• Sonuç bulunamadı

Aristoteles Ahlak Felsefesine Karşıt olarak Hume’un Ahlak Felsefesi

BÖLÜM 1: MACINTYRE’IN MODERN AHLAK ELEŞTİRİSİNİN GELİŞTİĞİ ZEMİNLER GELİŞTİĞİ ZEMİNLER

2.2. MacIntyre’ın Modern Ahlak Eleştirisinde David Hume

2.2.1. MacIntyre’ın Hume’un Ahlak Felsefesine İki Farklı Yaklaşımı

2.2.1.1. Aristoteles Ahlak Felsefesine Karşıt olarak Hume’un Ahlak Felsefesi

Hume’un insan doğası anlayışı, bu iki ahlaki perspektif arasındaki farkı görmek için çok yararlı bir başlangıç noktası sağlar, çünkü onun insan doğasını evrenselci bir şekilde anlaması Aristotelesçi insan doğası ve ahlak anlayışı ile temel muhalefetini teşkil eder. Bu muhalefet üç görünümde ortaya çıkar:

Birincisi; Aristoteles’te insan doğasının teleolojik yönünün reddedilmesidir.645

Aristoteles’te insan doğası teleolojik bir insan doğasıdır ve bu doğaya göre insan “asıl hedefini belirleyen bir öze sahip”646 olarak tasavvur edilir. Aristoteles’teki teleolojik insan doğası, MacIntyre’a göre, insan kavramına dayanan üç katlı bir şemanın ortaya konmasıyla gösterilebilir. Bu katmanlar sırasıyla “cahil insan doğası, kendi telos’unun bilincine vardığında olabilecek insan ve bir durumdan diğerine geçişi sağlayacak ahlaki

643 MacIntyre, Marksizm başlığında (bkz: 1.1.2.3.) eskiden Marksist olan liberalleri de ahlaki alandaki hayalcilikleri sebebiyle “inatçı gerçekçiler olarak nitelendirmekteydi. MacIntyre’ın Hume’u eleştirdiği bu nokta ile Marksistlere yönelttiği eleştiri aynı zemine sahiptir.

644 MacIntyre, EP, s. 339. Burada MacIntyre, insan doğası kavramının on yedinci ve on sekizinci yüzyıllardaki ortak anlaşılma şekline işaret eder. Her iki dönemin filozofları her ne kadar insan doğasına yönelik farklı açıklamalara sahip olsalar da, hepsi “tek ve bütün bir insan doğası” fikrini benimsemişlerdir. Bkz: MacIntyre, “Moral Philosophy: What Next?”, Revisions: Changing Perspectives in Moral Philosophy, Notre Dame: University of Notre Dame Press, 1983, s. 7.

645 MacIntyre, EP, s. 90 ve 340.

buyruklar.”647 MacIntyre için bu Aristotelesçi üçlü şema, ahlaka meşruiyyet kazandırır ve böylece bir kişi, uygun bir şekilde birinci aşamadan ikinci aşamaya doğru ilerleyebilir. Bu geçişin rasyonel olarak gerekçeli bir şekilde mümkün kılınması, temelde insan doğası kavramında öngörülmesi gereken Aristotelesçi insan telosu kavramını gerektirir.648

MacIntyre, Hume’un ahlak felsefesinde ise kişinin yalnızca “olan insan” şeklinde düşünülmüş olduğunu ifade eder. Dolayısıyla Aristoteles’in aksine modern duygucu insan kavrayışında insan “cahil bir durum” içerisindeki insandır. Bu kavrayış, insanın herhangi bir teleolojik arka planını reddeden bir anlayıştır. İnsanoğlunun ahlaki durumunda herhangi bir değişim, dönüşüm yoktur. Bunun tersine, Aristoteles’te erdemlere sahip olmanın ve zaaflardan uzak durmanın ilkeleri bu ahlaki dönüşüme dayanır ve bu ilkeler, insani telosa nasıl ulaşılacağı noktasında bizi disipline eden ve eğiten bir sürecin rehberlik edici unsurlarıdır. Bu eğitimde kişinin arzuları ve duyguları eylem alışkanlıklarının geliştirilmesi yoluyla eğitilmesi gereken unsurlar olarak sürecin içindedirler. Bu süreçteki akıl ise telosumuzun neyle ilgili olduğunu ve telosumuza nasıl ulaşabileceğimizi bize bildiren mercidir.649

Ahlak ve insan doğasının anlaşılır kılınması ve gerekçe kazanabilmesi için bu üçlü şemanın insan doğasında uygun bir şekilde varsayılması gerekir. Bütün bu süreçlerden ayrı, dönüşüme müsaade etmeyen duygucu insan doğası anlayışı, MacIntyre için, diğer modern duygucu ahlak teorileri gibi, Hume’un ahlakının da bir özelliğidir. MacIntyre’a göre, bu hatalı ahlak anlayışı her zaman modernite için “kendi kendilerine biçtikleri

görevin, hayalci ve olanaksız niteliği”650 olarak kalacaktır, çünkü ahlakın ait olduğu çerçeveden ayrılması ahlaki olarak daima radikal olarak değişmiş bir ahlak yapısı sunacaktır.651

MacIntyre’ın belirttiği gibi, Aristoteles karşıtı duygucu insan anlayışının ortaya çıkmasındaki bir diğer özellik, modern ahlak felsefecileri arasında olan ve olması gereken

647 MacIntyre, EP, s. 90. 648 MacIntyre, EP, s. 88-89 649 MacIntyre, EP, s. 88-92. 650 MacIntyre, EP, s. 91. 651 MacIntyre, EP, s. 90-91.

ayrım konusundaki, felsefede iyi bilinen, bir tartışmada kendini gösterir. Bu tartışmanın sloganı, “olan’dan hiçbir ‘olması gereken’ çıkmaz”652 şeklindedir. Bu slogan ahlaki

kurallar ile insan doğası arasındaki herhangi bir ilişkiyi inkâr etmeyi içerir. Bu şekilde ahlaki çıkarımlar artık bir zamanlar geçerli olan yolla gerekçelendirme olanağından mahrum kalmış olacaklardır.653 Bu noktada, MacIntyre, Hume’un Treatise’deki ifadelerinin bu tartışmanın lokomotifi olduğunu iddia eder. O, Hume’un söz konusu cümlelerini şöyle aktarır: “Bugüne kadar karşılaştığım her ahlak sisteminde hiçbir

önermeyle karşılaşmadım ki, önermelerin alıştığımız yüklemleri olan is ve is not (-dır ve değildir) yerine bir ought ya da ought not (-meli/malı ya da –memeli/mamalı) ile bağlanmamış olsun.” 654

Devamında ise Hume şunu söyler: “Tamamıyla akıl almaz gibi görünen bu yeni ilişkinin,

nasıl olup da oldukça farklı olan diğerlerinden yapılan bir çıkarım olabileceği konusunda bir dayanak gösterilmeli.”655

MacIntyre, burada Hume’un bu iddiayı pozitif bir iddia şeklinde değil şüphe şeklinde ifade etmesine rağmen, onun bu cümlelerinin modern ahlak teorilerinin farklı metinlerinde bir mantık kuralı olarak yeniden ortaya çıktığını vurgular. Bu kural modern felsefede şu şekilde tezleşir: “Olan’ı ifade eden öncüllerden ‘olması gereken’i belirten

hiç bir sonuç çıkmaz.”656 MacIntyre’a göre bu ifadeyi önemli kılan şey, Aristotelesçi

işlevsellik kavramının reddedilmesidir.657

MacIntyre’a göre bu tezin savunucuları “hiçbir ahlaki tezin işlevsel kavram içermediği”ne kesin bir şekilde inanmışlardır658 Bu tezin sonucu, Hume’un erdem ve kurallar hakkındaki anlayışında en iyi şekilde görülebilir. Aristoteles, kurallardan farklı

652 MacIntyre, EP, s. 93-94.

653 MacIntyre, EP, s. 96.

654 Hume, Treatise, Book III, Part I, Section 1. Aktaran: MacIntyre, EP, s. 92-93.

655 Hume, Treatise, Book III, Part I, Section 1. Aktaran: MacIntyre, EP, s. 93.

656 MacIntyre, EP, s. 95. MacIntyre’ın bu konuyu tartıştığı makalesi için “Hume on ‘Is’ and ‘Ought’ ”, The Philosophical Review, Vol. 68, No: 4, October 1959, ss. 451-468.

657 MacIntyre, EP, s. 95.

olarak erdemlere bir rol ya da işlev yüklerken, Hume, adalet erdemini adaletin kurallarına uymak şeklinde anlar.659 Kural ve erdem arasındaki bu doğrudan ilişki, MacIntyre’a göre, Aristoteles’te bulunmayan yeni bir ilişki tarzıdır. Başka bir deyişle, bu ilişki, adalet erdeminin özgün içeriğini, adalet kurallarına uyma eğilimine indirgemektedir. MacIntyre, Hume’un bu görüşünün modern ve çağdaş ahlak felsefesinde, örneğin, Kant, Mill ve Rawls gibi önemli filozoflarca, takip edildiğini belirtir.660 Onların olan ve olması gereken arasındaki ilişkisizlik noktasındaki uzlaşımı, Aristoteleçi ahlak gelenekleri hakkındaki

“derin tarihsel bilinç eksikliğinin bir işareti”dir.661

Erdemli olmanın kurallara uymakla bütünleştirilmesi MacIntyre’a göre, ahlaki dil üzerinde radikal bir etkiye sahiptir. Çünkü artık ahlak geçmişte ait olduğu kelime dağarcığına ait değildir. Bunun en bariz örneği, MacIntyre’a göre, çoğul erdemler kavramından tekil erdem kavramına dilsel bir geçiştir. Bu geçişin bir göstergesi olarak, on sekizinci yüzyılın sonlarından itibaren ahlaklı ve erdemli kelimeleri birbirinin yerine kullanılmaya başlanmıştır. Aynı şekilde, ödev ve yükümlülük; ödevine sadık olan ve

erdemli kelimeleri de eşanlamlılar olarak kullanılmıştır. Bunun aksine, Aristoteles’te, ahlaki erdem ibaresi retorik bir totoloji içermez, çünkü bu kavram Aristoteles’in

entelektüel ve pratik erdemler ayrımındaki pratik erdemlere tekabül eder. Bu ayrımların modern duygucu felsefede yer almayışı bu kavramları geçmişte ait oldukları anlaşılma zemininden uzaklaştırmaktadır. Bu şekilde bu kavramlar, yaşadıkları değişim sonucu çok özel ve oldukça dar bağlamlarda yeniden anlam kazanır bu yeni anlam zemini ise Aristoteles’in ahlak dağarcığının basitleştirildiği ve homojen hale getirildiği zemindir.662

Hume’un evrensel insan doğası anlayışı, insan yaşamında Aristotelesçi teleoloji ve işlevselliği reddi, ahlakı rasyonel ve toplumsal alanın dışında konumlandırarak arzu/tutku

659 MacIntyre, EP, s. 342.

660 Örneğin, J. Rawls şöyle der: “Erdemler duyarlılıklardır; yani, daha yüksek bir düzen isteği tarafından düzenlenen itki ve eğilimler ailesine dahildirler, bu bağlamda erdem tekabül eden ahlaki ilkelere göre eyleme isteğidir.” Bkz: John Rawls, A Theory of Justice, (baskısı belirtilmemiş), 1971, s. 192. Aktaran: MacIntyre, EP, s. 343.

661 MacIntyre, EP, s. 95-96.

duygusunu ahlak alanında yegâne temel olarak benimsemesi, onun, Aristoteles’in ahlak felsefesiyle arasındaki temel karşıtlıkları olarak özetlemek mümkündür.

Bununla birlikte Hume’un ahlak felsefesi içerisinde geliştirmiş olduğu “sempati” kavramı MacIntyre’ın yorumunda, onu Aristoteles ile uzlaştırabilecek önemli bir bağlantı noktasıdır.

2.2.1.2. Aristoteles Ahlak Felsefesiyle Benzer Olarak Hume’un Ahlak Felsefesi MacIntyre’ın, Hume’u, EP dışındaki ve özellikle EP sonrasındaki yazılarında kısmen Aristotelesçi olarak sunması, Hume’un ahlaki açıdan toplumsal bir boyut kazandıran

sempati fikrine dayanmaktadır. MacIntyre’a göre, Hume, insan doğasını tamamen kişisel

bir perspektiften ele alması sebebiyle sempati fikrine yeterli bir açıklama sağlayamamıştır. Ancak buna rağmen yine de o, sempati kavramını, Hume’un ahlaki bakış açısını kısmen de olsa Aristotelesçi bir yapıya büründüren bir kavram olarak değerlendirir. Hume’un sempati kavramını Aristotelesçi kılan özellik nedir?

MacIntyre’ın Marksizm yolculuğundan itibaren devam ettirdiği, “her ahlak felsefesi…

özelliğine uygun olarak, belirli bir sosyolojiyi önkabullenir. Çünkü her ahlak felsefesi, açık ya da örtük biçimde fail ile failin gerekçeleri, itkileri, istekleri ve edimleri arasındaki ilişki ağının en azından kısmi bir kavramsal analizini sunar…”663 düşüncesi yukarıdaki sorunun cevabına yönelik ilk adımdır. Ona göre, ahlakta, bu toplumsal-sosyolojik ilişkiyi yadsıyan ya da görmezden gelen modern ahlak felsefesi kendisi ile geçmiş arasına bir ayrım yerleştirir.664 Bu ayrım, geçmişteki ahlaklılığın her zaman bir sosyal ağ bağlamında anlaşılmış olmasında ve bu nedenle ahlak felsefesinin başlıca görevlerinden birinin, belirli bir sosyo-tarihsel alanın açıklanması ve yorumlanması şeklinde düşünülmesinde yatar.

Bununla birlikte, MacIntyre, modern çağın ahlak anlayışının analitik bir rol üstlendiğini dolayısıyla ahlak ile sosyal yapılar arasındaki bu ilişkinin göz ardı edildiğini tespit eder.665

663 MacIntyre, EP, s. 45.

664 MacIntyre, “Epistemological Crises, Dramatic Narrative, and the Philosophy of Science”, The Tasks of Philosophy, s. 22.

Böylece, farklı zamanlarda ve mekânlardaki ahlak teorilerindeki farklı pratik rasyonaliteler, tarihsel olarak donmuş ve zamansız teoriler olarak anlaşılır.666 Modern çağın, ahlaka olan bu yaklaşımının sonucu, MacIntyre’ın inandığı gibi, ahlakın dar ve çarpıtılmış bir şekilde anlaşılmasıdır.667

MacIntyre, Hume’un sempati kavramıyla geçmişteki ahlak anlayışını örtülü olarak kabul etmiş olduğunu iddia eder. Bu doğrultuda MacIntyre, EP’de Hume’u, Platon ve Aristoteles’in yanına yerleştirir.668 Bu sınıflandırmaya ek olarak, kitabın farklı bir yerinde, ancak aynı bağlamda o, “Aristoteles’inki kadar Hume’un ahlak felsefesi de

belirli bir toplumsal yapıya duyulan bağlılığı önkabullenir; ama Hume’unki oldukça ideolojik bir bağlılıktır”669 der. Tuhaf bir şekilde MacIntyre, EP’de bu yorumuyla ilgili daha fazla açıklama yapmaz. Aslında, bu ifadeler Hume ve Aristoteles’in modern ahlak bilincinin benzer olarak birlikte konumlanmalarına yönelik MacIntyre’ın tezinin ilk çıkış noktasıdır.

MacIntyre’ın, Hume’u geçmişteki ahlak anlayışı içerisine yerleştirmesi, onun Treatise ve

Enquiry’deki erdem ve zaaflara ilişkin bir önceki başlıkta işaret edilen düşüncesindeki

fark ile ilişkilidir. Bir taraftan Hume hem Treatise hem Enquiry’de, erdemi, bizde hayranlık ve övgü duygusunu hissettiren tamamen kişsel bir bağlamda ele alırken,670

adalet erdemi meselesinde başkalarına duyduğumuz sempati gibi dışsal bir duyguyu

Treatise’nin üçüncü kitabında olasılık şeklinde ama Enquiry’de net bir şekilde erdem

alanına dâhil etmektedir. Treatise’de Hume şöyle der:

Genel olarak insan zihninde insanlık sevgisi gibi, yalnızca kişisel niteliklerden, görevlerden ya da kendimizle ilişkimizden bağımsız böyle bir tutkunun var olmadığı iddia edilebilir.”671

Enquiry’de ise o, sempatiyi net bir şekilde kabul eder: “Karakter ve davranış kurallarına dair

666 MacIntyre, “Practical Rationalities as Forms of Social Structure”, Irish Philosophical Journal, Vol. 4, Issue ½, 1987, s. 3.

667 MacIntyre, EP, s. 46.

668 MacIntyre, EP, s. 46.

669 MacIntyre, EP, s. 41.

670 Hume, Treatise, Book III, Section II. Aktaran: MacIntyre,” Introduction”, s. 14-15.

671 Hume, Treatise, Book III, Part II, Section 1.Aktaran: MacIntyre, “Introduction”, Hume’s Ethical Writings: Selections From David Hume, Notre Dame: University of Notre Dame Press, 1965, s. 15.

genel kabülümüzde toplumsal menfaatlerin yararlı eğilimi, bizi kişisel çıkarlarımız doğrultusunda hareket etmeye yöneltmez, tersine bu eğilimin etkisi daha evrensel ve geniştir. Kamusal iyilere, barışa, ahenge ve düzene yönelik toplumdaki bu eğilim her zaman...bizi sosyal erdemlerin tarafına dahil eder.”672

MacIntyre’a göre bu geçiş, Hume’un egoist ve dar insan doğası anlayışından, adalet erdemi söz konusu olduğunda, toplumsal ve daha geniş bir insan doğası anlayışına geçişi anlamına gelmektedir. MacIntyre’a göre o, bu şekilde, bireyin toplumsal bir varlık olmasını göz ardı edememiştir.673

Hume’un toplumsal olarak bireyi tanımlaması Aristoteles’te zaten varsayılmış bir düşüncedir. Nitekim Aristoteles’in pratik rasyonalitesi belirli bir toplumsal yapıyı gerektiren bir rasyonalite anlayışıdır. (Buna Aristoteles başlığında yer verildi.) Bu gereklilik, insan eylemini ve insanın doğasını anlamak için bir ön şarttır. Dolayısıyla, bu anlayışın çerçevesi, insan doğasının ve insan eylemlerinin ancak kişisel arzuların ve tutkuların tatmini ya da hayal kırıklığı ile ilişkili olarak kabul edildiği modern ahlaktaki pratik rasyonelite anlayışını dışlamaktadır.674

Bu tür bir pratik akıl yürütme oldukça sorunludur. Bu noktada MacIntyre şöyle der: “Akıl

her ne zaman bir arzu ve onun nesnesine, ona nasıl, ne şekilde ve ne tür ulaşılacağı konusunda müdahil olursa pratik hale gelir.”675 Örneğin, mülkiyetin istikrarını sağlamak

için adil bir sistemi desteklemek, pratik akıl örneğidir. Bu örnekte sadece bir tutku olmadığını, fakat aynı zamanda tutkunun belirli bir şekilde amaçlanmış nesnesinin de var olduğu fark edilmektedir.676

Burada MacIntyre’a göre, tutkunun tatmininin tek bir eylemle değil, bir dizi başka eylemle gerçekleştirildiğinin farkında olmak önemlidir. Yani, tutku, ilk ortaya çıkışında eylem için bir sebep vermez. MacIntyre, burada, modern duygucu pratik akletmeye karşıt

672 Hume, Enquiry, Section V, Part II. Aktaran: MacIntyre, “Introduction”, s. 15.

673 MacIntyre, WJWR, s. 290.

674 MacIntyre, “Practical Rationalities as Forms of Social Structure”, s. 7-8.

675 MacIntyre, “Practical Rationalities as Forms of Social Structure”, s. 9.

676 MacIntyre, “Practical Rationalities as Forms of Social Structure”, s. 9. Ayrıca bkz: MacIntyre, WJWR, s. 305.

olarak Hume’un pratik akıl yürütmesini Aristoteles’in pratik akıl yürütmesinin yanıbaşına yerleştirmektedir. Hume ve Aristoteles’in söz konusu birlikteliğini MacIntyre şu şekilde açıklar: “... yalnızca Aristoteles kadar Hume’cu rasyonelitede de, ‘Falanca şeyi

istiyorum’ şeklinde bir öncüle yer yoktur.”677 Bu ifade Aristoteles ile Hume arasındaki benzerliğin kavranmasında MacIntyre’in ikinci temel çıkış noktasıdır.

Şimdi bu benzerliği, MacIntyre aracılığıyla, “Falanca şeyi istiyorum” ifadesinin reddedilmesiyle değerlendireceğim. Aristotelesçi pratik akıl yürütmede, “ben istiyorum” veya “o bana zevk veriyor” ifadeleri eylem için bir sebep teşkil etmez. Pratik bir akıl yürütmeyi ifade edebilmek için, farklı nesneler, durumlar ve deneyimler konusunda zevk ve acı hissetmede ahlaki bir eğitime ihtiyaç vardır. Ahlaki bir eğitim, arzuların yeni bir pratik çerçeveye dönüştürülmesini sağlar, böylece kişi bu eğitim sonucunda daha önceden sahip olduğu tarzda zevk veya acıya sahip olmayacaktır. Belirli bir eylem ve yargıya duyulan istek konusunda kendisini nasıl hissedeceğini öğrenen kişi, pratik aklını, onu,

telosu doğrultusunda iyi sebeplerle hareket ettirebilmek için kullanır. Bu yüzden, ilk ve

basit bir biçimde, “Ben böyle istiyorum” ifadesi Aristotelesçi çerçevede kişiyi eyleme sevk etmeyecektir.678

Bununla birlikte, Humecu pratik rasyonaliteye göre, “falanca şeyi istiyorum” cümlesi aynı şekilde kişiyi eyleme sevk etmez. Ancak Hume’un bunu açıklama şekli, Aristoteles’inkinden farklıdır. Aristoteles’in aksine, Hume’da, akıl, bir tutkuya hizmet etmedikçe, kişiyi eyleme sevketmez, dolayısıyla aklın kendisi tek başına pratik değildir. Öyleyse “falanca şeyi istiyorum” ifadesi bir duyguyu belirtmesine rağmen eylem için bir sebep teşkil etmez. MacIntyre, burada Hume’un buna dair iki açıklamasına yer verir: Birincisi; “falanca şeyi istiyorum” ifadesi sadece ona yönelik arzunun ifade edilmiş şeklidir. İkincisi; Hume’da eyleme sevkeden arzu679 Hume’un kelime dağarcığında bir nesneye ve o nesneye yönelik bir niyete sahip olmayı da içerir. Çünkü Hume’da arzu, yalnızca nesnesine yöneliktir ve bu nedenle o, kişiyi, başka şekilde değil de, bu şekilde

677 MacIntyre, “Practical Rationalities as Forms of Social Structure”, s. 9.

678 MacIntyre, “Practical Rationalities as Forms of Social Structure”, s. 9-10.

679 MacIntyre, “Practical Rationalities as Forms of Social Structure”, s. 9-10. MacIntyre aynı zamanda Hume’un eylem ve tutku görüşünü modern duygucu ahlak felsefesinden ayırmaktadır. MacIntyre’a gore, ne Stevenson ne de Ayer Hume’daki gibi ortak arzu/tutku dağarcığına sahiptir. Bu yüzden Hume’un arzu kavramı kişisel çıkar kavramıyla açıklanamaz. Bkz: MacIntyre, WJWR, s. 305 ve 307.

hareket etmeye motive edebilir. Bununla birlikte, “falanca şeyi istiyorum” ifadesinin tek başına hiçbir niyeti yoktur, çünkü yöneldiği belirli bir nesnenin varlığı henüz ortaya konmamıştır.680

Bununla birlikte Aristotelesçi ya da Humecu toplumlarda bir eylem için isteklilik, arzuların tatmininin sürdürülmesi için hakkında uzlaşılmış bir karşılıklılık gerektirir.681

Bununla birlikte, MacIntyre, modern anlayış açısından arzu kavramının, bu karşılıklılığın yokluğundan ötürü insanı tatmine ulaştırmak yerine bir hayal kırıklığına sürüklediğine inanmaktadır. Daha önce de ifade edildiği gibi, Hume’da arzuların anlaşılma çerçevesi önceden tanımlanmış toplumsal düzenin araçları ve yapay erdemlerin kurumsallaştırılmış olmasıdır. Hume’a yönelik bu yorumuyla MacIntyre, bizi, onun on altıncı yüzyıldan on sekizinci yüzyıla kadar kendi ahlak sistemini somutlaştıran İngiltere Tarihi kitabını okumaya davet etmektedir. Bu eserde MacIntyre, Hume’un felsefesinin kendi zamanının toplumsal gerçekliği ile iç içe geçmiş karakterini ortaya koyduğunun altını çizer.682

MacIntyre, “falanca şeyi istiyorum” ifadesinde “neden herhangi bir pratik akıl yürütmenin, dolayısıyla eyleme sevkedici bir durumun bulunmadığı?” sorusuna Aristoteles ile Hume’un verdiği bu iki farklı cevabı ve her ikisi arasındaki sosyal olarak paylaşılan arzu düşüncesini ortaya koyar.683 MacIntyre bu şekilde, “ben istiyorum” şeklindeki modern duygucu ifadenin Aristoteles ve Hume’un ortak iyiler inancı sebebiyle “biz istiyoruz”a dönüştüğünü belirtir. Duygucu ve bireyci ahlak felsefesi bireysel çıkarlardan ortak çıkarlara böyle bir geçişi yap(a)maz, çünkü toplum tarafından tanımlanan böyle bir ortak iyi anlayışına sahip değildir.684 Bu nedenle, MacIntyre, ister Aristotelesçi veya Humecu terimlerle olsun, eylemleri örtülü ya da açıkça ortaya çıkaran şeyin, sosyal olarak paylaşılan arzu anlayışı olduğunun bir kez daha altını çizer. Başkalarının eylemlerine karşılık verdiğimizde yaptığımız şey, onların eylemlerindeki arzulara karşılık vermektir. Bu nedenle her zaman toplumsal olarak paylaşılan bir

680 MacIntyre, WJWR, s. 303.

681 MacIntyre, “Practical Rationalities as Forms of Social Structure”, s. 16-17.

682 MacIntyre, “Practical Rationalities as Forms of Social Structure”, s. 16-17.

683 MacIntyre, “Practical Rationalities as Forms of Social Structure”, s. 10.

değerlendirme, onay ve redde ilişkin ortak bir kavrama ihtiyacımız vardır.685 Aristoteles ve Hume, eylem ve insan doğası anlayışı açısından önemli farklarına rağmen, her ikisi de, ahlak felsefesini toplumsal olarak oluşturulan felsefe olarak anlamaları açısından biraraya gelmektedir.

MacIntyre, Hume ve Aristoteles’in ahlakın toplumsallığına yaptıkları vurgunun kendi toplumsal ortamlarına göre biçimlendiğini hatırlatır. Yani, her ikisinin pratik aklı sadece kendi toplumsal ilişkilerinde makul bir şekilde anlaşılırlık kazanabilir. Aristoteles’in örneğinde, beşinci ve dördüncü yüzyılların polisi belirli bir pratik aklı kullanmak için gerekli düzenlemeyi Yunanlılara sağlamaktadır ve Hume’un örneğinde ise on sekizinci yüzyıl İngiltere’si, pratik yargılardaki arzunun karşılıklı karakterini anlamanın gerekli kavramsal ardalanını sağlar.686

Bununla birlikte, MacIntyre, Hume’un yaşadığı toplumsal yapı içerisinde anlaşılabilir olmasına rağmen, onun, Aydınlanmaya giden yoldaki bir filozof olarak ahlak felsefesini,