• Sonuç bulunamadı

1.1. Mekân

1.1.4. Mekânsal Ayrışma/Farklılaşma/Kutuplaşma

1.1.4.2. Mekânsal Ayrışma Türleri

Mekânsal ayrışmayı ortaya çıkmasına neden olan temel etken bağlamında sınıflandırmak mümkündür. Buradan hareketle mekânsal ayrışmayı, savunma (güvenlik) amaçlı mekânsal ayrışmalar, etnik ve dini temelli mekânsal ayrışmalar, sınıf temelli mekânsal ayrışmalar ve cinsiyet temelli mekânsal ayrışmalar olarak 4 grupta toplayabiliriz. Ancak bir mekânsal ayrışma türü başka bir mekânsal ayrışmayı da içinde barındırabilmektedir. Bir başka deyişle birbirinden keskin sınırlarla ayrışmış mekânların içinde başka tür bir mekânsal ayrışmanın sınırları da kesişebilmektedir. Örneğin, güvenlik amaçlı mekânsal ayrışmalar olan güvenlikli siteler, sınıfsal temelli mekânsal ayrışmaları içinde barındırdığı gibi sadece kadınlara yönelik havuz hizmetinde olduğu gibi cinsiyet temelli mekânsal ayrışmaları da içerebilmektedir. Bu açıdan mekânsal ayrışmaların kesişimselliğinden de söz edebiliriz. Braudel de şehri tanımlarken mekânın kesişimselleğinden şöyle bahsetmektedir:

“…Toplumsal ilişkilerin izdüşümü olarak kent, dünyevi olanı kutsal olandan, çalışmayı eğlenceden, kamuya ait olanı özel olandan, erkekleri kadınlardan, aileyi ona yabancı olan her şeyden ayıran sınır çizgileri ağının kendi içinde kesiştiği, aynı zamanda da onun yapısını oluşturduğu bir mekân görünümüyle karşımıza çıkar…” (Braudel, 2008: 120).

1.1.4.2.1. Savunma (Güvenlik) Amaçlı Mekânsal Ayrışmalar

Bugünün kentsel pratiklerinden özellikle toplumsal sınıfları, statüleri, grupları, hayat tarzlarını ayrıma gibi bir işlev üstlenen kapılar, duvarlar, surlar esasen geçmişten günümüze kentin ana unsurlarıdır. Klasik dönem kenti genelde sur içi kentidir. Etrafı duvarlarla çevrili yerleşimlerin kökeni askeri ve savunma amaçlı kurulan duvarlarla çevrili sur şehirlerine, feodal kaleler ve ortaçağın surlarla çevrili kentlerine dayanmaktadır (Berköz, 2012: 173; Uğurlu, 2013: 31). Surlar, içerideki için ne denli koruyucu ise dışarıdakiler için o derece dışlayıcı ve engelleyicidir (Atlı, 2014b: 29). Güvenlik, emniyet ve savunma amacıyla inşa edilen ve kentin sınırlarını da gösteren surlar, kaleler ve kapılar, modern kent döneminde eski anlamından uzaklaşıp yeni anlamlar kazanır. Kentleşme sürecinde surları aşarak çevreye yayılan ve böylece surları yutan modern kentler, bu defa kendi içinde ayrışmalara yol açarak kent içinde yeni kapılar, surlar ve sınırlar oluşturur. Kapı bu defa toplumsal grupları, cemaatleri, tabakaları birbirinden uzak tutan bir anlam üstlenir (Alver, 2010a: 44-46).

Bauman, bir zamanlar kentlerin kurulmasına neden olan korkuların yerini günümüzde kentsel korkuların aldığını belirtmektedir. Bu korku kentin bütünlüğü ve güvenliğinden çok, kentin içinde kişinin kendi yuvasının yalıtılmışlığı ve güvenliğiyle ilgilidir. Bir zamanlar kentin etrafını kuşatan duvarlar artık çok farklı yönlerde kenti boydan boya içeriden bölmektedir. Kontrol altındaki bölgeler, belli kişilerin girişine izin verilen sıkı koruma altındaki kamusal mekânlar, kapılarda tam teçhizatlı özel güvenlikler ve elektronik olarak işleyen kapılar, büyük oranda bilinmeyen tehlikelerden çok, istenmeyen “hemşehrilere” karşı alınmış önlemleri teşkil etmektedir (Bauman, 2014: 57).

Steven Flusty de “Building Paranoia” (İnşaat Paranoyası) adlı çalışmasında; metropollerde Ortaçağ şatolarını koruyan su dolu hendekler ve kulelerin, yeni kentsel yansımasından “yasaklı mekânlar”ın oluşturulduğunu belirtmektedir. Yasaklı mekânlar,

durdurmak ve püskürtmek ya da kullanıcılarını süzgeçten geçirmek üzere tasarlanmışlardır (Bauman, 2014: 28).

Görüldüğü gibi savunma amaçlı mekânsal ayrışmalardaki temel mesele güvenlik meselesidir. Ancak temelinde güvenlik olan kapı ve duvarlara yüklenen anlam geçmişle günümüz arasındaki farkı ortaya koymaktadır. Bu açıdan günümüz kentlerinde güvenlik nedeniyle oluşturulan mekânsal ayrışmalarda, sınıfsal boyutun varlığının daha çok hissedildiği söylenebilir.

1.1.4.2.2. Etnik ve Dini Temelli Mekânsal Ayrışma

Kentsel mekândaki ayrışma biçimlerinden biri de etnik ve dini temelli mekânsal ayrışmadır. Toplumda meydana gelen ayrışma biçimleri incelendiğinde öncelikle sosyo- ekonomik ve etno-kültürel etmenlere bağlı olarak ortaya çıkmakta ve bunlara bağlı olarak da yaşam alanları oluşturulmaktadır. Bu yaşam alanlarının belirlenmesi genellikle gelire göre ve dolayısıyla sınıfsal konuma göre ortaya çıkabildiği gibi, farklı etnik ve dini gruplar arasında da ortaya çıkabilmektedir (Firidin Özgür, 2006: 8).

Geçmişte duvar ve çitler, çeşitli uygarlıklar tarafından din, sosyal statü, kültür, coğrafya ve etnik köken gibi nedenlerle mekânsal ayrım sağlamak amacıyla kullanılmıştır (Berköz, 2012: 173). Gettolar bu tür mekânsal ayrışmanın somut göstergesi olarak karşımıza çıkmaktadır. İlk olarak gettolar, 10. yüzyılda Venedik’te Yahudileri ayırmak ve onları denetlemek için konulan kısıtlayıcı kurallarıyla giriş ve çıkışın denetim altında olduğu etrafı duvarlarla çevrili yerleşim alanları olarak ortaya çıkmıştır (Duman ve Alacahan, 2012: 55). Sennett, Venedik’te bulunan bu gettonun tecrit edilmiş mekânının Yahudilere duyulan ekonomik ihtiyaç ile onlar karşısında hissedilen tiksinti arasındaki pratik zorunluluk ve fiziksel korku arasında bir orta yolu temsil ettiğini belirtmektedir (Sennett, 2008: 193).

Marcuse, gettoyu, istemsiz olarak ırksal veya etnik köken itibariyle aşağı olarak tanımlanan ve aşağı muamele gören belli bir nüfusun hâkim toplum tarafından ayrıştırılması, sınırlandırılması anlamında kullanılan mekânsal yoğunlaşma alanı olarak tanımlamaktadır (Marcuse, 2002: 111; Duman ve Alacahan, 2012: 56). Bir bakıma duvarların güvenlik sağlamanın yanı sıra sosyal homojenlik sağlamak amacıyla kullanıldığı da söylenebilir (Berköz, 2012: 173).

Türk toplumunda geçmişte din ya da etnik kökene dayalı mahalleler bulunmaktaydı. Müslüman, Rum, Ermeni ve Yahudi mahalleleri gibi dini temelli

farklılaşmalar yanında Kürt Mahallesi, Çingene Mahallesi, Boşnak Mahallesi, Göçmen Mahallesi, Ermeni Mahallesi gibi etnik temelli farklılaşmalar da vardı (Alver, 2013: 72). Ancak bu farklılaşmaların Avrupa ve Amerika’da örneğine sık rastlanan etnik ve dini temelli ayrışma türü olan getto özelliklerini taşıdığını söylemek mümkün görünmemektedir.

1.1.4.2.3. Cinsiyet Temelli Mekânsal Ayrışma

Mekânın cinsiyet ilişkilerine göre üretilmesi ve dönüştürülmesinin toplumun hâkim cinsiyet politikalarıyla alakalı bir durum olduğunu söyleyebiliriz. Cinsiyet rolleriyle erkeklik ve kadınlık tanımlarının toplumsal olarak yeniden yapılandırılması sürecinde mekânsal ayrışmalar ve mekânsal ilişkiler kritik önemdedir (Alkan, 2009: 13). Bu açıdan bakacak olursak kamusal alanın erkeklere ait yani eril mekân, özel alan olarak evin ise kadınlara ait yani dişil mekân olarak genel kabul gördüğü toplumlarda cinsiyet yüklü mekânlar, insanlar dünyayı daha yeni tanımaya başladıkları andan itibaren onlara verili olarak sunulur.

Özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun hüküm sürdüğü dönemde, kadın yaşamının evle sınırlandırıldığını görüyoruz. Kadın özel alana ait bir varlık olarak görülmekte, evlerin mimarisi olan haremlik/selamlık uygulaması da, onları yabancı erkeklerden ayırma isteğinin bir yansıması olarak ortaya çıkmaktaydı (Çakır, 2009: 80).

Gelişmiş ülkelerde modern kapitalizmin kadını işgücüne dâhil etmesiyle birlikte kamusal alanın erilliği zedelenmiş gibi görünse de hala birçok toplumda kamusal alan erilliğini korumaktadır. Aynı şekilde kentte eril olan mekânlardan bir tanesi de kahvehanelerdir. Kahvehaneler erkekler için evlerinin dışında farklı sınıf ve kimliğe sahip olsalar da hemcinsleriyle rahatça vakit geçirdikleri, gündelik yaşam kültürünün içinde eril bir mekân pratiği olarak görülmelidir (Arık, 2009: 170).

Kent mekânının cinsiyete göre bölünmesi ve ayrışmasına birçok örnek verilebilir. Kamu binaları, kahvehaneler, berber dükkânları, internet kafeler, otogarlar, camiler, inşaat şantiyeleri vs. eril mekânlara, evler, Kuran kursları, alışveriş merkezleri, parklar, kuaförler ve kadın hamamları vs. de dişil mekânlara örnek olarak verilebilir.

1.1.4.2.4. Sınıf Temelli Mekânsal Ayrışma

Kentsel yapılanmaların ilk ortaya çıktığı tarihsel koşullardan günümüze sınıf temelli yapılanmalar her zaman var olmuştur. Yunan kentinde toplumsal, ekonomik ve

siyasi arka planlar bağlamında gerçekleşen hiyerarşik yapı, mekânsal ve bölgesel anlamda ayrımlaşmaya ve ötekileştirmeye temel teşkil etmiştir. Günümüzün modern kent yapısında ekonomik ve sosyal belirlenimler özelinde gerçekleşen durum ise, geçmişte görülen ayrımlaşmalardan nitelik ve nicelik bakımından farklılık gösterebilmektedir. Esasen her dönemde üretim faaliyetleri özelinde gerçekleşen ayrımlaşma noktaları, üretim araçlarına ulaşım noktasında belirginlik kazanmaktadır (Yanık, 2012: 57).

Katznelson’a göre, sınıfsal ayrışmaya bağlı olarak fiziksel ayrışmalar üst sınıfların yaşam alanlarını daha belirgin bir şekilde diğerlerinden ayrılmış, orta ve üst sınıflar ise başkentin dışında kendi içinde homojen olarak yeni yerleşim alanları yaratmıştır. Böylece orta ve üst sınıfların belirginleşen fiziksel ayrışması sonucunda yeni konut alanları inşa edilmesine neden olmuştur. Bu durumu da “aşağı damlama etkisi” -trickled down- olarak tanımlamaktadır (Katznelson, 1981; Tümtaş, 2012: 85).

Günümüz kentlerine baktığımızda mekânsal ayrışmanın en çok rastlanan türünün sınıf temelli mekânsal ayrışmalar olduğunu söyleyebiliriz. 19. yüzyıldan sonra sanayileşmeyle yeni bir aşamaya giren kapitalist sistemin yarattığı eşitsizlik ve sömürgeye bağlı olarak kentsel alanlardaki mekânsal yapılanmalar sınıfsal bir boyut kazanmıştır (Tümtaş, 2012: 40). Modern kapitalizmle birlikte mekân, sınıfsal eşitsizlikleri yansıtan, gelir ve statü tarafından biçimlendirilen bir yapı haline dönüşmüştür (Alver, 2010a: 47).

Kapitalist ilişkilerin yarattığı eşitsizliklerle beslenen sınıfsal konuma bağlı ayrışmayı kent ölçeğinde açıklamaya çalışan Marksist paradigmaya göre, işgücündeki bölünmeler ikili kent veya bölünmüş kentlerin oluşumunda etkili olmaktadır. Birçok kentte yoksul daha yoksullaşmakta, zengin daha da zenginleşmekte, dolayısıyla sosyo- mekânsal kutuplaşmalar artmaktadır (Tümtaş, 2012: 71-85). Görüldüğü gibi ekonomik gelişmeler kent mekânında yaşayan sınıfları belirginleştirerek mekânların ayrışmasına neden olmaktadır.

Küreselleşme ile ekonomik yeniden yapılanma sürecine giren gelişmiş endüstriyel ülkeler geliştirdikleri teknolojik koşullarla işletmelerin ve ekonomik süreçlerin uluslararasılaşmasına, insanların, paranın ve malların hızlı bir şekilde akışına neden olmaktadır. Bu nedenle hizmet sektörü büyümekte ve daha nitelikli iş gücü ihtiyacı ortaya çıkmaktadır. Bu durumda daha kalifiyeli işgücü ya da niteliksiz işgücü arasında da işsizlik önemli ölçüde artmaktadır. Bu durumun nihai sonucu ise sosyal

kutuplaşma olarak görülmekte ve küreselleşmenin neden olduğu yapılanmalar, toplumu en alt seviyesinden en üstüne kadar sosyo-ekonomik açıdan bölerek varlıklıları ve yoksulları mekânsal olarak ayırmaktadır (Tümtaş, 2012: 49).

Kentler, birbirleriyle çelişen yönleri ve özellikleri bünyelerinde barındırmakta, bir yanda kentin diğer kesimlerinden soyutlanmış mekânlardaki ayrıcalıklı yaşamları ile kentin az sayıdaki varlıklı kesimi, diğer yanda da herkesten yalıtılmış yaşamlarıyla kentin en yoksulları bulunmaktadır. Kentlerdeki bu mekânsal eşitsizlikler de kentle birey arasında gerginlik ve gerilimlere yol açmaktadır (Küntay, 2001: 9; Kaygalak, 2009: 99).

Türkiye’de sosyo-mekânsal ayrışmanın birçok etmenin etkisinde olmasına rağmen, temelde gelire bağlı olarak, sınıfsal boyutta gerçekleştiği gözlemlenmektedir. Bugün, ülkemizde büyük kentlerin hemen hepsinde site tarzı kapalı yerleşimlerle “steril ve güvenlikli” yaşamlar oluşturulmakta ve bu doğrultuda varsıl ve yoksul kesim arasında mekânsal ayrışmalar artmaktadır. Dolayısıyla farklı toplumsal sınıflara yönelik konut bölgelerinin de birbirinden mekânsal, sembolik veya mimari olarak ayrıldığı gözlenmektedir (Danış, 2001: 151-152; Alver, 2010a: 97).

Belirli ekonomi politikaları, sermaye birikim biçimi, toplumsal işbölümü, sınıfların konumu ve mekânsal olumsallıklar gibi bağlamlara bağımlı mekânsal farklılaşmayı işaret eden alt kentleşme olgusu, modern kentleşme literatürüne orta sınıfın yarattığı bir mekânsal farklılaşma biçimi olarak girmiştir (Kurtuluş, 2005a: 77).

Günümüzde sermaye ve emek arasındaki iktidar ilişkisi, kapitalizmin getirdiği emeğin bölünmesi, işlevlerde uzmanlaşma, tüketim kalıplarındaki değişim ve yaşam biçimi gibi faktörlerin neden olduğu mekânsal ayrışmalar, etnik ve ırksal ayrışmaların önüne geçmiştir (Dövücü ve Yavuzer, 2012: 465-466). Artık geçmişte ırksal ve etnik ayrışmanın şekillendirdiği kentsel mekân, günümüzde gelir ve statüye bağlı olarak sınıfsal kimliklerin anlamlarıyla yüklü bir alan haline gelmiştir.