizliğini tescilleyen ve imtihanın birer parçası olan alanlardır. Peygamberimiz’in (s.a.s.) şu meşhur sözü bize bu konuda da ışık tutmaktadır: “Kendisini ilgilendirmeyen şeyleri bırakması, kişinin Müslümanlığının güzelliğindendir.”338