• Sonuç bulunamadı

HADİS USULÜ ve İLİMLERİ AÇISINDAN MUHADDİS SÛFÎLER

I. HADİS USULÜ

2. LAFZEN ve MANEN RİVÂYET

Râvîlerin Hz. Peygamber’in (s.a) hadislerini naklederken lafzen ve manen olmak üzere iki yol takip ettikleri bilinen bir husustur. Ancak hadislerin kahir ekseriyetinin manen nakle- dildiği tarihi bir vakıadır. Diğer taraftan hadislerin de, Kur’an-ı Kerim gibi daha ilk başta ya- zılma zorunluluğu getirilmediği için, kaçınılması mümkün olmayan bir durumdur. Çünkü yazılı olmayan bir şeyin her defasında aradan geçen zamanla aynı lafızlarla aktarılması pek mümkün gözükmemektedir. Rasûlüllah’ın (s.a) bile aynı sözünü farklı zaman veya ortamlarda değişik lafızlarla söylediği bilinmektedir. Bu sebeple hadisçiler, cevaz tartışmalarından ziyade mana ile rivâyette aranan şartları ortaya koymuşlardır.

Bu iki rivâyet tarzından biri rivâyet bi’l-lafz yani, hadisin Nebî’in (s.a) kullanmış ol- duğu lafızları ve kelimeleri değiştirmeksizin aynen sevk edilmesidir.119 Diğeri ise, rivâyet bi’l-

ma’na yani, hadis metninin sözlerinin salahiyetli şahıslar tarafından manası bozulmamak şar- tıyla başka sözlerle ifade edilmesidir.120

Hadis metnini bilerek değiştirmek kesinlikle caiz görülmemiştir.121 Şüphesiz en doğru-

su, hadisleri, Nebî’in (s.a) ağzından çıkan orijinal lafızlarla her hangi bir tasarrufta bulunmak- sızın aktarmaktır.122 Ancak uygulamada bunun pek de böyle olmadığı görülmektedir.

Mana ile rivâyet, bazı âlimler tarafından caiz görülmezken büyük bir çoğunluk tara- fından bazı şartlarla kabul edilmiştir. Mana ile rivâyeti kabul, âlimler arasında ihtilaf konusu olurken, lafızların delalet ettiği manayı hakkıyla bilmeyen, manalarını değiştirebilecek lafız ve terkipler hususunda yeterli birikimi olmayan, müteradif lafızlar arasındaki farklılıkları id-

119

Aydınlı, Hadis Istılahları, s. 130. Lafzen rivâyete ilişkin nakiller ve alakalı diğer mevzular hakkında geniş bilgi için bkz. Hatîb el-Bağdâdî, Kifâye, s. 265-289.

120

Bkz. Okiç, Hadis Usulü, s. 128; Aydınlı, Hadis Istılahları, s. 130. Ayrıca Abdullah Hikmet Atan’ın Mana ile

61 rak edemeyen cahil kimseye mana ile rivâyeti caiz görmeme mevzuu âlimler arasında ittifak konusudur.123

Arap diline, hakkıyla tasarruf yapacak düzeyde vâkıf, elfâz, meânî ve terkiplerini ince- liklerine inebilecek kadar hâkim ve hadisin hükmünü hiçbir şekilde değiştirmeksizin başka lafızlar ile nakletmeye kâdir olan, hâsılı hitap durumlarını bilen âlim için rivâyet bi’l-ma’na caiz olup olmadığı meselesi âlimler arasında ihtilaflı bir konudur.124 İbnü’s-Salâh, yukarıda

zikrolunan vasıflara sahip birinin mana ile rivâyetinin caiz olmasının daha doğru olacağını ifade ettikten sonra, bu hilâfın devam etmediğini ve kitapların içeriğinden bilebildiğimiz ka- darıyla insanların da bunu devam ettirmediklerini belirterek hiçbir kimsenin musannifin kita- bındaki bir lafzı değiştiremeyeceğini veya aynı manada başka bir lafzı getirmeyeceğini zik- retmektedir.125 Kaynaklarda mana rivâyetini kabul eden ve etmeyenlerin delilleri teferruatlı bir

şekilde verilmektedir. Kâsımî’nin eserinde126

dikkat çektiği gibi, konunun cevaz ve adem-i cevazına müteal- lik görüşleri kısaca dile getiren İbn Hacer, şu sözleriyle meseleyi vuzuha kavuşturmaktadır: “Mana ile rivâyete gelince, onda hilâf meşhur olmakla birlikte çoğunluk caiz olduğu görüşün- dedir. Onların bu konudaki en güçlü delilleri, İslam şeriatını acemlerin kendi dilleriyle öğ- renmeleri için şerhinin cevazı üzerindeki icma’dır. (İslam şeriatını) yabancı bir dile çevirmek caiz olduğuna göre, onun Arap diliyle (değişik kelimelerle) ifade edilmesinin cevazı daha evladır.”127

Kimi sûfîlerin bir takım hadisleri, hadis olduğunu ifade etmeden kendi ifadelerine dö- nüştürerek kullanmaları ve bazı hadisleri de istedikleri gibi tasarrufta bulunarak sadece içeri- ğine atıf yapmaları mana rivâyetinin boyutu ile ilgili bir mesele olmakla birlikte tenkit konu- sudur. Çünkü yukarıda da ifade edildiği gibi, hadisler kitaplarda toplandıktan sonra manayla rivâyet, fiilen ortadan kalkmış olup lafızları değiştirmek ittifakla caiz değildir. Gerçi hadis olduğunu ifade etmemeleri onları sorumluluktan kurtarsa da, bu tür nakillerin hadis olarak değerlendirilmemesi daha isabetli olsa gerektir. İleride konuyla ilgili misaller verilecektir.128

Mana ile hadis rivâyeti, sadece sûfîlere ait bir usul olmayıp hadisçilerin de caiz gör- dükleri bir meseledir. Pek çok âlimin yaptığı gibi, Hakîm et-Tirmizî ve diğer sûfîler de mana

123

Geniş bilgi için bkz. Hatîb el-Bağdâdî, Kifâye, s. 300-317; İbnü’s-Salâh, Ulûmu’l-Hadis, s. 213-215; Süyûtî,

Tedrîb, s. 299-302; Cezâirî, Tevcîh, s. 298-314; Ahmed Naim, Tecrîd Mukaddimesi, I, 454-468. 124

Ahmed Naim, Tecrîd Mukaddimesi, I, 454.

125

İbnü’s-Salâh, Ulûmu’l-Hadis, s. 214. Krş. için bkz. Süyûtî, Tedrîb, s. 299-302.

126

Kâsımî, Kavâid, s. 232-233.

127

İbn Hacer, Şerhu’n-Nuhbe, s. 94.

128

ile hadis rivâyetinde hiçbir beis görmemişlerdir. Bunun başlıca sebebi olarak ilim talebi için çok seyahat etmeleri ve pek çok hocadan hadis almaları gösterilebilir. Sûfî olsun veya olmasın birçok âlim, devamlı ilmi seyahatlerde bulunduğu ve bu seyahatlerde derledikleri kitapları yanlarında götüremedikleri için hafızalarından mana ile rivâyeti tercih etmiş olmalıdırlar.

Eserlerinde isnadlı isnadsız naklettiği yüzlerce haberi, lafzen nakletmesinin güç olması hakikati yanında sahabe, tâbiîn ve âlimlerin mana rivâyetine cevaz vermeleri hatta Nebî’in (s.a) bile bunda sakınca görmediğine dair hadislerin bulunması, mana ile rivâyet konusunda daha esnek olunmasına sebebiyet verdiği düşünülmektedir. Bu ve benzeri sebeplerden dolayı Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru’l-Usûl’ün 267 veya 268. aslını mana rivâyeti meselesine açıklık getirmeye ayırmıştır.

“Allah, bizden hadis işiten ve onu işittiği gibi aynen aktaran kimsenin yüzünü ağart- sın. Şüphesiz nice ulaştırıcılar vardır ki, onu işitenden daha iyi anlamıştır.”129 Hakîm hadisin

üç ayrı veçhini isnadlı olarak verdikten sonra, edâ eden âlimlerin (müeddûn) ilmi tebliğ etmek zorunda olduklarını söylemektedir. Râvîler edâ ettiğinde işitenlerin onu lafzen ve manen ez- berlediklerini ve kendisinden sonrakilere naklettiklerini zikrettikten sonra, “Şayet işittikleri lafızları, ziyade ve noksanlık ya da takdim ve tehir yapmadan aynısıyla edâ etmek zorunlu olsaydı, Rasûl-i Ekrem’in (s.a) Kur’an’ı yazdırdığı gibi onlar da hadisleri mutlaka sayfalara yazarlardı.” der. O, eğer hadisleri Kur’an gibi yazma zorunluluğu olsaydı, ashabın mutlaka onları da kaydederdi değerlendirmesini yapmaktadır. Ayrıca o, Abdullah b. Amr’ın yazmağa izin istediğinde müsaade edildiğini belirttikten sonra, haberlerin hıfız yoluyla alındığını ve aynı yolla edâ edildiğini söylemektedir. Ardından Rasûlüllah (s.a) “Kim bilerek benim adıma yalan söz söylerse cehennemdeki yerine hazır olsun.”130 dediğinde, ashabın lafızları değiştir-

me korkusundan dolayı hadis naklinden sakınır olduğunu, uzak durduğunu belirtir. Sonra me- seleyi Allah Rasûlü’ne (s.a) sorduklarını ve Onun da onlara yol gösterdiğini ve yöntemi açık- ladığını haber vermekte ve Hz. Peygamber’in (s.a) bu durumu soran birine “Manaya isabet ettiğinde bir beis yoktur.” dediği hadisini ve başka delilleri de zikrederek mana bozulmadığı müddetçe mana ile rivâyetin caiz olduğunu belirtmektedir. Daha sonra Hakîm et-Tirmizî (295,310/907,922 civ.), asırlar sonra işlerin yüzeyselleştiğini ve bu zamanda da hukemânın (yani hakîm olan muhaddislerin) devreye girerek sahîh ile sakîmi birbirinden ayırdıklarını iki

129

Ebû Dâvûd, İlim, 10; Tirmizî, İlim, 7; İbn Mâce, Mukaddime, 18; Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru’l-Usûl, TSMK, III. Ahmed blm. nr. 610, c. II, s. 348; (matbu), IV, 117. Ancak bu hadisi mana rivâyetine cevaz veren- ler de vermeyenler de ilk delil olarak kullanmaktadırlar. Hâlbuki bu hadis de mana ile rivâyet edilen hadisler-

63 örnekle açıklamaktadır.131 Bu hadisin farklı tarîklerini nakleden Ebû Nuaym, Hz. Osman’ın bu

hadis sebebiyle fazla hadis rivâyet etmekten kaçındığını da haber vermektedir.132

Onun verdiği ikinci örnek: “Bekâr kızın izni istenir, dul kadına danışılır.” “Bekâr kıza danışılır, dul kadının izni istenir.” hadisi, takdim ve te’hir yapılarak iki ayrı şekilde rivâyet edilmektedir. Oysa genç kız, evlilik meselelerini utandığından konuşamadığı için izni istenir ve onun sükutu onaydır. Dul kadına gelince o, sıkılmayacağından ve rahat konuşabileceğin- den dolayı evlilik hakkında görüşü alınır. Hâlbuki ikinci rivâyet tam bunun tersidir. Bu hadis- leri fıkhedenler doğru ile yanlışı birbirinden ayırmışlar ve ikincinin yanlış olduğunu ve mana- yı bozduğunu belirtmişlerdir. Açıklamasının devamında Hakîm, kişi hadisin manasını değiş- tirmedikçe ‘an filan an filan an Rasûlüllah (s.a)’ demesinde bir sakınca olmadığı gibi yalancı da olmayacağını belirtir ve ‘haddesenî ve ahberanî’ demesinin de caiz olduğunu söyler.133

Yine o bazen hadisin ardından “mana buna yakın” şeklindeki ifadesiyle mana ile rivâyet etti- ğine işaret etmektedir.134

Hakîm’in ifadelerinden anlaşıldığına göre, Nebî (s.a) ashabına, nasıl hadis rivâyet edi- leceğini öğretmiştir. Onun mana rivâyetini savunması, hadisleri naklederken ufak-tefek hata yapma ihtimaline karşı hassasiyet ve titizlik göstermesinden kaynaklanabileceği gibi, Allah Rasûlü’ne (s.a) gösterdiği hürmetten de kaynaklanabilir. Çünkü lafzen rivâyet pek çok sahabi ve tâbiînin de dile getirdiği gibi pek mümkün gözükmemektedir. O, yer-yer eserlerinde bir hadisin farklı tarîklerini ardı ardına vererek meselenin inceliklerine vukûfunu ortaya koymak- tadır.

Ebû Saîd İbnü’l-A’râbî, rivâyet ettiği biraz uzunca bir hadisin sonunda ev kemâ kâle Rasûlüllah (s.a)135 veya bima’nâh136 diyerek hadisin manasının buna yakın olduğunu belirtip

haberi mana ile rivâyet ettiğini belirtmektedir.

Gülâbâdî, İbn Abbas’ın “Hz. İsa (a.s) ve Musa (a.s) Rasûlüllah döneminde olsalardı, Ona ittiba ederlerdi.” sözüne yakın manada bir haberin rivâyet edildiğini ve bu manada bir

131

Bkz. Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru’l-Usûl, TSMK, III. Ahmed blm. nr. 610, c. II, s. 348-349; Antalya Tekelioğlu nr. 150, vrk. 238/b-239/a, (matbu), IV, 117-119.

132

Bkz. Ebû Nuaym, Duafâ’, s. 51-52.

133

Bkz. Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru’l-Usûl, TSMK, III. Ahmed blm. nr. 610, c. II, s. 349-350; Antalya Tekelioğlu nr. 150, vrk. 239/b-240/a, (matbu), IV, 119-121.

134

Bkz. Hakîm et-Tirmizî, es-Salâtü ve Makâsıduhâ, s. 84. Başka örnek için bkz. Nevâdiru’l-Usûl, Köprülü Ktp. nr. 465, vrk. 51/a.

135

Bkz. Ebû Saîd İbnü’l-A’râbî, Zühd, s. 50.

136

hadisin merfû olarak da sevk edildiğini bildirerek, hadisi lafzen değil de mana ile naklettiğini açıkça haber vermektedir.137

Mekkî (386/996), Kûtu’l-Kulûb’un 31. ilim faslının son bâbında eserinde kullandığı ri- vâyetler hakkındaki metodunu açıklamakta ve önce mana ile rivâyet konusundaki görüşleri ile işe başlamaktadır. O, bu kitapta (Kûtu’l-Kulûb) Nebî (s.a), sonra sahabe, tâbiîn ve tebe-i tâ- bi’înden ezber yoluyla elde ettiği haberlerin hepsini, çok azı hariç, mana ile sevk ettiğini ve bunu yaparken de o anda elinin altında bulunan ve ulaşılması kolay olan metinleri aldığını, uzun olan bazı nakilleri ise, kitaplardan/kaynaklardan yazdığını ve elde edilmesi mümkün olmayan kaynaklar için de herhangi bir çabada bulunmadığını bildirmektedir. Devamında, kullandığı rivâyetlerin birçoğunda haberlerin lafızlarına itibar etmediğini ancak mananın ta- mamını aktarmaktan da geri kalmadığını belirttikten sonra, mana ile rivâyet edebilecek kişide olması gereken özelliklerden söz etmektedir. O, “Şayet sen, sözün değişik değişik söylenmesi ile mana cihetlerinin farklılıkları konusunda ihtisas sahibi biriysen ve anlamı/manayı da tam olarak karşıladığın vakit, bununla birlikte iki lafız arasında tahrif ve anlam bozucu hususlar- dan da kaçınabiliyorsan, hadis lafızlarının aynıyla yazılması bana göre gerekli değildir.” 138

der.

Yukarıda konunun girişinde verilen bilgilerden de anlaşılacağı üzere, rivâyet bi’l- ma’naya cevaz veren hadisçiler ile Mekkî’nin mana ile rivâyette aradığı şartlar arasında bir mutabakat bulunmaktadır. O, konunun devamında hadisi lafız ile değil de mana ile rivâyete içlerinde Hz. Ali, İbn Abbâs, Enes b. Malik, Vâsıle b. el-Eska’ ve Ebû Hüreyre’nin bulunduğu bir grup sahabi, ardından imamların imamı Hasan el-Basrî sonra Şa’bî, Amr b. Dînâr, İbrahim en-Nehaî, Mücahid ve İkrime’nin de aralarında bulunduğu pek çok sayıda tâbiînin (r.a) ruhsat verdiklerini haber vermektedir.139

Mekkî, İbn Sîrîn’in “Ben on kişiden hadis dinlerdim, hepsinin lafızları farklı olduğu halde manaları bir idi.” sözünü naklettikten sonra, sahabenin Rasûlüllah’dan (s.a) hadis rivâ- yetinde ihtilaf ettiğini, kiminin hadisi tam, kiminin muhtasar, kiminin de mana ile naklettiğini, bazılarının ise, iki lafız arasında deşiklik yaptıklarını ve bunda da mana değişmedikçe ve arzu edilene de bir halel gelmedikçe müsamahakâr davranılması gerektiğini bildirmektedir. Müte- akiben bunların hepsinin bilerek yalan söylemeyeceklerini aksine doğruyu kastettiklerini ve

137

Bkz. Gülâbâdî, Maâni’l-Ahbâr, SÜİF Ktp. nr. 1075/A, vrk. 211/b, 270/a-270/b; Süleymaniye Ktp. Carullah blm. nr. 995, vrk. 144/b. Diğer mana ile rivâyetleri için bkz. Maâni’l-Ahbâr, (Thk. Karapınar), s. 192, 313,

65 dinledikleri rivâyetleri naklederken arzu edilen anlama halel gelmediği için müsamahalı dav- randıklarını, ayrıca asıl yalanın kasten yapılan olduğunun altını çizdiklerini haber vermekte- dir.140

Mekkî, mana ile rivâyete cevaz veren bazı delilleri naklettikten sonra, kendilerinin naklettikleri bütün hadislerin ardından ev kemâ kîle, nahvuh, şibhuh, bima’nâh dediklerini, İbn Mes’ud ve Süleyman et-Teymî’nin de böyle dediğini haber vermektedir. Bu konuda da hadisçilerin usulünü takip ettiklerini, tuttukları yollarda bir farklılığın bulunmadığını ortaya koyar. Bilahare âlimlerin mana ile rivâyetin caizliğine yaygın olarak kullandıkları Kur’an’ın yedi harf üzere okunmasının caizliği delilini, bir kişinin ısrarla Yahya b. Saîd el-Kattân’a (198/813) bir hadisin lafzındaki bir harfi sorması üzerine verdiği şu cevapla zikretmektedir: “Be adam! Elimizde Allah’ın kitabından daha üstün bir şey yoktur. Onda dahi yedi harf üzere okumaya ruhsat verilmişken işi zora sokmayın!”141

Mekkî, “İlim talep etmek farzdır.” hadisinin manası hakkında âlimlerin görüşlerini naklettikten sonra yaptığı değerlendirmede “Lafızlar bizim olsa da manalar onlarındır.” diye- rek âlimlerden aktardığı tüm görüşlerin mana nakli olduğunu açıkça ifade etmektedir.142 O,

İbn Avn’den naklen İbrahim, Şa’bî ve Hasan el-Basrî gibi sahabe ve selef âlimlerinin pek çoğunun hadislerin mana ile rivâyetine sıcak baktıklarını ve lafzı aynen nakletmeye hassasiyet göstermediklerini haber vermektedir.143

Hargûşî, ev nahvuh mine’l-elfâz ve ve elfâzuhüm mütekâribeh diyerek hadislerin ma- nalarının birbirlerine yakınlığına işaret etmektedir.144

Ebû Nuaym’ın Emâlî’si incelendiğinde ele aldığı mevzularla ilgili değişik rivâyetleri arka-arkaya nakletmesi, onun mana rivâyetine sıcak baktığı hatta meselelerin farklı boyutları- nı yansıttığı için de ayrı bir önem verdiği düşünülmektedir.145

Mâlînî’nin öğrencisi ve Erbaîn’inin tek râvîsi Ebû’l-Hasan Ali b. el-Hüseyin et- Turaysîsî es-Sûfî, hocası Mâlînî’nin kendilerine, eserde ileri gelen sûfîler isnadıyla sevk edi- len haberleri lafzen rivâyet ettiğini zikretmektedir.146

140 Bkz. Mekkî, Kûtu’l-Kulûb, I, 360. 141 Bkz. Mekkî, Kûtu’l-Kulûb, I, 360. 142 Bkz. Mekkî, Kûtu’l-Kulûb, I, 264. 143 Bkz. Mekkî, Kûtu’l-Kulûb, I, 337. 144

Bkz. Hargûşî, Şerefü’l-Mustafâ, III, 229; Tehzîbu’l-Esrâr, s. 461, 489.

145

Bkz. Ebû Nuaym, Emâlî, s. 24-68.

146

Sülemî, Hz. Hatice zamanında onun yanına gidip gelen bir kadının vefatından sonra Rasûlüllah’ın (s.a) yanına ziyarete gelmesi ile ilgili rivâyet hakkında bu manaya benzer diye- rek haberi mana ile sevk ettiğini ifade etmektedir.147

Herevî, hocası Ali b. Muhammed b. Muhammed b. Ahmed b. Osman el-Edîb’in “İlmi ketmetmenin büyük bir günah olduğu.” ile ilgili hadisi kendilerine Nîsâbûr’da lafzen rivâyet ettiğini (haddesenâ) bildirmektedir.148 Dolayısıyla Herevî hocasının bu hadisi, manen değil de

lafzen rivâyet ettiğini haber vermektedir. Bundan başka o, Zemmü’l-Kelâm adlı eserinde ver- diği haberleri mana ile rivâyet ettiğini çeşitli ifadelerle söylemektedir.149

Muhaddisler, Hz. Peygamber’in (s.a) hadislerini lafzen rivâyetin çok zor olduğunu hatta imkânsız olduğunu belirterek mana ile hadis rivâyetine cevaz vermişlerdir. Muhaddis sûfîler, her ne kadar lafzen hadis sevk etseler de, onların daha çok mana ile rivâyeti tercih ettikleri görülmektedir. Kimi sûfîlerin bazen hadislerden ilhâm alarak onları kendi ifadelerine dönüştürmeleri ve bu konuda daha da serbest davranarak metinler üzerinde istedikleri gibi tasarrufta bulunmaları tenkit edilmektedir. Çünkü bu uygulama mana ile rivâyet konusunun sınırlarını zorlamakta hatta aşmaktadır.

Sûfîlerin hadis rivâyetlerinde kullandıkları tekniklerden, lafzen ve manen rivâyeti in- celedikten sonra sıra, mana rivâyetine müteallik konulardan rivâyet farklılıklarına işarete gel- miştir.

i. Rivâyet Farklılıklarına İşaret

Haberlerin rivâyet farklılıklarına işaret, mana rivâyetini ilgilendiren konulardan biridir. Burada hadisçiler, ve fî rivâyetin, ve fî rivâyetin uhrâ, ve fî hadîsin, ve fî hadîsin âhar, ve fî’l- hadîs, ve fî’l-haber, ve fî ba’di’l-ahbâr, ve fî ba’di’r-rivâyât, fekad verade fî’l-haber, min vechi’l-haber, ve lehu vechun âhar gibi lafızlar kullanarak konu ile ilgili değişik rivâyetleri sevk etmektedirler.

Hakîm et-Tirmizî150, Tûsî151, Gülâbâdî152, Mekkî153, Sicillî154, Hargûşî155, Herevî156 hadis-

lerin rivâyet farklılıklarına işaret etmektedirler.

147

Bkz. Sülemî, Âdâbu’s-Suhbe, (Thk. Kister, Mecmûa-i Âsâr-i Sülemî II içinde), s. 83.

148

Herevî, Erbaîn, (mecmû’a), TSMK, Revan blm. nr. 510, vrk. 82/a; (matbu), s. 43.

149

Bkz. Herevî, Zemmü’l-Kelâm, I, 306, 316, 423; II, 135, 149, 344, 363; V, 38, 98 vd.

150

Bkz. Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru’l-Usûl, TSMK, III. Ahmed blm. nr. 610, c. II, s. 348-350; Antalya Tekelioğlu nr. 150, vrk. 239/b-240/a, (matbu), II, 133; IV, 119-121; Menâzilü’l-Kurbe, (mecmû’a), Bâyezid Ktp. Veliyyüddin blm. nr. 770, vrk. 7/b-8/a; Bâbun fî Şe’ni’n-Niyye, (mecmû’a), Bâyezid Ktp. Veliyyüddin

67 Ebû Nuaym’ın hocaları Abdullah b. Cafer ile Ahmed b. Cafer b. Hamdân’dan isnadlı olarak rivâyet ettiği birinci Ramazan ve Şevval orucu hadisinin isnadı, Sa’d b. Saîd’de dü- ğümlenmektedir. O, hadisin ardından Sa’d b. Saîd’den bu rivâyeti, bir tâbiî olan kardeşi Yah- ya b. Saîd, İbn Cüreyc, Hamza b. Sâbit, Ravh b. el-Kâsım, Süfyan es-Sevrî gibi tâbiîn, imam- lar ve alem kişilerin naklettiğini, sonunda ise hadisi, Ömer b. Sâbit’ten Sa’d b. Saîd’in dışında Safvân b. Süleym’in de rivâyet ettiğini bildirmektedir.157 Ebû Nuaym, hocası Abdullah b. Ca-

fer’den Ramazan ve Şevval orucu hadisine benzer bir metni, farklı bir tarîk ile üçüncü hadiste tekrar rivâyet etmekte olup isnad sahabî Câbir b. Abdillah’da düğümlenmektedir.158

Farklı bir hocadan rivâyet edilen dördüncü hadis de bazı değişiklik ve ilavelerle birinci hadis gibidir.159

Ebû Nuaym, başka bir hocasından isnadlı olarak Ebû Hüreyre’nin Rasûlüllah’dan (s.a) zikret- tiği, benzer bir metni beşinci hadiste sevk ettikten sonra, bu seneddeki Ebû Hüreyre-Ebû Saîd- Abdullah b. Saîd b. Ebî Saîd’in dışında, Ebû Hüreyre-Abdurrahman b. Ebî Hüreyre-Amr b. Dînâr ve Ebû Hüreyre- Ebû Sâlih-İsmail b. Râfi’in de rivâyet ettiklerini haber vermektedir.160

Aynı uygulama ve hassasiyetin ikinci mevzuda zikredilen altı, yedi ve sekizinci hadislerde161

ve üçüncü konuda zikredilen dokuz-on beşinci hadislerde162 de gösterildiği görülmektedir.

Herevî, “Allah’ın (c.c), ayağını kürsünün üzerine koyduğu” bâbında, iki ayrı isnadla naklettiği hadisi Vekî’in lafzıyla İbn Abbâs’tan vermektedir. Ardından aynı hadisi, Ebû Musa, Ebû Hüreyre, İkrime ve Ebû Mâlik’in de rivâyet ettiğini haber vermektedir.163 Herevî

Menâzilü’s-Sâirîn’in girişinde birinci mertebenin manası ile ilgili zikrettiği hadisin ikinci bir tarîki hakkında bilgi verirken birinci isnadda geçen Muhammed b. Bişr el-Abdî’ye Muham- med b. Yusuf el-Firyâbî’nin muhalefet ettiğini ve Ömer b. Râşid’den onun Yahya’dan onun Ebû Seleme’den ve onun da Ebû’d-Derdâ’dan merfû olarak naklettiğini haber vermektedir.

151

Tûsi, Lüma’, s. 135.

152

Bkz. Gülâbâdî, Maâni’l-Ahbâr, (Thk. Karapınar), s. 8, 19, 32, 36, 107, 137, 277, 332 vd.

153

Bkz. Mekkî, Kûtu’l-Kulûb, I, 71, 80, 93, 300, 491; II, 459, 465, 476, 477.

154

Bkz. Sicillî, Envâr, s. 217; ed-Delâletu Alellah, s. 15, 46, 53-54; 98.

155

Bazı örnekler için bkz. Hargûşî, Şerefü’l-Mustafâ, II, 151, 153, 157; III, 492; II, 217; V, 85; IV, 153; II, 174, 203; III, 139; IV, 186; II, 192; IV, 405, 516; V, 292; II, 174, 179; IV, 476; V, 123; Tehzîbu’l-Esrâr, s. 464.

156

Bkz. Herevî, Zemmü’l-Kelâm, I, 289-292, 300-305, 372-375; II, 26-34, 163-164; III, 40-41, 230; IV, 175-176, 234; V, 54-62, 163-164 vd.

157

Ebû Nuaym, Emâlî, s. 24, 33.

158

Ebû Nuaym, Emâlî, s. 34.

159

Ebû Nuaym, Emâlî, s. 36.

160

Ebû Nuaym, Emâlî, s. 42.

161

Bkz. Ebû Nuaym, Emâlî, s. 44-48.

162

Bkz. Ebû Nuaym, Emâlî, s. 55-68.

163

Yine o, ilk isnaddaki Ebû Hüreyre (r.a) hadisinin üç ve dördüncü tarîklerini verdikten sonra, hadisi Şamlıların Ebû Ümâme’den merfû olarak rivâyet ettiklerini zikretmektedir.164

Sûfîlerin hadis rivâyetinde izledikleri haberlerin rivâyet farklılıklarına işaret, mana ri- vâyetini ilgilendiren bir konudur. Burada onların hadisçiler gibi, bir konuyu ele alırken ilgili rivâyetleri ard arda sevk etmeleri, hadis birikimlerine hatta konunun ayrıntılarına dahi vâkıf olduklarına işaret etmektedir. Meşhur muhaddisler arasında da yaygın olan bu yöntemi misal- ler vererek açıkladıktan sonra, çalışmaya konuyla alakalı olan lafız farklılıklarına işaret ile