• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: DEVLET TOPLUM İLİŞKİSİNE DAİR ALTERNATİF BİR

2.3. Bourdieu’ye Göre Devletin Oluşumu

Bourdieu sosyolojisi yukarıda da özetlenmeye çalışıldığı gibi özgün sermayeler etrafından kurulmuş görece özerk alanlarda cereyan eden toplumsal eylemleri incelemektedir. Bourdieu’nün özellikle 1980’li yıllardaki çalışmalarında doğrudan devlet mefhumunu odağına aldığı görülür.

Toplumsal hayatın görece özerk alanlardan oluştuğunu savunan Bourdieu’ye göre devlet bu alanları kuşatan bir üst-alandır. Devletin bu niteliği, onu kuşattığı diğer tüm alanlar üzerinde iktidar sahibi kılmaktadır. Alanlar belli spesifik sermayelerin yoğunlaşması ile oluşmuş olduğuna göre devlet de pek çok farklı sermayenin (ve alanın, ve dahi iktidar mücadelesinin) yoğunlaşmasının vardığı son aşamadır. Toplumsal hayatta alanlar vasıtasıyla gerçekleşen güç mücadelelerin zirvesi, neyin meşru olduğuna, neyin değer verilebilir ve neyin geçer akçe olduğuna ilişkin bir iktidar mücadelesine ulaşır. Devlet görme, bölme ve sınıflandırma kategorilerini dayatmak yoluyla bu işlevi gördüğünden, devlet alanı üzerine girilen mücadele en üst sınıflandırma mücadelesidir. Bourdieu’nün devlet teorisini Marksizm’in sınıf mücadelesi ve altyapı-üstyapı ayrımı kavramlarının ötesine geçen bir yaklaşımla oluşturduğu görülmektedir. Zaten sosyolog, toplumsal sınıfların kurgusal olduklarını, gerçekte var olanın bir toplumsal uzam ve bu uzamda gerçekleşen “sınıflandırma” mücadeleleri olduğunu, bunun da belli bir dünya görüşünü dayatmak için kurulmuş bir mücadele olduğunu vurgulamıştır (Bourdieu, 2015a: 27).

Bu tanımlama ve genel yaklaşımın ardından Bourdieu devletin oluşumu aşamalarına yoğunlaşmıştır. Özellikle “Pratik Nedenler” ve “Devlet Üzerine” eserlerinde devletin oluşumu farklı sermayelerin yoğunlaşması ve bu yoğunlaşmanın veçhelerine göre farklı devlet tiplerinin doğuşu şeklinde ele alınmıştır.

Bourdieu’ye göre erken dönemde devlet güç sahibi olduğunu göstermek için fiziksel gücün tahkimine önem verir. Bu alanda önce dışarıdaki mevcut devletlere sonra içerideki direniş halindeki hükmedilen sınıflara karşı kutsal bir toprak için savaş mantığı içinde güçlü ordular kurmalıdır. Güçlü orduların kurulması anlamında fiziksel gücün yoğunlaşması, etkili bir maliyenin oluşturulmasıyla mümkündür. Etkili bir maliyeyi kurmak için devlet ekonomik alanı birleştirmek ve/yani ulusal bir pazar kurmak durumundadır. Orduların ve orduları besleyecek mali kaynakların yoğunlaşması, simgesel bir kabulü gerektirir. Bourdieu bu kabulü meşruiyet sermayesinin oluşumu ve yoğunlaşması olarak tanımlar (2015a:107). Bu meşruiyet sermayesinin oluşumu giderek devlet içinde bir milliyetçiliğin ortaya çıkmasıyla birliktelik içindedir. Güçlü ve etkin bir maliyenin kurulması meşruiyetin yanı sıra teknik bilginin de üst düzeyde olmasını gerektireceğinden enformasyonal ya da bilişimsel sermayenin yoğunlaşması da bu sürece dahil olur. Bu yoğunlaşma ve ulusal pazarın oluşumu kültürel alanın bütünleşmesine ve yeknesaklaşmasına eşlik eder (Bourdieu, 2015a:108). Devlet farklı bölgelerden, yerel hukuki ve siyasi düzenlemelerden, yerel dil ve kültürlerden bir yoğunlaşma ve birleştirme sürecinin sonunda tek dile, tek hukuka, tek siyasete ve tek ulusa ait bir forma bürünür (Bourdieu, 2016b:197). Devlet bu tekleştirici edimleri, tahakküm, boyun eğdirme, mülksüzleştirme benzeri iktidar pratikleriyle kabul ettirir. Bu pratikler, sonuç olarak uyrukların habitus’lerinde devletin doğal, her zaman mevcut olan ve sorgulanamaz bir varlık olarak tecrübe edilmesine etki eder. Failler olarak uyrukların devlete boyun eğmesi hem bu boyun eğmeden elde edeceği simgesel sermayelerle hem de devletin uyguladığı simgesel şiddete önceden yatkın hale getirilmiş olmalarıyla yakından ilişkilidir (Rehmann, 2016:247). Şu halde Bourdieu açısından rüştünü ispat eden devlet, farklı sermayelerin yoğunlaşmasından elde ettiği güç ile evrensel gibi görünen (ve öyle kabul edilen) değer yargılarını, algı kategorilerini dayatan bir bütünleştirme ve tahakküme, boyun eğmeye dayalı yabancılaştırıcı bir bütünleşmeyi aynı anda uygular (Bourdieu, 2016b:275).

Devlet bu bütünleştirmeyi uygularken bunu zorlayıcı biçimde yaptığı söylenemez. Bu bütünleşmeyi kültür ve ekonominin daha üst bir evrenselliğe yükselmesini sağlayacak bir bütünleşme olarak sunar. Yerel bir unsurun yerelin tikelliğinden kurtularak ulusal ölçeğe taşınması fırsatını yaratır (Bourdieu, 2016b:274). Çünkü başkentte teşekkül eden devlet, bütün sermayelerin toplandığı yer olarak kendini resmeder. Başkent kavramının Avrupa dillerindeki karşılığı olan “capital” sözcüğüyle, sermaye kelimesinin karşılığının aynı olmasından hareketle bir analoji üreten Bourdieu, sermayenin merkezinde olanın, taşrada kalan yerelliği doğrudan sermayeden mahrum kalan olarak tanımladığına dikkat çeker. Artık merkezi kültüre dahil olmak farklı sermayeler bakımından kendini donatmak gibi bir fırsatı da taşır. Bu nedenle bu sermayelerden mahrum kalmış taşralılar için bu sermayelere erişmenin temel şartı merkezin kültürü ile bütünleşmektir (Bourdieu, 2016b:277).

Bourdieu’nün taşra ve başkent arasında kurduğu “capital” analojisi, doğrudan anlaşıldığı takdirde merkezli olmak-taşralı olmak, ya da daha düz bir mantıkla merkez-çevre ikiliğine benzetilebilir. Ancak bu indirgemeci yaklaşımın aksine, bu analojide Bourdieu’nün özellikle vurguladığı bütünleştirme ve yoğunlaşma kavramlarına bakmak gerekir. Başkentin taşrayı damgalamasının taşranın geri kalmış ya da gerici olmasıyla ilişkilendirilmesi bu ilişkinin görünen yüzüdür. Görünmeyen yüzünde ise taşranın merkezle bütünleşmesi meselesi yatar. Esas itibariyle bu analojide taşra olarak zikredilenler Bourdieu’nün toplumsal uzamındaki “heretikler”dir (sapkınlar). Devlet her dönem heretikleri sistemin içinde dahil edecek rıza ve zor uygulamalarının toplamından oluşan bir hegemonya üretir. Bourdieu aynı bölümün devamında, devletin, kendinde çıkarı olanların milliyetçiliğini ürettiğinden bahsetmektedir. Bu milliyetçilik, devlet inşasında (farklı sermayelerin bütünleştirilmesi ve yoğunlaşması sürecinde) sermaye(ler) bakımından gerileyen unsurlarda tepkisel başka milliyetçilikler de üretir (2016b:280). Yani devlet inşası sürecinde merkez ile taşra (heretikler) arasındaki temel mesele ilericilik-gericilik eksenli bir değerler meselesi değil, bir bütünleşme meselesidir. Bu bağlamda devletin ürettiği milliyetçilik devlette çıkarı olanların, merkeze ve merkezi değerlere göbekten bağlı olanların ve öyle olmak için merkeze yürüyen heretiklerin bütünleştirici ideolojisi ve devletin toplumsal dayanağıdır. Çünkü yurttaşın zihninde devletin varlığı ile bütünleşmek bir erdem olduğu kadar rasyoneldir de (Loyal, 2017:135).

Bu analiz Bourdieu’nün görünen bedensel pratiklerin arkasındaki görünmeyen ya da anlaşılamayan sebepleri bulma yönündeki bilimsel arayışıyla da uyumludur.