• Sonuç bulunamadı

Münafıkların Tutum Ve Davranışları İle İlgili Hitaplar

D. TEFEKKÜR, TEZEKKÜR VE TEDEBBÜR KAVRAMLARI ARASINDAKİ

3. Fıkhetmeyle İlgili Ayetler

3.1. Genel Manada Fıkhetmeye Çağıran Ayetler

3.1.7. Münafıkların Tutum Ve Davranışları İle İlgili Hitaplar

ﱠﻢُﺛ اﻮُﻨَﻣﺁ ْﻢُﻬﱠﻧَﺄِﺑ َﻚِﻟَذ َنﻮُﻬَﻘْﻔَﻳ ﻻ ْﻢُﻬَﻓ ْﻢِﻬِﺑﻮُﻠُﻗ ﻰَﻠَﻋ َﻊِﺒُﻄَﻓ اوُﺮَﻔَآ

a. Münafikun 63/3: “Bunun sebebi şudur: Onlar iman ettiler sonra kâfir

oldular. Böylece kalpleri mühürlendi, anlamaz oldular.”

Ayet-i kerimede önce iman edip de sonra bu imanlarından vaz geçip küfre dönen kimselerden bahsedilmektedir. Bu davranışlarından dolayı da Allah bu kimselerin anlama, bilme, kavrama melekelerini yani kalplerini mühürlemiştir.

Taberî ayette zikredilen münafıklar ile ilgili şöyle değerlendirme yapar: “Onlar daha önce iman edip Allah’ın Resulünü tasdik etmelerine rağmen daha sonra şüpheye düştüler. Ve peygamberleri yalanlamaya kalkıştılar. Böylece kâfir oldular. Allah da onların kalplerini inkâr mührü ile mühürledi. Artık onlar hakkı batıldan seçemez hale geldiler. Dilleriyle “La ilahe illallah Muhammedün Resulüllah” dedikleri halde kalpleriyle bunu inkâr ettiler.481

Zemahşerî ayetle ilgili şu üç izahı yapmaktadır. Birincisi, ayetteki “iman ettiler” ifadesi, “Kelime-i şehadet getirdiler ve İslâm’a giren kimselerin yaptığını yaptılar”, “ama sonra kâfir oldular”, yani daha sonra küfürleri ortaya çıktı demektir. İkincisi, bu ifade, müminlerin yanında iman ettiklerini söylediler, “ama sonra kâfir oldular”, yani İslâm'la alay etmek için, reislerinin yanında kâfir olduklarını ortaya koydular demektir. Bu manaya göre ayet, tıpkı, “İman edenlerle karşılaştıkları zaman “İman ettik” derler. Şeytanlarıyla baş başa kalınca da “Şüphesiz biz sizinle beraberiz, onlarla sadece alay ediyoruz.” derler.482 ayeti gibidir. Üçüncüsü, bu ifade ile onlardan zımmî olanlar kastedilmiştir.483

Fahruddîn Râzî (َنﻮُﻬَﻘْﻔَﻳ ﻻ ْﻢُﻬَﻓ) ifadesini, “Onlar düşünmezler ve zahirî (açık) delillerden yararlanmazlar” diye değerlendirmektedir. İbn Abbas (r.a.), ayetteki (َﻊِﺒُﻄَﻓ) ifadesini, “hatm” (mühürleme) manası verirken, Mukâtil, “Onların kalplerine küfür damgası basıldı. Dolayısıyla onlar Kur’an’ı ve Hz. Muhammed (s.a.s)’in doğruluğunu anlamazlar” manasını vermiştir. Buna, “Onlar, kendilerinin hak üzere olduklarını sanıyorlardı, ama Allah Teâlâ, onların, kalplerine böylesi bir mührün

481 Taberî, Câmiu’l-Beyân, XXIII, 394, 395. 482 Bakara 2/14.

basıldığını anlamadıklarını haber vermiştir” şeklinde de mana verilmiştir.484 Kurtubî, “Bu ayet ile yüce Allah, münafığın kâfir olduğunu bildirmektedir. Yani onlar dilleriyle ikrar etmekle birlikte, kalpleriyle kâfir olmuşlardır” demektedir.485 İbn Kesîr de, “Onlar imandan küfre dönmeleri ve dalaleti hidayet ile değiştirmeleri sebebiyle münafık diye takdir edilmişlerdir. “Böylece kalpleri mühürlendi, anlamaz oldular.” İfadesi de onların kalplerine hidayet ulaşmaz demektir” der.486

Âlûsî de ayetin tefsiri ile ilgili şöyle değerlendirme yapar: “Onlar, kalpleri mühürlendiği için küfür üzere ölürler ve imanın hakikatini, aslını kavrayamazlar.”487

Münafıklar, Allah ile Hz. Peygamber ile ve müminlerle alay ettikleri için, günlerini kurtarmak adına kendi çıkarları için inanmış gibi görünüp kâfirlerle dost oldukları için Allah onların kalplerini mühürlemiş, gönüllerini hidayete kapamıştır. Böylece hakkı, doğruyu kavrayamayacak hale gelmişlerdir.

َﺪْﻨِﻋ ْﻦَﻣ ﻰَﻠَﻋ اﻮُﻘِﻔْﻨُﺗ ﻻ َنﻮُﻟﻮُﻘَﻳ َﻦﻳِﺬﱠﻟا ُﻢُه ﱠﻦِﻜَﻟَو ِضْرﻷاَو ِتاَوﺎَﻤﱠﺴﻟا ُﻦِﺋاَﺰَﺧ ِﻪﱠﻠِﻟَو اﻮﱡﻀَﻔْﻨَﻳ ﻰﱠﺘَﺣ ِﻪﱠﻠﻟا ِلﻮُﺳَر

َنﻮُﻬَﻘْﻔَﻳ ﻻ َﻦﻴِﻘِﻓﺎَﻨُﻤْﻟا b. Münafikun 63/7: “Onlar: “Resulullah’ın beraberinde bulunan müminlere

bir şey vermeyin de etrafından dağılıp gitsinler.” diyenlerdir. Hâlbuki göklerin ve yerin hazineleri Allah’ındır. Fakat münafıklar (bu gerçeği) anlamazlar.”

Münafıklar inanmış gibi görünüp Müslümanların iyi bir durumda olmasını istemeyen, Müslümanların ilerlemesini, zafer kazanmalarını çekemeyen ancak menfaatleri icabı açıktan inananlara baş kaldıramayan ikiyüzlü kimselerdir. Ayet-i kerimede münafıkların Müslümanların maddi olarak kötü duruma düşmelerini istediği, böylece birlik beraberliği sağlayamayıp oluşumun dağılmasını istedikleri görülmektedir.

Taberî ayette belirtilen münafıkların tutum ve davranışları ile ilgili şöyle demektedir: “Münafıklar o kimselerdir ki kendi arkadaşlarına şöyle derler: “Resulullah’ın yanında bulunan ve hicret eden sahabelerine mallarınızı harcayarak ona yardımda bulunmayın ki etrafındakiler dağılıp gitsinler. Hâlbuki göklerin ve

484 Râzî, Tefsir-i Kebir, XV, 356. 485 Kurtubî, el-Câmi’, XVII, 371. 486 İbn Kesîr, Tefsîr, VIII, 126. 487 Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, XXI, 22.

yerin hazineleri sadece Allah’a aittir. Hiçbir kimse, Allah’ın dilemesi olmadıkça bir şeyi başkasına veremez. Fakat münafıklar bunun böyle olduğunu anlamazlar ve bu sebeple bu tür sözleri söylerler.”488

Fahruddîn Râzî, bu ayette Allah Teâlâ, münafıkların kötü sözlerini haber vererek, onların şöyle şöyle diyenler olduklarını bildirmiştir. (اﻮﱡﻀَﻔْﻨَﻳ ﻰﱠﺘَﺣ) ifadesi dağılıp gitsinler demektir.489 Cenâb-ı Hakk, “Hâlbuki göklerin ve yerin hazineleri Allah'ındır” buyurmuştur. Mukâtil bu ifadeye, “Rızıkların, bitkilerin ve yağmurların anahtarları (kaynakları) Allah’ındır” manasını vermiştir ki bu, “Rezzak olan Allah’tır” demektir. Bu tıpkı, “De ki; Sizi gökten ve yerden rızıklandıran kimdir?..”490 Ayeti gibidir. Me’ânî âlimleri, “Allah’ın hazineleri” tabirine, “Allah’ın makdûratı” (kadir olduğu şeyler) manasını vermişlerdir. Çünkü çıkarmayı istediği her şey, bu makdurât içine dâhildir. Hak Teala’nın, (َنﻮُﻬَﻘْﻔَﻳ ﻻ َﻦﻴِﻘِﻓﺎَﻨُﻤْﻟا ﱠﻦِﻜَﻟَو ) “Fakat o münafıklar anlamazlar” ifadesi, “O münafıklar bir şeyin olmasını istediğinde, Allah’ın işinin, o şey için “ol” demesi olduğunu; o şeyin de hemen olacağını bilemezler” demektir.491 Kurtubî de münafıkların anlamamasını şöyle değerlendirir: “Allah bir işi murad etti mi Allah’ın o işi kolaylaştıracağını münafıklar “iyi bilmezler.”492 Beydâvî, münafıkların Hz. Peygamber’in yanındaki kimselere mallarınızı harcamayın diye seslendiği kimselerin ensar olduğunu, Hz. Peygamber’in yanındaki kimselerin de muhacirlerden fakir kimseler olduğunu söylemektedir. Münafıkların anlamamasını da cahilliklerinden kaynaklandığını belirtmektedir.493

Şevkânî, (َنﻮُﻬَﻘْﻔَﻳ ﻻ َﻦﻴِﻘِﻓﺎَﻨُﻤْﻟا ﱠﻦِﻜَﻟَو ) “Fakat o münafıklar anlamazlar” ifadesini, “Rızkın Allah’ın elinde olduğunu, dilediğine verdiğini, dilediğinden de aldığını ancak bunu münafıkların anlayamadıklarını”494, Âlûsî de, “Onlar Allah’ı ve O’nun işlerini gereği bilmedikleri için anlamıyorlar. Bu yüzden kâfirlerin konuşmaları gibi söz söylüyorlar” şeklinde değerlendirmiştir.495

488 Taberî, Câmiu’l-Beyân, XXIII, 401; Kurtubî, el-Câmi’, XVII, 377.

489 ْاﻮﱡﻀَﻔﻨَﻳ: Bu ifade, yiyecekleri bittiğinde kavim için kullanılır. Ayet “Böylece yiyecek şeyleri

kalmasın...” şeklinde de okunmuştur.

490 Yunus 10/31.

491 Râzî, Tefsir-i Kebir, XV, 359; Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, VII, 227. 492 Kurtubî, el-Câmi’, XVII, 377.

493 Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl, V, 296. 494 Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, VII, 227. 495 Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, XXI, 29.

Münafıklar, Hz. Peygamber’e ve ona inananlara ekonomik ambargo uygulayarak, onları çeşitli sıkıntılara, zorluklara uğratarak dinlerinden döneceklerini, Hz. Muhammed’i terk edeceklerini sanıyorlardı. Bunu yaparlarken de Allah’ın kudretini, merhametini, Rezzak oluşunu anlayamıyorlardı. Hâlbuki Yüce Allah, münafıkların ne düşündüklerini, ne planladıklarını çok iyi biliyor, Resulunu, kendisine inananları yalnız bırakacak, onları imkânsızlığa terk edecek değildi.

َﺠُﻳ ْنَأ اﻮُهِﺮَآَو ِﻪﱠﻠﻟا ِلﻮُﺳَر َفﻼِﺧ ْﻢِهِﺪَﻌْﻘَﻤِﺑ َنﻮُﻔﱠﻠَﺨُﻤْﻟا َحِﺮَﻓ اﻮُﻟﺎَﻗَو ِﻪﱠﻠﻟا ِﻞﻴِﺒَﺳ ﻲِﻓ ْﻢِﻬِﺴُﻔْﻧَأَو ْﻢِﻬِﻟاَﻮْﻣَﺄِﺑ اوُﺪِهﺎ

َنﻮُﻬَﻘْﻔَﻳ اﻮُﻧﺎَآ ْﻮَﻟ اًّﺮَﺣ ﱡﺪَﺷَأ َﻢﱠﻨَﻬَﺟ ُرﺎَﻧ ْﻞُﻗ ﱢﺮَﺤْﻟا ﻲِﻓ اوُﺮِﻔْﻨَﺗ ﻻ

b. Tevbe 9/81: “Cihaddan geri kalanlar, Allah’ın Resulüne muhalefet

ederek oturup kalmalarına sevindiler. Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad etmek hoşlarına gitmedi. “Bu sıcakta savaşa çıkmayın.” dediler. De ki: “Ce- hennem ateşinin sıcaklığı daha şiddetlidir.” keşke bilseydiler.”

Ayet-i kerimede Hz. Peygamber’e muhalefet etmenin, fiziki şartların olumsuzluğundan dolayı Allah yolunda cihaddan geri kalmanın ne kadar kötü olduğu vurgulanmakta ve bununla cehennem ateşi arasında bir kıyas yapılmaktadır.

Taberî, “Bu ayet-i kerime, Tebük Seferi’nde, Resulullah’a katılmayıp geri kalan ve bu hallerine sevinen münafıkların durumunu anlatmaktadır. Sıcak sebebiyle savaşa gitmek istemeyen bu münafıkların, cehennemde yanacakları, cehennem ateşinin ise bu sıcaklardan çok daha şiddetli olduğu beyan edilmektedir. Tebük Seferi, yaz aylarının en sıcak günlerine isabet etmişti. Münafıklar, havanın çok sıcak oluşunu bahane ederek “Bu sıcakta savaşa çıkmayın.” diyerek diğer insanları da bu seferden alıkoymaya çalışmışlardı. İşte bu sözü söyleyen münafıklar için buyruluyor ki: “De ki: Cehennem ateşinin sıcaklığı daha şiddetlidir.” Yani, bu dünya sıcağını bahane ederek savaşa gitmeyenler, çok daha şiddetli olan cehennem ateşine atılacaklardır. (َنﻮُﻬَﻘْﻔَﻳ اﻮُﻧﺎَآ ْﻮَﻟ) “Keşke bilselerdi” Münafıklar, Allah’ı ve O’nun öğütlerini keşke anlasalardı, ayetleri üzerinde tedebbür etselerdi. Fakat onlar, Allah’ı gereği gibi anlamadılar ve kötülüğü daha az, eziyeti daha hafif olan sıcaktan kaçıp kendilerini daha büyük bir ateşe attılar” diye izah etmiştir.496

Zemahşerî, (َنﻮُﻔﱠﻠَﺨُﻤْﻟا) “Geride kalanlar” ifadesi Tebük Seferi’nde,

münafıklardan bazılarının Hz. Peygamber’den izin isteyip de savaşa katılmayıp Medine’de kalan kimseler demektir. (َنﻮُﻬَﻘْﻔَﻳ اﻮُﻧﺎَآ ْﻮَﻟ اًّﺮَﺣ ﱡﺪَﺷَأ َﻢﱠﻨَﻬَﺟ ُرﺎَﻧ ْﻞُﻗ) “De ki: “Ce- hennem ateşinin sıcaklığı daha şiddetlidir.” keşke bilseydiler.” İfadesinde de onların ne kadar cahil olduğu düşünülmektedir. Çünkü bir kimse kendisini bir saatlik bir meşakkatten, sıkıntıdan korursa bu hareketiyle kendisini daha büyük bir meşakkatten, sıkıntıdan kurtarmış olur, münafıklar keşke bunu bilebilselerdi der ve müfessir şu şiiri nakleder: “Uzun çağların bir sürur ve neşesi ki, kendisinden sonra, kötülüğü dağlar misali olan bir günle karşılaştın. Peki, bitiminin hemen arkasında uzun çağların kötülükleri bulunan bir saatlik mutlulukla karşılaşman hakkında ya ne düşünürsün?497

İbn Kesîr, ayet-i kerimede Cenâb-ı Allah, Resulullah ve ashabıyla birlikte Tebük Seferi’ne katılmayıp Medine’de kalan münafıkları zemmetmiştir der. Sıcaklıkların çok şiddetli olduğu, gölgelerin ve meyvelerin çok güzel olduğu bir zamanda sefere mi çıkılır diyerek birbirlerine sefere çıkmayın demişlerdir. Allah Teâlâ da (َنﻮُﻬَﻘْﻔَﻳ اﻮُﻧﺎَآ ْﻮَﻟ اًّﺮَﺣ ﱡﺪَﺷَأ َﻢﱠﻨَﻬَﺟ ُرﺎَﻧ ْﻞُﻗ) De ki: “Cehennem ateşinin sıcaklığı daha şiddetlidir.” keşke bilseydiler.” Buyurarak münafıkları uyarmış, muhalefetiniz sebebiyle cehennem ateşine konulacaksınız, onun ateşi şu an içinde bulunduğunuz sıcaklığın ateşinden çok daha fazladır demiştir. Şayet onlar Resulullah ile birlikte sıcağa rağmen Allah yolunda sefere çıkmaları gerektiğini düşünüp anlasalardı cehennem ateşinden korunmuş olurlardı.”498

Şevkânî, münafıkları Allah yolunda canlarıyla, mallarıyla cihattan alıkoyan şeyin imanlarının ve ihlâslarının olmamasıdır der. Bunun da sebebi içlerinde bulunan nifaktan dolayıdır. (َنﻮُﻬَﻘْﻔَﻳ اﻮُﻧﺎَآ ْﻮَﻟ اًّﺮَﺣ ﱡﺪَﺷَأ َﻢﱠﻨَﻬَﺟ ُرﺎَﻧ ْﻞُﻗ) “De ki: “Cehennem ateşinin sıcaklığı daha şiddetlidir.” keşke bilseydiler.” Müfessire göre Cenâb-ı Allah bu ayette “Ey Münafıklar! Sizler bu kolay olan sıcaktan (seferden) ve içerisine girip de ebedi kalacağınız, sıcaklığı da çok şiddetli olan cehennem ateşinden nasıl kaçarsınız. Sizler ancak kısa süreli olan kolay bir sıcaklıktan (seferden) kaçıyorsunuz. Böyle yaparak kendinizi ebedi olan büyük bir ateşin içerisine atıyorsunuz.”499

İbn Âşûr, (َنﻮُﻬَﻘْﻔَﻳ اﻮُﻧﺎَآ ْﻮَﻟ) “Keşke bilselerdi” ifadesini şöyle değerlendirir:

497 Zemahşerî, Keşşaf, II, 454; Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, III, 292; Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, VII, 314, 315. 498 İbn Kesîr, Tefsîr, IV, 189- 191.

“Bu münafıklarla ilgili bir tamamlama cümlesidir. Cahillikleri yani doğruyu anlayamamaları ve düşüncesizlikleri sebebiyle Allah onları uyarmıştır. Onlar kendilerine yapılan öğüt ve nasihatleri anlayamadılar da sıcaklığı çok şiddetli olan cehennem ateşinden korkmadılar, sonunda varacakları cehennemi kavrayamadılar.”500

Kur’an’ın ifadesiyle iman henüz münafıkların kalbine yerleşmediği için münafıklar inanmış gibi görünmüşler fakat inananları hep yarı yolda bırakmışlardır. En zor zamanlarında Hz. Peygamber’i ve ashabını yalnız bırakmışlardır. Bu ayette de belirtildiği üzere türlü bahaneler üreterek Rasulullah ile birlikte sefere çıkmaktan kaçınmışlardır. Allah bunları sıkıntısı, sıcaklığı çok fazla olan cehennem ateşiyle uyarmıştır.

َنﻮُﻬَﻘْﻔَﻳ ﻻ ْﻢُﻬَﻓ ْﻢِﻬِﺑﻮُﻠُﻗ ﻰَﻠَﻋ َﻊِﺒُﻃَو ِﻒِﻟاَﻮَﺨْﻟا َﻊَﻣ اﻮُﻧﻮُﻜَﻳ ْنَﺄِﺑ اﻮُﺿَر c. Tevbe 9/87: “Savaştan geri kalanlarla beraber olmayı kendilerine ya-

kıştırdılar. Onların kalpleri mühürlenmiştir. Onlar anlayamazlar.”

Hz. Peygamber ve ashabı yaz mevsiminin sıcağına ve daha birçok olumsuz şarta rağmen Tebük Seferi’ne çıkmaya karar verince bu durum münafıklara ağır geldi, o güzel gölgeleri, meyveleri bırakıp da savaşmak nefislerine zor geldi. Bundan dolayı türlü bahaneler üreterek Peygamberimizden izin istediler ve Medine’de kaldılar.

Taberî, “Münafıklar, savaşa gitmeyip evlerinde kalan kadınlar, hastalar ve acizlerle beraber olmaya razı oldular. Allah, bunların kalplerini mühürlemiştir. Bunlar Allanın öğütlerini anlayıp ondan ibret almazlar” şeklinde değerlendirmiştir.501

Fahruddîn Râzî, Cenâb-ı Hakk (ْﻢِﻬِﺑﻮُﻠُﻗ ﻰَﻠَﻋ َﻊِﺒُﻃَو) “Onların kalpleri mühürlenmiştir.” buyurmuştur. Bize göre “tab ve hatm”, imanın tahakkuk etmesine mani olan ve küfrü gerektiren kuvvetli bir sebebin bulunması demektir. Zira herhangi bir fiilin sebepsiz olarak meydana gelmesi muhal olunca, küfür için kuvvetli ve derin bir sebep bulununca, kalp, âdeta küfür üzere mühürlenmiş gibi olur. Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: “Tab, kalbin, küfre meyletmek hususunda sanki iman etmeye karşı

500 İbn Âşûr, et-Tahrîr ve’t-Tenvîr, VI, 350.

501 Taberî, Câmiu’l-Beyân, XIV, 412, 413; Râzî, Tefsir-i Kebir, VIII, 116; Kurtubî, el-Câmi’, VIII,

ölmüş bir hale, bir noktaya varıp ulaşması demektir.”502

Zemahşerî, (َنﻮُﻬَﻘْﻔَﻳ ﻻ ْﻢُﻬَﻓ) “Onlar anlayamazlar.” İfadesini, “Onlar cihat hakkında zafer elde edip mutlu olmayı ve sefere katılmayıp şehirde kaldıkları takdirde karşılaşacakları sıkıntı ve helaki anlayamadılar”503, Fahruddîn Râzî, “Onlar, Allah’ın cihadı emretmesindeki hikmetinin sırlarını anlayamazlar” 504, İbn Kesîr, “Onlar cihat konusunda eğer yaptıkları takdirde kendilerine fayda sağlayacak olan şeyi ve kaçındıkları takdirde kendilerine zarar getirecek olan şeyi bilip anlayamadılar”505, Âlûsî de aynı ifadeyi, “Onlar dünyada da ahirette de kendilerine fayda ve zarar verecek olan şeyleri anlayamazlar”506 şeklinde izah etmiştir.

Bu ayette de Cenâb-ı Allah münafıkları davranışlarından dolayı zemmetmiştir. Müfessirlerinde beyan ettiği üzere münafıklar, davranışlarında imandan daha çok küfre meylettikleri için Allah da onların kalplerini mühürlemiştir. Artık onların kalpleri imana ve bunun gereğini yapmaya karşı ölü gibi bir hale gelmiştir. Bu sebeple de gerçek manada fayda ve zararlarına olan şeyi anlayamaz bir duruma düşmüşlerdir.

ْﻦَﻟ ْﻞُﻗ ِﻪﱠﻠﻟا َمﻼَآ اﻮُﻟﱢﺪَﺒُﻳ ْنَأ َنوُﺪﻳِﺮُﻳ ْﻢُﻜْﻌِﺒﱠﺘَﻧ ﺎَﻧوُرَذ ﺎَهوُﺬُﺧْﺄَﺘِﻟ َﻢِﻧﺎَﻐَﻣ ﻰَﻟِإ ْﻢُﺘْﻘَﻠَﻄْﻧا اَذِإ َنﻮُﻔﱠﻠَﺨُﻤْﻟا ُلﻮُﻘَﻴَﺳ َآ ﺎَﻧﻮُﻌِﺒﱠﺘَﺗ ﻼﻴِﻠَﻗ ﻻِإ َنﻮُﻬَﻘْﻔَﻳ ﻻ اﻮُﻧﺎَآ ْﻞَﺑ ﺎَﻨَﻧوُﺪُﺴْﺤَﺗ ْﻞَﺑ َنﻮُﻟﻮُﻘَﻴَﺴَﻓ ُﻞْﺒَﻗ ْﻦِﻣ ُﻪﱠﻠﻟا َلﺎَﻗ ْﻢُﻜِﻟَﺬ d. Fetih 48/15: “Geri bırakılanlar ganimetler almak üzere gittiğinizde:

"Bırakınız bizi de peşinizden gelelim" diyecekler. Allah'ın sözünü değiştirmek isterler. De ki: "Sizler asla peşimizden gelemezsiniz. Allah daha önceden böyle buyurmuştur." Onlar: "Hayır, siz bizleri kıskanıyorsunuz" diyecekler. Bilakis onlar pek az bir şey dışında anlamazlar.”

Ayet-i kerimede münafıklardan bahsedilmektedir. Savaş zamanı Müslümanlarla birlikte savaşa katılmak istemeyen münafıklar ganimet paylaşımına gelince Müslümanlarla birlikte hareket etmek istemektedirler.

Taberî, (ْﻢُﻜْﻌِﺒﱠﺘَﻧ ﺎَﻧوُرَذ ﺎَهوُﺬُﺧْﺄَﺘِﻟ َﻢِﻧﺎَﻐَﻣ ﻰَﻟِإ ْﻢُﺘْﻘَﻠَﻄْﻧا اَذِإ َنﻮُﻔﱠﻠَﺨُﻤْﻟا ُلﻮُﻘَﻴَﺳ) “Geri bırakılanlar ganimetler almak üzere gittiğinizde: "Bırakınız bizi de peşinizden gelelim"

502 Râzî, Tefsir-i Kebir, VIII, 116. 503 Zemahşerî, Keşşaf, II, 458. 504 Râzî, Tefsir-i Kebir, VIII, 116. 505 İbn Kesîr, Tefsîr, IV, 197. 506 Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, VII, 325.

diyecekler. İfadesinde sözü edilen ganimetler, Hayber ganimetleridir, der. Çünkü Yüce Allah Hudeybiye’ye katılanlara Hayber’in fethedileceği ve oranın -(Hayber’de) hazır bulunsun, bulunmasın- sadece onlara has olduğu vaadinde bulunmuştu. ( َنوُﺪﻳِﺮُﻳ ِﻪﱠﻠﻟا َمﻼَآ اﻮُﻟﱢﺪَﺒُﻳ ْنَأ) “Allah'ın sözünü değiştirmek isterler.” Onlar yüce Allah’ın Hu- deybiye’ye katılanlara vermiş olduğu vaadini değiştirmek istiyorlar. Çünkü Yüce Allah Hayber’den alınacak ganimetleri onlara Mekke’nin fethinin bedeli olarak tayin etmişti. Çünkü Hudeybiye’den sulh yaparak geri dönmüşlerdi. Bu açıklamayı Mücahid ve Katade yapmıştır. Taberî bu açıklamayı tercih etmiş olup tevil bilginleri genel olarak bu görüşü benimsemişlerdir.507

(ُﻞْﺒَﻗ ْﻦِﻣ ُﻪﱠﻠﻟا َلﺎَﻗ ْﻢُﻜِﻟَﺬَآ ﺎَﻧﻮُﻌِﺒﱠﺘَﺗ ْﻦَﻟ ْﻞُﻗ) “De ki: "Sizler asla peşimizden gelemezsiniz. Allah daha önceden böyle buyurmuştur." Hudeybiye’den dönüşümüzden önce Hayber’den alınacak ganimetler, sadece Hudeybiye’de hazır bulunacaklar içindir, diye buyurmuştur. (ﺎَﻨَﻧوُﺪُﺴْﺤَﺗ ْﻞَﺑ َنﻮُﻟﻮُﻘَﻴَﺴَﻓ) “Onlar: "Hayır, siz bizleri kıskanıyorsunuz" diyecekler. Denildiğine göre Resûlullah (sav) şöyle buyurdu: “Eğer sizler çıkmak istiyorsanız, ben size engel olmam. Şu kadar var ki size ganimetten pay yoktur.” Onlar, Bu bir kıskançlıktır, dediler. Bunun üzerine Müslümanlar şöyle dedi: Yüce Allah Hudeybiye’de sizin neler söyleyeceklerinizi bize haber vermişti. O da yüce Allah’ın, “Onlar hayır, siz bizleri kıskanıyorsunuz, diyecekler” buyruğudur. Yüce Allah ise şöyle buyurmaktadır: (ﻼﻴِﻠَﻗ ﻻِإ َنﻮُﻬَﻘْﻔَﻳ ﻻ اﻮُﻧﺎَآ ْﻞَﺑ) “Bilakis onlar pek az bir şey dışında anlamazlar.” Yani onlar ancak dünya işini bilirler. Din işinden ancak çok az bir şey anlayabilirler, bu da savaşı terk etmektir”, diye de açıklanmıştır.508 Aynı ifadeyi Zemahşerî, “Onlar, çok az anlarlar. Onların düşünceleri dünya işleri ile ilgilidir, dini şeyleri düşünmezler” der ve arkasından “Dünya hayatından görünen kısmı bilirler. Fakat âhiretten yana gafil olanların ta kendileridir onlar”509 ayetini zikreder.510 İbn Âşûr da “Allah, Hudeybiye’ye katılanlara ganimetleri tahsis ederek onları bir nevi ödüllendirmiş, katılmayıp da geride kalanları ibret olması için cezalandırmıştır. Çünkü onlar, Hudeybiye’ye katılmanın, savaşa katılmanın sebebini, hikmetini anlayamadılar. Allah,

507 Taberî, Câmiu’l-Beyân, XXII, 215; Zemahşerî, Keşşaf, VI, 348; Râzî, Tefsir-i Kebir, XIV, 141;

Kurtubî, el-Câmi’, XVI, 180- 182; İbn Kesîr, Tefsîr, VII, 337; Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, XIX, 200.

508 Kurtubî, el-Câmi’, XVI, 180- 182; İbn Kesîr, Tefsîr, VII, 338. 509 Rum 30/7.

imansızlıkları sebebiyle, Müslüman olmalarına rağmen islamın kurallarına ve düzenine bilgisiz ve ilgisiz kalmaları sebebiyle onlardan anlama yetisini almıştır” şeklinde değerlendirmiştir.511

Hz. Peygamber ashabıyla birlikte umre için Mekke’ye yola çıktıkları zaman bazı olumsuzluklar yaşanır ve Mekkeliler ile Hudeybiye görüşmesi yaparlar. Hz. Peygamber ve ashabı o sene umre yapamadan geri dönerler. Müfessirlerin de belirttiğine göre Hz. Peygamber ve ashabı Hudeybiye’den dönerken Allah, Hayber’in fethini ve ganimetlerinin de Hudeybiye Ehli’ne tahsis edildiğini müjdelemiştir. Ayette de Hudeybiye Ehli’nin ganimet alacağı, bu görüşmeye katılmayıp da geride kalanların bundan mahrum olacağı haber verilmektedir.

ْﻢُﻬَﻣْﻮَﻗ اوُرِﺬْﻨُﻴِﻟَو ِﻦﻳﱢﺪﻟا ﻲِﻓ اﻮُﻬﱠﻘَﻔَﺘَﻴِﻟ ٌﺔَﻔِﺋﺎَﻃ ْﻢُﻬْﻨِﻣ ٍﺔَﻗْﺮِﻓ ﱢﻞُآ ْﻦِﻣ َﺮَﻔَﻧ ﻻْﻮَﻠَﻓ ًﺔﱠﻓﺎَآ اوُﺮِﻔْﻨَﻴِﻟ َنﻮُﻨِﻣْﺆُﻤْﻟا َنﺎَآ ﺎَﻣَو َنوُرَﺬْﺤَﻳ ْﻢُﻬﱠﻠَﻌَﻟ ْﻢِﻬْﻴَﻟِإ اﻮُﻌَﺟَر اَذِإ d. Tevbe 9/122: “Bununla beraber müminlerin hepsinin topyekun (savaş

zamanı) savaşa çıkmaları doğru değildir. O halde onların arasında her gruptan yalnız birer zümre savaşa gitmeli, kimide din ve şeriat ilimlerini iyice öğrenmeleri ve kavimleri savaştan dönüp kendilerine geldikleri zaman onları uyarmaları için gitmeyip kalmalıdırlar. Olur ki bu suretle müminler aykırı hareketlerden kaçınırlar.”

Cenâb-ı Allah bu ayette inananları topyekûn savaşa çıkmamaları hususunda uyarmakta, savaşa çıkan kimselerin ve savaşa katılmayıp geride kalan kimselerin nitelikleri ile onların nasıl davranmaları gerektiği hususunda bilgiler vermektedir.

Taberî ’ye göre bu ayetin izahı şöyledir: “Bütün müminlerin savaşa çıkıp Resulullah’ı Medine’de yalnız başına bırakmaları onlara yakışmaz. Onların her topluluğundan bir cemaatin cihada çıkıp, Allah’ın, kendilerine göstermiş olduğu zafer vasıtasıyla dini öğrenmeleri ve geri dönüp geldiklerinde cihada katılmayan münafık ve kâfirleri, Allanın azabıyla korkutmaları daha uygun olmaz mı? Böylece uyarılanlar, Allah’ın azabından korkarlar ve imana gelmiş olurlar.” Bu görüşü tercih eden Taberî, özetle şöyle diyor: “Bu görüş tercihe şayandır. Çünkü cihada çıkanlar, Allah’ın, kendilerine nasip edeceği zafer sayesinde İslâm dininin birçok sır ve

hikmetlerini öğrenmiş olacaklar ve savaştan sonra geri döndüklerinde, kavimlerinden, henüz iman etmemiş olan müşrikleri ve iman ettiklerini iddia eden münafıkları uyaracaklar, savaşta mağlup ettikleri müşriklerin düştükleri akıbete onların da düşeceklerini bildireceklerdir. Böylece kendilerine tebliğ edilenler, bunların uyarılarından korkarak Allah ve Peygambere iman edeceklerdir.” Taberî devamla diyor ki: “Ayette, her topluluktan bir cemaatin ayrılıp gitmesi manasına gelen “nefere” kelimesi kullanılmaktadır. Bu kelime tek başına kullanıldığında “cihada çıkma” ve “savaş yapma” manasına gelir. O halde burada, dini öğrenecek olanlar geride kalanlar değil cihada çıkanlardır. Eğer “Dini, cihada çıkmayanların değil de çıkanların öğrenecekleri manasını nasıl çıkarıyorsun?” denecek olursa derim ki: “Aksi takdirde cihada çıkmayanlar, cihada çıkanları uyarmış olacaklardır. Cihada çıkanlar günah mı işlediler ki, geride kalanlar onları uyarsın? Mutlaka uyarılmak gerekiyorsa, cihad edenlerin, cihad etmeyenleri uyarması gerekir. Kaldı ki burada, uyarılacak olanlardan maksat, Allaha iman etmeyenlerdir. Bunları, cihad edenler uyaracaktır.”512

Fahruddîn Râzî, ayetin tefsiri ile ilgili müfessir Taberî’nin görüşlerine yer verdiği gibi başka ihtimallerden de söz etmektedir. Birincisi, Medine de kalan kimselerin, dini öğrenen kimseler olmasıdır der. Şu sebeple ki onlar, devamlı Hz. Peygamber’in hizmetinde bulunup vahyi ve ayetlerin nüzulünü müşahede edip, her ne zaman bir mükellefiyet ve yeni bir hüküm geldiğinde, onu öğrenip iyice bellerlerdi. Binaenaleyh, savaşa giden kısım onlara dönüp başvurduğunda, Medine’de kalan bu kısım, öğrendikleri mükellefiyet ve hükümleri onlara tebliğ ederek bildiriyordu. İşte bu izaha göre ayette bir takdir yapmak gerekir. Buna göre ayetin takdiri, “Onlardan bir kısmının savaşa katılması; bir kısmının da. Medine’de kalarak dini iyice öğrenip, kavimlerine, yani savaşa katılanlar, savaştan döndükten sonra kendilerine başvurduğunda, onlara o hükümleri bildirmeleri gerekmez miydi? Böylece de savaştan dönenler, o yeni hükümleri öğrenince, Allah’a isyan etmekten sakınmış olurlar” şeklinde olur.513

Bu ayette zikredilen lafızlarından tefsir edilmesi gerekenlerden birisi de (ﻻْﻮَﻠَﻓ)