• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 1: OSMANLI’DAN 1960’LARA TÜRKİYE’DE SİYASETİN HAKİM

1.1. Osmanlı’nın Son Döneminde “Millet-leşme Mücadeleleri”

1.1.2. Modern Osmanlı Milletlerinin Kuruluşu: Üç Tarz-ı Siyaset ve Diğerleri

1.1.2.3. Müslüman Milliyetçiliği’nden Türk Milliyetçiliği’ne

Balkan Savaşları, Türk milliyetçiliğinin serpilmesine imkan veren dramatik bir deneyim yaratmıştır. Savaşın kendisi, çoğu bölgede halkın bilfiil katılımıyla gerçekleşmesi yönünden, eski savaşlardan ayrılmakta idi ve bu durum halkın kendi kaderine behemehal yön verdiği bir teyakkuz durumunu yaratmıştı. Artık kitleler devletin geleceğini tayin etmek için kadın-erkek cephelerde fedakarlık göstermeleri gerektiğini, savaşın ve devlet zafiyetinin bu durumu dayattığını birebir gözlemlemişti (Toprak, 2013:115). Bu savaşların yarattığı toplumsal yıkımın milli kimliğin oluşmasındaki etkisi göz ardı edilemez. Ayrıca savaşlardan sonra Balkanlardan gerçekleşen yoğun göçler, imparatorluk başkentinde, birbirini tanımayan, çoğunlukla aynı dili konuşmayan, ancak aynı imparatorluğun yurttaşı olmak ve aynı dini paylaşmakta ortaklaşan bir kitle ortaya çıkarmıştır. Balkanlardan göç eden kitlelerin İstanbul kültürüyle buluşturulması için Türkleştirme aktif bir siyaset mekanizması olarak kullanılacaktır. Türkleştirme siyaseti içinde İslam ve İslamcılık, Müslümanları diğer dinlere mensup kitleler arasında kayırmak anlamına gelecek şekilde kullanışlı bir enstrüman olmuştur. Bu sürece dahil olmayan yani

göç deneyimi yaşamayan Kürtler ve Araplar gibi diğer Müslüman ağırlıklı gruplar ise söz konusu siyasetin uzağında kalmışlardır.

Balkan Savaşları ile başlayıp Birinci Dünya Savaşı ve Milli Mücadele’yi içine alan dönem, “Türk’ün biçare ırkı”nı keşfettiği, yer yer somut tarihsel koşulların, yer yer ajitasyon ve propagandanın tüm etkisini gösterdiği, Müslüman Milliyetçiliği’nde Türklük bilincini daha da yükselten bir kriz dönemi olarak değerlendirilebilir.

Müslüman Milliyetçiliği’nden Türk milliyetçiliğine geçişi sağlayan bağlam çoğunlukla dilde sadeleşme ve “Halka doğru” hareketlerinde kendini göstermiştir. Balkan Savaşları sırası ve sonrasında ardı ardına kurulan Türkçü dernek ve cemiyetlerin başlıca gündem maddesi, dil meselesi olmuş, bu nedenle her birinin milliyetçilik anlayışı bir dil milliyetçiliği mesabesinde kalmıştır (Üstel, 2004:28). Bu duruma etki eden başlıca faktör olarak, devlet içinde gayrimüslim nüfusun da bulunması ve bunların da Müstakbel Türklüğe dahil edilmek istenmesi, en azından Türklükten soğutulmak istenmemesi gösterilebilir. Zira bu dönemde kurulan Türkçü dernekler, Osmanlı anasırından her milletten gelecek üye kayıt taleplerine açık bırakılmıştır (Üstel, 2004:21). Dilin sadeleştirilmesi ve sadeleştirilen Türkçe’nin bir imparatorluk ortak dili olarak belirlenmesi farklı unsurlar arasındaki eşitsizlikleri ortadan kaldıracaktır. Dilde sadelik bir yandan da, Türkçe’yi halkın anlayabileceği bir düzeye getirecek ve Osmanlıca’nın yarattığı kabul edilen sınıfsal ayrışmaları (avam-havas) ortadan kaldıracaktır. Eğer dil sade ve anlaşılır olursa, okuma oranları artacak, halkın cehaleti bir kader olmaktan çıkacak ve bilginin ve bilge kişilerin toplumdan uzaklaşmasının önüne geçilecektir (Toprak, 2013: 121). Böylece dilde sadeleşme ile hem Türkçe gayrimüslim unsurlar için öğretilmesi kolay bir dil haline gelecek, hem de Müslüman unsurlar arasında eğitimsizliğin ve sınıfsal ayrışmaların aşılması sağlanacaktır. Bir yandan da Türk milliyetçiliği Osmanlı unsurları arasındaki birliği dil üzerinden kurmak yönünde bir dil milliyetçiliğine dönüşmektedir. Bu dönüşüm de etkili olan bir diğer faktör, Rumeli topraklarının büyük ölçüde kaybedilmiş olması ve elde kalan görece homojen bir demografik yapıya sahip Anadolu topraklarında bir Türklük anlatısının inşa edilmesinin kolaylaşmasıdır. Anadolu’yu kadim bir tarihsel bağlama oturtmak isteyen Türk milliyetçiliği, buradaki Türk yoğun etnik çeşitliliği Türk dilinin ortaklaştırılmasıyla örtmeye çalışmıştır (Durgun: 2011:95).

Balkan Savaşları sonrasında hız kazanan Türkçe eğitim ve toplumsal yaşamda Türkçe’nin yaygınlaştırılması talepleri ile dilde sadeleşme söylemlerinin bir bütün olarak Gorski’nin tasnifi içerisinde kültürel ağların ve ölçeklerin değiştirilmesi sürecine dahil olduğu söylenebilir. Savaşların yarattığı yukarıda değinilen dramatik deneyimler (devletin geleceği ile kendi kişisel geleceğini birleştirme) ve Anadolu’ya yoğun göç dalgası ise işgal ve sömürgeleştirme yoluyla topraklar ve halklar üzerindeki denetimin değişmesi sürecine dahil edilebilir. Bu kayıpların etkisiyle gelişen, Anadolu’nun kutsallaştırıldığı yeni bir vatan söylemi, söz konusu sürecin bir sonucudur. Bu dönemde gelişen Türkçülük akımı ile Tanzimat Osmanlılığı karşılaştırıldığında toplumsal sermayelerin dönüşümü sürecinin izleri görülmektedir. Osmanlılık kimliğinin, bir simgesel sermaye üretimi denemesi olduğundan yukarı bahsedilmişti. Ancak bu sermaye üretimi denemesi, Müslüman unsurlarda bir hiyerarşik seviye kaybına yol açarken, gayrimüslim unsurlardan da yeni fedakarlıklar beklemesi yönünden başarısızlıkla sonuçlanmıştı (Bkz. Bu bölüm Başlık 1.1.2). Osmanlılık kimliği kültürel ayrımları görmezden gelerek, kendini salt padişaha ve onun adaletine sadakat ilkesine dayandırmaktaydı. Osmanlı İslamcılığı ve Müslüman Milliyetçiliği akımları ise imparatorlukta Müslüman unsurların siyaseten ve toplumsal açıdan önceliğini ve öncülüğünü savunuyorlardı. Demografik değişiklikler bu akımlara imkan veren bir somut toplumsal atmosfer yaratmışsa da imparatorluk Anadolu’su halen Müslim gayrimüslim sentezi karakteristiğini sürdürmekteydi. Bu nedenle Yunan Boykotu, Adana Olayları10 vb. süreçler toplumsal huzursuzluğun yükselmesine sebep olmuştu. Tüm bunların yerine ortak bir dil ve kültür birleşimini (en azından teoride) savunan ve imparatorluk unsurlarını bir birleşime davet eden Türk milliyetçiliğinin talepleri ve simgesel sermaye dönüşüm stratejisi daha somut olmuştur. Ayrıca Türk milliyetçiliğinin vadettiği dönüşüm, toplumsal kesimlere ve devlete daha fazla idari ve toplumsal enstrüman sağlamaktadır. Nitekim bu enstrümanlar Türk milliyetçiliğinin devlet katında da benimsendiği süreçte, Türkleştirme siyasetine dahil olan ve olmayan unsurlar üzerinde farklı biçimlerde kullanılmıştır. Türk milliyetçiliği, işgal faaliyetleri ile toprak kaybına uğramış bir imparatorlukta, kaybedilen topraklardan imparatorluk başkentine göç eden farklı unsurların varlığında gelişmiştir. Elde kalan topraklarda biriken bu nüfus kalabalığını yönetmek için yeknesaklaştırmak

10 31 Mart Vakası’nın ardından Adana’da Ermeni ve Müslüman gruplar arasında üç gün boyunca

ciddi bir mesele halini almıştır. Müslüman göçmenler Anadolu’ya bir iskan stratejisi içinde yerleştirilmiştir. İskan politikasında dikkat edilen iki husus Osmanlı toprak bütünlüğünün zarar görmemesi ve göçmenlerin iskan edildiği bölgelerde çoğunluk nüfusu teşkil etmemeleridir. Arnavut ve Boşnak göçmenlerin iskanında dillerinin ve milli adetlerinin ortadan kalkmasını (izalesini) sağlayacak şekilde, gönderildikleri yerlerde Türk nüfusun %10’unu aşmayacak şekilde dağıtılarak iskan edilmeleri dönemin resmi belgelerinde emredilmiştir (Dündar, 2002:125). Arap göçmenleri ise medenileştirilmesi ve tedib (terbiye) edilmesi gereken aşiret mensupları olarak görülüyor, bu nedenle Batı illerine dağınık bir şekilde iskan edilmeleri öngörülüyordu (Dündar, 2002: 94-102). Gelen göçmenlerin milli kimliklerini izale ederken yerine konulan kimliğin Müslüman kimliği olacağı varsayılabilirdi. Ancak iskan edilen yerlerde göçmen nüfusunun Türk yerleşik nüfusun %10’unu aşmaması talimatları, göçmenlerin tabi olacağı kimlik ve kültürün Türk kültürü ve kimliği olacağını ortaya koymaktadır.

Balkan topraklarında yaşanan büyük dramın ve Araplarla açılan mesafenin etkisi altında Türk kimliği giderek kendini göstermiştir. Bu süreçte Türklük öncelikle tüm Osmanlı halklarını kapsayan bir dil ve kültür milliyetçiliği altında gelişmekteyken, kültürel ve ticari hayatta Türklerin kayırılmasına yönelik talepler de gün yüzüne çıkmıştır. Tüm bu deneyimler ışığında Türklük, simgesel ve simgesel olmayan sermayelerin dağıtımı ve dönüşümünde anahtar konumuna gelmiştir. Bu bakımdan Gorski’nin beşli tasnifi açısından Türk milliyetçiliği Osmanlı modernleşmesi boyunca uygulanan milliyetçilik projeleri arasında en fazla somut tarihsel koşullara uyan ve başarılı olma ihtimali en yüksek milliyetçilik projesi haline gelmektedir.

Türk milliyetçiliği devletin politikalarıyla toplumsal tepkilerin ve tarihsel sürecin bir kesişiminde ortaya çıkmış ve temel niteliklerine bu kesişimin çoklu etkileri altında sahip olmuştur. Bu nitelikler arasında, dilde ve inançta sadeleşme, bir popülizm türevi olarak halka gitme ve halka doğru hareketi11, gayrimüslimlere yönelik kategorik bir önyargı ve dil ve kültür ortaklığına dayalı bir milli kimlik tasavvuru gibi kimi refleksler gösterilebilir. Bu bakımdan Balkan Savaşları, Birinci Dünya Savaşı ve Milli Mücadele dönemlerinde teorik ve pratik alanda gelişen Türk milliyetçiliğinin Osmanlı-Türk modernleşmesinin nihai uğrağı olduğu söylenebilir. Milli Mücadele ve Cumhuriyetin

ilanı sürecinde gayrimüslim unsurlar Türk milliyetçiliğinin en önemli meselelerinden biri halini alacak, söz konusu unsurlar yukarıda temel nitelikleri vurgulanan Türk milliyetçiliği ile girdikleri ilişkiye göre (kabul ya da reddetme) ülkede kalabilecek ya da mübadele, tehcir vb. yöntemlerle ülke dışına çıkarılacaklardır. Müslüman unsurlar içindeyse, Araplar ve Kürtler yine Türk milliyetçiliği ve Türk kimliğini benimsemeleri oranında makbul kabul edileceklerdir.

1.1.2.4. Osmanlı’nın Sair Unsurları ve Ayrılıkçı Milliyetçilikler: Milliyetçilik,