• Sonuç bulunamadı

1.1. Mekân

1.1.4. Mekânsal Ayrışma/Farklılaşma/Kutuplaşma

1.1.4.1. Mekânsal Farklılaşmanın Ortaya Çıkmasında Etkili Olan Faktörler

önemli bir niteliği durumuna gelmekte ve kentsel mekânı düzenleyen kurallar toplumsal farklılaşma ve ayrışmış yapılara dayanmaktadır. Bu nedenle toplumda var olan mekânsal farklılaşmayı anlayabilmek için ortaya çıkışının nedenlerini iyi ortaya koyabilmek gerekmektedir. Mekânsal ayrışmanın ortaya çıkmasındaki en önemli faktör, temelde eşitsizlik meselesidir. Toplumda var olan eşitsizliklerin somut ifadesinin kentteki mekânsal ayrışmalar olduğunu söylemek mümkündür. Turner da “Eşitlik” adlı eserinde bütün toplumların sınıf, statü ve güç bakımından eşitsiz olduğunu belirtmektedir (Turner, 2013: 132). Bu eşitsizliklerin yarattığı sosyal ayrışmanın en belirgin sonuçlarından birinin de farklı grupların yaşam alanlarının farklılaşması olduğunu söylemek mümkündür.

Friedrichs, mekânsal ayrışmanın oluşması için kentteki gelir eşitsizliğinin derecesi, eğitim eşitsizliğinin derecesi, kent nüfusu içerisinde azınlıkların oranı ve kentteki toplam nüfusun büyüklüğü gibi bazı etkenlerin var olması gerektiğini

belirtmektedir. (Friedrichs, 2005: 172; Tümtaş, 2012: 68). Bu etkenlerin gerçekleşme derecelerine göre kentteki mekânsal ayrışmanın boyutlarının da değişiklik gösterdiğini söyleyebiliriz.

Sermayenin ve emeğin değişen konumları ve sınıf içi bölünmeler ise, yeni mekânsal farklılaşmalara zemin hazırlamaktadır (Kurtuluş, 2005a: 86). Günümüzün yerleşim modellerinden en önemlisi olan sitelerin ortaya çıkmasında da ekonomik faktörlerin yerinin ayrı bir önemi vardır. Ekonomik gelişme, zenginleşme ve özellikle neoliberal politikalar site modellerinin ortaya çıkmasına ve yaygınlaşmasına yol açmıştır (Alver, 2010a: 93). Türkiye’de 1980’li yıllardan itibaren değişen ekonomi politikaları ve siyaset yapma biçimi yeni bir sermaye birikim modeli ve sermaye kesimi yaratmaktadır. Bu yeni sermaye kesiminin birikim alanlarından biri de kentsel gelişme sektörüdür. Yeni mekânsal farklılaşmalar yaratmak yoluyla birikim sağlamak, küresel ve ulusal ölçekteki neoliberal politikaların bir stratejisidir (Kurtuluş, 2005a: 89).

Kentte yeni sektörlerin yükselmesi, imalat sanayindeki düşüş ve teknolojik gelişmeler bu kentlerin istihdam yapısını değiştirmiş, emek piyasasında ikili bir yapı oluşturmuştur. Küresel kentler bir taraftan profesyonel mesleklerin sayısı, diğer taraftan da yüksek oranlarda niteliksiz işgücü talep eden işlerin artmasına paralel olarak büyük ölçekteki göçün yönlendiği yerler olmuştur (Öktem, 2005: 30-31). Belirli kentlere yığılan ve o kentlerin hâlihazırdaki yerleşim alanlarına sığamayan işgücünün barınma gereksinimi ise mekânsal farklılaşmaya neden olmaktadır (Kurtuluş, 2005a: 85). Göç, kentteki mekânsal ayrımlaşmaları derinleştiren etkilerde bulunurken yoksulluğun mekânsal olarak yoğunlaşmasına ve kendi içinde belirli mekânların “göçmen mekânları/mahalleleri” olarak belirmesine neden olmaktadır (Kaygalak, 2009: 25).

Mekânsal farklılaşma süreci, küreselleşme ile birlikte bütün dünya kentlerinin yaşamaya başladığı bir ikilemdir (Kurtuluş, 2005b: 184). Dünyada mekânsal farklılaşmaların ortaya çıkışı, daha çok global tüketim kültürünün taşıyıcısı orta sınıfların ya da küreselleşme sürecinde ortaya çıkan yeni profesyonellerin konut ve yaşam tarzı talebiyle açıklanmaktadır (Kurtuluş, 2005a: 86). Alt kentleşme de denilen bu süreç değişen orta sınıfın daha alt sınıflardan ayrışmak, daha güvenli, prestijli ve “homojen bir sosyal çevre”de yaşama isteğiyle açıklanmaktadır (Kurtuluş, 2005a: 106, Alver, 2010a: 92- 93).

Castells, kent sorununu bütün toplumsal grupların günük yaşamının temelinde yer alan konut, eğitim, sağlık, kültür, ticaret, ulaşım gibi ortak tüketim araçlarının

örgütlenmesiyle ilişkilendirmektedir. Gelişmiş kapitalizmde bu durumun, bir yandan tüketimin artan toplumsallaşmasına, diğer yandan da tüketim araçlarının üretimi ve dağıtımındaki kapitalist mantık ile arasında oluşan temel çelişkiyi ifade ettiğini belirtmektedir (Castells, 1997: 14).

Mekânsal farklılaşmanın olmasını etkileyen önemli bir faktör de kitlesel üretimin ve sistemin her alanda ürettiği tek tipleşmeye duyulan tepkiyle birlikte, özellikle 1970’lerden sonra “farklılık”ın yüceltilen bir değer olarak ortaya çıkmasıdır. Sınıf içi toplumsal katmanlardaki çeşitlenme ve bu alanların giderek birbirinden hem üretimde yüklendikleri işlevler hem de tüketim kalıpları açısından ayrışmaya başlaması kent mekânının da buna bağlı olarak daha çok adalar halinde şekillenmesine yol açmıştır (Türkün ve Kurtuluş, 2005: 14).

Günümüz kentlerinde var olan kalabalık, suç, şiddet, terör, güvensizlik, kirlilik, korku, kapkaç, adam kaçırma, cinayet, hırsızlık gibi kenti sarmış suçlar da, mekânsal ayrışmayı adeta meşrulaştırmaktadır (Alver, 2010a: 92). Bir yandan kentin kalabalığından, sınıfsal ve ırksal karmaşasından uzakta, planlı ve steril bir çevrede, kendi sınıfının mensuplarıyla uyumlu bir yaşam sürdürme vaadi; bir yandan da otomobil ve ev sahibi olabilmek için sosyal devletin de desteği ile uzun vadeli kredi olanaklarıyla inşa edilen alt kentler, kolaylıkla orta sınıflar için bir yaşam hedefine dönüştürülmektedir (Kurtuluş, 2005a: 80).

Günümüzde mekânsal farklılaşmanın önemli bir ayağı da kentsel dönüşüm projeleridir. Kentsel dönüşüm projelerinin temel rasyonalitesi ise, çoğunlukla belirli bir mekânı üst gelir gruplarına açmaya dayanmaktadır. Bu da daha çok seçilmiş bir orta ve üst sınıf demokrasisi olarak devreye girmekte ve çok daha az demokratik ancak çok daha elit bir karar üretme ve uygulama süreçleriyle gerçekleşmektedir. İstanbul’da 1980’lerle başlayan 1990’larda sonuçları mekânda açıkça görünür hale gelen bu süreçte, çeşitli operasyonlarla yönlendirilen toplu konut projeleriyle, kentin tarihi merkezlerinde ve yeni metropoliten alanlarındaki lüks konut yatırımları, kentte kaçak yapılaşmayı ve konut arzı yetersizliğini çözmek için meşrulaştırıcı bir söylem kullanmaktadır (Türkün ve Kurtuluş, 2005: 16-17).

Günümüzde kent yaşantısının bir düzene tabi olmayan canlılığı ve farklı sınıfların, kültürel grupların birbiriyle karşılaşmasına olanak veren çoğulculuğu kentsel deneyimin bir parçası olmaktan çıkmakta, yerine belirsizliklerden arındırılmış,

toplumsal farklılıkları dışlayıcı bir mekân kurgusunun norm haline gelişine tanık olunmaktadır (Gönlügür, 2008: 80).

Günümüzde modern teknolojinin hızlı gelişimi de mekânsal farklılaşmanın sebepleri arasında gösterilebilir. Gündelik yaşama uygulanan tekniklerin şaşırtıcı gelişiminin görüldüğü bu dönemde, büyük insan kitleleri için gündelik hayatın aynı ölçüde şaşkınlık verici düşüşü de görülmektedir. Bir tarafta değişime ayak uyduran çok lüks evlerde kalan insanlarla diğer tarafta değişime ayak uyduramayan çok zor şartlarda ve bakımsız evlerde yaşayan insanların durumu mekânsal ayrışmaya örnek olarak verilebilir (Lefebvre, 2010: 14). Bugünkü haliyle teknolojik gelişmelerin mekân düzenlemelerine yansıması daha çok güç gösterisi açısından değerlendirilmelidir (Göka, 2001: 174).

Son olarak mekânsal ayrışma, kimlik ve kimlik politikaları bağlamında da değerlendirilmelidir. Kent, aynı mekânda farklı kimlikler arasındaki ilişki ve gerilime işaret eder. Kimlikler mekân organizasyonu ve mekân seçiminde belirgin bir faktördür. Dini kimlik, etnik kimlik, kültürel kimlik gibi kimlik yapıları mekânsal ayrışmanın nedeni olabilmektedir. Kapitalist süreçte öne çıkan sınıf temelli kimlikler, aynı şekilde mekânsal organizasyonu zorunlu kılmakta ve bu süreçte gelir durumuna özgü mekânsal ayrışmalar meydana gelmektedir. Şimdi mekânsal ayrışmanın bu türlerini kısaca inceleyelim.