• Sonuç bulunamadı

2. TUHFETÜ’L-İSLÂM

2.1.2. Siyer-i Muhammediyye

2.1.2.1 Mevlid-i Muhammedi

. Kur’ân’ın “Maide sûresinin 15. âyetinde de” işaret edildiği üzere Cenab-ı Hakk’ın

bulunup da diğer hiçbir şeyin bulunmadığı bir zamanda Cenab-ı Hakk’tan bir muhabbet zuhur eder. Bir nûr şeklinde ortaya çıkan bu ilâhi sevgi âlemin yaratılışına sebep olacak olan Nûr-ı Muhammedi’dir. Tuhfetü’l-İslâm’da bu husus şu beyitlerle izah edilmiştir:

Hak Teʿâlâ itmeden kevni binâ

Nûr-ı fersîden ayırdı bir ziyâ (s. 40/ 378)

Öyle fermân eyledi kim işbu nûr

İtdi mahbûbım içün benden zuhûr (s. 40/380)

Resûl-i Ekrem, kaynaklarda Cenâb-ı Hakk’ın en sevgili kulu (Habîbullâh) peygamberlerin sonuncusu, insanların en hayırlısı olarak tasvir edilir. Âlem onun için yaratılmıştır. Cihan, onun güzelliğinin bir tecellisi olarak varlık bulmuştur. Hakikat nûru onunla parlamıştır. Dinî-tasavvufî edebiyatta da sıklıkla kullanılan ve İslâmî kaynaklarca

da hadîs olduğu rivayet edilen; “Sen olmasaydın âlemleri yaratmazdım”165 ifadesi hem

Allah’ın habibine duyduğu sonsuz muhabbeti açıklar nitelikte hem de peygamber

165 Mehmet Demirci, “Hakîkat-i Muhammediyye”, İA, Türkiye Diyanet Vakfı Yay., İstanbul 2011, C. 15, s. 180.

54

efendimizin madde itibari ile peygamberlerin sonuncusu olmasına karşın, mana itibari ile bütün peygamberlerin ve yaratılanların evveli olduğunun da bir ispatı mahiyetindedir.

Ezelde yaratılan Hz. Muhammed’in nûru önce beşerin babası Hz. Âdem’in alnında zuhûr etmiş, ondan Hz. Havva’ya, Havva’dan oğlu Hz. Şit Aleyhisselâm’a, İdrîs Aleyhisselâm’a, insanlığın ikinci babası Hz. Nûh’a, Allah’ın “Halilim” sıfatına mazhar olan peygamberi Hz. İbrahim’e, İbrahim’den de Hz. İsmail’e ve son olarak da nûrun asıl sahibi Hz. Muhammed (s.a.v)’e intikâli ile Allah, nûrunu tamamlamıştır. Mehmed Rıfat, eserinde bu intikâl sürecini şu beyitlerle izah etmektedir:

Ol ziyâyı sonra ol Rabb-i kadîr

Âdemin alnında kıldı müstenîr (s. 40/379)

Turdı anda nûr-ı Ahmed hayli sâl Soñradan Havvâ’ya itdi intikâl

Geçdi Havvâ’dan da nûr-ı Mustafâ Gitdi Şît’i eyledi revnak-fezâ

Geçdi İdris’e vü Nûha bir zamân Virdi İbrahîm ü İsmâʿîle şân

Soñra İsmâʿîlden ol nûr-ı hüdâ

Hep teselsül üzre oldı rû-nümâ ( s. 40/ 382-385)

Allah Resûlü’nün nûru insanlık tarihi boyunca her devirde ve dönemde âdemoğulları soyunun en şerefli ve temizlerinden süzülüp seçilen nebiler vasıtasıyla kendisine intikâl edinceye kadar ilâhi kudret yardımıyla bütün şer ve kötülüklerden korunmuştur. Mehmed Rıfat, bu hususu şu beyitlerle ifade etmiştir:

Böyledir nakl-i sahîh üzre haber Sakladı şerden anı Rabbü’l-beşer

Hângi salb ü rahme kondıysa o nûr

İtmedi şirk ü riyâ andan zuhûr (s. 41/382, 383)

Resûl-i Ekrem Efendimiz’in ceddi Abdulmuttalib’in asıl adı Şeybe’dir. Babası Haşim, annesi Medineli Neccâroğulları’na mensup Selmâ’dır. Babası, Şeybe sekiz yaşında iken Gazze’de ölünce o da annesi ile Medine’de kalır. Amcası Muttalib, annesini ikna edip

55

yeğenini yanına alıp Mekke’ye götürür. Rivayete göre Şeybe, Muttalib’in terkisinde şehre girerken Mekkeliler onu tanımadığı için Muttalib’in kölesi zannetmiş, bu nedenle de kendisine Muttalib’in kölesi anlamına gelen “Abdulmuttalib” ismini vermişlerdir. O

günden sonra Şeybe, bu isimle anılmıştır.166

Yine bir rivayete göre Abdulmuttalib bir gün Kâbe’de uyurken bir rüya görür. Abdulmuttalib rüyasında, ortasından direk çıkan bir silsile görür. Direğin bir tarafı semâya bir tarafı da yerin derinliklerine, bir tarafı doğuya, bir tarafı batıya doğru yönelerek yükselmektedir. Daha sonra bu direk her yaprağı nûr dolu bir ağaç olur. Doğu ve batıdaki herkes bu ağaca yönelmiş ve ona tutunma yarışına girmiştir. Müellif, eserde rüyanın içeriği hakkında bilgi vermemekle birlikte hâdiseye yalnızca bir beyitle değinmiştir.

Ka’bede nâ’im iken bir gün bu zât

Gördi rü’yâsında ba’zı hâdisât (s. 41/385)

Gördüğü rüyanın tesirinde kalan Abdulmuttalib, rüyasını o dönemde ilmi ile tanınmış kâhinlere yorumlatır. Kâhinler, Abdulmuttalib’e, neslinden gelecek olan bir şahsın şanının çok yüce olacağını, doğulu ve batılıların onu önder kabul edip onun arkasından gideceklerini, semâ ve arz ehlinin de onu tasdik edip başlarına taç yapacaklarını haber verir.

Havf idüp kâhinlere gitdi hemân Söyledi rüʾyâsını bir bir o ân

Çünki rüʾyâyı işitdi kâhinân İtdiler taʿbîrini böyle beyân

Nesl-i pâkından yakında bir resûl Dâr-ı dünyâya gerek bulsun vusûl

Ol resûle ins ü cin hûr u melek

Cân u dilden iʿtikad itse gerek (s. 41/389-393)

Eserde, Abdulmuttalib’in, rüyasını yorumlayan kâhinlerin verdiği muştulu haber üzerine çok sevindiği ve temiz bir kadınla evlendiği de değinilen bir diğer husustur.

Oldı ʿAbdu’lmuttalib pek şâdımân

Gitdi bir pâkizeyi aldı hemân (s. 41/394)

166

56

Abdullah, Resûl-i Ekrem Efendimiz’in babasıdır. İsmi abd ve Allah kelimelerinin

bir araya gelmesiyle oluşmuş ve Allah’ın kulu manasına gelmektedir.167

Künyesi bazı kaynaklara göre Ebû Ahmed, bazılarına göre de Ebû Muhammed veya Ebû Kusem’dir. Eserde Abdullah hakkında ayrıntılı bir bilgi verilmemiş, yalnızca doğumuyla Nûr-ı Muhammedi’nin ona intikâl ettiği ve Hz. Âmine ile evlenmesiyle de Nûr-ı Muhammedi’nin tamamlanması hususuna birkaç beyit ile değinilmiştir.

Togdı ʿAbdullâh ol pâkizeden Geçdi ol demde ana nûr-ı hasen

Aldı ʿAbdullâh dahı bir duhteri Âmine nâmında bir hoş-manzarı

Âmine çün oldı ʿAbdullâha râm

Emr-i Hakla aldı ol nûrı temâm (s. 41/395-397)

Habeş Krallığı’nın Yemen valisi Ebrehe, bir ticaret merkezi haline dönüşen Mekke’nin zenginliğinin kaynağında Araplarca kutsal sayılan Kâbe’nin bulunduğunu düşünmekteydi. Bu nedenle ticaretin merkezini Mekke’den Yemen’e kaydırmak maksadıyla San’a’da, Kâbe’ye alternatif olacağı ümidiyle “Kulleys” adında ihtişamlı bir mâbed yaptırır. Bu mâbed beklenen ilgiyi görmediği gibi, Mekke kabilelerine mensup biri tarafından kirletilir. Bu hâdise nedeniyle çok öfkelenen Ebrehe, Kâbe’yi yıkmak üzere yola çıkar. Hâdise Kur’ân-ı Kerîm’in 105. sûresinde (Fil Suresi) anlatılageldiği gibi, Kureyşliler’e hiçbir zarar gelmeden Ebrehe ve ordusunun hezimeti ile sonuçlanır. İslâmî kaynaklarda bu hâdise “Fil vakası” olarak adlandırılmıştır. Tuhfetü’l-İslâm’da bu hâdiseye bir beyitle değinilmiştir.

Vakʿa-i Fîl eyledi anda zuhûr

Gelmedi kavm-i Kureyşe bir kusûr (s. 41/400)

Resûl-i Ekrem Efendimiz’in doğumuna az bir süre kala çeşitli hâdiseler meydana gelmiştir. Bunlardan biri de Hz. Âmine’nin gördüğü rüyadır. Rivayete göre Hz. Âmine’nin rüyasında evinden çıkan bir nûr cihanı aydınlatır. Gökyüzünde altın ipekli döşekler yayılır. Melekler gökyüzünden saf saf inip Kâbe gibi Âmine Hatun’un evini tavaf ederler. Üç melek Âmine Hatun’un yanına gelir, “Kim doğar senden bilir misin? Dünyanın karanlığını aydınlatacak ümmetin peygamberi “Fahrü’l-Enbiyâ.” Senin oğlun gibi bir kıymet daha

167 Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, “Abd”, Aydın Kitapevi Yay. Ankara 2013; Kâmûs-ı Türkî, “Abd”, İdeal Yay., İstanbul 2011; Kubbealtı Lûgatı, “Abd” Kubbealtı Yay. İstanbul 2007.

57

önce dünyaya gelmedi ve sana verilen bu saadet gibi bir saadeti Yüce Allah daha önce

hiçbir anaya nasip etmedi.” derler.168

Tühfetü’l-İslâm’da bu hâdise şu beyitlerle izah edilir: Didi gördüm ol habîbiñ anası

Bir ʿacep nûr kim güneş pervânesi

Berk urup çıkdı evimden nâ-gehân Göklere dek nûr ile toldı cihân

Hem hevâ üzre döşendi bir döşek Nâmı sündüs ferş iden anı melek

İndiler gökden melekler sâf sâf Kaʿbe- âsâ kıldılar hânem tavâf

Kim togar senden o fahrü’l-enbiyâ

Zulmet-i dünyâya eyler pür ziyâ (s. 42/402-405)

Bu senin oglın gibi kadri cemîl

Bir anaya virmemiş Rabb-i Celîl (s. 42/ 408, 409)

Yer ve gök ehlinin heyecanla beklediği o kutlu doğum anı yaklaşınca Allah’ın yeryüzünde hiçbir anneye nasip etmediği eşsiz şerefe mazhar olan annelerin en şereflisinin yanına bir melek gelip oturur ve Hz. Âmine’ye bir tas içinde şerbet sunar. Şerbeti içen Âmine’yi bir nûr sarar, gönlü ferahlar. O sırada bir kuş peyda olur ve Âmine’nin yanına gelir. Kanadıyla Âmine’nin sırtını sıvazlar. O anda Resûl-i Ekrem Efendimiz dünyaya gelir. Yaratılışın başlangıcından bu yana beklenen kâinat güneşinin doğumuyla aydınlanan, nûruyla nurlanan yer ve gök ehli, Hz. Muhammed’e salât ve selâm ederler.

Ol harâret gâlip oldı cânıma Hûriler geldi oturdı yanıma

Sundılar bir tas tolusı şerbeti İçdim andan ben zülâl-i hikmeti

168 İbn-i Hişam, es-Siret'ün-Nebeviyye I, Neşet Çağatay (Çev.), Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yay., Ankara 1971, s. 100-101.

58 Nûra gark oldum anı içdikde ben Râhat oldum çekmedim aslâ mihen

Geldi bir mürg-i ilâhi ol zamân Arkamı sıgadı kuvvetle hemân

Togdı ol sâʿatde ol hayrü’l-enâm Kalk ayaga vir salât ile selâm

Çün tulûʿ itdi o dem ol nûr-ı dîn

Nûra gark oldı semavât u zemîn (s. 43/ 413-418)

Doğum sonrasında bir anlığına kendinden geçen Âmine Hatun, uyandığında meleklerin gitmiş olduğunu görür. Gözleri âlemin göz bebeği biricik oğlunu arar. Görür ki beşerin en hayırlısı Hz. Muhammed (s.a.v), Kâbe’ye dönük olarak secdeye kapanmış, işaret parmağı havada tevhîd etmektedir.

Eyledi etrâfa dikkatle nazar

Gördi kim bir kûşede hayrü’l-beşer

Kaʿbeye dönmiş o nûr-ı müsteʿân Secde itmiş Hak-Teʿâlâya hemân

Secdede başı dili tahmîd ider

Kaldırup bir parmagın tevhîd ider (s. 45/ 431-433)

Kâinatta meydana gelen en büyük hâdise Hz. Peygamber’in dünyaya teşrifleridir. Zirâ, Cenab-ı Hakk onun gelişini takdir etmemiş olsaydı, ne bir varlık âlemi ne de mahlûkat olacaktı. Bu sebepten O’nun doğumu sırasında bazı olağanüstü olaylar hâsıl olmuştur. Bu olağanüstülükleri şöyle sıralayabiliriz:

a) Mekkeliler bir Allah inancına sahip olmalarına rağmen ona giden yolda putları vesile kılarak şirke düşmüşlerdir. Bu nedenle de İslâmi kaynaklarda Allah’ın nazargâhı olarak kabul edilen Kâbe’yi putlarla doldurmuşlardır. Hz Muhammed’in doğduğu gece Kâbe’de müşriklere ait olan bütün putlar baş aşağı olarak yere düşmüştür.

59

b) Mevlid gecesi Mecusiler’in bin yıldan beri yanan ateşi sönmüştür. c) Müşriklerce kutsal kabul edilen Save Gölü kurumuştur.

d) O ana kadar bir damla su bulunmayan Semâve Çölü’nün sular altında kalmasıyla pek çok ırmak ortaya çıkmıştır.

Ol gice esnâm oldı ser-nigûn

Büt-perestler cümleten oldı zebûn (s. 45/440)

Ol gice âteş-perestânıñ odı

Söndi birden kavmi hayretde kodı

Ol gice gayb oldı çün Sâve Göli

Ol gice basdı sular âhir ili (s. 46/442, 443)

e) Çevresinde büyücü, sihirbaz ve kâhinlerden oluşan büyük bir ordu bulunan İran Kisra’sının (Hükümdar) Dicle kenarında yaptırmış olduğu muhteşem sarayının on dört burcu yerle yeksân olmuştur.

Ol gice Eyvân-ı Kisrâyı zamân

Hâk ile oldı berâber nâ-gehân (s.45/441)

Bunun üzerine dönemin Nuşirevan’ı korku ve telaşa kapılmış; hemen sihirbazlar, büyücüler ve kâhinlerden oluşan ordusunu ve vekillerini toplayarak mütalaada bulunmuştur. Bu hâdiseleri duyan kâhinler, olayları şu şekilde yorumlamıştır: “Âlemlere rahmet olarak gönderilen, insanların en hayırlısı son peygamberin gelişiyle âlemdeki fitne ve zulümler son bulacaktır.” Yazar, kâhinlerîn söylediklerinden son peygamberin gelmesinin yakın olduğunu anlayanların durmayıp ona salât ve selâm etmesi gerektiğini ifade ederek bu bölümün anlatımını sonlandırır.

Gördiler şâhân ruʾyâlarda hep Bir nice müdhiş husûsâtı o şeb

İşbu ahvâli tuyunca kâhinân Öyle taʿbîr itdiler kim bu zamân

Kalmıya gayrı cihânda şûr ü şer Çünki geldi ʿâleme hayrü’l-beşer

60 Anlayanlar işbu ahvâli temâm

Turmayup eyler salât ile selâm (s. 46/444-447)