• Sonuç bulunamadı

GÜZEL ve HİKMETLİ SÖZLERİN HADİS KABUL EDİLMESİ

HADİS USULÜ ve İLİMLERİ AÇISINDAN MUHADDİS SÛFÎLER

D. SÛFÎLERE İSNAD EDİLEN HADİS ALMA YOLLAR

3. GÜZEL ve HİKMETLİ SÖZLERİN HADİS KABUL EDİLMESİ

Hakîm et-Tirmizî (295,310/907,922 civ.), Nevâdiru’l-usûl’ün 44. aslında el-Hüseyin b. Ali el-Acelî> Yahya b. Adem> İbn Ebi Zi’b> Saîd el-Makbûrî> Ebû Hüreyre isnadıyla Allah Rasûlü’nden (s.a) şöyle bir hadis nakletmektedir: “Benden size hoşunuza giden ve tuhaf ol- mayan bir hadis nakledildiğinde onu söylememiş olsam dahi söylemişimdir. Dolayısıyla o sözü doğrulayınız. Çünkü ben hoşa giden ve tuhaf olmayan şeyler söylerim. Ayrıca benden size garip gelen hoşunuza gitmeyen bir hadis rivâyet edildiğinde de onu yalanlayınız. Çünkü ben tuhaf gelen ve hoşa gitmeyen şeyler söylemem”.588 Hakîm et-Tirmizî, hadisin şerhinde,

Peygamberlerin insanlığa, işlerini yüklenme ve işlere karşı alınacak tedbir bilgisiyle gönderil- diğini ve Allah’ın Peygamberlerine açıkladığı bu işlerin künhünün de onlarda mahfuz olduğu- nu belirterek, ilmin Allah katından Peygamberlerine, onlardan da insanlara geçtiğini ifade

588

Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru’l-Usûl, TSMK, III. Ahmed blm. nr. 610, c. I, s. 122; Köprülü Ktp. nr. 465, vrk. 79/b; (matbu), I, 233; Tefsîru “İnnî Târikun fîkumü’s-Sekaleyn: Kitâbullah ve Itratî”, (mecmû’a), Bâyezid Ktp. Veliyyüddin blm. nr. 770, vrk. 189/a-189/b Tahâvî, Şerhu Müşkili’l-Âsâr, XV, 347; Dârakutnî, Sünen, IV, 208; Herevî, Zemmü’l-Kelâm, III, 266-271; İbnü’l-Cevzî, Mevzûât, I, 420-421, (Haberi Ukaylî aracılığıyla nakleden İbnü’l-Cevzî, Ukaylî’nin “Bu lafızla Nebî’den (s.a) sahîh isnadlı bir rivâyet yoktur.” dediğini haber vermektedir. Eserin muhakkiki Nureddin Boyacılar, hadis hakkındaki değerlendirmeleri naklettikten sonra,

hadisin zayıf, metninin de münker olduğu kanaatindedir.); Şevkânî, Fevâid, s. 278-283. Farklı lafızlarla gelen

rivâyetler için bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 497; V, 425; İbn Mâce, Mukaddime, 2; Tahâvî, Şerhu

etmektedir.589 O, bu usulün Peygamberliğin gerekliliğinden olduğunu zikretmekle birlikte zâ-

hir ulemâsını (fukahâ) “Suyun üzerinde yürüme”, “Yerin dürülmesi” gibi bazı hususlardaki rivâyetleri kabul etmedikleri için eleştirmekte ve Allah’ın kullarına bir takım şeyleri bildirebi- leceğini savunmaktadır.590

Hakîm, hadisin açıklamasının devamında “Kim Rasûlüllah’dan (s.a) sonra hak ve hi- dayet üzere bir şey söylerse, Nebî bu sözde ondan öncedir. Her ne kadar Hz. Peygamber (s.a), bu sözü, kendisinden sonra gelen bir başkasının söylediği lafızla söylememişse de, O, bunun aslını mücmel olarak söylemiştir.” iddiasında bulunmaktadır. Ardından da Rasûl-i Ekrem’in (s.a) o lafızla söylemese de, aslını söylediğini ve aslın fer’i de içerdiğini ifade ederek, Onun aslı, ilk defa ortaya koyduğu, sonradan sahabe ve tâbiînin de fer’ilerini söylediğini ileri sür- mektedir. Daha sonra Hakîm, söylenmiş olan bu sözün muhakkik âlimler591 nezdinde münker

olmayıp maruf olması şartına bağlamakta ve sözün sahibi O olmasa da onu Rasûlüllah’ın (s.a) söylediğini ve bize de onu tasdik etmek düştüğünü zikretmektedir. Hakîm et-Tirmizî bu görü- şünü, söylenmiş sözün lübb ve basiret sahibi muhakkik âlimler nezdinde münker olmayıp ma- ruf olması şartına bağlamaktadır. O, dünya şehvetlerine dalan, akılları Allah’a karşı kapalı ve göğüsleri (kalpleri) karanlık olanların ise, bunu bilemeyeceğini açıkça ifade etse592 de, bu-

nun genel geçer bir metot olarak kabul edilmesi mümkün değildir.

Hakîm buradaki açıklamalarında hemen-hemen her âlimin belirttiği gibi, kalbin öne- mine vurgu yapmakla birlikte, günahlara, dünya zevklerine dalmayan bir kalbin, hadisin ma- ruf ile münkerini ayırt edebileceğini, aksi takdirde ayırt edemeyeceğinin altını çizmektedir. O, hadisin kabul veya reddinde, hadisçilerin ortaya koydukları usul değil de kalbi merkez alan kalbe dayalı yeni veya farklı bir tenkit usulünden söz etmektedir. Yine o, bu metot üzerinde konuyla ilgili muhtelif nakilleri zikrederek uzunca durmaktadır. Burada Hakîm, ileride müs- takil olarak ele alınacağı gibi, kendine özel bir metin tenkidi usulünden bahsetmektedir.593

589

Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru’l-Usûl, TSMK, III. Ahmed blm. nr. 610, c. I, s. 122; Köprülü Ktp. nr. 465, vrk. 79/b-80/a; (matbu), I, 233-234.

590

Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru’l-Usûl, TSMK, III. Ahmed blm. nr. 610, c. I, s. 122; Köprülü Ktp. nr. 465, vrk. 80/b-81/b; (matbu), I, 234.

591

İbare için bkz. Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru’l-Usûl, TSMK, III. Ahmed blm. nr. 610, c. I, s. 125 (Inde’l- Muhıkkîn) ; Köprülü Ktp. nr. 465, vrk. 81/b (Ehlü’t-Tahkîk); (matbu), I, 237 (el-Muhikk).

592

Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru’l-Usûl, TSMK, III. Ahmed blm. nr. 610, c. I, s. 124-125; Köprülü Ktp. nr. 465, vrk. 81/b-82/a; (matbu), I, 237.

593

Geniş bilgi için bkz. Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru’l-Usûl, TSMK, III. Ahmed blm. nr. 610, c. I, s. 122-138; Köprülü Ktp. nr. 465, vrk. 79/b-90/a; (matbu), I, 233-238. Bu rivâyetin farklı bir bağlamda değerlendirmesi

135 Hadis ilminin esasları hakkında çeşitli bilgiler verdikten sonra cerh-ta’dîl âlimlerini tenkit eden Mekkî, terğîb, zühd, fezâil ve kıyamet ahvâli hakkında vârid olan hadislerin maktû ve mürsel dahi olsalar, tasdik ve teslimiyetle kabul edilmesi gerektiğini ifade etmektedir. O, ilmin ve usulün bunlara delalet ettiğine yer verdikten sonra “Kime Allah ve Rasûlünden bir fazilet ulaşır ve onunla amel ederse, nakledilen hadis söylendiği gibi olmasa dahi ona Al- lah’ın sevap vereceğinin” kendilerine rivâyet edildiğini haber vermektedir. Ardından konuyla alakalı “Kim benden bir hak rivâyet ederse onu söylememiş olsam dahi söylemişimdir. Kim de bir bâtıl rivâyet ederse şüphesiz ki ben bâtıl söylemem.”594

hadisini naklederek Hakîm gibi onun da, hikmetli ve güzel sözleri Hz. Peygamber’in (s.a) söylemiş olduğu fikrini benimsediği anlaşılmaktadır.

Hadisin iki ayrı tarîkini veren Herevî, haber hakkında herhangi bir yorum yapmayarak rivâyetin bir illetini bilmediğini, bütün râvîlerinin sika, isnadının muttasıl olduğunu ve bu hadisi, Cârûdî’nin Hâtim’den yaptığı müntehabından yazdığını ifade etmektedir.595

O, hadis hakkında başka bilgi vermemektedir.

Konuyla ilgili değişik lafızlarla pek çok rivâyet bulunmakta ve bunların içerisinde sa- hîh olanları bile bulunmaktadır. Bu rivâyetlerden hareketle “kelam-ı kibar, hikmetli veya gü- zel bir söz, her ne kadar başkalarına ait de olsa, onu veya onun aslını mutlaka Rasûlüllah (s.a) söylemiştir.” demek, Hadis Usulü açısından kabul edilebilir bir yöntem değildir. Bu kıstas, hadisçilerin baştan beri yaptıkları her türlü usul ve tenkit çalışmalarını boşa çıkarmaktadır. Konuyla ilgili sahîh rivâyetlere rağmen bu kıstas, muhaddisler tarafından pek kabul görme- miştir. Onlar, hadis kabul usulü olarak tek başına böyle bir yöntemi tasvip etmemişlerdir.596

Hadisin iki ayrı tarîkini eserinde nakleden Tahâvî, insanın fıtratının/kalbinin kendisine zarar veya fayda veren şeyi bilebileceği gibi, rivâyetlerin Rasûl-i Ekrem’e (s.a) ait olup olma- dığını da bilebileceğini belirtmektedir. Onun ifadelerinden bu işe sıcak baktığı anlaşılmakta- dır.597 Ahmed Muhammed Şakir (1958), bu hadisin ashaba hitap olduğunu, sonra onların izin-

den giden ve hidayeti ile hidayet bulanlar ki, onlar Hz. Peygamber’in (s.a) sünnetini, şeriatını bilirler ve kalplerini iman ve ihlâsla dolduranlardır. İşte bu vasıflara sahip bir insanın sünnetin sahîhini kalbinin itmi’nanı ile bileceğini ve sahîh olmayan merdudunu da inkâr edebileceğini

594

Bkz. Mekkî, Kûtu’l-Kulûb, I, 363-364.

595

Bkz. Herevî, Zemmü’l-Kelâm, III, 266-271.

596

Dümeynî’nin İbnü’l-Cevzî’nin Mevzûât’ı üzerinde yaptığı araştırmaya göre İbnü’l-Cevzî, böyle bir prensip kullanarak hadisin uydurma olduğuna hükmetmemiştir. Bkz. Dümeynî, Mekâyîsu İbni’l-Cevzî, s. 14.

597

zikretmektedir.598 Her şeye rağmen tarih boyunca uygulama dikkate alındığında, böyle bir

tespit yöntemi kabul edilecek olsa, Ashab-ı hadis’ten bile ancak bazılarına böyle bir kapı açı- labilir.

Birçok kelam-ı kibar veya güzel ve hikmetli sözün, kimileri tarafından özellikle de sûfîler tarafından hadis olarak nakledilmesinin bu ve benzeri rivâyetlere dayandığı anlaşıl- maktadır. Mesele, mevzu haberler konusunu da ilgilendirmektedir.

İleride yorum örnekleri kısmında müstakil olarak ele alıncak olan “Eddebenî Rabbî feahsene te’dîbî.”599

“Beni Rabbim yetiştirdi terbiyemi (dil ve lehçemi) güzel yaptı.” tartışmalı haberi hakkında, İbn Teymiyye bile “Manası doğrudur. Fakat onun sâbit (sahîh veya hasen) bir isnadı bilinmemektedir.” değerlendirmesi yapmakta ve onu Aclûnî’nin tesbitine göre, Sehâvî ile Süyûtî de onun bu görşüne teyit etmektedir.600 Bilahare bu fikir, bazı muhaddislerce

“Manası sahîhtir.” şeklinde bir değerlendirme olarak dile getirilmiştir.

“Her güzel ve hikmetli sözü Hz. Peygamber’in (s.a) söylediğini” bir usul olarak kabul noktasında Hakîm et-Tirmizî ile Mekkî’ye katılmak mümkün değildir. Konuyla ilgili nakledi- len haberlere rağmen muhaddisler bu usule kapı açmamışlardır. Diğer taraftan Hadis Usulü ve ilimleri yanı sıra İslam ilimlerine de vâkıf oldukları anlaşılan meşhur sûfî âlimlerin böyle bir hadis kabul kriterini savunmaları anlaşılır değildir. Bu sebeple meseleyi eserinde ele alan çağ- daş hadisçilerden Dümeynî de bu kıstasa ısrarla karşı çıkmaktadır.601

Sûfîlere isnad edilen hadis alma yollarını meşhur muhaddis sûfîlerin eserlerinde ver- dikleri bilgilerden hareketle açıklığa kavuşturduktan sonra, şimdi de başka bir ilim öğrenme yolu olarak kabul edilebilecek olan irfani bilgi ya da marifetten söz edilecektir.