• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: DEVLET TOPLUM İLİŞKİSİNE DAİR ALTERNATİF BİR

2.4. Modern Devletin Toplumsal Dayanağı Olarak Milliyetçilik

3.2.1. Partilerüstü Siyaset Söylemi, Aydınlar Ocağı’nın Kuruluşu ve Milliyetçi

3.2.1.1. Bir Kaldıraç ve Bir Muhip: 12 Mart ve Türk Silahlı Kuvvetleri

Aydınlar Ocağı’nın 12 Mart ve ordu konusundaki görüşleri incelendiğinde bu konularda yürütülen iktidar stratejisinin, sıra dışı biçimde, YÖN-Devrim Hareketi ile benzeştiği görülür. Ocağa göre sağ partilerin koalisyonuyla kurulacak bir kitlesel cephe hükümeti, gerçek milliyetçiliği tesis edecektir. Bunu gerçekleştirmek için şartlar, yeni hegemonya dönemin başlangıcını teşkil eden askeri müdahale sayesinde, son derece müsaittir, ancak siyasilerin kişisel ihtirasları bu büyük şanstan yararlanmaya engel olmaktadır. Hegemonik dönemin başlangıcını tespit eden askeri müdahale YÖN-Devrim Hareketi için 27 Mayıs iken, Aydınlar Ocağı için 12 Mart’tır. Her iki hareket de bu darbeleri açıkça desteklemekte, kendi siyasal ajandaları açısından çok elverişli koşullar yaratmaları bakımından selamlamaktadır. Bu durum Aydınlar Ocağı’nın sivil bir siyaset modeli izlediğine ya da genel Türkiye’de solun askerle, militarizmle olumlu ilişki kurarken, sağın demokrasiyle, seçimle ve parti siyasetiyle iktidara gelmek niyetinde olduğuna ilişkin çelişik varsayımları tartışmalı hale getirmektedir.

Ocak, Türkiye’nin 1960’lı yıllardaki aşırı kutuplaşmış siyasal atmosferinden, 1961 Anayasası’nın getirdiği “aşırı” özgürlükleri ve bu özgürlüklerin suiistimal edilmesini

sorumlu tutmaktadır. Bu bakımdan 12 Mart müdahalesinin Türkiye’yi 1961 Anayasası’nın yarattığı kaostan kurtaran bir müdahale olarak selamlandığı görülür. Aydınlar Ocağı’nda gerçekleştirilen açık oturumlarda ve diğer bilimsel toplantılarda 12 Mart’ın yarattığı avantajlı duruma sık sık vurgu yapılmakta, Ocağın önde gelen üyeleri de aynı dönemde yazdıkları fikir yazılarında bu hususu dile getirmektedirler.

Aydınlar Ocağı tarafından 12 Mart darbesinin fiili sorumluluğu, 1961 Anayasası’nın etkisi altında, anarşiyi teşvik ettiğini düşündükleri solcu muhalefete yüklenmiştir. Aynı zamanda ülkeyi 27 Mayıs darbesine sürükleyen başlıca amil olarak da iktidarı felç eden hırçın muhalefetin suçlanması dikkat çekicidir (Aydınlar Ocağı, 1973:241). Her iki askeri darbe de yanlış demokrasi anlayışının bir ürünü olarak mecburen girişilmiş müdahaleler olarak yorumlanmaktadır. Ancak 12 Mart’ın doğurduğu sonuçlar itibariyle bir fark taşıdığı düşünülmektedir. Ergin’e göre 12 Mart, memlekete saplanmış iki hançer olarak tanımladığı komünizm ve bölücülüğe karşı Orhun abidelerinde yazıldığı üzere Türk toplumunun aklını başına getiren bir olaydır (1976: 159). Benzer şekilde İsmet Giritli, 12 Mart’ın, 1961 Anayasası’nın gediklerini kapatan ve Türkiye’deki aşırı sol birikime karşı yapılmış faydalı bir hareket olduğunu söylemiştir (Aydınlar Ocağı, 1975:54). Yine “Aydınlar Ocağı’nın Görüşü” başlıklı metinde 12 Mart, tam bir askeri darbe olmaktan ziyade bir “rota tashihi” olarak tarif edilmiş, 27 Mayıs’tan sonra istismar edilen demokrasiyi raylarına oturtacak bir girişim olarak bu hareketin her geçen gün daha iyiye gittiği vurgulanmıştır (Aydınlar Ocağı, 1973:243). Bir bütün olarak Aydınlar Ocağı’nın ordu ile ilgili görüşleri ile inşa ettiği strateji Bourdieu’cü açıdan şu şekilde izah edilebilir. Devlet alanındaki diğer faillerin gayrimeşru görülmesi ve alanın temizlenmesi için ordu bir kaldıraç işlevi görmektedir. Ordu’nun müdahaleleri Aydınlar Ocağı’nın bir fail olarak alandaki konumunu güçlendirmesine yönelik fırsatlar doğmuştur. Söz konusu müdahalelerin Türk milletinin tarihi şahsiyetini canlandıran eylemler olarak nitelendirilmektedir. Aydınlar Ocağı’nın milliyetçilik görüşünün çıkış noktası olan kriz durumunun çözülmesi için milletin varlığını tehlikeye atan solcuları alanın dışına itilmesi gerekmektedir. Ordu işte bu işleviyle alanı Aydınlar Ocağı’nın dönüşüm stratejilerine uygun hale getirmektedir.

Aydınlar Ocağı’nın 12 Mart’a ilişkin bu tarzdaki yaklaşımı, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ilişkin görüşlerini de şekillendirmiştir. Türk Ordusu, Türk kültürünün “silahlanmış hali”

ve onun taşıyıcısı olarak tanımlanmıştır (Aydınlar Ocağı, 1973: 267). 12 Mart müdahalesiyle sola ağır bir darbe indiren TSK sahiplenilmiş, ordunun siyasetteki konumunun güçlendirilmesine ilişkin söylemler yoğunluk kazanmıştır. Buna göre ordu gündelik parti siyasetinin dışında ve üstünde tutulmalı, ancak milleti ve devleti korumak anlamında bir milli siyasetin daima içinde bulundurulmalıdır. Devletin güvenliği gündeme geldiği takdirde, sivil iktidarın etki alanı bitip, ordunun sivillerle ortak iktidarı başlamalıdır (Aydınlar Ocağı, 1973: 256-257). Ordunun komünizmle mücadele söz konusu olduğunda kolluk kuvvetlerine yardım etmenin ötesine geçerek, kalıcı bir müdahaleye girmesi, belli bölgelerde yönetimi devralması dahi gerekebilir (Aydınlar Ocağı, 1973:149). Ordunun siyasete bu denli dahil edilmesinde, iktidarda bulunan Bülent Ecevitli CHP’ye karşı bir kuvvet olarak ordunun da yükseltilmesi fikrinin etkili olduğu düşünülebilir. Zira Ergin, 1974 yılında gerçekleştirilen Kıbrıs Barış Harekatında asıl başarının orduya ait olduğunu savunarak, Ecevit’in iç siyasette kendine alan açmak için bu harekatın başarısından yararlandığını savunarak bu durumu eleştirmiştir. Kıbrıs Harekatı kararını vermekle Ecevit’in, yalnızca CHP’nin içinde bir yükselişi temsil edebildiği, Türkiye siyaseti düzeyinde Kore’ye asker gönderen Menderes’i dahi aşamadığı iddia edilmiştir (Ergin, 1976:94). Böylelikle Türk milliyetçiliğinin oluşum sürecinin önemli duraklarından biri olan Kıbrıs Barış Harekatı’nın yarattığı milliyetçi atmosferin ürettiği simgesel değerin siyasi karar alıcılardan alınarak orduya mal edilmek istendiği anlaşılmaktadır.

Orduyla ilgili bu olumlu bakışlarda Aydınlar Ocağı düşüncesinin altında yatan disiplin talebinin de etkisi vurgulanmalıdır. Yukarıda Türkiye için önerilen iki partili demokratik rejimi gerekçelendirirken Ergin, Türk milletinin disiplinli bir hayata yatkın oluğunu, bu nedenle devamlı iki parti ve iki görüş etrafında kümelendiğini iddia etmiştir (1976:155). Aydınlar Ocağı tarafından Türk milletinin milli kültürünü koruması için demokrasinin mutlak bir zorunluluk olduğu, ancak sosyalizmin ve komünizmin disiplinli örgütlenmesine karşı dejenere olmuş ve kendini korumaktan aciz demokrasi yerine “otoriter demokrasi” adını verdikleri yeni bir demokrasinin tercih edilmesi gerektiği vurgulanmıştır (1973:276). Aydınlar Ocağı’nın otoriter demokrasisinde sağduyu ön plana çıkacak, çekişmelerin önü iki partili sistemle alınacaktır (Aydınlar Ocağı, 1973:31):

“Türkiye muhakkak ikili sisteme gidecektir. Nihayet bir de üçüncü küçük bir denge partisi olabilir. Yarının Türkiye’sinde sağcı (yani dinci) ve solcu parti olmayacak, sağsız solsuz, bilhassa solsuz sağduyu demokrasisi hakim kılınacaktır.”

Bu söylem, 12 Mart’ın partiler üstü siyasetini desteklemek anlamında olduğu kadar, belki ondan da çok, Aydınlar Ocağı görüşünün ana hatlarını ve siyasi hedeflerini tarif etmektedir. Sağcılık dincilik olarak anlaşıldığından, sağcı ya da solcu olmayan ve ülke menfaatlerini her şeyin üstünde tutan bir milliyetçilik anlayışı ortaya konulmaktadır. Bu anlayışı inşa eden ana mekanizma Aydınlar Ocağı ile birebir eşleşen ideoloji olan Türk-İslam Sentezi olmuştur. Türk-Türk-İslam Sentezi “dinci” olmayan bir Türk milliyetçiliği tasavvurunun somutlaşması olmakla birlikte Türk kimliğini ve Türk milliyetçiliğini İslamileştirme stratejisinin genel adı olmuştur.