• Sonuç bulunamadı

1.1. Mekân

1.1.3. Mekânın Toplumsallığı

Sosyolojinin mekâna dönük ilgisi çok yakın bir zamana denk gelmekle beraber mekân daha çok toplumsal sistemin tali bir unsuru olarak görülmüş, mekânlar ise sosyal ilişki yoğunlukları bağlamında kır/kent ayrımına dayalı olarak çözümlenmeye çalışılmıştır (Aytaç, 2006a: 876). Benzer bir şekilde Urry de sosyolojinin toplumsal pratiklerin mekânsal olarak örüntülendiği ve bu örüntülerin de toplumsal pratikleri önemli ölçüde etkilediği olgusuna yeterli ilgiyi göstermediğini belirtmektedir (Urry, 1999: 94). Ancak mekânın kendi başına mutlak bir varlık olmayıp toplumsal ilişkiler tarafından yapılandırıldığına ilişkin genel bir konsensüsün ise Heiddeger, Lefebvre, Foucault, Jameson, Harvey ve Soja gibi önemli isimlerin mekân-toplum ilişkisini sorgulamaya başlamalarıyla oluştuğu söylenebilir (Güçlü, 2012: 267-268).

Mekân, kendi başına var olan bir nesne değil, özellikle kapitalist üretim tarzında verili sosyal ilişkiler sonucunda üretilen bir şeydir. Toplumsal yapıların ve ilişkilerin belirlediği bir ürün olarak mekân, toplumsal düzenin oluşturulmasında, yeniden

üretilmesinde ve toplumlar arasındaki kültürel farklılıkların var olmasında başlıca unsur olarak görülmektedir (Hillier ve Hanson, 1984: 27; Aytaç, 2006a: 877).

David Harvey de mekânın insanı biçimlendiren ve insan tarafından biçimlendirilen toplumsal bir boyuta sahip olduğunu belirtmekle birlikte mekânın zamana göre de değişebildiğini eklemektedir. Ona göre toplumsal değişimin tarihi, bir ölçüde mekân ve zaman anlayışları ve bu anlayışla oluşan ideolojik kullanımlar aracılığıyla kavranabilir (Harvey, 2010: 246). Ekonomik, sosyal, kültürel ya da bilimsel gelişmelerden etkilenen yaşamlardaki değişmeler kenti değiştirmekte, kentin yapısındaki mekânsal ya da yönetsel değişikler de yaşamları değiştirmektedir (Uğurlu, Pınarcıoğlu, Kanbak ve Şiriner, 2013: 10). Harvey’e göre, iktidarı ele geçirenler toplumu değiştirmek için mekânsal düzenlemelere başvurmak zorundadır (Harvey, 2010: 246). Bir nevi iktidarların mekânı kendi bakış açılarına göre yeniden ürettikleri ve izlerini bıraktıkları söylenebilir (Erman, 2010: 172; Akın, 2012b: 275). Giedion da mekânı egemen ideolojinin iz ve işaretlerini içinde barındıran ideolojik bir alan olarak tanımlamaktadır (Taşçı, 2014: 70). Örneğin, Osmanlı Devleti yönetimini ele aldığı topraklarda ilk iş olarak camiler, köprüler, çeşmeler vs. yaparak mekânsal düzenlemelere gitmiş, iktidarını kalıcı bir şekilde mekâna kazımıştır.3

Mekânın toplumsal olarak yeniden üretilen bir yer olarak görülmesi gerektiğini belirten Edward Soja’ya göre mekân, bireyler ve gruplararası ilişkiler biçiminde toplumsal yaşamın hayat bulduğu bir ortamdır (Güçlü, 2012: 277). Castells de mekânı toplumsal yapının bir ifadesi olarak görmektedir. Ona göre mekân, ekonomik, politik ve ideolojik sistemin unsurları ve bunların kombinasyonu sonucu ortaya çıkan toplumsal pratikler tarafından şekillenmektedir (Castells, 1997: 225). Buradan hareketle kentleri biçimlendiren dinamiklerin mekânda ortaya çıkan fiziksel ve sosyal görünümler ile bunların etkileşimi olduğu söylenebilir.

Urry’e göre farklı alanlar, kasabalar, tarımsal bölgeler, yeni ticaret alanları, alışveriş merkezleri, ana ulaşım yolları vb. sadece belirli bir mekânsal yapının öğeleri ve insan etkinliğinin dışarıdan belirleyicileri değildir. Aksine bizzat toplumsaldır, toplumsal olarak üretilmiştir ve toplumsal olarak yeniden üretilirler. Bu nedenle

3Bu durum Diyarbakır için de söz konusudur. Diyarbakır’ı ele geçirenler şehri çepeçevre saran surları ya onartmış ya da yeni surlarla güçlendirmişlerdir. Kaleyi ele geçirenler bu kaleye sahip olduklarından tam emin olamıyormuş gibi kitabeler eklemişler, adeta güç gösterisi yapmışlardır. Her gelen adeta mekânda bir iz bırakmaya çalışmıştır (Atlı, 2014b: 29).

mekânsal olan toplumsal olandan ayrılamaz. Ona göre, farklı türden mekânlar, mekânsal ilişkiler veya mekânsallaşmalar olup, “yalın” mekân yoktur (Urry, 1999: 97).

Mekânı tabiatta kendiliğinden var olan, sosyal ilişkilerden bağımsız nötr bir alan olarak görmemiz mümkün değildir. Mekân hiçbir zaman coğrafi bir boşluk değildir. Belli türden sosyal ilişki ağlarının etkileşimi sonucunda ortaya çıkmış ve varlığı bu ilişkilerle kaim olan bir yerdir. Dolayısıyla taşıyıcılığını yaptığı ilişki biçimlerinin etkisine devamlı surette mağdurdur ve bunlar tarafından tekrar tekrar şekillendirilir (Yanık, 2012: 40). Aynı çerçevede Percival ve Paul Goodman adlı iki mimar ve kent plancısı değer ve dünya görüşünden arındırılmış nötr bir konut yapımı ve şehirciliğin olmadığını belirtmektedirler (Helle, 2012: 71-73).

Lefebvre, mekânın toplumsal üretimin bir sonucu olduğuna vurgu yaparak onun yansız ve edilgen bir geometri olmadığını, aksine politik ve stratejik olduğunu belirtmektedir (Lefebvre, 2014: 56-57; Aytaç, 2006a: 878). Mekânı toplumsal olarak üretilen ve yeniden üretilen bir alan olarak gören Lefebvre’ye göre, her toplumun mekânsal pratiği kendi mekânını yaratmaktadır (Lefebvre, 2014: 67). Dolayısıyla kentte mekân içinde bulunduğu toplum tarafından dönüştürülmekte ve yeni biçimler almaktadır. Bir başka deyişle bir yandan mekân onu işgal eden kişilerin yaşamları üzerinde etkide bulunurken bir yandan da bu grupların paylaştığı ortak kimi kimlikleri taşır hale gelmektedir.

Lily Kong ve Brenda Yeoh mekân ile kimlik arasında iki türlü ilişkiden bahsetmektedir. Birincisi, mekân kendisi bizzat bir kimliğe ve kişiliğe sahiptir. Her mekân bir kimlikle ortaya çıkar. İkincisi ise, insanın mekânı bir kimlik unsuru olarak görmesidir. Bu şekilde insan kendini mekâna ait hisseder ve kendini mekânla tanımlar (Kong ve Yeoh, 1995’ten akt., Tümtaş, 2012: 11-12). Dolayısıyla mekân ile kimlik, girift bir yapı oluşturduğu için ayrışması söz konusu olamaz. Bu yüzden günümüzde mekânların kendine has insanlara sahip olmasını ve bu insanların da kendi grupları içinde aynılaşmasını bu çerçevede okumak gerekir (Göka, 2001: 168-169). Yaşanılan yer, kişinin kimliğinin oluşumunda sınıf, köken, etnisite ve cinsiyet kadar etkili olabilmektedir. Bu durum ise ‘mekân/yer kimliği’ (place identity) kavramıyla açıklanmaktadır (Erman, 2010: 173).

Mekânın içinde bulunduğu insanları etkilemesi, kişilik yapılarını ve davranışlarını değiştirmesi bağlamında Simmel, metropol yaşantısının insan davranışları üzerinde iki önemli etkisi olduğunu belirtmektedir. Birincisi, aklının üstünlüğünü ön

plana çıkaran metropol yaşantısının, insanın yüreği yerine beyniyle tepki vermeye yöneltmesidir. Simmel bu durumun insanın zihinsel kapasitesini arttırarak, onun kavrayışını yükselttiğini belirtmektedir. İkincisi ise, insanların günlerini tartmayla, hesap yapmayla, sayısal saptamalarla dolu bir dizi alışverişle geçirdiği metropol kenti yaşantısında para ekonomisinin başat durumda oluşudur. Bu durum bütün insani nitelikleri ve bireyselliği paraya indirgenmektedir. Böylece hiç kimsenin bir diğeriyle ilgilenmediği ve bir diğeri için endişe etmediği bir yaşam biçimi ortaya çıkmaktadır (Simmel, 2012: 81-82). Bu yaşam biçiminin ortaya çıkardığı yeni kentli kişilik ise “bezgin” insan tipidir. Bezgin kişiliğin, hızla değişen ve sıklıkla birbiriyle çelişen sinirsel uyarıcıların bir ürünü olduğunu söylemek mümkündür (Özyurt, 2007: 114).

Kent mekânının insanlar arasındaki sosyal ilişkileri ve kişilik özelliklerini değiştirdiğine vurgu yapan Louis Wirth de kent mekânındaki insanlar arası ilişkilerin, kişisel olmayan, yüzeysel ve geçici olduğunu belirtmektedir. Ona göre bu özellikler kentte ikamet edenleri zeki, yetenekli ve akıllı yapar. İnsanlar kendilerine yarar sağladığı için, belli bir rol çerçevesinde başkalarıyla ilişki kurar. İlişkiler faydayla sınırlıdır. Wirth de Simmel gibi içinde bulunulan kentin kişilik özellikleri üzerindeki etkisine vurgu yaparak kentli insanın “şizofrenik karakterli” bir kişiliğe sahip olduğunu belirtmektedir (Wirth, 1938: 12; Kaygalak, 2009: 41-42).

Görüldüğü gibi mekân, toplumsal ilişkilerle şekillenen ve üretilen bir alan olarak toplumun kimliğinin yansıdığı ve toplumsal yapı ve değişmelerin izlenebildiği bir gösterge olmakta; içinde yaşayanların yaşam tarzlarının, taşıdıkları kimliklerin, sınıfların, inançların, statülerin yansıması yani sembolik ifadesi olarak değerlendirilmektedir.