• Sonuç bulunamadı

İKİNCİ BÖLÜM KAVRAMSAL ÇERÇEVE

2.1.11. Mevlânâ Mehmed Neşrî, Kitâb-ı Cihannümâ

Hayatı hakkında hiçbir bilgiye sahip olmadığımız Neşrî, eserinde kendisi hakkında bilgi vermekten kaçınmaktadır. II. Bayezid için kaleme aldığı ve eserin sonunda yer alan 13 beyitlik kasidenin 11. beytinde mahlasını “Neşrî” olarak verir:

“Çünki hall-i müşkilât ol pâdişâhun şânıdur

Dergehi[n]de Neşrîyâ her müşkilün âsândur” (Öztürk, 2013b: 356)

Neşrî üzerinde çalışma yapan Unat, Gelibolulu Âlî’nin Künhü’l-Ahbâr adlı eserinde Mehemmed b. Neşrî olarak zikrettiği ismin yanlış yazım sonucu olduğunu ileri sürerek bu kişinin aslında Mehemmed b. Beşîr olduğuna dikkat çeker (Unat, 1943: 196). Hoca Sadettin Efendi’nin Tâcü’t-Tevârîh adlı eserinde verdiği bilgi bu görüşü teyit eder niteliktedir. Müellifin adını “Mevlânâ Neşrî” olarak belirten (Hoca Sadettin Efendi, 1999a: 215) Hoca Sadettin Efendi, Mevlânâ Mehemmed b. Beşir adlı II. Murad devri bilgininden de bahsetmektedir. Burada verilen bilgide, doğduğu yerden Bursa’ya gelip öğrenimini tamamladıktan sonra Yıldırım Han Medresesinde öncelikle danişment sonra mu‘id olduğu, bu görev sırasında Seyyid Şerif-i Cürcânî hazretlerinin Metâlî‘ haşiyesini otuz altı kez okuttuğu, müderrislik rütbesine yükselince aynı medresede müderrislik yaptığı ve Cuma günü ile bayram günleri haricindeki bütün zamanını ders okutmakla geçirdiği belirtilmektedir (Hoca Sadettin Efendi, 1999c: 67). Ancak, verilen bilgilerde bahsedilen kişinin bir tarih yazdığı belirtilmediği için, müellif Neşrî ile arasında hiçbir ilgi olmayacağı düşünülmektedir (Unat, 1943: 197). Bunun yanında Gelibolulu Âli, Tevârîh-i Âl-i Osman adlı bir eser kaleme alan Neşrî’den bahsetmektedir (İsen, 1994: 182). Yaşadığı devir ve hakkında bilgi verilmemesine rağmen Bursa’da yetişip büyüdüğünün söylendiği göz önüne alındığında eserde bahsedilen Neşrî’nin Kitâb-ı Cihannümâ yazarı Neşrî olduğu ihtiyatla düşünülebilir.

İnalcık, Bursa şer‘iyye sicillerinde yaptığı araştırmalar sonucunda Neşrî’nin tam adının Hüseyin b. Eynebeğ olabileceğini belirtmektedir (İnalcık, 1965: 667).

Latîfî Tezkiretü’ş-Şu‘arâ’da, Karamanlı olduğunu ve I. Selim’in hizmetinde yer aldığını (Latîfî, 2000: 527), Riyâzî Riyâzu’ş-Şu‘arâ’da Karamanlı olan Neşrî’nin

I. Selim devrinde şiirle şöhret bulduğunu (Mehmed Riyâzî, ??: 130b), Âşık Çelebi Meşâ‘irü’ş-Şu‘arâ’da Bursalı olduğunu söylemektedir (Kılıç, 1994: 464). Mehmed Nâil Tuman Tuhfe-i Nâilî’de, Latîfî ile Riyâzî’nin Karamanlı olarak bahsettikleri kişinin Neşrî değil Nesrî olduğunu belirterek Neşrî’yi Bursalı olarak vermektedir (Şener, 2013: 189). Neşrî’nin doğum yeri hakkında Âşık Paşa, Latîfî ve Riyâzî’nin görüşlerini kaydeden Bursalı Mehmed Tahir’e göre, bütün bu görüşlerin aksine Neşrî Germiyanlıdır (Bursalı Mehmed Tahir, 1342: 150).

Tahsilini Bursa’da tamamladığı, burada uzun yıllar yaşadığı, ilmiye mensubu olduğu kesin olarak bilinen Neşrî, II. Murad döneminde Bursa subaşılığı yapan Koca Nâib’in meclislerinde bulunmuş, II. Mehmed’in vefatından sonra yaşanan hadiselere şahit olmuştur (Özcan, 2007a: 20). Eserindeki, II. Mehmed’in vefat ettiği gece sâhib- ayâr1 ile birlikte bulunduğu bilgisine (Öztürk, 2013b: 337) bakıldığında devlet görevi de yaptığı düşünülebilir. Zamanın ilmiye mensupları ile devlet adamlarının yakınlığı göz önüne alındığında Neşrî’nin her iki görevde de bulunmuş olması normal ve ihtimal dâhilindedir.

Özcan, Neşrî’nin I. Süleyman’ın tahta geçmesinden sonra 926-927 / 1520-1521 yıllarında vefat etmiş olmasını muhtemel olarak verirken (Özcan, 2007a: 20), Öztürk I. Selim zamanında vefat etmiş olabileceği tahmininde bulunmaktadır (Öztürk, 2013b: XX). Babinger ile Başar ise net bir ifade kullanarak Bursa’da müderrislik yapan müellifin 926 / 1520 yılında Bursa’da vefat ettiğini söylemektedir (Babinger, 1992: 42; Başar 2002: 414). Bursalı Mehmed Tahir’in aktardığı bir rivayete göre, Neşrî’nin Bursa’da Mevlevi Süleyman Efendi civarında bulunan mezarı yol genişletme çalışmaları sırasında tahrip edilmiştir (Bursalı Mehmed Tahir, 1342: 150).

Neşrî’nin en önemli eseri Kitâb-ı Cihânnümâ adlı tarihidir. Eser, altı bölümden oluşan bir dünya tarihidir. Babinger ile Başar, eserin sekiz bölümden oluştuğunu söylemektedirler (Babinger, 1992: 42; Başar, 2002: 414). Ancak eserden anlaşıldığı kadarıyla eser sekiz değil altı bölümden oluşmaktadır. Bugün elimizde eserin sadece Osmanlı öncesi Türk tarihi ile Osmanlı tarihini anlattığı altıncı bölümü       

1

bulunmaktadır. Neşrî, Kitâb-ı Cihânnümâ adını verdiği eserinin ilk beş bölümünü II. Mehmed, altıncı bölümü ise II. Bayezid devrinde temize çektiğini belirtir (Öztürk, 2013b: 5).

Eser, II. Bayezid’in saltanatı devrinde tamamlanmış ve Sultan’a takdim edilmiştir. Eserde râvî olarak bahsedilen Ayas hakkında “merhum” ibaresini kullanmaktadır. Ayas’ın ölüm tarihi 875 / 1470-1471’dir. Diğer bir râvî olan

Kutbüddinzâde İznikî’den bahsederken “merhum” denmemektedir.

Kutbüddinzâde’nin ölüm tarihi 885 / 1480’dir. Bu bilgilere dayanarak eserin günümüze ulaşan altıncı kısmını 875 / 1470-1471 ile 885 / 1480 yılları arasında yazmaya başladığı, Cem Sultan’ı hayatta gösterdiğine bakılırsa eserin 890/1485 ile 898/1493 yılları arasında tamamlandığı söylenebilir (Özcan, 2007a: 21).

Günümüze ulaşmayan ilk beş kısımda nelerin konu edildiğine dair elimizde herhangi bilgi olmamakla birlikte, altıncı kısımda verilen kimi bilgilerden hareket ederek tahminlerde bulunulabilir. Buna göre ilk kısımda İslamiyet öncesi peygamberler; ikinci, üçüncü, dördüncü kısımda muhtemelen İslamiyet öncesi Pers ve Arap tarihi, Hz. Muhammed devri, dört halife devri ile muhtemelen Samaniler, Buyidler (Büveyhiler), Gazneliler gibi hanedanların tarihi; beşinci kısımda ise Büyük Selçuklu Devleti tarihi anlatılmaktadır (Öztürk, 2013b: XXI).

Eser, Giriş’in ardından üç tabakadan meydana gelmektedir. İlk tabaka Türklerin menşeini, Oğuz Han’ı, seleflerini ve Karahanlıları; ikinci tabaka Anadolu Selçukluları ile Karamanoğullarını; üçüncü tabaka ise Osman Gazi’den II. Bayezid’e kadar Osmanlı tarihini ele alır. Neşrî eserin sonuna II. Bayezid için yazdığı bir kaside eklemiştir.

Âşıkpaşazâde’nin eseri ile anonim tarihleri bağdaştıran, aradaki farklılıkları gideren ve bir tarihî takvim ile diğer kaynakları da kullanan Neşrî, 1485 yılına kadar gelen Osmanlı tarihinin ahenkli bir anlatışını ortaya koymuş ve sonraki dönemde Osmanlı tarihi yazan müelliflerin standart kaynağı olmuştur (Imber, 2005: 43).

Neşrî eserin başında, öteki ilimlerde yeteri kadar eserin yazılmış olmasına rağmen tarih ilminde yazılan eserlerin dağınık ve eksik olduğunu, özellikle Türk

dilinde yazılmış tarihlerin azlığı nedeniyle bu eseri yazdığını belirtmektedir. Diğer taraftan, geçmişte yaşanan olayların gelecek nesillere ibret vesikaları olarak aktarılması amacını da taşımakta, özellikle hükümdarların geçmişte yaşananlardan alacakları derslerle görevlerini daha iyi yapacakları kanaatini taşımaktadır (Öztürk, 2013b: 4-5).

Neşrî’ye mahsus orijinal bilgiler içermeyen eser, çeşitli bilgilerden yapılmış bir derleme niteliğinde olsa da eserde yer yer başka kaynaklarda bulunmayan bilgilere de rastlanmaktadır (Afyoncu, 2003: 106-107). Ancak Neşrî’nin eserinin yazılı kaynakları hakkında herhangi bir bilgi vermemesine rağmen Osmanlı dönemi için Âşıkpaşazâde’nin Tevârîh-i Âl-i Osman ve bunun da dayandığı Yahşi Fakih menakıpnamesini kullanıldığı kesin olmakla birlikte, Yazıcıoğlu’nun Tevârîh-i Âl-i Selçuk, Şükrullah’ın Behcetü’t-tevârîh adlı eserleri ile tarihî takvimler ve bazı Arapça ve Farsça eserlerden faydalandığı anlaşılmaktadır (Özcan, 2007a: 21). Âşıkpaşazâde’nin eseriyle birbirini takip eden bölümlerde neredeyse kelimesi kelimesine o metin incelenmiş, yer yer bazı kelime ve ifadeler değiştirilmiş ya da nesre dönüştürülmüş, beyitler atlanmış, soru-cevap kısımları tahkiye biçiminde düzenlenmiş ancak orijinalinin etkisi ve dolaysız anlatımı kaybolmamıştır (Ménage 2005: 85). Âşıkpaşazâde’nin eserini kaynak olarak alan Neşrî, buna Rûhî Tarihi ile tarihî takvimleri de eklemiştir (İnalcık, 2013: 435).

Yazıldığı yıllarda tanınan Kitâb-ı Cihânnümâ, kendisinden sonraki pek çok tarih yazarının eserine kaynaklık etmiştir. Bu yazarlar arasında Behiştî Ahmed Sinan Çelebi, İdris-i Bitlisî, Lutfi Paşa, Matrakçı Nasuh, Seyyid Lokman, Âli Mustafa Efendi, Hoca Sâdeddin, Koca Hüseyin, Solakzâde, Müneccimbaşı Ahmed sayılabilir (Özcan, 2007a: 21).

Eserin 14 nüshası bulunmaktadır:

“1. Menzel Nüshası (Prof. Dr. Theodor Menzel’in bulduğu, orijinali yanan ancak fotokopileri elde bulunan nüshadır.)

3. Viyana, Natinonalbibliothek, Ms. H. O. 15

4. Nöldeke Nüshası (Theodor Nöldeke’nin Menzel nüshasını Viyana nüshası ile tamamladığı nüshadır)

5. İstanbul Arkeoloji Müzesi Kütüphanesi, nr. 479 6. Paris, Bibliothèque Nationale, Ms. suppl. turc. 153

7. İstanbul, Fatih Millet Kütüphanesi, Ali Emiri Efendi, Tarih 220 8. İstanbul, Bayezid Kütüphanesi, Veliyüddin Efendi, nr. 2351

9. Ankara, Türk Tarih Kurumu Kütüphanesi, Türk Tarih Encümeni 17 10. Mükrimin Halil Yinanç, İstanbul

11. Paris, Bibliothèque Nationale, Ms. suppl. turc. 1183 12. İstanbul, Süleymaniye Kütüphanesi, Es‘ad Efendi 2080

13. İstanbul, Süleymaniye Kütüphanesi, Bağdadlı Vehbi Efendi 1233

14. Topkapı Sarayı Kütüphanesi, Hazine 1361” (Öztürk, 2013b: XXIII-XXXI) Kitâb-ı Cihânnümâ’nın önemi ilk tenkitli tarih olmasından kaynaklanır. Neşrî, başta Âşıkpaşazâde olmak üzere kaynaklarını sistemli bir şekilde kullanmış ve olayları sebep-sonuç ilişkisi içerisinde ele almaya çalışmıştır. Bu yönüyle Neşrî doğruyu bulmaya çalışan ilk Osmanlı tarihçisi olarak kabul edilir (Özcan, 2007a: 22). Ayrıca eser, Türkçe yazılmış ilk dünya tarihi olması bakımından ayrı bir değere sahiptir (Öztürk, 2001: XXV).

Çalışmamızda Prof. Dr. Necdet Öztürk tarafından, Menzel Nüshası’nın esas alınıp Manisa Nüshası, nr. 1373, Paris, Bibliothèque Nationale, Ms. suppl. turc. 153 ve Ankara, Türk Tarih Kurumu Kütüphanesi, Türk Tarih Encümeni 17 nüshalarının mukayesesi ile hazırlanan metin esas alınmıştır: Öztürk (2013b).