• Sonuç bulunamadı

MacIntyre’ın Modern Ahlaklılığa Dair Tesbiti: Duyguculuk

BÖLÜM 1: MACINTYRE’IN MODERN AHLAK ELEŞTİRİSİNİN GELİŞTİĞİ ZEMİNLER GELİŞTİĞİ ZEMİNLER

2.1. MacIntyre’ın Modern Ahlaklılığa Dair Tesbiti: Duyguculuk

MacIntyre’a göre modern ahlaki tezler klasik ahlaklılığa bir meydan okuma halindedir ve bu meydan okumaya karşı yüzleşilmesi gereken felsefi kuram ise duyguculuktur. MacIntyre’a göre duyguculuk,“bütün değerlendirici yargıların ve özellikle de bütün

ahlaki yargıların tercih, tutum ve duyguların dile getirilişinden başka bir şey olmadığını öne süren bir öğretidir.”603 Böylece duyguculuk teorisi, ahlaki davranış alanında şöyle

ya da böyle davranmanın rasyonel bir ölçüte sahip olmadığını ve böyle bir yönteme hiçbir zaman sahip olamayacağımızı iddia eder.604 Bununla birlikte, MacIntyre’ın duyguculuk eleştirisi, A. J. Ayer’in yirminci yüzyılda felsefi bir kuram olarak ortaya attığı ve C. L. Stevenson’un ahlaki yargılarla ilgili güçlendirdiği felsefi bir teori olan duyguculuk605 eleştirisiyle sınırlı değildir.606

MacIntyre’ın duyguculuk eleştirisi, modernitenin ve onun etkisiyle şekillenmiş çağdaş ahlak felsefesinin kendisini cisimleştirdiği, bütün modern ahlaki tezlere ve projelere yönelik topyekûn bir teoriler eleştirisini içine alır. Nitekim MacIntyre, modern duyguculuğun tarihini on sekizinci yüzyıl Aydınlanma tarihine kadar geri götürür. Ona göre, “karakteristik ilişki ve söylem biçimleriyle duygucu bireyin607 olanaklılığını yaratmış olan” “Aydınlanma kültürüdür”.608 Dolayısıyla MacIntyre’ın duyguculuk eleştirisi Aydınlanma ve onun etkisiyle sonradan gelişen tüm modern ahlaki tezlerin bir eleştirisidir.609

603 MacIntyre, EP, s. 28.

604 MacIntyre, EP, s. 28-29 ve 39-40.

605 MacIntyre, Ayer’den önce duyguculuğun on dokuzuncu yüzyılda sezgicilikle birlikte içerik kazanmaya başlamış olduğuna dikkat çeker. Duyguculuğun sezgicilikle yakın ilişkisi 1903’te Moore’un Principa Ethica eseriyle net bir şekilde ortaya çıkar. Moore bu eserinde iyiyi herhangi rasyonel bir tanımlamaya sahip olmayan bir nitelik olarak ortaya koyar. Dolayısıyla iyiye dair algımız doğrulama ve yanlışlamaya konu olamaz. Bir şeyin iyi olduğunu belirten şeyler bizim sezgilerimizdir. Ayer ve daha sonra Stevenson’nun duyguculuğu bir teori haline getirmiş olmasında Moore’un bu sezgici katkısı çok temeldir. Bkz: MacIntyre, EP, s. 32-33.

606 MacIntyre, EP, s. 37.

607 MacIntyre’ın duygucu birey kavramına içerik kazandıran Erwing Goffman’dır. Goffman modern kişiliği bir “askı” olarak betimler, kişinin rolü ve giysileri bu askıya kolayca asılıverir. Bkz: MacIntyre, EP, s. 58. Goffman’nın kitabı için ayrıca bkz: Erving Goffman, Günlük Yaşamda Benliğin Sunumu, Barış Cezar (çev.), Üçüncü Basım, İstanbul: Metis Yayınları, 2016.

608 MacIntyre, EP, s. 64-65.

609 Burada MacIntyre’ın duyguculuğu üç farklı görünümüyle anladığını düşünmeyi öneriyorum. Birincisi; Hume ile başlayan ama henüz teorileşmemiş olan duyguculuk. İkincisi; Ayer ve R. Carnap gibi mantıkçı pozitivistlerin hem ahlaki hem de matafizik alandaki iddiaların bunları dile getirenlerin tercih ve tutumlarından farklı, onların ötesinde bir anlam taşımadığını ifade eden teorileşmiş duyguculuk. (Bkz: MacIntyre, EP, s. 121.) Üçüncüsü ise; örtük duyguculuk diyebileceğimiz, kendisini duygucu olarak ifade etmeyen ancak vardıkları felsefi sonuçlar itibariyle duyguculukla aynı noktada olan felsefe içerisindeki örtük duygucu görüşlerdir.

Bu nedenle MacIntyre, duyguculuğu, belirli tek bir felsefi teoriyle değil, farklı kılıklarda ortaya çıkan felsefi teorilerle ilişkilendirir. Öyle ki, MacIntyre’a göre, “duyguculuk,

hepsi, duygucu, rasyonel ve rasyonel olmayan söylem arasındaki farklılık görüşünü paylaşan, fakat bu farklılığın somut halini oldukça farklı toplumsal bağlamlarda temsil eden karakterlerde cisimleşen bir kuramdır.”610 Bu şekilde MacIntyre, bu kuramların

içine kendisini duygucu olarak ortaya koymayan, hatta duygucu teorilere karşıt duran filozofların düşüncelerini de dâhil eder.611

MacIntyre, EP’de ortaya koyduğu felsefi tezin duyguculuğun bir anti-tezi olduğunu ifade eder: “Duyguculuğun böylesi değişik felsefi kılıklarda ortaya çıkışı, tezimin duyguculukla

bir yüzleşme olarak tanımlanması gerektiğine işaret eder.”612 Bu bağlamda, MacIntyre’da duyguculuğun neyi ifade ettiğini ve neyi dışladığını anlamak oldukça önemlidir. Duyguculuk temel olarak, nesnel ve gayri kişisel ahlak standartlarının var olduğunu savunan iddialar için hiçbir geçerli rasyonel doğrulamanın var olmadığını ve olamayacağını bu nedenle aslında bu tür standartların olmadığını savunur.613 Örneğin; bir şeye, bu iyidir demek “ben bunu yapıyorum sen de aynısını yap” demekten öte bir anlam taşımaz. Bu yönüyle o, bir reklam metnine benzer. Duyguculuğa göre, nesnel bir ahlaklılık rasyonel olarak temellendirilemez. Bu yüzden ahlak dili yanıltıcı bir dildir ve geleneksel olarak miras alınmış bu dil terkedilmelidir.614

MacIntyre, duygucu teorilerin problemini, söz konusu teorilerin ahlaki failin (moral agent)615 temel sorusu olan “fakat ben nasıl yaşamalıyım?” sorusuna rasyonel bir cevap veremiyor oluşları olarak formüle eder.616 Bu soruya cevap verememe, çok temel bir

610 MacIntyre, EP, s. 55.

611 MacIntyre, EP, s. 40. MacIntyre, örneğin, duyguculuğa zıt olarak ahlak alanında rasyonel düşünmenin varlığını savunan, ahlaki yargılar arasında rasyonel olarak akıl yürütmenin varlığını kabul eden analitik felsefesini de duygucu ahlak felsefeleri arasında zikreder. Burada MacIntyre, başlangıç olarak olmasa da vardığı ahlaki gerekçelendirmede başarısız olan sonuçlar açısından analitik felsefenin duygucu bir felsefe olduğunu söylemek istemektedir. Bkz: MacIntyre, EP, s. 40-41.

612 MacIntyre, EP, s. 43.

613 MacIntyre, EP, s. 39.

614 MacIntyre, EP, s. 39-40.

615 MacIntyre, EP, s. 57.

problem ve başarısızlıktır.617 Bu problemin ve başarısızlığın temeli, Aydınlanmanın sonucunda ortaya çıkan, amacını ve toplumdaki hiyerarşisini kaybetmiş, yönsüz-telossuz insan tasarımında aranmalıdır.618 Bu tasarımın özgün ve tamamlanmış hali MacIntyre’a göre, Aristoteles’in NE’de ortaya koyduğu “olan insan” ile “asıl doğasının farkına vardığında olabilecek insan” arasındaki köklü ayrımda ve ahlakın temelini birinci durumdan ikinci duruma geçme üzerine kurmasında görülür. Aristoteles’te ahlak, bu ikinci aşamaya nasıl geçileceğini rasyonel bir şekilde ele alma meselesidir. Bu geçiş, kişinin telosu ile haritalanacak bir geçiştir. Aristotelyen erdemler de bu telosa nasıl erişilebileceğini öğreten davranış şekilleridir.619 Aydınlanmayla birlikte “olan” ile “olması gereken insan” tasarımı ayrımı ortadan kalktığı için, yalnızca bu ayrımın şekillendirdiği bir telos içerisinde anlam kazanacak ahlaki kurallar ile insan doğası arasında rasyonel bir ilişki kurulamamıştır. Bu yüzden MacIntyre’a göre, Aydınlanmanın ve modernitenin ahlaki tezleri, farklı sürümleriyle, ama sonuçta aynı anlam kargaşalıklarıyla, ahlaki fail ve kurallara yeni bir tanım ve içerik kazandırmaya çalışan, ama sadece kendi kendini tekrar eden, “niçin ahlaklı olmalıyım?” sorusuna rasyonel bir cevap veremeyen ve veremeyecek olan başarısız teoriler silsilesidir.620 MacIntyre, bu ahlaki durumu bir tür “çürüme”, “kültürel yok oluş”, “ahlaki felaket”, bir “yanılsamalar tiyatrosu”621 gibi nitelendirmelerle tanımlamaktadır.

MacIntyre’a göre, modern ahlak felsefelerini duyguculuk olarak bir araya getiren üç özellik vardır: Birincisi; ahlaki tezlerin her birinin birbirinden farklı, birbiriyle çatışan tasarımlara ev sahipliği etmesi, ikincisi; bu çatışmaların bitimsiz olması ve dolayısıyla üçüncüsü; bu çatışmaların rasyonel olarak “ortak ölçülebilir” bir noktaya asla gelemeyecek oluşudur.622 Modern ahlak, bu üç özelliği sebebiyle rasyonel bir şekilde gerekçelendirilemez ve bu nedenle geçersizdir.

617 MacIntyre, EP, s. 41. 618 MacIntyre, EP, s. 101. 619 MacIntyre, EP, s. 87. 620 MacIntyre, EP, s. 20. 621 MacIntyre, EP, s. 41, 10,121 ve 122. 622 MacIntyre, EP, s. 20.

MacIntyre açısından ahlakı gerekçelendirmenin başarısızlığının sonucu nihai bir telos’u olmayan ahlaki faile, modern ahlak filozoflarının kendi ahlak yaşamının tek otoritesiymiş gibi muamelede bulunmalarıdır.623 Burada kişiye “niçin böyle davranıyorsun?” diye sorulduğunda alıncak cevap “çünkü öyle istiyorum”dan öteye geçemeyecektir. Çünkü söz konusu davranışın gerçek, rasyonel bir gerekçesi yoktur. Ya da kişi, “niçin öyle davranmalıyım?” diye kendisine söz konusu eylemi buyurana sorduğunda alacağı cevap, “çünkü böyle yapman birçok insanı mutlu edecektir”, ya da “çünkü bu senin ödevin” gibi cevaplardır. Burada böyle bir diyalogdan önce, tercih ve tutumlardan bağımsız bir adalet, cömertlik veya bir ödev standardı önceden kabul edilmiş gibi görünür, ama bu standardın nasıl oluştuğu kısmı belirsizdir. MacIntyre’a göre bu tür cevaplar, ahlaki tartışmalarda rasyonel olmaya yönelik arzulanan özlemin maskelenmesinden başka bir şey değildir.624

MacIntyre, EP’de modern duyguculuğu hazırlayan Aydınlanma Kültürünün mimarları olan Hume, Kant ve Kierkegaard’ı modern ahlak felsefesininen temel ve etkili şahsiyetleri olarak ilan eder. Hume’un, ahlaka dair yaptığı psikolojik analizler, duyguculuğa temel kavramlarını kazandırmış, Kant ise, Hume’un başarısızlığından etkilenip ahlakta rasyonalite fikrine sarılmıştır. MacIntyre, Kierkegaard’ı anlattığı pasajlarda ise, Kierkegaard’ın ahlak felsefesindeki aklı dışlayan duruşun esin kaynağının Kant olduğunu açıkça ifade eder.625 Bu üç filozofun aralarındaki ilişkiyi MacIntyre aşağıdaki şekilde formüle eder:

Nasıl ki Hume, ahlaklılığı, geliştirdiği argümanlar akıl üzeirne kurma olasılığını dışladığı için, tutkular üzerine kurmaya çalışmışsa aynı şekilde, Kant, ahlaklılığı kendi argümanları tutku üzerine kurma olasılığını dışladığı için akıl üzerine, Kierkegaard ise, hem akıl hem tutkuları dışlayan yaklaşımların kaçınılmaz doğası saydığı şeyden dolayı, ölçütten-yoksun temel seçim üzerine kurmak zorunda kalmıştır.626

Bu bölümün ödevi, bu üç isme MacIntyre’ın nasıl yaklaşttığını analiz etmektir. Bu analizin kilit ilk ismi ve aynı zamanda MacIntyre’a göre modern duygucu ahlak

623 MacIntyre, EP, s. 101.

624 MacIntyre, EP, s. 25-26.

625 MacIntyre, EP, s. 74- 75.

felsefecilerin kendi duygucu teorilerine meşruiyet kazandırmak için kendilerini sıklıkla varisleri olarak öne sürdükleri Hume’dur.627