• Sonuç bulunamadı

HADİS USULÜ ve İLİMLERİ AÇISINDAN MUHADDİS SÛFÎLER

D. SÛFÎLERE İSNAD EDİLEN HADİS ALMA YOLLAR

4. MARİFET

Marifetin kelime anlamı, bilmek, tanımak, aşina olmaktır.602

Marifet ve irfan, eserle birlikte tefekkür ve tedebbürdür. İlimden daha özel olup zıddı inkârdır.603

İlk devir sûfîleri, daha çok marifetin ne olduğu ile ilgilenerek onun özellikleri üzerinde durmuşlardır. Sülemî, Bâyezid el-Bistâmî’nin “Hakkın zâtını bilmek (marifet) cehalettir. Ma-

598

Bkz. Tahâvî’nin Şerhu Müşkili’l-Âsâr, XV, 345’den naklen.

599

Bkz. Tûsî, Lüma’, s. 134.

600

İbn Teymiyye, Mecmûa’tü’r-Rasâili’l-Kübrâ, II, 336. Ayrıca bkz. Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, I, 70; Elbânî, ed-

Daîfe ve’l-Mevdûa, I, 173. 601

137 rifetin hakikati hakkında ilim şaşkınlıktır. İşâret edenden işâret ise, işârette şirktir. Allah’a en uzak kul, Ona işâreti en çok olandır.”604 sözünü naklederek bu görüşe itibar ettiğini ve marife-

tin ne olmadığını göstermektedir.

Hakîm, marifetin ahlâkı mevzuunda marifetin ahlâkından bahsetmekte ve kişinin mari- fete ancak Allah’ın rahmetiyle kavuşabileceğini belirtmektedir.605 Yine o, basar, marifet ve

yakînin şekil, marifetin zıddının nekre olduğunu ve onun, dilin ikrarı ve kalbin tasdikiyle ger- çekleştiğini söylemektedir.606 Ayrıca o, marifetin sultanını göğüsteki akıl, ilim, fehim, hıfız ve

zihin olarak görmekte ve marifetin kalpte, fehimin gönülde, aklın dimağda ve hıfzın da ona bitişik olduğunu ifade ederek607 marifete hâkim olan melekeleri zikretmekte ve bunlara sahip

olunduğu takdirde marifetin elde edilebileceğini zikretmektedir. O, kalbin imarının marifet ve mezkûr melekelerin nurlarıyla gerçekleşeceğini kabul etmektedir.608 Ayrıca o, ilmi yedi kısma

ayırmakta ve ilk ilim olarak marifeti ele almakta ve marifet ile bütün her şeyi kapsayan ilmi kastettiği anlaşılmaktadır.609

Bunun yanı sıra Hakîm, fehim (ince anlayış), zihin (akıl, tefek- kür), zeka, hıfız ve ilim ile marifete ulaşılacağı kanaatindedir.610

Sülemî’nin isnadlı olarak naklettiğine göre, Râbiatü’l-Adeviyye, “Her şeyin bir seme- resi vardır. Marifetin semeresi de ikbaldir.” der.611 O, hocası Ebû Muhammed Abdullah er-

Râzî, Şa’rânî’nin (353/964) “İlim, ilimle amel ve amel sebebiyle korkmanın, marifetin delille- rinden biridir.” dediğini bildirmektedir.612 Yine o, Ebû’l-Hüseyin en-Nûrî’nin “Allah ilmi ka-

dın ve çocuk tüm herkese helal kıldı. Marifeti veli kullarına, müşahedeyi ise sevgili kullarına tahsis etmiştir.”613 dediğini haber vermektedir. Bilahare o, Nasrâbâzî’ye Nebî’in (s.a) marifet

hakkında az konuşmasının sebebi sorulduğunda onun “O, marifette kemale ermiştir. Bir şeyde kemale eren, o hususta az konuşur.” şeklinde cevap verdiğini belirtmektedir.614

604

Bkz. Sülemî, Tabakât, s. 74.

605

Bkz. Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru’l-Usûl, TSMK, III. Ahmed blm. nr. 610, c. II, s. 299; (matbu), IV, 3.

606

Bkz. Hakîm et-Tirmizî, “el-Akl ve’l-Hevâ”, ŞM, yıl. 1964, sy. 5, s. 121-122.

607

Bkz. Hakîm et-Tirmizî, Riyâdatü’n-Nefs, s. 33.

608

Bkz. Hakîm et-Tirmizî, Riyâdatü’n-Nefs, s. 39. Ayrıca bkz. Hakîm et-Tirmizî, es-Salâtü ve Makâsıduhâ, s. 207-209.

609

Bkz. Hakîm et-Tirmizî, İlmu’l-Evliyâ, s. 119.

610

Bkz. Hakîm et-Tirmizî, Ğavru’l-Umûr, s. 65, 69.

611

Sülemî, Zikru’n-Nisve, s. 29.

612

Bkz. Sülemî, Tabakât, s. 452.

613

Bkz. Sülemî, Nesîmü’l-Ervâh, (Thk. Ahmed Tâhirî, Mecmûa-i Âsâr-i Sülemî II içinde), s. 168.

614

Bkz. Sülemî, Nesîmü’l-Ervâh, (Thk. Ahmed Tâhirî, Mecmûa-i Âsâr-i Sülemî II içinde), s. 170. Marifet hak- kında sûfîlerin görüşleri için bkz. Sülemî, el-Mukaddime fî’t-Tasavvuf, (Thk. Hüseyin Emin, Mecmûa-i Âsâr-i

Tûsî, ”Marifet ve ârifin özellikleri” başlıkları altında konuyla ilgili geçmiş sûfîlerin görüşlerini naklederek yer-yer yorum yapmaktadır.615 Marifet, ikrar, hakikat ve müşâhede

olmak üzere üçe ayrılmaktadır. Marifet müşâhedesi, anlayış (fehim), ilim, ibare ve söz şeklin- de derecelenmektedir. Marifetin işaretlerinin vasıfları ise pek çoktur.616

Marifet iki makam üzeredir. Bunların biri işitmeye (marifetü’s-sem’), diğeri ise gör- meye (marifetü’l-a’yân) dayanan marifettir. Birinci ile Müslüman hakkı işitir ve onu bu yolla bilir. Bu iman noktasında tasdiktir. İkinci marifet ise, müşâhede makamıdır. Bu da ayne’l- yakîn makamıdır.617 İlimler iki türlüdür. Biri ümerânın ilmi ki, o hükümler ilmidir. Diğeri ise,

muttakîlerin ilmi ki, o da yakîn ve marifet ilmidir.618

Sicillî, marifeti, marifetullah, marifetu dînillah, marifetu aduvvillah, marifetu’d-dünya diyerek dört asıla ayırmakta ve bunları da tekrar alt gruplara bölmektedir.619 Bu taksimiyle o,

önce Allah’ı sonra dinini, ardından Allah’ın düşmanını ve dünyayı bilmekten, tanımaktan söz ederken, içten dışa doğru bir yönelişten söz etmektedir. Yine o marifet ilmini, Allah’tan baş- kasından korkmayan ve istemeyen, Onu başkasına yeğlemeyen, ancak Ona saygı duyan ve Allah’ın hakkını ikame eden, derin ilim sahibi âlimlerden istediği ilim olarak izah etmekte- dir.620

Gülâbâdî, marifet konusunu, muhdes olan akıl-marifet ilişkisi bağlamında ele aldıktan sonra, marifetin mahiyeti konusundaki ihtilaflara işaret etmektedir.621

O, akıl için, Allah’ı Al- lah’la tanımaktan başka çare yoktur.622 der. Sehl b. Abdillah, “Marifet, bilgisizliği bilmektir.”

der. Gülâbâdî, “İlim marifetle, akıl da ilimle sabit olur. Marifete gelince o, kendi kendine sabit olur.” demektedir. “Eşyanın zâhiri, ilimle ortaya çıkar. Bâtını ise marifetle keşfedilir.” diyen- ler olduğu gibi, aksini söyleyen sûfîler de vardır.623

Marifet mevzuunu yazarken istihareye yattığını söyleyen Hargûşî de marifetin kesbî mi izdirâri mi, mahluk mu değil mi ve hakikatinin ne olduğu konularında Ehl-i hadis ve ke- lamcıların kanaatlerini zikrettikten sonra, genellikle sûfîlerin görüşlerini naklederek meseleyi genişçe ortaya koymaktadır.624 O, “Marifet billâh, Allah Teâlâ’yı sıfatlarıyla birlikte bilmek- 615 Bkz. Tûsî, Lümâ’, s. 56-62. 616 Bkz. Tûsî, Lümâ’, s. 63-64. 617 Bkz. Mekkî, Kûtu’l-Kulûb, I, 275. 618 Bkz. Mekkî, Kûtu’l-Kulûb, I, 278. 619 Sicillî, Envâr, s. 9-10. 620 Sicillî, Envâr, s. 49. 621

139 tir.”625 der. Hargûşî, sünnete ittiba ile marifetin, farzların edası ile de kurbetin elde edileceği-

ni626 bildirerek, marifet sünnet ilişkisine dikkat çekmektedir.

Mâlînî, Serî es-Sakatî’nin yeğeni Cüneyd’e “Ey yavrucuğum! Benden muhafaza et. Muhakkak ki marifet, kalpte hayâ olduğu sürece dalgalanır yoksa ayrılır.” nasihatinde bulun- duğunu nakletmektedir.627 Marifeti, Allah’ın seçkin (havâss) kullarına, zatıyla bilinmesi olarak

tanımlayan628 Sülemî, bir başka eserinde de marifetin hakikatini, Hakk olan maruf dışındaki

her şeyi inkâr etmek olarak izah etmektedir.629

Herevî, “Onların, Rasûle indirileni dinledikleri zaman, tanıdıkları hakktan dolayı göz- lerinin yaşla dolup taştığını görürsün.” (Maide, 83) ayeti ile marifet mertebesini yazmaya başlamış ve marifeti, “Bir şeyin hakikatini olduğu gibi ihata etmektir.” şeklinde tanımlamıştır. O, marifeti, sıfât ve nuût, zât ve ta’rifin saflığında müstağraka (dalmış) marifet olmak üzere üç dereceye ayırarak, insanları da âmme, hâssa ve hâssatu’l-hâssanın marifeti olmak üzere üç kısma ayırmıştır. Her dereceyi tekrar üç temel esasa ayırarak konuyu işlemiştir.630

Bu kısım hakkında kısaca bir değerlendirme yapmak gerekirse, ilk dönem muhaddis sûfîler, keşf, ilhâm ve muhaddes tabirlerini ayrı ayrı anlamlarda kullandıkları gibi, aynı an- lamda da kullanmaktadırlar. Yapılan tespitlere göre, meşhur muhaddis sûfîlerce keşf, manala- rın açığa çıkartılması, manalar üzerinden hicabın kalkmasıyla (keşfiyle) bir takım şeyleri görmek ve açılmaktır (keşf). Bu da, tabirin ekseriyetle kelime anlamı çerçevesinde kullanıldı- ğını göstermektedir. Dolayısıyla ilk devir sûfîlerce, keşf ve ilhâm tabirleri kelime anlamının ötesinde fazla bir şey ifade etmediği gibi, bir hadis tespit yöntemi olarak da görülmemektedir. Bu tespit, keşfin daha sonraki dönemlerde, bugün yaygın olarak kullanılan anlamına kavuştu- ğuna işaret etmektedir. İlhâmın da Allah’ın bir takım şeyleri kulun kalbine ilka etmesi anla- mında kullanıldığı gözükmektedir. Allah’ın bazı kullarına özel bilgiler vermesi meselesine gelince, bu Allah’ın pek çok kuluna bağışladığı bir lütuftur. Ancak buna rağmen, meşhur mu- haddis sûfîlerin tefsir, hadis ve fıkıh gibi tedris yaparak öğrenilmesi gereken ilimlerin, keşfen veya başka yollarla değil, çalışıp çabalayarak öğrenilebileceğini açıkça ifade etmeleri önemli- dir. Böylece onlar, keşif yoluyla, kalben bazı şeylerin hakikatinin fark edilebileceğini belirte- rek kesbî ve vehbî ilmin sınırlarına açıklık getirmektedirler.

625 Bkz. Hargûşî, Tehzîbu’l-Esrâr, s. 26. 626 Bkz. Hargûşî, Tehzîbu’l-Esrâr, s. 59. 627 Mâlînî, Erbaîn, s. 87. 628

Bkz. Sülemî, Sülûkü’l-Ârifîn, (Thk. Ateş, Tis’atu Kutub Li Ebî Abdirrahman es-Sülemî içinde), s. 156.

629

Bkz. Sülemî, Derecâtü’s-Sâdikîn, (Thk. Ateş, Tis’atu Kutub Li Ebî Abdirrahman es-Sülemî içinde), s. 146.

630

İncelenen ilk devir klasik tasavvuf kaynaklarında, rüya anlatımlarına hassaten dikkat edilmiş, ancak aşırı bir rüya nakline rastlanmamıştır. Zikredilen rüyaların içerikleri, normal olup özellikle dikkati çekmemektedir. Nakledilen rüyalar daha çok sadık rüyalar sayılabilecek niteliktedir. Bu rüyalarda konumuzla bağlantılı hadis tahdîs ve tashîhini açıkça kabule yöne- lik pek bilgi bulunmamaktadır. Bununla birlikte mezkur bazı müelliflerin kitaplarında, kendi- lerinin değil ama başkalarının, rüyalarında aldıkları hadisleri ve yaptırdıkları hadis tashîhlerini nakletmeleri, yaygın olmasa da, onların bu işe sıcak baktıklarını, en azından karşı çıkmadıkla- rını göstermektedir. Ancak yaygın bir yöntem olarak olmasa da bu usule, onlar gibi, sıcak bakan muhaddislerin bulunduğu gelen bilgiler arasındadır.

Pek çok kelam-ı kibar veya güzel ve hikmetli sözün, bazıları tarafından özellikle de sûfîler tarafından hadis olarak nakledilmesine, yukarıda zikredilen rivâyetlerin dayanak teşkil ettiği anlaşılmaktadır. Ancak Hakîm et-Tirmizî ve Mekkî gibi birtakım sûfîlerin ifade ettikleri gibi, tüm hoşa giden güzel sözleri Allah Rasûlü’nün (s.a) söylemiş olabileceğini, muhaddisle- rin ortaya koydukları hadis kabul usullerine muhalefet ederek kabul etmek doğru değildir. Kaldı ki, konuyla ilgili rivâyetlere rağmen muhaddisler, böyle bir yönteme kapı açmamışlar- dır. Ayrıca bu düşüncenin daha sonraki asırlarda ‘Hadis olarak tespit edilememiş ancak ma- nası doğrudur veya sened yönüyle uydurma, fakat manası doğrudur.’ ifadesine dönüşmüştür. Bu yaklaşım, Sehâvî ve Aliyyü’l-Kârî gibi bazı âlimlerin eserlerinde dikkati çekmektedir. Binaenaleyh Yeşil’in de ifade ettiği gibi, önemli olan cümlenin manasının doğru olması değil, o sözü Allah Rasûlü’nün (s.a) söyleyip söylemediğidir.631

Çünkü Allah’ın Onu (s.a) en güzel şekilde terbiye ettiğinde bir kuşku yoktur. Ancak bunun illâ da bir hadise dayandırılması ge- rekmemektedir. Nitekim Allah Rasûlü (s.a) kendisine yalan isnat edenleri ateşle uyarmaktadır.

Muhaddis sûfîler, marifeti ilimde ulaşılabilecek en üst nokta olarak görmekteler ve bu bilgiye erişebilmek için de kalbi iyice saflaştırmak gerekmektedir. Onlara göre eşyanın bâtını, marifet ile keşfedilir ve o da kalbi bir ameldir. Bundan başka onların bu ilmi, diğer ilimlerden üstün tuttukları görülmektedir. Burada verilen bilgilerden, sûfîlerin kendi bilgilerine marifet, diğer İslam âlimlerinin bilgilerine ise, ilim dedikleri anlaşılmaktadır.

Muhaddis sûfîlerin Hadis Usulü birikimlerini gün yüzüne çıkartmayı amaçlayan bö- lümün bu kısmında, hadisçilerin usul olarak kabul etmedikleri fakat sûfîlere isnad edilen hadis alma yolları tetkik edilmiştir. Sıra bölümün ilk kısmının son konusu olarak ele alınması uygun görülen, muhaddis sûfîlerin bazı hadis problemlerine bakışlarına gelmiştir.

141 E. BAZI HADİS PROBLEMLERİNE BAKIŞ

Burada muhaddis sûfîlerin bazı hadis problemlerine bakışları kendi eserlerinden hare- ketle ortaya konmaya çalışılacaktır. Çünkü onların bu konularda müstakil çalışmaları bulun- mamaktadır. Bu başlık altında, ilk devir sûfîlerin tetkik edilen eserlerinde, kalbe dayalı metin tenkidi, müteşabih haberler, Ehl-i re’y ve Ehl-i hadis tartışmaları hakkında zikredilen bilgiler, tespit edilmeye gayret edilecektir.