• Sonuç bulunamadı

Mai ve Siyah Evrenin Ġlk Kaçağı: Ahmet Cemil

Bihruz Bey’in Safderun Alafranga Dünyasında Hastalıklar:

NERĠMAN “Ġki kültür arasında kalıĢ”

4.3.1. Mai ve Siyah Evrenin Ġlk Kaçağı: Ahmet Cemil

Mai ve Siyah, Ahmet Cemil karakteriyle, Servet-i Fünun entelektüelini

yansıyan bir ayna gibidir. Tanzimat Devri entelektüellerinin zıttı olarak, Servet-i Fünun aydını toplumsal olaylara karĢı kayıtsız tavırları ile insan doğasının inceliklerine dikkati çeker. Bu durumun en büyük nedeni sayılan II. Abdülhamit devrinin baskıcı tutumu, entelektüel algıyı bireysel hastalıklarına yöneltir. Böylece edebî dilde yepyeni bir görünüme kavuĢur. “Mai ve Siyah, Halid Ziya‟nın romancılık

hayatının ilk olgun örneği olarak kabul edilir. Romanı birçok araştırmacı ve eleştirmene göre dikkate değer kılan temel özelliği onun bir “nesil romanı” olmasından ileri gelmektedir” (Kerman, 1995, 86). Zeynep Kerman‟ın da ifade ettiği

gibi, roman dilinde insanın, nesnelerin ve mekânın sunuluĢ biçimi Halit Ziya UĢaklıgil‟in üslubunda ilk kez canlı bir tanık hüviyeti kazanır. Ömer Faruk Huyugüzel‟e göre de ilk nesil romanı olan Mai ve Siyah, “(...) bir hayal kırıklığının

romanıdır” (Huyugüzel, 1995, 41).

Servet-i Fünun edebiyatının arka planında canlı biçimde duran devr-i istibdatın, Halit Ziya UĢaklıgil‟in ruh hâline yansıdığı kabul edilir. Ahmet Hamdi Tanpınar‟a göre; “Bu kitap Türkiye‟de nesli namına konuşan eserdir” (Tanpınar, 1995, 279). Nesli namına konuĢan yazarın karamsar, yalnız ve melankolik mizacında siyasetin etkisi elbette göz ardı edilemez. Ancak meseleye baĢka bir açıdan bakacak olursak, yazarın kurguya kattığı kaçış üslubu yalnız devrin baskıları

141

ile anlamlandırılmaz. Yazarın yetiĢme tarzı, aldığı eğitim, hâkim olduğu yabancı diller ve Batılı kaynakların etkileri de buna ilâve edilebilir. Buna rağmen, cevap bekleyen sorular vardır. Öncelikle Halit Ziya kurgusunda mütemadiyen süren

saklambaç oyununu okur nasıl anlamlandırmalıdır? Onun romanlarında ana vakaya

yön veren olaylar, neden artık çok geç algısı ile noktalanmaktadır? Romana, eĢyanın ruhunu, mekânın soluğunu ve vakit/an duygusunu katan yazar, kiĢilerin inĢâsında/karakter yaratımında neden kötümserdir? Halit Ziya‟nın ruh hâlindeki kötücüllük, roman kiĢilerine yansımıĢ mıdır? YansımıĢsa bunun yazar/anlatıcı/kahraman bağlamındaki iliĢkisi nedir?

Yazarın romanlarına yayımlanma zamanına göre bakacak olursak, Mai ve

Siyah, Kırık Hayatlar ve Nesl-i Ahir bir zincirin halkaları gibidir. Mai ve Siyah‟ta

Ahmet Cemil ile kendini kurguya yansıtan Halit Ziya; roman boyunca zavallı bulduğu o gence karĢı merhamet besler. Ahmet Cemil‟in romanın baĢından bu yana kötümser/karamsar ruh hâli; yazardan ona emanet edilmiĢ gibidir. Zira yazar/anlatıcı tarafından kahramana atfedilen karamsarlık romanın içinde kendine özgü bir yol bulamaz. Bunun en önemli nedeni, Ahmet Cemil‟in özgür bir tipoloji olmamasından kaynaklanır. Halit Ziya, Kırk Yıl‟da Ahmet Cemil‟in öyküsünü Ģu sözlerle anlatır:

“Bunu başka türlü tasavvur ederdim (düşünürdüm). O zamanın hayatından, idaresinden, memlekette teneffüs edilen (solunan) zehirle dolu havadan muztarip, mariz (hastalıklı) bir genç, hulasa devrin bütün hayalperest yeni nesli gibi bir bedbaht tasvir etmek isterdim ki ruhunun bütün acılarını haykırsın, coşkun bir delilikle çırpıntısız ve bütün emelleri parmaklarının arasından kaçan gölgeler gibi silinip uçunca, o da gidip kendisini, ölmek için saklanan bir kuş gibi, karanlık bir köşeye atsın. Bu gençte bir aşk yıldızı, bir de sanat hülyası olacaktı ve bunların arasında bir sarhoş gibi yıkıla yıkıla, o duvardan bu duvara çarpa çarpa geçip gidecek, nihayet bir kovukta sinip can verecekti, mai hülyalar içinde yaşamak için yaratılmışken siyah bir uçuruma yuvarlanacaktı” (Kırk Yıl, 2008, 700).

Mai ve Siyah romanının gerçek kötücülü ise Raci‟dir. Halit Ziya, Raci‟yi

isminin anlamı ile paralel olarak kurgulamıĢtır. Raci, zihnen ve ruhen aslını arar gibi görünse de romanın muhtevasında asıl görevi eskinin savunucusu olmasıdır. Onun Ahmet Cemil‟e olan eleĢtirilerinde ve eskiyi savunma biçiminde de bir tutarlılık yoktur. Raci‟ye göre Ģimdinin inĢasındaki problem, geleceğe yansır. Bu sebeple de Raci, karamsar ve kötümser çizginin ötesine geçmiĢ bir kötücüldür. Raci, yalan söyleyen, daima geçmiĢe dönük bir yüzle yaĢayan ve gelecek adına asla ümitvâr olmayan tek tiptir.

Halit Ziya, Raci‟yi daima siyahın etrafında, kırmızı rengin içinden anlatır. ÇalıĢmamız çerçevesinde Raci‟nin kötücüllüğü değil, Ahmet Cemil‟in kötücül

142

entelektüele geçiĢteki önemi ön plana alınmıĢtır. Bunun en önemli sebebi ise Ahmet Cemil‟in kendisinden sonra gelen entelektüellere hazırladığı zemindir. Ahmet Cemil, karamsarlığı, kötümserliği, mutsuzluğu, yalnızlığı ve çaresizliği ile kötücül entelektüele evrilen tipolojinin ilk sesidir.

Ahmet Cemil‟in roman boyunca anlatıcısına/yazarına eklemli ruhu, romanın sonunda, ilk defa irade göstereceği anda, annesinin huzuruna koĢar. Bu durum Ahmet Cemil‟in bağımlı ruh hâlinden kaynaklanır. Romanın sonunda deniz ve anne imgesi ile sonsuzluğa kaçan Ahmet Cemil, Nesl-i Ahir romanında Süleyman Nüzhet olarak geri dönüyor gibidir. Nesl-i Ahir romanı, Mai ve Siyah‟ın bittiği yerde, vapurda baĢlar. Süleyman Nüzhet, Ġstanbul‟a yüreği vatan sevgisi ile dolu olarak döner. Kırık

Hayatlar‟da Ömer Behiç‟in doktor olarak Ġstanbul‟a dönüĢü de aynı saklambaç

oyununun Ġstanbul‟a sona eriĢi gibidir. Yirmili yaĢlarda Ahmet Cemil, otuzlarında Ömer Behiç ve orta yaĢını süren Süleyman Nüzhet hep aynı adamın acısını taĢır. Halit Ziya romanlarında, Behlül‟ün bile romanın sonundaki kaçak tavrı, diğer romanlarındaki gidiş motifini hatırlatır.

Abdülhamit Devri‟nde tipik bir Servet-i Fünun aydını olan Ahmet Cemil, kendini MeĢrutiyetin havasında, yozlaĢan Ġstanbul‟da Ömer Behiç olarak tamamlar. Ardından vatanperver Süleyman Nüzhet‟in gençlik damarlarında hala Ahmet Cemil‟in göz kırptığı izlenir. Zira her üç romanda da kahraman tipolojileri, özünde yalnız, melankolik ve kaçıĢ psikolojisi içindedir. Bu noktanın Türk romanına hediye ettiği en önemli taraf ise, kötücül aydının kaçıĢındaki benzer motiflerin kullanılmasıdır.

Ġstanbul‟dan deniz yoluyla kaçma ya da bir vatanperver olarak denizden Ġstanbul‟a geliĢ Cumhuriyet Devri romanlarında da karĢımıza çıkacaktır. Hayata dair yaĢanan çaresizliği, ümitsizlik ve yokluk biçiminde anlamlandıran kötücül entelektüeller, kendi sonlarında bir irade gösterirlerken, ölümü seçerken ya da intihar ederlerken suyu/denizi kullanmaları son derece manidardır. Bu açıdan bakıldığında Mai ve Siyah romanı Ahmet Cemil karakteriyle

mutsuz/karamsar/kötümser entelektüelden; kötücül entelektüele geçiĢ eseri sayılabilir.

Ahmet Cemil‟in roman boyunca yüzünün gerçekten güldüğü yerler sınırlıdır. O her zaman bir umut ıĢığını yakalamaya çalıĢır, ama elini neye uzatsa sonu hüsrandır. YaĢar ġenler, Türk Romanında Reformist Tipler adı çalıĢmasında, Ahmet Cemil‟in bu ruhsal yapısını, Servet-i Fünun devrinin atmosferiyle iliĢkilendirir. (ġenler, 2009:99)

143

Ahmet Cemil‟i ayakta tutan değerler ve kiĢiler vardır. O, bunlara sarıldıkça geleceğe karĢı gülümser, ama kaderi onu mutsuz ve kaçak bir adam yapar. Cemil Meriç‟e göre de, “Servet-i Fünun bir kaçış edebiyatıdır, zamanda ve mekânda kaçış.

Servet-i Fünun bir müstağripler kervanıdır; her iskeleye uğrayan, hiçbir ülkeye yerleşemeyen bir kervan(dır)” (Meriç, 2004, 146). Her iskeleye uğrayan, ama hiçbir

mekânı tam olarak benimseyemeyen Servet-i Fünun aydınının kaçıĢı, Ahmet Cemil‟in gitme isteği ile aynı noktada birleĢir.

Halit Ziya, Ahmet Cemil‟in ruhunda bir devrin aydınının çeliĢkilerini, mutsuzluğunu, dramını ve korkularını ortaya koyar. Bu açıdan bakıldığında Ahmet Cemil‟in hayata duruĢunda ve dramında bir devrin aydın yalnızlığı ve kaygıları vardır. Ahmet Cemil, entelektüel kimliğinin iç hesaplaĢmaları ile Cumhuriyet devri aydınlarına da yol açmıĢ gibidir. Halit Ziya, daha yolun baĢında onun entelektüel yalnızlığını ortaya koyar. Diğer bir ifade ile Ahmet Cemil bu yolda acıyla yürüyen ilk aydınlardandır. Onun entelektüel korkularına, ümitsizlikten, karamsarlıktan kötücüllüğe sürükleniĢine kurgunun aĢağıdaki noktaları zemin hazırlar.

144

ġekil 4. Ahmet Cemil‟in SürükleniĢi.

Ahmet Cemil‟in mutsuzluğu babasının ölümü ile baĢlar. O zamana kadar mütevazı evlerinde huzur içinde yaĢayan Ahmet Cemil, babasının ölümü ile genç yaĢta hayatın diğer yüzü ile tanıĢır. Onun tek amacı ailesiyle mutlu olmak ve günün birinde ünlü bir edebiyatçı olarak adından söz ettirmektir. Ahmet Cemil, herkesin ona saygı duyduğu biridir. Halit Ziya, romanın baĢında, hayalleri ile yaĢayan genç bir adam profili çizer. Mai ve siyah renklerin arasında elmas yağmuru seyreden Ahmet Cemil‟in diğerlerinden farklı olduğu hemen hissedilir. ArkadaĢlarının yanına gitmek istemeyen Ahmet Cemil‟in,

“Onların yanına gitmeye ne gerek var? Ta ötede dönen bir tablonun yalnız bir parçası biçiminde gözünün önünden akıp giden şu seyrancıklara, ağaçların arasında küme küme oturan bütün bu halka kendisinin bir bağı,

145

ilintisi var mı ki gitsin de o kalabalığın içine atılsın. O, bu dünyada herkesten uzak, herkese yabancı değil mi?” (UĢaklıgil, 1980, 26)

Sözlerinde entelektüel yalnızlığın ve içe çekiliĢin izlerine de rastlanır. Ġçe akan gözyaĢları, öfke ve çaresizlik hissiyatı ile kabuğuna çekilen Ahmet Cemil, içe kıvrılan ruhuyla giderek kendini insanlardan soyutlar. Kalabalıklardan kaçan, kendi dünyasındaki yazar ve Ģairlerle konuĢan, ruhsal bakımdan gerçeklere değil, hayal âlemine yakın, marazi bir ruh taĢıyan Ahmet Cemil‟in kötücül entelektüel tabiatı da böylece gün yüzüne çıkar.

Ahmet Cemil‟in hayattan çözülüĢü Ġkbal‟in ölümü ile yaĢar. Ġkbal‟in ölümü, Ahmet Cemil‟i de ölüme yaklaĢtırır. Bir müddet sonra kendini, ölü gibi hissetmeye baĢlar. Ġkbal‟in mezarında konuĢur, bir ölü ile konuĢma onu rahatlatır. Ahmet Cemil‟in bu acı dolu günlerinde onu rahatlatan tek olay, Vehbi Bey‟e attığı tokattır. Böylelikle, o zamana kadar hiçbir öfke patlaması yaĢamayan Ahmet Cemil, Vehbi Bey‟e attığı tokatı aslında kaderine atmıĢ gibi sayar. Gidenlerine, yaĢadıklarına ve kısaca kaderine karĢı kalkan bu el, ani bir darbeyle Vehbi Bey‟in yüzünde dursa da, bu tavırdan hemen vazgeçer. Zira Ahmet Cemil‟in mizacında baĢkaldırma, isyan duyguları pek zayıf olmakla birlikte, kadere teslimiyet, kabulleniĢ daha baskındır. Zaten yaĢananları hazmedemediği noktada da gitmeye karar verecektir.

Ahmet Cemil, kardeĢini, iĢini kaybettikten sonra en acı darbeyi aslında hiç

sevilmemiş olma duygusundan alır. Lamia‟nın evlenmesi ile kedere boğulur. Gitme

isteği ile kaybediliĢin içine gömülür. Ahmet Cemil kendine baktığında ele avuca gelir bir yanı da kalmadığını görerek her Ģeye bir tiksinti perdesi altından bakar.

“Artık bunların hepsinden tiksiniyordu. O şairler, o sevgili kitaplar, bunlar bütün yaşanmamış, ya da yaşamakta yorulmamış adamların yapmacık şiirleri, yapmacık felsefeleriydi. Bütün şiir ve felsefe işte şu dakika onun bu elem, keder ve umutsuzluğunda, mutsuzluğunda gizlenmişti” (UĢaklıgil,

1980, 294).

Bu tiksintinin kaynağını bedbin ruh hali destekler. Edebiyatta var olamama, aĢağılanma, ezilme, sahip olmadıklarına karĢı içinde biriken öfke, onu hayata dair kötücül bir adam yapar. Asıl intikamını eserlerini yok ederek kendisinden alır. Bir zamanlar tek hayali olan ve Ahmet Cemil‟i nikbin yapan Ģiirler, yaĢadığı kötü olaylar sonrasında onunla alay ediyor gibidir. Bu noktada sanatından kurtulmak, emeğini yakmakla kendinden intikamını alır. Yazar, Ahmet Cemil‟in çaresizliğini Ģu sözlerle anlatır: “Bu eserden nefret ediyor, kırık hayatının öcünü ondan almak istiyordu.

Defteri kapadı, bu küçük defteri avucunun içinde, zararlı bir böcekmiş gibi sıkıyordu”

146

duygusunu çöle gitme iĢtiyakı olarak yorumlar. Buna göre yasını tutacak olan Ahmet Cemil, çöllerin sonsuzluğunda, boĢluğunda yalnız annesi ile yaĢayacaktır.

Servet-i Fünun nesline has bir tavır olan kaçma isteği, Ahmet Cemil‟in gitmek/uzaklaĢmak duygusu ile anlatılır. Servet-i Fünun aydınının Yeni Zelenda‟ya gitme fikri ile Ahmet Cemil‟in çöllerde olmasını istediği, benzer duyguların ürünü sayılabilir.

Çizelge 9.Ahmet Cemil‟de Kötücüllüğün Kaynakları.

Ahmet Cemil’de Kötücüllüğün Kaynakları

Ruhsal Yapının Tesirleri Kadere Boyun Eğme / KaçıĢ

 Servet-i Fünun sanatkâlarına has duygu ve düĢünce evreni ile gerçeklerden kaçan, hayallere yakın ruh hâli (Devrin siyasi Ģartlarının etkisi)

 Ġnsanlardan uzak kalma,

kalabalıklardan kaçıĢ, yalnız kalma isteği

 YabancılaĢma duygusunun ağırlığı

 Ahmet Cemil‟in Ģiirlerine Raci‟nin ağır eleĢtirisi

 Hüseyin Nazmi‟nin hayatı karĢısında çaresizlik

 Matbaanın elden gidiĢi, maddi kayıplar

 KardeĢinin ölümü (Ġkbal)

 Lamia‟nın evlilik haberi

Ahmet Cemil üzerinden, Servet-i Fünun neslini tartıĢan Halit Ziya, ona rüya hâli sarhoĢ mutluluklar verir ve bu mutluluk duygusunu ondan hemen çeker. Bu sarhoĢluğun baĢında; Ahmet Cemil‟in Ģiirleri, Lamia‟ya duyduğu aĢk, matbaaya ortak oluĢu ve iĢin baĢına geçiĢi vardır. Tüm bunlar Ahmet Cemil‟in hayatında kısa süreli sevinçler olarak kalır. Bu mutlu dakikaların rüyasından felaketine uyanan Ahmet Cemil, tükeniĢin, kaçıĢın ilk temsilci olarak yorumlanabilir. Berna Moran‟a göre de Edebiyat-ı Cedide‟ciler karamsar ve hayata küsmüĢ tiplerdir. Moran bunu Ģu sözlerle ifade eder:

“Abdülhamit‟in karanlık istibdat döneminde yazan Edebiyat-ı Cedide‟ciler ise içine düştükleri karamsarlıkla hayata küsmüş, siyasete sırtlarını dönmüş, kendi toplumlarından da, sorunlarından da hayli kopmuş insanlardı. Romanlarının kahramanları da hayata yenik düşmüş, hayal kırıklığına uğramış duygusal kişilerdir” (Moran, 2015a, 87).

Ahmet Cemil bu yanları ile Servet-i Fünun aydınının ruh hâlini ortaya koyan en baĢarılı tiplerdendir. Halit Ziya, romanın baĢından sonuna kadar Ahmet Cemil‟in hayal dünyasını okura sunar. Onun melankolik tavrında, hayata dair geliĢtirdiği bedbîn ruh hâlinde bir devrin meçhul yalnızlığını anlatır. FildiĢi kulelerinde süren yalnızlıkları, hayal kırıklıkları ve otorite karĢısındaki çaresizlikleri ile kötücül aydınlar, Ahmet Cemil tipolojisinin içine birikmiĢ gibidir.

Ahmet Cemil, baĢlangıçta, umut güneĢi olarak ünlü bir edebiyatçı olmayı beklerken, zamanla vazgeçmek zorunda kaldığı hayalleri ile yüzleĢir. Umudun

147

kaybolması ile mekâna, Ģehre ve insanlara karĢı da kopuĢ yaĢayan Ahmet Cemil‟in Ġstanbul‟u terk ediĢinde, kendinden de vazgeçmiĢ bir adamın hüsranı ve hayal kırıklığı vardır. Murat Belge‟ye göre tüm acılar Ahmet Cemil‟i olgunlaĢtırmıĢtır. Belge, bu durumu Ģu sözlerle ifade eder:

“Yenilginin tamlığı Ahmet Cemil‟i artık olgunlaştırmıştır. Yalancı annenin (denizin) kucağında ölüp, sorumluluktan kaçmak yerine, ona ihtiyaç duyan gerçek annesi kendisini adayarak „enkaz‟ın üstünde, cılız da olsa, yeni bir hayat yeşertmek yolunu seçer” (Belge, 2014, 339).

Ahmet Cemil yokluğa yürürken annesini de yanına alır. Yukarıda da ifade edildiği gibi bu durumun nedeni, Ahmet Cemil‟in özgür bir tabiatta kimlik kazanamamıĢ olmasından kaynaklanır. Ahmet Cemil, hislerine, ailesine, düĢüncelerine hastalıklı biçimde bağımlıdır. Söz konusu bu bağımlılık, onu kaybetme korkusu ile kuĢattıkça, çevresine dair kötücüllüğü de artar. Hayat karĢısında mücadele ederken bile mütemadiyen sızlanan, bağlı olduğu umutlarından ve hayallerinden vazgeçtiği için kendine bile kötücül olan Ahmet Cemil‟in bu duygusunu tetikleyen tek kiĢi vardır. O da Hüseyin Nazmi‟dir.

Halit Ziya, Ahmet Cemil‟in tam karĢısına, Ahmet Cemil‟de olmayan her Ģeyi verdiği Hüseyin Nazmi karakterini çıkarır. Üstelik bu iki ayrı dünyayı birbirine dost yapar. Ahmet Cemil, kendi hayatındaki eksiklikleri Hüseyin Nazmi‟nin yaĢantısında ve umutlarında tamamlar. Halit Ziya burada maddiyatın insan psikolojisindeki etkisini kurgunun merkezine koyar. Ölen babasının ardından, hayata tutunmak için para kazanmak mecburiyetinde olan Ahmet Cemil, umutlarından vazgeçerek/vazgeçmek zorunda kalarak kendi mutsuz sonunu da hazırlar.

Hüseyin Nazmi ise Ahmet Cemil‟in rüyası olarak kurgulanır. Ahmet Cemil düĢleyen, hayal kuran; Hüseyin Nazmi ise bu hayali yaĢayandır. Bu anlamda Hüseyin Nazmi dostu Ahmet Cemil‟in yaĢamak istediği rüyasının gerçeğe dönüĢmüĢ biçimidir. Romanın sonunda Ahmet Cemil‟in Hüseyin Nazmi ile karĢılaĢmaları, ona hüzünlü vedası ve Ahmet Cemil‟in terk ettiği dünyası, Hüseyin Nazmi‟nin hayal ettiği evrenle buluĢması aynı cümlelerde kesiĢir. Buna göre, Hüseyin Nazmi hayallerine yürürken, kardeĢi de iyi bir adamla evlenir. Ahmet Cemil‟in yaĢamında eksik olan her Ģey Hüseyin Nazmi‟nin hayatında tamamlanır. Ahmet Cemil, kendini Hüseyin Nazmi ile kıyasladıkça, çok sevdiği evi gözünde küçülür, zengin olmak ister ve yalnız kendi zevki ve mutluluğu için yazmak ister.

“Ah! Ahmet Cemil zengin olsaydı, evet, zengin olsaydı. Onun da Erenköy‟de bir köşkü, köşkte süslü bir kitaplığı, kitaplığının önünde tatlı bahçesi olsaydı; Lamartine‟i Musset‟yi orada okusaydı, ama on altı sayfasını kırk kuruşa

148

çevirmek için değil, yalnız kendi zevk ve mutluluğu için...” (UĢaklıgil, 1980,

60).

Ahmet Cemil, basit kitap çevirileri yaptığı için, ruhundaki sanatsal zenginliği, sanatsal gücü ortaya koyamaz. Bu da onun ruhuna zarar verir. Kendini ekmek yemek için murdar çalgılı kahvehanelerde, içindeki tüm yeteneklere rağmen, tiksindirici batakhanelerde gören Ahmet Cemil, yüreğinin nefretle ĢiĢtiğini düĢünür. Umutlarından uzaklaĢır ve maddiyat için edebiyat hayallerinden vazgeçmek zorunda kalır. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, Ahmet Cemil‟in kader karĢısında boyun eğiĢi, bir yandan da onun ruhundaki nefreti besler. Olmak istediği adamı kendinde kuramayan, paranın ezici gücü karĢısında öfkeli olan Ahmet Cemil, bir müddet sonra da içindeki kötü seslerin tesirine kapılır. Elde edemeyiĢ, yolda kalmaya; umutlarının çalınıĢı ise yoldan büsbütün sapmaya neden oldukça, Ahmet Cemil‟in kötücüllüğü de artar.

Mai ve Siyah romanı, bu yapısı ile yalnızca Servet-i Fünun renklerini anlatan,

hüzünlü fakir prensin kaçıĢ masalı değildir. Eser, sadece Abdülhamit Devri‟nin baskıcı tavrı altında ezilen, yozlaĢan, ahlaksızlaĢan insanlarını da anlatmaz. Halit Ziya, kitabın arka planına Ġstibdat Devri‟nin etkilerini, Babıali yokuĢundaki gençlerin adımlarını da ortaya koyar. Hatta Ahmet Cemil, bu neslin içinden fırlamıĢ bir tiptir. Buna rağmen, romanın çatıĢma kaynaklarında ve entelektüel kimliğin inĢasında altı çizilen duygu yalnız bu bakıĢ açısı ile sınırlı değildir. Servet-i Fünun neslinin kaçıĢ planları ile Ahmet Cemil‟in gidiĢindeki benzerlik göze çarpsa da, onun yokluğu seçiĢinde öne çıkan noktalar farklıdır.

Halit Ziya, Ahmet Cemil‟in ruh hâli ile yeni bir adamın romandan doğuĢunu okura müjdeler. Burada aynı yaĢlarda iki gencin yürüdüğü yollardaki farklılık ön plandadır. Hüseyin Nazmi, maddi gücü ile Ahmet Cemil‟in rüyasını satın alan adamdır. Halit Ziya, bir ayna gibi iki genci birbirinin üzerine yansıtır. “Hüseyin Nazmi

okuyor; Ahmet Cemil yazıyor; birinde düşünce alışkanlıkları zenginlik kazanıyor; ötekinde yetenekler yıpranıyordu” (UĢaklıgil, 1980, 66). Ahmet Cemil‟in dramı;

Hüseyin Nazmi‟nin pırıltılı yaĢamı içinde erir. ĠĢte tam da bu noktada kötücül entelektüel algı gün yüzüne çıkar. Halit Ziya, Ahmet Cemil‟e Hüseyin Nazmi‟nin hayatını bir tiyatro sahnesi gibi perdeler. Ahmet Cemil, hiçbir zaman Emirgan‟daki köĢk gibi bir sahnenin içinde yer alamayacağını bilir. Halit Ziya, bir terazi hassasiyetinde iki genç adamın duygularını tartar. Hüseyin Nazmi, paranın gücü ile üste çıktıkça; Ahmet Cemil duygularının ve kayıplarının ağırlığı ile dibe batar. Bir müddet sonra da Ahmet Cemil, derinlerinde yatan dramını taĢıyamayacak hâle gelir

149

ve bu sebeple de sahneyi bir izleyici olarak bile takip edemeyeceği için, çareyi kaçıĢta bulur.

Sonuç olarak, eleĢtirilen, alaya alınan ve anlaĢılamamaktan yakınan insanlara has gitme isteği, Halit Ziya‟nın Mai ve Siyah‟ında bir son gibi gözümüze çarpar. Bu baĢlangıçta her Ģeyden kaçan, bir vakitler mutluyken, zamanla her Ģeyi elinden alınan entelektüel tipin sonda baĢlayan dramatik öyküsüdür. Kaçarken anneyi de yanına alma çocukça duyguların, hayata ve evrene olan güvensizliğin de göstergesi sayılabilir. Aslında tek baĢına alıp baĢını gidemeyecek kadar pasif olan bu nesil, burada olduğu gibi ilk yolculuğu, ilk kaçıĢı, ilk firarı da anne ile yapar.