• Sonuç bulunamadı

Modern Ahlak Karşısında Hem Marksist Hem de Hıristiyan Kalmanın Olanaksızlığı: Marksizm’e Sosyolojik Referanslar Olanaksızlığı: Marksizm’e Sosyolojik Referanslar

BÖLÜM 1: MACINTYRE’IN MODERN AHLAK ELEŞTİRİSİNİN GELİŞTİĞİ ZEMİNLER GELİŞTİĞİ ZEMİNLER

1.1.2. MacIntyre’ın Marksizm Düşüncesindeki Dönüşümler

1.1.2.2. Modern Ahlak Karşısında Hem Marksist Hem de Hıristiyan Kalmanın Olanaksızlığı: Marksizm’e Sosyolojik Referanslar Olanaksızlığı: Marksizm’e Sosyolojik Referanslar

MacIntyre’ın düşüncesindeki değişim, onun Marxism: An Interpretation’a 1968 yılında

Marxism and Christianity adıyla yaptığı ikinci baskıda izlenmektedir. Bu baskıyı

birinciden ayıran en önemli zemin, MacIntyre’ın Marksizm ve Hristiyanlık ilişkisine yönelik doğrudan teolojik referansları kaldırmış olması, yerine ise Hristiyanlığın sosyolojik analizini yerleştirmesidir. MacIntyre, bu şekilde hem Marksizm’i hem de Hristiyanlığı teolojik zeminden ayrı, kültürel bir önem atfederek analiz eder. Bununla birlikte onun, her iki eseri arasında araya giren on beş yıllık zaman zarfında düşüncesinin daha da karmaşıklaştığı, derinleştiği, ancak yazılarının daha açık ve belki de daha da geleneksel bir Marksist doğaya sahip olduğu, McMylor tarafından ifade edilmektedir.115

Ayrıca bu eserde MacIntyre’ın yoğun bir liberalizm eleştirisi de mevcuttur. Her ne kadar Marksizm düşüncesine liberalizm eleştirisi anlamında sadakati devam etse de o, Marksizm’in özellikle pratik alandaki problemlerini eleştirir. Ancak bu problemlerin nasıl çözülebileceği noktasında birinci kitabına göre daha suskundur. Çünkü o, liberalizm karşıtlığını, Marksizm üzerinden ifade etmenin, 1953’te, kendisi için daha kolay olmuş olduğunu itiraf eder.116

Bu farklılığın yanında her iki baskıda da Marksizm’in temel tezlerinin açıklaması hemen hemen aynıdır.117 MacIntyre 1968’teki bakış açısını Marksizm and Christianity eserine 1995’te yazdığı ikinci önsözde yorumlar. MacIntyre, 1953’te, 23 yaşında kendini meşgul eden soruların on beş yıl sonra bu eseri yazarken farklılaştığını ifade eder. 1953’te hem Hristiyan hem de Marksist olmak istediğini ve bu ikisinin birbirine tamamen uyumsuz olmadığını düşündüğünü belirtir. 1968’deki duruş noktasından ise bu konuda şüpheler geliştirir. 1953’te yazarken Hristiyanlığın ve Marksizm’in özünde inanç organizasyonları

115 McMylor, “Marxism and Christianity”, s. 50-51.

116 MacIntyre, “Epilogue. 1953, 1968, 1995”, s. 421.

olduğunu, ancak yine o dönemde hem Marksizm hem de Hristiyanlık içerisindeki aşırı pozisyonların da, örneğin, Marksizm’de Stalinizm, Hristiyanlıkta ise İkinci Vatikan Konsili’nin (1962-1965) kararlarının kendisini daha da köşeye sıkıştırdığını ifade eder.118 MacIntyre’a göre, Konsil ile birlikte Hristiyanlık doktrini hem teolojik muhafazakârlığın negatif bir şekilde kurallara aşırı bağlılığı ile hem de dindar liberallerin saçma ahlak anlayışları ile sapmıştır.119 Bu duruma, o, Hristiyanlıktaki muhafazakâr ya da radikal ütopyacı görüşleri de ekler.120 Bu gelişmeler, Marxism ve Hristiyanlığı yakınlaştırmada

118 MacIntyre, Marxism and Christianity, s. vii-viii.

119 MacIntyre, “Epilogue. 1953, 1968, 1995”, s. 421.

120 MacIntyre, “Marxists and Christians”, s. 181-182. MacIntyre, Marx’ın 1841’de kendisini erken sosyalizm düşüncesiyle tanıştıran Moses Hess’den bahsettiğini aktarır. Bu erken sosyalizm Hristiyan ütopyacılığıdır. Örneğin, Owen, Fourier ve Aziz Simon bu ütopyacılar arasındadır. Hristiyan ütopyacıların hepsi mevcut toplumu eleştirir ve ideal toplumun ne olması gerektiğine dair şemalara sahiptirler. Ancak MacIntyre, bu şemalarda eksik olan şeyin, bu dönüşümü sağlayacak etkili araçlar olduğunu ifade eder. Marx, 1842’de Engels ile tanışarak onlara bu dönüşümün nasıl olacağına dair araçları göstermeye başlamıştır. Bkz: MacIntyre, Marxism and Christianity, s. 37-38. MacIntyre, Marx sonrası Hristiyan radikal görüşünün ise politik olarak “cennetin krallığı”nın hemen bu dünya üzerine adapte edilebileceğine dayandığını belirtir. MacIntyre’a göre bu görüş Marksizm’e karşıttır. Çünkü böyle düşünen Hristiyanlar, bu şekildeki bir politikayı var olan düzenle ani ve radikal bir kopuş meselesi olarak görürler. Bireyler ve topluluklar sahip oldukları her şeyi satmaya teşebbüs ederler ve hiçbir maddiyat olmaksızın yaşarlar. Askeri hizmeti reddederler ve şiddet karşıtıdırlar. Bu tarz bir politikanın özü, Hristiyanlığın politik problemleri çözmek için derhal uygulanabilecek bir program içinde cisimleşeceğine dair inançtır. Bkz: MacIntyre, “Marxists and Christians”, s. 181. MacIntyre’a göre Marksistler bu tarz hareketleri sıklıkla sempatik bulurlar. Ancak ütopyacılık gerçeklikten kaçıştır, çünkü toplumlarda, büyük ölçekli değişimlerin imkânsız olduğu yerlerde ütopyanın kendisi mikro değişimler yaratmasına rağmen, bu değişimler hiçbir şekilde hayatta kalma ümidi taşımaz. MacIntyre, büyük çaplı dönüşümlerin sabır isteyen vazifelerindeki yavaş değişimler için ise aynı ütopyacı Hristiyanları sorumluluk kabul etmedikleri için eleştirir. Bkz: MacIntyre, “Marxists and Christians”, s. 181.

MacIntyre’a göre, diğer bir Hristiyan duruş noktası olan muhafazakârlık da aynı şekilde Marksizm’e karşıttır. Muhafazakârlık, Hristiyan radikalliğinin ütopyacılığını reddeder. Çünkü onlar, Hristiyanlığı bir politika olarak görmekte zorlanırlar. Onlara göre, bir Hristiyan, Tanrı’nın insanlara bahşettiği güçlerle barış içerisinde yaşamalıdır, bunun istisnası bu güçlerin kiliseye acı çektirmesi ve onu Hristiyan olmayan eylemlere zorlamasıdır. Bunun haricinde muhafazakâr Hristiyanlar diğer sıradan iyi vatandaşlardan farklı bir politik duruşa sahip değildirler. MacIntyre, bu düşüncenin Hristiyan ütopyacılığından daha etkili bir düşünce olduğu kanaatindedir. Bkz: MacIntyre, “Marxists and Christians”, s. 182. Bunun dışında Marksist düşünce hem ütopyacı hem de anti- ütopyacı bir özellik sergiler. Bkz: Lukes, s. 60. Lukes’a göre Marx ve Engels geleceğe dair ümitvar olma anlamında bir ütopycılığa karşı çıkmazlar. Onların sosyalist ütopyacıları eleştiri noktası, Lenin’in ifadesiyle, onların “önceden bilinemeyecek bir şeyi tahmin etmeye çalışmak gibi boş bir çabaya girişme”leri dolayısıyladır. Lukes ayrıca, Marx’ın 1869’da şu sözlerine işaret eder: “Gelecek adına bir program tasarlamaya kalkan kişi, bir gericidir”, bunun aksine devrimci “gözlerinin önünde olup bitenleri kaydedip onun sözcülüğünü üstlenerek” eylemde bulunur. Lukes, söz konusu açıklamanın yapılmamış olmasının gericilik olarak düşünülmesini Marx’ın kötü bir gerekçesi olarak değerlendirir. Bkz: Lukes, s. 64 ve 70.

temel zorluk olmuştur. Öyle ki MacIntyre, Hristiyanlığın ve Marksizm’in doğruluk iddialarını nasıl uzlaştıracağını artık anlayamadığını itiraf eder.121

Yukarıdaki nedenlerin dışında, MacIntyre’ın o sırada yaşadığı dönemin sosyal ve siyasal durumu içerisindeki olayların da bu fikir değişikliğinde önemli rol oynadığını söylemek gerekmektedir. O, 1960’larda, Britanya’da, Hristiyanlığı ve Marksizm’i bir arada değerlendirmeyi zorlaştıran şeyin, Hristiyanlığın her zamankinden daha saygı duyulur, Marksizm’in ise gittikçe daha fazla kötülenen bir hale gelmesi olduğunu söyler. O dönemle ilgili sözleri şu şekildedir: “Toplumumuzda Marksist olmak küçük izole bir

azınlığın üyesi olmak demektir, ancak Hıristiyan olmak burjuvazi dindarlığının şimdiki yükselen dalgasının bir parçası olmak demektir.”122

Bunun sonucu olarak MacIntyre, Marksizm’in gücünün azaldığı, kiliseye bağlılığın ise gittikçe arttığı bir dönemde Marksist kalmaya devam ettiğini ancak Hristiyanlıktan koptuğunu belirtir. Bunun sebebini ikisinin tutarlı bir şekilde bir arada olamayacağında görür.123 “Hem Hıristiyan hem de Marksist olmak mümkün müdür?”124 sorusuna MacIntyre eski duruş noktasını günceller nitelikte bir cevap verir: “Hristiyan’dım ama

artık değilim. Bana Marksist olup olmadığım sorulduğunda evet cevabı vermek hayır cevabı vermemden daha az yanıltıcıdır.”125 Devamında ise MacIntyre şunu sorgular:

Kişi hem Hristiyan hem de Marksist kalabilir mi? İlk müstehzi, fakat tarihsel olarak doğrulanmış cevap, kişinin hem Hristiyan hem de herhangi bir şey olabileceği şeklindedir. Soğuk savaşta, neredeyse bütün sıcak savaşlarda olduğu gibi, Hıristiyanlar her iki taraftaydılar. Bu yüzden soruyu başka bir şekilde soralım. Kişi hem tutarlı bir Hristiyan hem de tutarlı bir Marksist olabilir mi? Burada vermek istediğim cevap, Hristiyanlığa aşikar bir politik yorum kazandırıldığında…Marksizm ve Hıristiyanlığın büyük ölçüde uzlaşmaz olduğudur.126

121 MacIntyre, “Epilogue. 1953, 1968, 1995”, s. 419.

122 MacIntyre, “Marxists and Christians”, s. 180.

123 MacIntyre, “Marxists and Christians”, s. 180-181.

124 MacIntyre, “Marxists and Christians”, s. 179.

125 MacIntyre, “Marxists and Christians”, s. 179’daki birinci dipnot.

Marksizm ile uzlaşmaz olan Hristiyanlık, MacIntyre’a göre, sosyal düzene asimile olmuş kilisenin ve otoritenin baskın değerlerine yalnızca pasif bir şekilde karşılık veren Hristiyanlıktır.127 MacIntyre bu durumu, nerede bir sosyal protesto olsa, düzenin savunucularının hemen bir kilisenin varlığıyla protestoyu usta bir şekilde dengelemeleriyle örneklendirir. Bunun gibi örnekler, MacIntyre’a göre, özellikle genç Hristiyanların varolan düzenle çatışan değerleri sebebiyle, üzerlerindeki gerilimi arttırır. O, bu gerilimin görüldüğü alanların zaman zaman ortaya çıkan nükleer silahsızlanma kampanyaları ve ırkçılık gibi konular olduğunu ifade eder. Bu durumlarda birçok Hristiyan kendini Marksistlerle ve Hristiyan olmayanlarla omuz omuza vermiş görür. Fakat aynı konularda Hristiyanların kendi aralarındaki görüş ayrılıkları dikkate değerdir.128 MacIntyre, Hristiyanların böyle sosyal ve politik hareketlere girdikçe bu tarz sorularının artacağı ve bu sorgulamaların, onları Marksizm’e yakınlaştırıp kiliseden uzaklaştıracağı iddiasındadır.129

Buraya bir parantez açmalıyım. MacIntyre’ın 1960’lardaki Hristiyanlıkla yaşadığı zıtlık, temelinde teolojik reddi içeren bir zıtlık değildir. Nitekim 1959 yılında yayınladığı

Difficulties in Christian Belief kitabındaki Tanrı’nın varlığına dair açıklamalarını modern

felsefenin problemleri içerisinde tartışma şekli, kendisinin teolojik olarak Hıristiyanlığa derin bir şekilde bağlı olduğunu ortaya koymaktadır. Burada MacIntyre, on sekizinci yüzyılda ahlakın dinden tamamen bağımsız bir şekilde ele alınışını eleştirmekte ve Hıristiyan ahlaklılığının Hıristiyanlığa bağlı olduğunun altını çizmektedir.130 Dolayısıyla MacIntyre’ın Hıristiyanlığı reddedişinin altında Tanrı’yı ve Kutsal Kitabı reddetme şeklinde teolojik bir itiraz değil, Hıristiyan ahlaklılığının, Hıristiyanlığın kendi iç dinamiklerinden kopartılarak ele alınmasına yönelik itirazı yatar. Ayrıca MacIntyre’ın

127 MacIntyre, “Marxists and Christians”, s. 184, Ayrıca bkz: MacIntyre, Difficulties in Christian Belief, s. 102.

128 MacIntyre, “Marxists and Christians”, s. 184 MacIntyre burada şunu sorar: Aynı dinin mensupları eğer samimilerse niçin aynı ahlaki tavra sahip olamamaktadırlar? Bu soruyla muhatap olan Hristiyanlar, kendilerini, değişimin bir toplumdan diğerine farklılaşan doğasını ve çağdaş kilisenin yaşadığı toplumun doğasını incelemeye zorlanmış hissederler. Bu durumda onlar, olaylara daha önceden teolojik olarak duymaya alıştıkları açıklamalar yerine sosyolojik açıklamalar getirme ihtiyacı hissederler. Bkz: MacIntyre, “Marxists and Christians”, s. 184.

129 MacIntyre, “Marxists and Christians”, s. 185.

Hıristiyanlığı reddetmesi Hıristiyanlığa dair teolojik yorumların ve Hıristiyanların davranışlarının problemleri ile de yakından ilişkilidir. Örneğin, MacIntyre, kendi dönemindeki teolog Karl Barth’ın (ö. 1968) görüşlerinden fazlasıyla etkilenir. MacIntyre, Barth’ın sadece Protestanlar değil Katolikler arasında da yirminci yüzyılın temel Hristiyan şahsiyeti olduğunun altını çizer. Barth, temelde Tanrı’nın ve eylemlerinin insan teşebbüsüyle anlaşılamayacağını, Tanrı’nın insana oldukça uzak olduğunu vaz eder.131

MacIntyre, bu yorumun yirminci yüzyılda Hristiyanlığın ana yorumu haline geldiğini ve kendisinin Hristiyanlıkla ilgili yaşadığı mevcut sosyal sorunlarına bir yenisini daha eklediğini ifade eder. Çünkü MacIntyre’a göre, Barth’ın bu teolojik anlayışı, ahlaki yaşama uygun herhangi bir anlama sahip değildir.132 Ancak 1995’te MacIntyre, 1960’larda, Barth’ın teolojideki hatasını yanlış bir şekilde Hristiyanlığın bir hatası olarak algıladığını ve bu yüzden Hristiyanlığa dair teolojik vurgulardan 1968’deki eserinde vazgeçtiğini de söyleyecektir.133

Dolayısıyla MacIntyre, ilerde Marksizm ve Hristiyanlık arasındaki ilişkiyi yeniden tesis edecektir. Öyle ki, MacIntyre’ın 1968 sonrası görüşlerinde de teorik alanda Hristiyanlık bir dünya görüşü olarak olgu ve değer birlikteliğinde liberalizme karşı Marksizm’le aynı saftadır. Daha önceden de belirttiğim gibi, MacIntyre’a göre hem Marksizm hem de Hristiyanlık, liberalizmin aksine, dünyanın nasıl bir yer olduğunu keşfetme ve bireyin nasıl davranacağına karar vermesi gibi alanlarda birbiriyle yakın ilişkilidir. Öyle ki hem Hristiyanlık hem de Marksizm, insanlara, onların sosyal ve metafizik durumlarının farkına varmalarını sağlamaya uğraşır ve bunu, bireyleri kendi bireysel yaşamlarının ötesine geçirerek yapmaya çabalar.134

131 MacIntyre, Against the Self Images of the Age, s. 15. Ayrıca bkz: MacIntyre, “The Logical Status of Religious Belief”, Metaphysical Beliefs: Three Essays, A. MacIntyre, and R. G. Smith, (ed.), SCM Press: London, 1957, s. 169-170 ve 175. MacIntyre, kendisinin Marksizm ve Hristiyanlık arasındaki ilişki noktasındaki şüphesinin pozitivist türden bir şüphe olmadığını da altını çizmektedir. O, pozitivistler gibi her ikisinin insan algısını aşmaya uğraşan bir sisteme sahip olduklarından dolayı yanlış olması gerektiklerini düşünmediğini özellikle ifade eder. Bkz: MacIntyre, Marxism and Christianity, s. viii-ix.

132 MacIntyre, “Epilogue. 1953, 1968, 1995”, s. 419.

133 MacIntyre, “Epilogue. 1953, 1968, 1995”, s. 419. Ayrıca bkz: MacIntyre, “An Interview with Giovanna Borradori”, s. 257.

MacIntyre’ın bu en erken iki eserinde kapitalizm ve liberalizm eleştirilerinin Hristiyanlıkla birlikte Marksizm üzerinden sistematikleşmemiş bir şekilde ele aldığını göstermeye çalıştım. Şimdi ise bu eleştirinin EP öncesi en derli toplu sunumunun yapıldığı iki makalesini analiz edeceğim.