• Sonuç bulunamadı

Abdülvasi Çelebi, Der Vasf-ı Ceng-i Sultân Muhammed Bâ-Mûsâ ve Hezîmet-i Mûsâ (Halilnâme)

İKİNCİ BÖLÜM KAVRAMSAL ÇERÇEVE

2.1.2. Abdülvasi Çelebi, Der Vasf-ı Ceng-i Sultân Muhammed Bâ-Mûsâ ve Hezîmet-i Mûsâ (Halilnâme)

Abdülvâsi Çelebi’nin adından ve eserinden kaynaklarda bahsedilmediği için hayatı ve kişiliği hakkında hemen hemen hiçbir bilgi bulunmamaktadır (Kut, 1988: 283). Eserin “Der Medh-i Pâdişâh Ebbed-Allâhu Devletuhu” bölümündeki 241. beyitte adını “Abdülvâsi” olarak vermektedir:

“Bu ‘Abdülvâsi’ün budur du‘âsı

Kapundan eksük olmasun senâsı” (Güldaş, 1996: 67 / b. 241)

Yine aynı bölümde yer alan 234. beyite göre de “Kâzîoglı” lakabı ile anıldığı anlaşılmaktadır:

“Kalem ıssın begüm hoş gör bilürsin

Bu Kâzîoglını dahı kuzâtı” (Güldaş, 1996: 66 / b. 234)

Bu lakap ile anıldığı göz önüne alındığında babasının kadı veya ulemâdan olduğunu söylemek mümkündür. Bu lakabı mahlas olarak kullanan müellif aynı zamanda “Kâzî” mahlasını da kullanmıştır:

“Eceldür Kâzînün gönlinde her dem

Kılur dâyim münâcâtı eceldür” (Güldaş, 1996: 410 / b. 2980)

“Muhammed” adında bir kardeşi olduğunu eserdeki şu beyitle belirtmektedir: “Bu sözde fahr iderler cedd-be-cedd

Atam Kâzî-oglı kardaşum Muhammed” (Güldaş, 1996: 278 / b. 1921).

14. yüzyılın ikinci yarısı ile 15. yüzyılın ilk yarısında yaşadığı ve hayatının büyük kısmını memleketi olduğu düşünülen Amasya’da geçirdiği bilinen müellifin hayatının eserinden öğrenilen kısmı, Fetret Devri’ndeki şehzadeler savaşından başarıyla çıkan ve idarenin yeniden kurulmasını sağlayan I. Mehmed zamanına rastlamaktadır (Güldaş, 1996: 7-8). Müellif, Amasya’da I. Mehmed ve vezir Bayezid Bey’in himayesi altında faaliyette bulunan şairler topluluğu arasında yer almaktadır (İnalcık, 2011: 104).

Müellifin doğum tarihi gibi ölüm tarihi de bilinmemektedir ancak genel bir ifadeyle eserini tamamladığı 1414 yılından sonra öldüğü söylenebilir.

Halilnâme, Hz. İbrahim’in hayatını anlatan, “mefâ‘îlün mefâ‘îlün fe‘ûlün” vezni ile yazılmış 3693 beyitten oluşan bir mesnevidir. Eserin başında Münacat, Naat, Hz. Muhammed’in mucizeleri, I. Mehmed ile vezir Bayezid Bey’in övgüleri, sebeb-i telif yer almaktadır. Eserde I. Mehmed ve Bayezid Bey için methiye özelliği taşıyan 12 bölüm, ayrıca 15 gazel, bir de eserin sonuna ilave edilen 567 beyitlik bir “Miraçnâme” bulunmaktadır. Mesnevilerde bir bölüm teşkil eden miraciyelerin genellikle eserin başında yer almasına rağmen müellifin eserin sonuna eklediği bu Miraçnâme, işlediği miraç motifleri yönünden müstakil bir miraciye özelliği göstermektedir (Akar, 1980: 191).

Eserin “Der-Medh-i Paşa-yı A‘zam ve Kâmkâr-ı Mufahham ve Sebeb-i Nazm-ı Kitâb” adlı bölümünde müellif eseri nasıl ve niçin yazdığını açıklar. Burada verilen bilgilere göre Çelebi Mehmed, şair Ahmedî’den Farsça Veys ü Râmîn’i tercüme etmesini ister. Ahmedî bu eser ile beş altı ay meşgul olduktan sonra vefat edince I. Mehmed bu eseri Abdülvâsi Çelebi’ye verir. Ancak bu eseri beğenmeyen Abdülvasi Çelebi Türkçe bir peygamber kıssası nazmetmeyi daha uygun görür ve Hz. İbrahim’in hayatını nazmetmeye başlar (Güldaş, 1996: 69-78). Müellif bu konu değişikliğini şöyle ifade etmektedir:

“Kodum turşîleri helvâ yirem ben

Giderdüm hamrı uş hurma yirem ben” (Güldaş, 1996: 77 / b. 320)

Abdülvâsi Çelebi’yi Çelebi Mehmed adına, Zemahşerî’nin el-Keşşâf adlı tefsirinden yararlanarak manzum bir eser yazmaya teşvik eden vezir Bayezid Bey’dir. Müellif, himayesini gördüğü vezirin teşvik ve tavsiyeleri sonucu başta el- Keşşâf olmak üzere diğer tefsirlerden, hadis ve ahbârdan faydalandığı bilgilere ustalığını, hayal gücünü katarak eseri muhtemelen Amasya’da bir iki yıl gibi bir sürede hazırlamış 1414 yılında tamamlamıştır (Güldaş, 1996: 9).

Eser, Türk edebiyatında Hz. İbrahim’in hayatını doğumundan ölümüne manzum ve müstakil olarak anlatan tek eser olma özelliği taşımaktadır (Güldaş, 1996: 5). Eseri tarihî açıdan önemli kılan ise müellifin esere “Der Vasf-ı Ceng-i Sultan Muhammed Bâ-Mûsâ ve Hezîmet-i Mûsâ” başlığını ile eklediği, eserin 1732 ve 1924. beyitleri arasındaki 193 beyitlik tarihî bölümdür. Fetret Devri’ndeki I. Mehmed ve Çelebi Musa arasındaki mücadeleyi ele alan bölüm, kronik bir Osmanlı tarihi olmamasına rağmen eski ve dikkat çekici bir kaynak olarak mevcut Türkçe manzum Osmanlı tarihleri arasında Ahmedî’den sonra ikinci sırayı almaktadır. Bu bölüm Ahmedî’nin Dâsitân-ı Tevârih-i Mülûk-ı Âl-i Osman’ı bitirdiği Emir Süleyman’dan başlaması sebebiyle Ahmedî’nin manzum bölümünün zeyli olarak görülmektedir (Güldaş, 1996: 20).

Vezir Bayezid Bey’in müelliften kendisi için bir nüsha istemesi üzerine müellif bir nüsha daha yazmış ve eserin sonundaki Miraçnâme ile adı geçen tarihî bölüm bu nüshada esere dâhil etmiştir (Güldaş, 1996: 9).

Muhteva yönünden dikkat çekici olan manzumede müellif savaş tasvirlerinin yanı sıra I. Mehmed ile Çelebi Musa’nın psikolojik durumlarını da başarıyla ele almış, I. Mehmed’in kardeşi ile istemeyerek savaştığı, Çelebi Musa’nın ise inat ve direnişi konuşmalar ve alınan tedbirler ile belirtilmiştir (Güldaş, 1996: 21). Çelebi Musa’nın 1413 yılında mağlup olup öldürüldüğü göz önünde alındığında 1414 yılında tamamlanan manzumede anlatılan olayların tazeliğini koruduğu, çeşitli efsaneler karıştırılmadan manzumenin telif edildiği görülmektedir (Güldaş, 1996: 19- 20).

Eserin bilinen üç nüshası vardır:

1. İstanbul Nüshası, İstanbul Belediye Kütüphanesi, Muallim Cevdet Bölümü, K. 214

2. Kahire Nüshası, Kahire-Darü’l-kütüb, Edeb Türkî M. 82

3. Afyon Nüshası, Afyon Gedik Ahmet Paşa İl Halk Kütüphanesi, 34 (Güldaş, 1996: 32).

Dünya görüşü ve hayat felsefesiyle şer‘i hükümlere sıkı sıkı bağlı olduğu görülen müellif, eserde dinî ve sosyal pek çok konuya eğilmiş, gazel tarzındaki manzumelerinde eğitici ve öğretici bir amaç gütmüştür (Güldaş, 1996: 10). Tarihî bölümün son kısmında ise kendi sanatını, Sâdî, Selmân, Hakânî, Hamza, Hassân, Dehhânî, Şeyhoğlu ve Ahmedî gibi şairlerden üstün gördüğü anlaşılmaktadır (Güldaş, 1996: 277)

Çalışmamızda eserin “Der Vasf-ı Ceng-i Sultan Muhammed Bâ-Mûsâ ve Hezîmet-i Mûsâ” başlığını taşıyan tarihî bölümü incelenmiş ve Dr. Ayhan Güldaş’ın hazırladığı eserin üç nüshasının mukayeseli metni esas alınmıştır: Güldaş (1996).