• Sonuç bulunamadı

HADİS USULÜ ve İLİMLERİ AÇISINDAN MUHADDİS SÛFÎLER

D. SÛFÎLERE İSNAD EDİLEN HADİS ALMA YOLLAR

3. EHL-İ RE’Y ve EHL-İ HADİS

İslam düşünce tarihinde farklı-farklı ekoller zuhur etmiştir. Burada muhaddis sûfîlerin üzerinde durdukları, Ehl-i re’y ve Ehl-i hadis eğilimi üzerinde durulacaktır. Bu iki ekolden ilki, fıkıh ve re’y ilmini, ikincisi ise rivâyet ilmini yöntem olarak seçmiştir.

Dinin Ehl-i re’y ve Ehl-i hadis olmak üzere iki sınıftan müteşekkil olduğunu ifade eden Hakîm et-Tirmizî, birincinin fıkıh ve re’y ilmini, ikincinin ise hadisi kabul ettiğini ifade etmektedir. O, Ashab-ı re’y’in Ehl-i hadis’e nazaran, bol-bol fetva verdiklerini, zelleler yap- tıklarını, kalplerinin katı olduğunu, huy bakımından medeni olmadıklarını ve hasetçi oldukla- rını belirterek serzenişte bulunmaktadır. Ardından bu olumsuzlukların üstüne, onların ömürle- rini, insanların kendilerine yönelttikleri nahoş meselelere getirdikleri çözümlerle geçirdikleri- ni zikretmektedir. Müteakiben Ebû Hanife’den Ebû Yusuf’a Ashab-ı re’y’in ellerindeki ah- kâm ile alakalı musannefâtın bin cildi aştığını ancak bu devasa eserlerde, ölüm, kıyamet, he- sap ve ceza, cennet ve cehennem gibi manevi konuların yanı sıra, Kur’an’ın hikmeti,

151 duklarını iddia etmektedir. Bundan başka onların Ehlü’l-hadis’in dinlediklerini (yani hadisi dinlemediklerini) söyleyerek onları eleştirmeye devam etmektedir.663 Ehl-i hadis’e temas et-

meyen Hakîm’in Ehl-i re’y’e yönelttiği tenkidlerde haddi aştığı görülmektedir.

Tûsî, Ashab-ı hadis, fukahâ ve sûfiyye şeklinde üçe ayırdığı âlimlerden Ashabu’l- hadis’i, Rasûl-i Ekrem’in (s.a) hadislerinin zâhirine bağlı kalarak onu, dinin esası olarak ka- bul edenler şeklinde tarif etmektedir. Çünkü Allah Teâlâ “Rasûl size neyi verirse onu alın ve neden sakındırırsa ondan kaçının.” (Haşr, 7) buyurmaktadır. Onlar, bu ayetle emir olunduk- tan sonra, hadis râvilerinden hadis almak, nakletmek, sahabe ve tâbiînden rivâyet edilen ha- berleri derlemek ve zapt etmek için diyar-diyar dolaşmışlardır. O, Ashab-ı hadisin, hadisleri derlediklerini, tasnif ettiklerini, sahîh ile ihtilaflı olanı ve zayıf râvîleri birbirinden ayırarak, Ricâl ilmini geliştirdiklerini haber vermektedir.664 Ayrıca o, Rasûlüllah’ın (s.a) “Benden duy-

duğu bir hadisi başkalarına nakleden kimsenin Allah yüzünü ağartsın.”665 duası sebebiyle

Ashab-ı hadis’in yüzünde bir parıltı bulunduğu söyleyerek onları övmektedir.666

İlim ehlini, fukahâ, Ashâbu’l-hadis, kurrâ’, müfessirler ve dilbilimciler olmak üzere beş gruba ayıran Edebü’l-Mulûk sahibi, ilk ortaya çıkan fukahâyı tanımladıktan sonra, Ashâbu’l-hadis’i,hadislere verdikleri manalarda kendilerine güvenilen, Nebî’in (s.a) lafızları- nı ezberleyen, ondan âsârı (hadisleri) gerektiği gibi nakil ve edâ eden, Hz. Peygamber’in (s.a) mirasçıları, şeriatı tashîh eden, meşrep, adet ve adabını (rusûm) muhafaza eden, temel rivâyet- leri (usûl) kayıt altına alan, onlarla iştigal eden ve hüküm verenler olarak tanımlamaktadır.667

Yine Edebü’l-Mulûk müellifi, Ashab-ı hadis’in, ilimleri sadece tedris etmeye, ahkâmı- nı da yazmaya razı olduklarını, rivâyet, dirâyet ve kitabetle uğraştıklarını, hatta onlardan bazı- larının pek çok ilmi derleyip haberleri yazdıklarını, ancak onları kullanmadıklarını, tedris et- me ve öğrenmeye razı olduklarını ve aşırı hadis yazma isteklerinin onları farzları yerine ge- tirmekten alıkoyduklarını ifade ederek hadisçileri eleştirmektedir. O, ilmi yazıp ameliyle işti- gal edenlerin sayısının az olduğunu ve bunu yapanın ise dinde imamlardan olduğunu haber vermektedir.668 Müellif, fukahâyı Ashab-ı hadis’in üstünde görmektedir. Ancak burada

Ashâbu’l-hadis ile kastedilen mücerret hadis rivâyetiyle meşgul olan hadis râvîleri (meşâyih) olmalıdır.

663

Bkz. Hakîm et-Tirmizî, Ehlü’r-Re’y ve Ehlü’l-Hadîs, (mecmû’a), Bâyezid Ktp. Veliyyüddin blm. nr. 770, vrk. 30/a-31/b.

664

Bkz. Tûsî, Lüma’, s. 24-25.

665

Ebû Dâvûd, İlim, 10; Tirmizî, İlim, 7; İbn Mâce, Mukaddime, 18, Menâsik, 76.

666 Tûsî, Lüma’, s. 25. 667 Bkz. Edebü’l-Mulûk, s. 2-3. 668 Bkz. Edebü’l-Mulûk, s. 3.

İbn Hafîf eş-Şîrâzî, tasavvufa yeni sülûk edecek olan müridler için yazdığı el kitapçı- ğında onlara, Ashab-ı hadis’in metoduna sarılmayı, onların fakîh olanlarından (ilim) almayı, onların âsârı (hadisleri) ile ilgilenmeyi, onların görüşlerini talep ve araştırmayı, onların rivâ- yetlerinden sahîh olanları keşfetmeyi ve onların ahvalini benimsemeyi tavsiye etmektedir.669

Ayrıca ulemâ, fukahâ ve hukemâyı birbirinden ayırmaktadır.670 Anlaşılan o ki, Şîrâzî, Ashab-ı

hadis’i bir üst çatı olarak saymakta ve diğer âlimleri onların altında görmektedir. En üstte gördüğü Ashab-ı hadis’in ortaya koydukları çalışmalardan istifade etmenin zorunlu olduğunu belirtmektedir.

Gülâbâdî Hz. İsa ile Musa’nın şeriatlarının Rasûl-i Ekrem (s.a) tarafından neshedildiğini belirterek, Ehl-i eser ile ekser Ehl-i nazar’ın bunda icma’ ettiklerini nakletmek- tedir.671 Ayrıca buradan onun Ehl-i nazar’ı Ehl-i re’y anlamında kullandığı da anlaşılmaktadır.

“Ashab-ı hadis’ten bir zat, Ehl-i re’y’den olan Kufe fakihlerinden birini vefatından sonra rüyasında görmüş ve ona verdiğin fetva ve belirttiğin re’ylerden dolayı ne yaptın? diye sormuş. O da yüzünü ekşitip kendisinden yüz çevirerek ‘bunların karşılığında bir şey elde edemediklerini ve neticesinde takdir de görmediklerini’ söylemiş.”672 Mekkî’nin anlattığı bu

rüya olayı ile eserin başka yerlerinde onlardan yaptığı nakiller, onun Ehl-i re’y’i benimseme- diği gibi, onların âhirette bir işe de yaramayacağını izhar etmektedir. Bununla birlikte, kita- bında diğer mezhep imamlarının görüşlerini naklettiği gibi, Ebû Hanife ve ashabının kanaatle- rini de zikretmektedir.673

Hargûşî ile Mâlînî, Bişr b. el-Hâris’in (227/841) Ashab-ı hadis’e “Nasıl ki, sizden biri iki yüz dirheme sahip olduğunda beş dirhem zekât vermesi gerekiyorsa, ilim için de böylece zekât vermesi gerekmektedir. Aynı şekilde, sizden biri 200 hadis dinlediğinde ondan 5’i ile amel etmelidir.”674 sözünü zikrederek, Bişr’in Ashab-ı hadis için yaptığı kıyasını haber ver-

mektedirler.

Sicillî, (ümmet) Allah’ın kitabındaki muhkem ayetler ve sağlam sünnetlerle ameli terk ettiğinde, rey’, kıyas ve istihsana başvurarak akıllarının nurlarını mahvetti, kıvrak zekâlarını

669

İbn Hafîf eş-Şîrâzî, İktisâd, s. 485.

670

Bkz. İbn Hafîf eş-Şîrâzî, İktisâd, s. 479, 483.

671

Bkz. Gülâbâdî, Maâni’l-Ahbâr, SÜİF Ktp. nr. 1075/A, vrk. 211/b, 270/a-270/b; Süleymaniye Ktp. Carullah blm. nr. 995, vrk. 144/b.

153 yok etti ve kalplerini körleştirdi.675 diyerek re’y ve kıyas taraftarlarını sert bir üslupla eleştir-

mektedir.

Hargûşî, Hz. Peygamber’in annesinin Rasûl-i Ekrem’e (s.a) hamileyken hayız görüp görmediği meselesindeki görüşünü naklettikten sonra, konunun Ehl-i hicâz ile Kûfeliler ara- sında ihtilaflı olduğunu zikretmektedir.676 O, Tehzîbu’l-Esrâr adlı eserinde Ashâbu’l-hadis ve

Ehlü’l-hadis’in tanımını yapmadan konular hakkında görüşlerini nakletmektedir.677

İlim sahiplerini dört tabakaya ayıran Sülemî, ilk ikisini, zâhir ehlinden olan Ashâbu’l- hadis ve fukahâ, diğer ikisini de bâtın ehlinden olan muamelât ehli ve hakikatler erbabı olarak tanımlamaktadır. Bunlardan Ashâbu’l-hadis’i, haberleri nakleden ve muhafaza edenler, onları ezberleyip toplamakla, sahîhini sakîminden ayırt etmekle meşgul olanlar şeklinde izah etmek- tedir.678 Sülemî, Ebû’l-Münzir el-Becelî’nin Kûfeli ve Ehl-i re’y’den olduğu için, hadisinin

yazılmadığını iddia etmektedir.679

Ebû’l-Hayr Muhammed b. Abdillah el-Fesevî, Hz Peygamber’i rüyasında görmüş ve Ona (s.a): “Ya Rasûlallah! 73 fırkadan Fırka-i nâciye kimdir?” diye sormuş. O (s.a) da: “Siz- siniz ey Ashâbu’l-hadis!” cevabını vermiştir.680 Zemmü’l-Kelâm adlı eserinde, kelamcılar gibi

Ehl-i re’y’i681 de aşırı şekilde eleştiren Herevî’nin babasından dinlediği Yahya b. Ammâr’ın

“Şayet Yahya b. Ammâr Ehl-i re’y’e mensup birinden bir hadis yazsaydı, Allah onun parmak- larını koparırdı.”682

sözü calibi dikkattir. Ardından Herevî, Yahya b. Ammâr’ın kendilerine Ebû Bekir el-Harşî’den hadis dinlemeyi yasakladığını belirtmekte ve Yahya b. Ammâr’ı, Nîsâbur’da Ebû Bekir el-Harşî’den hadis dinlerken gördüğünü itiraf etmektedir.683

Burada işlenen konuyu özetlemek gerekirse, Ehl-i re’y’i, meseleler hakkında sık-sık fetva veren bir grup olarak tanımlayan Hakîm, onları aşırı şekilde tenkit etmektedir. Tûsî, Ashabu’l-hadîs’i hadislerin zâhirine bağlı kalanlar şeklinde tarif ederek onları övmektedir. Fukahâyı Ashab-ı hadis’in üstünde gördüğü anlaşılan Edebü’l-Mulûk sahibinin, Ashâbu’l- hadis ile kastının, mücerret hadis rivâyetiyle meşgul olan hadis râvîleri (meşâyih) olduğu gö- rülmektedir. Ulemâ, fukahâ ve hukemâyı birbirinden ayıran Şîrâzî’nin de, Ashab-ı hadis’i bir üst çatı olarak kabul ettiği, diğer âlimleri de onların altında gördüğü anlaşılmaktadır. Ayrıca o,

675

Sicillî, Envâr, s. 112.

676

Bkz. Hargûşî, Şerefü’l-Mustafâ, I, 351.

677

Örnekler için bkz. Hargûşî, Tehzîbu’l-Esrâr, s. 25, 26.

678

Bkz. Sülemî, Sülûkü’l-Ârifîn, (Thk. Ateş, Tis’atu Kutub Li Ebî Abdirrahman es-Sülemî içinde), s. 155.

679

Bkz. Ebû Nuaym, Duafâ’, s. 63.

680

Bkz. Herevî, Zemmü’l-Kelâm, IV, 387.

681

Bkz. Herevî, Zemmü’l-Kelâm, II, 185-277; V, 80-81.

682

Bkz. Herevî, Zemmü’l-Kelâm, V, 80.

683

en üst mertebede gördüğü Ashab-ı hadis’in, ortaya koydukları çalışmalardan herkesin istifade etmesinin zorunlu olduğunu belirtmektedir. Sicillî de, Ehl-i re’y’i ayet ve hadisle ameli terk ettikleri için eleştirmektedir.

Kısım hakkında kısaca bir değerlendirme yapmak gerekirse, son dönemlerde kullanıl- maya başlayan metin tenkidi tabirinin Hadis ilminde bir ıstılah olarak kullanılması yenidir. Ancak uygulamaya bakıldığında, tarihi süreç içerisinde âlimlerin farklı terimlerle de olsa kıs- men metin tenkidi yaptıkları bilinmektedir. Bunlardan biri de Hakîm et-Tirmizî’dir. Ancak Allah’ın emir ve yasaklarına riayet eden hakk-ı a’zamı temsil eden saf bir kalbin haberin münker mi ma’ruf mu olduğunu bilebileceğini ifade eden Hakîm, metin tenkidini, bugünkü uygulamadan farklı olarak kalp merkezli ele almaktadır. Bu yönüyle onun, hadislerde yaptığı metin tenkidi ile bugün uygulanan arasında farklılıklar bulunmaktadır.

İlk dönem sûfîleri, müteşâbih hadisler konusunda, selef âlimleri gibi teslimiyetçi bir zihniyete sahiptirler. Onları anlamada aciz kalındığında, acele davranarak inkâr cihetine gi- dilmemesi gerektiğini zikrederek, Allah’a havale edilmesini tavsiye ederler.

Az önce de ifade edildiği gibi, muhaddis sûfîler arasında Ehl-i re’y ile Ehl-i hadis’in çeşitli tanımını yapanlar olduğu gibi, Ehl-i re’y’i eleştirenler de bulunmaktadır. Onların yap- tıkları tanımlarla, diğer âlimlerin yaptıkları tanımların birbirlerine yakın olduğu anlaşılmakta- dır.

Muhaddis sûfîlerin Hadis Usulü birikimlerini gün yüzüne çıkartmayı amaçlayan bö- lüm, onların Ehl-i re’y ve Ehl-i hadis hakkındaki görüşleri ile sûfîlerin Hadis Usulü mevzula- rına dair verdikleri bilgiler sona ermiştir. Burada, baştan beri ilk devir sûfîlerin Hadis Usulü kültürleri ele alınıp değerlendirilmeye çalışılmıştır. Çalışmanın bu kısmında, onların tetkik edilen eserlerinde değindikleri Hadis ilimleri, Ricâl bilgisi, Muhtelifü’l-hadis ilmi ve ilmi seyahatler alt başlıkları şeklinde incelenecektir.

155 II. HADİS İLİMLERİ

A. RİCÂL BİLGİSİ

Ricâl ilmi, Nebî’den (s.a) sevk edilen hadislerin ve genel olarak bize intikal eden tüm merviyyâtın doğruluk derecesini kontrol vasıtasıdır.684 Hadis senedlerinde geçen şahısların

râvî olmaları yönüyle incelenmeleri, hadis ricâli ve cerh-ta’dîl adında iki ana ilim dalı ile bun- lara bağlı, her biri müstakil ilim dalı durumunda olan Tabakât, Târîhu’r-ruvât, Nakdü’r-ricâl, Sikât, Duafâ’, Suâlât gibi alt disiplinlerin doğmasına yol açmıştır.

Hadis ricâli ilmi, hadisleri nakleden râvîlerin kimliklerini tanıtmaya çalışan, Cerh ta’dîl ilmi ise, onların rivâyetlerinin kabul veya reddine etkili olacak vasıflarını tenkidli araştı- ran ilim dalı şeklinde tarif edilmiştir. Ancak bu iki ilim dalı, birbirinden kesin sınırlarla ayrıl- mış değildir. Râvîleri tanıtan kitaplarda onların cerh-ta’dîl durumlarına yer verildiği gibi, bir râvî hakkında cerh-ta’dîl hükmü vermek için de, önce o râvînin kim olduğunun tanıtılması gerekmektedir. Bu yüzden ikisinin birden Ricâl ilmi adı altında işlenmesinin daha uygun ola- cağı düşünülmektedir.685 Hadis tenkidi, sözlü dahi olsa sahabiler devrinde başlayarak bilahare

yazılı hale gelmiştir. Nitekim İbn Abbâs, Ebû Hüreyre ve daha pek çoklarının “Bu ilim dindir. Onun kimden aldığınıza iyi bakın.”686 tarzında sözleri bulunmaktadır. Öyle ki, Ricâl edebiyatı,

hadis literatürünün en gelişmiş ve bir başka kültürde eşi bulunmayan bir bölümü olmuştur.687

İbn Dakîkı’l-Îd (702/1302), zayıf râvîlerin bilinmesi mevzuunda, râvîler hakkında ve- rilen cerh-ta’dîl hükümlerinde dikkatli olunması gerektiğinin altını çizerek bazen kasıtlı kötü- lemelerin olabileceği uyarısında bulunarak bunları beş kısma ayırmaktadır.688 O, üçüncü kı-

sımda, zâhiri ilimler ashabı ile mutasavvıflar arasında vaki olan ihtilafı kısaca şöyle ele al- maktadır: İki grup arasıdaki nefret, birbirlerini tenkit etmelerini gerektirmiştir. Bu öyle büyük bir musibettir ki, ondan ancak dinin temel prensiplerini bütünüyle bilen kurtulabilir. Dinin genel kuralları, fıkıh mezheplerinin furû’ meselelerini bilmeye hasredilmemelidir. Zira mu- hakkik sûfîlerin birçoğunun durumunun, furû’a ait bilgilerin hakkını, bâtılını birbirinden tam olarak ayırt edebilecek seviyede olmaması bir eksiklik değildir. Bilakis furû’a ait meseleler- deki bilginin yanında usul kaidelerinin de bilinmesi gerekir. Vâcib-caiz, aklî-âdî ve müstahil gibi hususların farklılığı da bilinmelidir. Bundan dolayı fıkıhta mümtaz olan bile bu konularda cahil olabilir. Öyle ki âdeten müstahili aklen müstahil sayabilir. Sûfîleri suçlama konusu çok

684

Bkz. Güler, Hadis İlimleri, s. 233.

685

Bkz. Eren, Ricâl Bilgisi, s. 31.

686

Bkz. Râmehurmuzî, el-Muhaddisu’l-Fâsıl, s. 414, 416; Hatîb el-Bağdâdî, Câmi’, I, 129.

687

Bkz. Sıddîkî, Hadis Edebiyâtı, s. 149-150.

688

tehlikelidir. Bundan dolayı sûfîler hakkında cerh hükmü vermede çok dikkatli olunmalıdır. Binaenaleyh sûfiyyeden hak üzere olanlar cerh edilirse, Nebî’in (s.a) dediği gibi, “Allah’ın velî kullarına düşmanlık edilmiş olur.” Öte yandan, onların bazılarından duyulan bâtıl sözler inkâr edilmezse, emr bi’l-ma’rûf ve’n-nehyu ani’l-münker görevi terk edildiğinden dolayı Allah’a isyan edilmiş olur. Eğer kalbiyle bâtıl sözleri inkâr etmezse, Hz. Peygamber’in (s.a) şu hadisinin hükmü altına girer “Bunun ötesinde hardal tanesi kadar bile iman yoktur.”689 İbn

Dakîk, râvîler hakkında hüküm verme işinin o kadar kolay olmadığına ve mesuliyetli bir iş olduğuna dikkat çekerek, verilen hükümleri kabul ederken bu durumun göz ardı edilmemesi gerektiğini vurgulamaktadır. Ancak Cerh ta’dîl ilminin kaideleri, ilk asırlardan itibaren telif edilen pek çok esere rağmen hâlâ müstakil olarak bir bütün halinde ortaya konmuş değildir.

Ashab-ı hadis’in, hadisleri nakil konusunda râvîlerin sika ve âdil olmalarına dikkat etmeleri, onları, râvîlerin durumlarını araştırmaya sevk etmiştir. Bu sebeplerden dolayı onlar, râvîlerin, nakil ve hadis aldıkları yerleri belirten, isim, künye, doğum ve vefat tarihlerini tespit eden eserler tedvin etmişlerdir. Böylece Ashab-ı hadis, râvîler tarihini (Târîhu’r-ruvât) mey- dana getirerek râvîlerden her birinin kaç hadis sevk ettiğini, kimin kimden ve kime hadis rivâ- yet ettiğini, kimin nakilde hata yaptığını, kimin de rivâyet esnasında bir harf ziyadesi ve lafız noksanlığı yaparak yanıldığını, kimin bilerek yanlış yaptığını, kimin hatalarına göz yumula- cağını ve hangi râvînin yalancılıkla itham edildiğini bile belirlemişlerdir. Dahası kimden hadis rivâyetinin sahîh kimden sahîh olmadığını, kimin hadis veya lafızla teferrüd ettiğini, bir hadi- sin kaç kişi tarafından rivâyet olunduğunu ve râvîsinin illeti bulunup bulunmadığını tespit etmişlerdir.690 Usul âlimlerinin ifade ettikleri gibi sûfî âlimler de, ihtiyaca binaen Ashabu’l-

hadis’in Ricâl ve Cerh ta’dîl ilminin prensiplerini ortaya koyduklarını ve bu konuyla ilgili eserler telif ettiklerini belirtmektedir.

Hakîm et-Tirmizî, ipek giymeyi, altın ile gümüş kaplardan yemek yemeyi ve içmeyi nehyeden hadisin râvîsinin ceyyidü’l-hadîs olduğunu belirterek, hadisinin i’tibar691

için kulla- nılabileceğini belirtmektedir.692

Tûsî, Nebî’den (s.a) pek çok haberin nakledildiğini ve Rasûlüllah’dan (s.a) bize kadar, sika râvîler aracılığıyla gelen haberleri benimsemenin bütün Müslümanlara şart olduğunu belirtmektedir. Çünkü Allah (c.c) Peygamber’e (s.a) itaati emretmektedir. Onu örnek almak,

689

Bkz. İbn Dakîkı’l-Îd, İktirâh, s. 297-298.

690

Bkz. Tûsî, Lüma’, s. 24-25.

691

157 Ona tâbi olmak ve emirlerine itaat etmek, Onu görsün görmesin, kıyamet gününe kadar bütün insanlara vaciptir.693 Yine o, rivâyet, âsâr ve ahbâr ilmini, güvenilir râvîlerin (sikât) güvenilir

râvîlerden (sikât) naklettikleri ilim olarak tarif ederek694

, rivâyet ilmi için râvînin sika olması şartını aramaktadır.

Daha önce de zikredildiği gibi, Hz. Musa ile ölüm meleği arasında geçen tartışmayı konu edinen rivâyetin şerhinde695 Gülâbâdî’nin ricâl bilgisinin düzeyinin ipuçları kısmen gö-

rülebilmektedir. O, muhtelif tarîklerle hadis imamlarının söz konusu hadisi rivâyet ettiklerini, kitaplarına aldıklarını ve sahîh olarak nitelendirip, râvilerini ta’dîl ettiklerini belirttikten sonra idraklerinin sığlığı, ilimlerinin noksanlığı ve hadis bilgilerinin azlığı sebebiyle bazı kimselerin bu hadisi reddettiklerini, inkar ettiklerini, yalanladıklarını ve çok kötü bulduklarını696 (diğer

bir nüshaya göre, zayıf saydıklarını)697 zikretmektedir. Oysaki hadisin senedini değerlendiren

hadis bilen ehl-i ilim ile ricâl bilen ehl-i marifetin rıza gösterdiklerini (ta’dîl ettiklerini), hadi- si sahîh olarak nitelendirdiklerini ve sahîh hadis mecmualarında yer verdiklerini haber ver- mektedir. Bilahare “Âhâd haberler, bazılarının yanında ilim ifade etmese bile, bizzat şöhrete ulaşması, râvilerinin âdil olması ve isnadının sahîh olması sebebiyle kendileriyle amel etmek vaciptir. İlim ifade etmemiş olması, hadisin reddini ve inkârını gerektirmez. Böyle bir hadisin reddedilmesi, hadis imamlarını yalanlamak ve ümmetin yapmış olduğu ta’dîli cerh etmek- tir.”698 Onun burada yaptığı değerlendirmelerden, Cerh ta’dîl ilminden haberdar olduğu anla-

şılmaktadır.

Mekkî isnadı, Allah’ın Muhammed (s.a) ümmeti için diğer ümmetlerinden ayırdığı üç hususiyetten biri olarak görmektedir. O, Allah Teâlâ’nın diğer ümmetlerden ayrı olarak sade- ce bu ümmete has kıldığı üç hasleti şöyle açıklamaktadır: 1- İsnadın ümmet arasında ibka edilmesi sayesinde halef, muttasıl olarak Rasûlüllah’a (s.a) varıncaya kadar seleften nakilde bulunmuştur. İlim bu şekilde günümüz âlimlerine kadar gelmiştir. Bu yol, âlimler arasında ilmin nakil aracı olmuştur. 2- Allah diğer münzel kitapların aksine, Kur’an’ın olduğu gibi muhafaza edilmesini buyurmuştur. 3- Bu ümmetin her mü’minine, yaşı genç dahi olsa, tevhîd ve akaid bilgilerinin sorulması, onun sözünün dinlenmesi ve fikrinin alınması lütfedilmiştir.

693

Bkz. Tûsî, Lüma’, s. 132.

694

Bkz. Tûsî, Lüma’, s. 457.

695

Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 269, 315, 351; Buhârî, Enbiya, 32; Müslim, Fezâil, 157; Nesâî, Cenâiz, 121; Gülâbâdî, Maâni’l-Ahbâr, SÜİF Ktp. nr. 1075/A, vrk. 178/b-179/a.

696

“ﻌﻪﻈﺘﻔ ﺍﺳ” bkz. Gülâbâdî, Maâni’l-Ahbâr, SÜİF Ktp. nr. 1075/A, vrk. 179/a.

697

“ﻪﻌﻔﻀﺘ ﺍﺳ” şeklinde geçmektedir. Bkz. Gülâbâdî, Maâni’l-Ahbâr, TSMK, III. Ahmed blm. nr. 619, vrk. 115/b. Ancak metnin siyak ve sibakına “ﻪﻌﻔﻀﺘ ﺍﺳ” kelimesini daha uygundur.

698

Hâlbuki geçmiş ümmetlerde bu, sadece Ahbâr, Kıssîs ve Ruhbân diye adlandırılan din adam- larına has bir özellik kılınmıştı.699 Mekkî’nin, kitabın hacminin artmaması için isnadları haz-

fettiği tahmin edilmektedir. Ancak gerek burada naklettiğimiz, gerekse başka yerlerde zikret- tiğimiz ifadelerinden onun, hem ricâl bilgisine sahip olduğu, hem de isnadın öneminin farkın- da olduğu anlaşılmaktadır.

Bununla birlikte, ilimleri “Selefin bildiği ilimler ve muhdes olanlar.” diye ikiye ayıran Mekkî, “Hadislerin tarîklerini ve zayıf râvilerin illetlerini araştırmak, âsârı (veya hadisleri) nakledenlerin zayıflığını ortaya çıkarmak” sözüyle Cerh ta’dîl ilminin selef/sahabe ve tâbiûn döneminde bilinmediğini ve sonradan ortaya çıkmış muhdes bir ilim olduğunu iddia etmekte- dir.700 Yine o, hadislerin sıhhatini tespit işini, daha önceki (muhtemelen) bazı sûfî âlimlere

uyarak gıybet olarak görmekte ve râvîleri taz’îf işinin niyet halis dahi olsa kişinin ne lehine ne de aleyhine yarayacağını ifade ederek, bu işle iştigali boş iş olarak görmektedir. Cerh ve ta’dîl âlimlerinin bu ilimle kendilerini oyaladıklarını, râvîler hakkında ileri geri konuştuklarını, hata ve sürçmelerin ardına düşerek bid’at ehline kapı açtıklarını ve onların sünnete yaptıkları bu tenkidler yüzünden hevâ ehlinin sünneti reddedip onun yerine rey ve kıyasa yöneldiklerini belirterek, cerh ta’dîl âlimlerini sert biçimde eleştirmektedir.701

Mekkî’nin cerh ta’dîl konusunda itiraz ettiği bir diğer konu, bazı hafız (muhaddislerin) cerhte cüretkâr davranarak haddi aşmaları meselesidir. Ona göre, hakkında ileri geri konuşu- lan daha faziletli olabileceği gibi, o kişi derece bakımından âlim billâh nezdinde daha üstün de olabilir. O, böyle durumda cerhin cerh edene döneceği kanaatindedir. Ayrıca o, marifet ehlin- den olan bu şahısların hadis rivâyeti konusunda farklı metotlarının olduğunu söyleyerek, hadis ehlinin bunları tenkit etmeye haklarının olmadığını iddia etmektedir.702

Hadislerin muhafazasında önemli bir yer tutan Cerh ta’dîl ilmi, Mekkî’nin zannettiği gibi muhdes yani selef döneminden sonra ortaya çıkmış değildir.703 Nitekim kendisi de isnad

sistemini, Allah’ın bu ümmet için diğer ümmetlerden üstün tuttuğu üç hususiyetten biri olarak