• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 1: MACINTYRE’IN MODERN AHLAK ELEŞTİRİSİNİN GELİŞTİĞİ ZEMİNLER GELİŞTİĞİ ZEMİNLER

1.3.3. MacIntyre’ın Felsefesi İçerisinde Aquinas’a Başvurusu

1.3.3.5. İnsan Doğası ve Teolojik Erdemler

İnsan aklının, kuralları takip etmedeki başarısına engel durumlar vardır ve bu durumlar Aquinas’ın felsefesinde Hıristiyan teolojisindeki insan doğasının düşmüş, günahkâr, dolayısıyla mükemmel olmayışı ile birlikte değerlendirilmelidir. İnsan, bir taraftan mükemmel bir varlık değildir, ancak diğer yandan da en yüksek mutluluğu hedefler. İnsanın, görünüşte çelişkili gözüken bu iki özelliği Aristotelesçi metafizik doğa ile açıklanamamaktadır. İnsanın bu iki özelliğine dair kuşatıcı, birleştirici bir açıklama getiremezsek Aristotelesçi teleolojik insan yaşamı anlayışı da tehlikeye düşecektir. Aristoteles ve Aquinas bu tehlikenin bertaraf edilebilmesi noktasında erdemlere ihtiyaç duyar. Aristoteles başlığında belirtmiş olduğum gibi, erdemler, bir taraftan insanın doğal olarak sahip olmaya yetenekli olmasıyla ilgiliyken, diğer yandan eğitimle elde edilir. Aristoteles’in bu konudaki metafizik-biyolojik insani kısıtlamalarını bir kenara bırakırsak, kişinin, Aristoteles’e göre, kendi iyisine ulaşması için hangi araçları elde etmesi gerektiği hakkındaki yargısı kendi karakterinden ortaya çıkmıyorsa, bu kişi, ahlaki olarak eğitimsizdir ya da tam eğitilmemiştir.578Aristoteles’in kişinin teleolojik iyisini elde etmesi meselesini eğitime yaslamış olması, ancak mükemmel, ideal bir eğitimin olduğu yerde anlamlı olabilir. Aristoteles, görünüşe göre, böyle bir eğitimin varlığına inanmaktadır. Öyle ki, insan, bu dünyada böyle bir eğitim sayesinde mükemmel mutluluğa ulaşabilir.

576 MacIntyre’ın ikinci bölümde Kant’ın ahlak felsefesini eleştirdiği zemin burasıdır.

577 MacIntyre, God, Philosphy, Universities, s. 88-89. Ayrıca bkz: Aquinas, ST, I-II, Q. 90, A. 3. Aktaran: MacIntyre, God, Philosphy, Universities, s. 89.

MacIntyre’a göre, Aquinas burada başlangıç olarak şuna inanır: Bu sonlu dünyada elde edilebilecek mükemmel, Tanrısal bir mutluluk olamaz. Dolayısıyla insanın nihai amacı olan mükemmel mutluluğa, Tanrı’yı temaşa etme noktasına ulaşma yeri bu dünya değildir.579

Burada Aquinas ve Aristoteles’i ayıran temel, yine insan doğası görüşleridir. Bu doğanın her ikisi için de ayrım noktalarına metafizik biyolojiyi anlatırken işaret edildi. Ancak burada daha temel bir ayrımdan bahsetmek önemlidir. İnsanın nihai amacını bu dünyada ya da öteki dünyada elde edip etmeyeceği tartışması bu amacın insan doğasına içkin bir amaç olup olmamasıyla ilişkili bir tartışmadır. MacIntyre açısından, Aristoteles, insanın nihai amacını doğasına içkin kılarken (madde-form öğretisi), Aquinas’ta ise insanın nihai amacı (Platon-Augustinus mirası) doğasının dışındadır. Çünkü insan mükemmel bir varlık değildir ve bu yüzden onun nihai amacı kendi doğasının dışında olmak zorundadır.580

Dolayısıyla Aquinas’ın insanın nihai amacını, insan doğasının dışında araması, onun kişi olarak insanın, dolayısıyla insan doğasının karşısına Tanrı’yı ve Tanrısal doğayı yerleştirmesidir.581 Aquinas’ta insan, Tanrı karşısında acizdir ve erdemler hakkında eğitimini tamamlamış olsa bile kendi telosuna uygun olarak yaşayabilmenin mükemmelliğinden uzaktır. Bu yüzden Aquinas, Aristoteles’ten farklı olarak, Aristotelesçi metafizik biyolojinin kısıtlamalarına maruz kalmış herkese ahlaki alanda hareket edebilmenin imkânını tanır. Yeterince tecrübe sahibi olmamak da aynı şekilde Aquinas’ta ahlaki seçimlerde bulunmaya engel değildir. Bu yüzden genç kişi de ahlaki seçimlerinden sorumlu tutulmalıdır. Çünkü Aquinas’a göre seçimleri yapmak kişinin uygun bir karaktere doğru gelişmesine olanak sağlayacaktır.582

Aquinas, insan doğasının mükemmel olmayışı dolayısıyla mükemmel bir ahlak yapısına sahip olamayacak olmasına dair negatif duruma, insanın lehine olacak şekilde teolojik bir

579 MacIntyre, The Unconscious, s. 38.

580 MacIntyre, WJWR, s. 192-193, TRVME, s. 137 ve The Unconscious, s. 38.

581 Aquinas, ST, III, Q. 3, A. 7.

mekanizma yerleştirir: “İlahi lütuf.”583 İnsan doğası gereği doğal hukuka uygun yaşamaya direnç gösterir. Bu direnç, Aristoteles’teki gibi sadece erdemlere dair bir eğitimle, doğru alışkanlıkla bertaraf edilebilecek bir şey değildir. Öyle ki, Aristoteles, bu eğitime sahip olanları başarılı sayıp bir kenara koyarken, bu eğitimden başarısız olanları ya da doğası gereği bu eğitime tabi olamayacak bireyleri kolayca diskalifiye eder.

Aquinas’ın ilahi lütuf düşüncesi böyle bir Aristotelesçi ayrıma izin vermez. Her bireysel eylemde Tanrı’ya itaatsizlik aklın tutkuyla bozulması, kötü alışkanlık ya da disipline olmamış doğal eğilimle ortaya çıkar. Aquinas’a göre “…farklı insanlar farklı şeylere

eğilim gösterirler, kimi şehevi arzuya, diğeri onur arzusuna ve diğerleri başka şeylere. Bu yüzden herkes için aynı doğal hukuk yoktur.”584 MacIntyre’a göre, Tanrı’nın vahyi ve lütfu ile kişi, tarihteki yerini anlamaya başlar, aynı zamanda pratik bilgelik, adalet, ölçülülük ve cesaret gibi ana erdemleri gerçek erdemler olarak idrak etmeye başlar.585

Aquinas, doğal erdemler dediği bu ana erdemlere doğaüstü ya da ilahi erdemler dediği iman, ümit ve aşk (merhamet) erdemlerini ekler. Bu teolojik erdemler tıpkı ilahi lütuf gibi, doğal erdemler alanında insanın doğası gereği başarıya ulaşamayacak olması nedeniyle Tanrı’nın insana hediye ettiği erdemlerdir. İnsanın kendi iyisini keşfetmesi, Tanrı’ya iman ve Tanrı’ya duyulan aşk erdemlerine direkt olarak bağlıyken, ümit ve aşk da insanın kendi doğasıyla ilişkili erdemleridir.586 Bu teolojik erdemlerin elde edilmesinde insan, ilahi lütuf ve ilahi gözetime ihtiyaç duyar. Çünkü bu erdemler, Aristotelesçi doğal erdemler gibi eğitimle ve alışkanlıkla elde edilmez, onlar bize Tanrı tarafından bahşedilir.587

Aquinas’ta her şey Tanrı’yla olan ilişkisi içerisinde tam anlamına kavuşur. İnsan varlığı bir yandan fiziksel, kimyasal, hayvansal bir doğaya sahipken, fiziksel bir çevre içerisinde

583 Aquinas’a göre, Tanrı, insan doğasını düzeltmek için İsa vasıtasıyla yeniden gelmiştir. İnsanın günahkârlığı ile Tanrısal lütuf arasında doğru bir orantı söz konusudur. İnsan günah işledikçe daha fazla ilahi lütfa mazhar olur. Bkz: Aquinas, ST, III, Q. 1. A. 3.

584 Aquinas, ST, Q. 94, A. 4.

585 MacIntyre, TRVME, s. 140.

586 MacIntyre, God, Philosophy, Universities, s. 87-88. Burada MacIntyre, Aquinas’ın erdem anlayışının Aristotelesçi olmasının yanında Platoncu ve Augustinusçu olduğunu da ifade eder.

belirli bir zaman ve mekân içerisinde bulunurken, diğer yandan bütün bu sınırlılıklarını aşacak bir kavrayışa sahiptir. İnsanın şeylerin düzenini mükemmel bir şekilde anlama isteği, eğer insan, kendisini Tanrı ile ilişki içerisinde anlamaya başlarsa, tatmin olacak bir istektir.588 Bu insana mükemmel bir mutluluk sağlar ve bu mutluluğu elde etme dışında insanın nihai bir amacı yoktur.589

Aquinas’a göre herkes mükemmel bir mutluluğu arzu eder ve herkes kendi doğasının doğru amacı olarak eylemlerini nihai iyi olan Tanrı’nın iyiliğine yönlendirir.590 Bu yönlendirme yaratılmış bütün varlıklarda ortaktır, ancak sadece bunların bilgisine sahip insan bu yönelişi harekete geçirebilir.591 Bu bilgi ise bütün insanlara eşit bir şekilde açıktır. Kişinin burada yapacağı tek şey Tanrı’ya iman etmektir.

Aristoteles’teki mükemmel mutluluk, insanın nihai telosu olarak theoria, Tanrı’nın kendi kendine yeterlilik, mükemmellik ve kendi kendine düşünme özelliklerini taklit etmeyle elde edilir.592 Dolayısıyla Aristoteles’te ne polisin yurttaşlık erdemleri ne de theorianın gerektirdiği Tanrı hakkında derin düşünme Aquinas’a göre mükemmel mutluluk sağlamaz.593

MacIntyre, Aquinas’ın theoria yorumunu benimsemeden önce, EP’de Aristoteles’in

theoria düşüncesini açıkça dışlamıştır:

588 MacIntyre, God, Philsophy, Universities, s. 77-78.

589 MacIntyre, teistik görüşte insanın varlığının kendi içinde bir bütün olarak anlaşıldığını ifade eder. Bu teistik insan algısı, iki rakip insan algısına zıtlık içerir. Birincisi; Platon’un ortaya koyduğu ve daha sonra Plotinus’un geliştirdiği ruh ve beden ayrımına dayanan dualist insan kavrayışıdır. İkincisi ise antik dünyada ortaya Leucippus, Demokritos, Epiküros ve Lukretios gibi düşünürlerce ortaya konan ve insanı tamamen bedenden ibaret gören materyalist görüştür. Bkz: MacIntyre, God, Philosophy, Universities, s. 78.

590Aquinas, ST, I, Q. 6, A. 1. Aktaran: MacIntyre, WJWR, s. 192.

591 MacIntyre, WJWR, s. 192.

592 Knight, Aristotelian Philosophy, s. 138.

593 MacIntyre, WJWR, s. 192-193. Bu yüzden Aristoteles’in hem teorik hem de pratik doğa anlayışı sadece Augustinusçu doğaüstü teoloji görüşüyle uyumlu değil, aynı zamanda bu görüşün tamamlanmaya ihtiyaç duyduğunu göstermiştir. Bu şekilde Aristoteles’in rasyonel dünya anlayışı Augustinusçu teolojinin ihtiyaç duyduğu fark edilir bir başlangıç haline gelmiştir. MacIntyre, TRVME, s. 123.

Aristoteles’in söz ettiği ve kendisine ilişkin metafizik düşüncelere dalmanın insana, kendisinin özel ve nihai telosunu sağladığı, gayrı-kişisel ve değişmez tanrı, kendisi, bırakın açmazları, tamamen insani olanla bile hiçbir ilişki içinde olamayan bir tanrıdır; o, zamanla sınırlı olmaksızın kendi kendini düşünen düşünce ve yalnızca kendisinin olan bilinçtir.594

Aquinas’ta ise theoria Tanrı’ya iman erdemiyle birlikte anlam kazanır. Tanrı’ya iman teolojik bir erdemdir ve adalet erdemini tamamlayarak Tanrı’ya borçlu olduğumuz saygı ve ibadet ile ilişkilidir. Bu nedenle doğal hukuka tam bir itaat, adalet erdeminin de tam olarak ortaya konulmasını gerektirir.595 Aquinas’a göre bu yüzden Tanrı’ya inanmayan bir insanın doğal hukuka tam bir teslimiyet içerisinde itaat edeceği, dolayısıyla erdemli olacağı meselesi problemlidir. MacIntyre bu yüzden Aquinas’ın pratiğe ilişkin bilgisinin ve pratik aklın sadece adaletle ilgili değil, her alanda, her zaman Tanrı’ya dair rasyonel bir bilgiyi varsayacağını düşünmüş olduğunu belirtir.596

Tanrı, rasyonel varlık olarak, bizlerin, anlama isteğine yönelik araştırmalarının içini doldurur ve tamamlar. Tanrı aşkı erdemi, Tanrı’ya iman erdeminden ayrı değildir. Çünkü Tanrı’yı bilmek onu sevmektir ve bu sevgi, insan hayatında bütün erdemlerin formu olan

594 MacIntyre, EP, s. 236. MacIntyre’ın EP’deki bu reddi kendisinin EP’yi genel olarak bir metafizik karşıtlığı içerisinde inşa etmesiyle uyumlu bir reddediştir. Bu kısma zaten metafizik biyoloji kısmında değindim. Burada dikkat çekilmesi gereken diğer bir husus Aristoteles’teki theoria düşüncesinin ahlak alanında rehberlik edici olup olmadığının tartışmalı bir mesele olmasıdır. Örneğin, E. Garver, theoria düşüncesinin ahlak alanında rehberlik edici olmadığını hatta Aristotelesçi metafiziğin genel olarak pratik bilgeliğe hiçbir katkısının olmadığını savunur. Garver bu düşüncelerine destek olarak Aristoteles’in NE 1099b 11-14’deki pasajında mutluluğa dair araştırmayı ahlak alanının dışına taşımasını gösterir. Bkz: Garver, Confronting Aristotle’s Ethics: Ancient and Modern Morality, Chicago: The University of Chicago Press, 2006, s. 165 Nicholas White aynı durumu şöyle ifade eder: “Yunan metafiziği Yunan ahlakı için iyi bir rehber değildir”. White’ın Individual and Conflict in Greek Ethics kitabından aktaran Garver, s. 169. Bu düşüncelerin aksine örneğin, A. Rorty, theorianın pratik yaşamı tamamladığını ve mükemmel kıldığını savunur. Theorianın pratik yaşama üstünlüğü Rorty’e göre zorunlu bir üstünlüktür, bu üstünlük onun değişmeyen ve zorunlu yapısı dolayısıyladır. Bkz: A. O. Rorty, “The Place of Contemplation in Aristotle’s Nicomachean Ethics”, Essays on Aristotle’s Ethics, ed. A. Rorty, London: University of California Press, 1980, ss. 377-394. Benzer şekilde T. Irwin Aristoteles’in genel olarak metafiziğinin Aristoteles’in ahlak felsefesiyle ilişkisini güçlü bir şekilde savunur. Bkz: T. H. Irwin, “The Metaphysical and Psychological Basis of Aristotle’s Ethics”, Essays on Aristotle’s Ethics, ss. 35-53. K. Batak’ta felsefi bilgelik olan temaşa, theoria faaliyetinin Aristoteles’in ahlaki erdemleriyle olan ilişkisinde merkezi bir yere sahip olduğunu belirtir. Bkz: K. Batak, “Aristoteles’te En Yüksek Entelektüel Erdem”, ss.17-28.

595 Aquinas, ST, II-II, Q.79, A.1. Aktaran: MacIntyre, WJWR, s. 188.

aşk erdeminde ortaya çıkar.597Aşk erdemi olmadan erdemler sahip olmaları gereken belirli bir yönelime sahip olmazlar.598

MacIntyre, Aquinas’ın insan doğasına atfettiği hataya meyil ve günahkârlık sebebiyle insanın bu dünyada nihai telosuna erişemeyeceği şeklindeki görüşlerinin teolojik erdemlerden biri olan ümit erdemi sayesinde Hobbes’taki gibi, kendisini, insanın en yüksek iyisinin inkârına sevk etmediğini ifade eder. Hem Aquinas’ı hem de Hobbes’u birleştiren zemin, insandaki bu kötü eğilimin, insanın kendisini en yüksek iyiye doğru yönelttiği ve bu iyiye göre kendi eylemlerini anlaşılır kıldığı entelektüel şemasına zarar verdiğini ifade eden zemindir. Ancak Hobbes, bu zeminden hareketle, iyiyi ve kötüyü zevk ve acıya indirger. Böylece insanın doğal hukuka göre yaşama kabiliyetsizliği, çaresizliği ve bu yüzden mükemmel erdemlere ulaşmasının imkânsızlığı durumu, Hobbes’u varoluşsal bir umutsuzluğa sevk eder. Bu tarz bir umutsuzluk antik Yunanda bilinen bir şey değildir. Bu yüzden Aristoteles’te böyle bir umutsuzluk görmeyiz. Ancak MacIntyre, bu umutsuzluk düşüncesini modernitenin müzmin hastalığı olarak değerlendirir.599 Bu noktada Aquinas, modern ümitsizlik görüşüne meydan okur gibidir. Ümit erdemi hakkında MacIntyre şunu söyler:

Augustinus, sonluluk ve günahkârlığımızın kendi projelerimizin kırılganlığına nasıl sebep olduğunu bize hatırlatmak için her zaman orada durmaktadır…[bu yüzden] mantıklı bir şekilde umabiliyor olduklarımızdan her zaman daha fazlası vardır.600

Yine MacIntyre’a göre, Aydınlanma sonrasındaki entelektüel düşünce, bu ister liberal ya da Marksist olsun, teolojiye düşmanlıkları nedeniyle teolojik bir erdem olan ümit erdemine yer açmamıştır.601 Bu nedenle Aquinas’ta, insanın Hristiyanlıktaki kötücül tarafının keşfi tam da onun en yüksek iyisine ulaşmasını mümkün kılan şeydir aslında. İnsanın kendisinin bu şekilde bir radikal hatayla tanıması, onun, iman, ümit ve merhamet/

597 MacIntyre, God, Philosophy, Universities, s. 82.

598 MacIntyre, WJWR, s. 205 ve TRVME, s. 140. Ayrıca bkz: Aquinas, ST, II-II, Q, 23, A.7-8.

599 MacIntyre, TRVME, s. 140.

600 MacIntyre, God, Philosophy, Universities, s. 180. Ayıca bkz: MacIntyre, “How Aristotelianism Can Become Revolitionary: Ethics, Resistance, and Utopia”, Virtue and Politics, s. 19.

aşk erdemlerini kabul etmesi için zorunlu bir koşuldur. Bu doğasının farkında olan insan ancak bu erdemlere sahip olabilir.

Bu bölümde MacIntyre’ı modern ahlak eleştirisinin nasıl yapılması gerektiğine hem hazırlayan hem de bu eleştirisini aşamalı olarak geliştiren entelektüel duraklarının izini sürdüm. Onun Marx ve Marksizm düşüncesiyle olan münasebeti Aristoteles ve Aquinas’a nazaran daha kadim olmasına rağmen Marksist düşüncesinde herhangi bir muhafazakârlığa sapmadan Marksizmdeki hataları kendi felsefesinden uzaklaştırdığını ve bunu yaparken kendisini ilk olarak Aristotelesçi felsefeyle bütünleştirdiğini ancak Aristoteles felsefesinin de problemlerini çözmenin Aquinas’ın teolojik ahlak felsefesi yoluyla olacağını keşfettiğini ortaya koydum.

MacIntyre’ın Marx-Aristoteles-Aquinas çizgisini takip eden bu sentez düşüncesinin ortaya çıkardığı modern ahlak eleştirisinin artık bu arka planını bir tarafa bırakıp, şimdi bu eleştirinin kendisini somut bir şekilde örneklendirdiği alana, modern ahlak filozofları eleştirisine geçiyorum.

BÖLÜM 2: MACINTYRE’IN MODERN AHLAK ELEŞTİRİSİNİN

MERKEZİNDEKİ ÜÇ FİLOZOF: HUME – KANT –

KIERKEGAARD

MacIntyre, EP’ye, modern ahlaklığın içinde bulunduğu genel duruma dair kısaca şöyle bir hikâye kurgulayarak başlar: Bir çevre afetinin ardından doğa bilimcileri hedef tahtasına konur. Halk, onları bu afetin sorumlusu olarak gösterir ve onlara karşı ayaklanır. Akabinde bilim adamlarının ürettiği ne varsa yok edilir. Kütüphaneler, labarotuvarlar yakıp yıkılır. Ardından “Hiç-Bir-Şey-Bilmez” adlı bir siyasal güç yönetime gelir ve ardından bilim adamlarını öldürür ve okullarda bilim eğitimini tamamen yasaklar. Uzun bir zaman sonra, bu güce karşı koymak için bir grup aydın, bilimi yeniden canlandırmak için harekete geçer. Ancak eski bilim olarak hatırlayacakları hiçbir şey de artık kalmamıştır ellerinde. Sahip oldukları tek şey birbiriyle alakasız kesitlerdir. Ne işe yaradığı unutulmuş, bağlamından kopmuş deneyler, formüller, kavramlar, okunaklı olmayan makaleler, parçalanmış kitap sayfaları… Ancak bu protestocular yine de ümitlerini yitirmezler. Bu kesitleri yeni-fizik, yeni-biyoloji gibi adlarla bir araya getirmeye çalışırlar. Bu yeni-bilimlerin altında bilimsel formüller adeta sihirli kelimeler gibi ezberlenir ancak kimse ezberlediği şeyin ne anlama geldiğini bilmemekte hatta ezberledikleri şeyin aslında gerçek bir formül olmadığının da farkında değildirler. Gerçekte olan şey ise, bu formüllerin hakiki bağlamları ve birbirleriyle olan tutarlılıklarının sonsuza kadar kaybedilmiş olmasıdır.602

MacIntyre, hikâyenin kasvetini şaşırtıcı bir şekilde EP’ye yansıtmaz. O, sadece, modern ahlaki dilin perişanlığını bu hikâyeyle canlandırmaya çalışır ve buna yola açmış olan en önemli karakterleri Hume, Kant ve Kierkegaard olarak ilan eder. O, bu ilanın çerçevesini belirleyen felsefi kuramı ise “duyguculuk” (“emotivism”) olarak belirler.