• Sonuç bulunamadı

Kur’an’ı Dinleyip De İnanmayan Kâfirlerin Tutum Ve Davranışları İle

D. TEFEKKÜR, TEZEKKÜR VE TEDEBBÜR KAVRAMLARI ARASINDAKİ

3. Fıkhetmeyle İlgili Ayetler

3.2. Kur’an Bağlamında Fıkhetmeye Çağıran Ayetler

3.2.4. Kur’an’ı Dinleyip De İnanmayan Kâfirlerin Tutum Ve Davranışları İle

اﻮُﻨِﻣْﺆُﻳ ﺎَﻟ ٍﺔَﻳَﺁ ﱠﻞُآ اْوَﺮَﻳ ْنِإَو اًﺮْﻗَو ْﻢِﻬِﻧاَذَﺁ ﻲِﻓَو ُﻩﻮُﻬَﻘْﻔَﻳ ْنَأ ًﺔﱠﻨِآَأ ْﻢِﻬِﺑﻮُﻠُﻗ ﻰَﻠَﻋ ﺎَﻨْﻠَﻌَﺟَو َﻚْﻴَﻟِإ ُﻊِﻤَﺘْﺴَﻳ ْﻦَﻣ ْﻢُﻬْﻨِﻣَو َذِإ ﻰﱠﺘَﺣ ﺎَﻬِﺑ َﻦﻴِﻟﱠوَﺄْﻟا ُﺮﻴِﻃﺎَﺳَأ ﺎﱠﻟِإ اَﺬَه ْنِإ اوُﺮَﻔَآ َﻦﻳِﺬﱠﻟا ُلﻮُﻘَﻳ َﻚَﻧﻮُﻟِدﺎَﺠُﻳ َكوُءﺎَﺟ ا

a. En’am 6/25: “Onlardan seni dinleyen de vardır. Biz onların kalplerine,

anlamalarına engel olan perdeler gerdik. Ve kulaklarına ağırlık verdik. Onlar, bütün delilleri görseler bile onlara iman etmezler. Hatta sana geldiklerinde seninle mücadele ederler. Ve inkâr edenler: “Bu, öncekilerin masallarından başka bir şey değildir.” derler.”

Ayet-i kerimede inkârcıların Hz. Peygamber’e gelip onun okumuş olduğu Kur’an’ı ve onun davetini dinledikleri belirtilmekte, ancak Allah, yaptıklarından dolayı bunların kalplerini hakikati anlamaya elverişsiz hale getirdiği için Kur’an’ı ve Allah’ın diğer delillerini anlayamaz bir durumda oldukları vurgulanmaktadır.

535 Kurtubî, el-Câmi’, XI, 53. 536 İbn Kesîr, Tefsîr, V, 173.

Taberî, ayette belirtilen inkârcıların hallerini şöyle değerlendirmektedir: “Ey Muhammed, kavminden, putlara taparak onları Allah’a denk tutanlardan bazıları, senin yanına gelip senden Kur’an’ı ve senin davetini dinlerler. Fakat onlar, senin ne söylediğini anlamazlar. Sadece sesini ve okumanı işitirler. Çünkü Allah, onların kalplerini perdelemiş ve kulaklarına, işitmelerine engel olan bir ağırlık koymuştur. Hatta onlar, Allah’ın birliğini ve senin peygamberliğinin doğruluğunu gösteren bir alâmet ve mucizeyi görseler dahi yine onlara iman etmezler. Senin yanına geldiklerinde hakta da batılda da seninle tartışırlar. Senden duydukları ikna edici ayetlere: “Bu ancak, öncekilerin masallarıdır, başka bir şey değildir” derler.”537 Zemahşerî, (َﻦﻴِﻟﱠوَﺄْﻟا ُﺮﻴِﻃﺎَﺳَأ ﺎﱠﻟِإ اَﺬَه ْنِإ اوُﺮَﻔَآ َﻦﻳِﺬﱠﻟا ُلﻮُﻘَﻳ َﻚَﻧﻮُﻟِدﺎَﺠُﻳ َكوُءﺎَﺟ اَذِإ) ifadesindeki inkârcıların mücadelelerini şöyle değerlendirir: “Onlar Allah’ın ayetlerini ve Hz. Peygamber’in peygamberliğini inkâr ederek, Kur’an’ın en doğru ve en güzel söz olmasına rağmen Allah’ın kelamını masal, efsane şeklinde nitelendirmişlerdir. Bunu yaparken de maksatları, “Onlar hem (başkalarını) ona uymaktan alıkoyar, hem kendileri de ondan uzaklaşırlar. Bu şekilde ancak kendilerini helak ediyorlar. Ama işin farkında değillerdir.”538 İfadesinde belirtildiği üzere insanları, Allah’a ve peygambere iman etmekten alıkoymak, insanları saptırmak istemeleridir.”539

Kurtubî’ye göre, “İçlerinden seni dinleyenler vardır” buyruğunda ( ُﻊِﻤَﺘْﺴَﻳ) fiilinin tekil gelmesine rağmen, Mekke müşriklerinin kâfirleri kastedilmektedir. Müfessire göre (ْﻢِﻬِﻧاَذَﺁ ﻲِﻓَو ُﻩﻮُﻬَﻘْﻔَﻳ ْنَأ ًﺔﱠﻨِآَأ ْﻢِﻬِﺑﻮُﻠُﻗ ﻰَﻠَﻋ ﺎَﻨْﻠَﻌَﺟَو) ifadesi de şu demektir: “Biz bunu, küfürlerinin bir cezası olmak üzere onlara böyle yaptık. Yoksa bunun anlamı, onlar işitmezler ve anlamazlar şeklinde değildir. Ama işittiklerinden faydalanamayan kimseler oldukları ve hakka boyun eğmedikleri için, hiç işitmeyen ve anlamayan kimseler durumunda olmuşlardır. (ُﻩﻮُﻬَﻘْﻔَﻳ ْنَأ) ifadesi, onu kavrayamasınlar diye, Onu anlamaları istenmediğinden yahut onu anlayamasınlar diye, anlamındadır. “Onlar her ayeti görseler yine de onlara iman etmezler.” İfadesinde ise Yüce Allah, on- ların inatlarını haber vermektedir. Çünkü onlar, ayın yarılmış olduğunu gör- düklerinde; bu bir büyüdür, dediler. Yüce Allah da herhangi bir delile dayanmaksızın onların mucizeleri reddedişlerini bildirmektedir. Yüce Allah’ın, “Hatta sana

537 Taberî, Câmiu’l-Beyân, XI, 305- 308; Zemahşerî, Keşşaf, II, 104; İbn Kesîr, Tefsîr, III, 247. 538 En’am 6/26

gelseler, seninle mücadele ederler.” Buyruğundaki onların mücadele etmeleri, “Kendi öldürdüğünüz hayvanların etlerini yersiniz, Fakat Allah’ın öldürdüklerini yemezsiniz” şeklindeki sözleridir. Bu açıklamayı müfessir, İbn Abbas’tan nakletmiştir.540

Beydâvî ayette geçen fıkhetme kavramını, “Onların anlayışlarının kötülüğü sebebiyle Allah onların kalplerinin üzerini örtmüş, kulaklarını dinlemekten men etmiş, onlar da anlayamaz hale gelmişlerdir” şeklinde değerlendirmiştir.541 Aynı ifadeyi Şevkânî, “Onların Kur’an’ı yanlış anlamalarından dolayı Allah, kalplerinin üzerini örtmüş, böylece anlamamalarını sağlamıştır”542 şeklinde; Âlûsî de, “Ayet-i kerimede onların aleyhlerine delalet eden Kur’an’dan dinlemiş oldukları şeylerden anladıklarının keraheti vurgulanmaktadır. Kalpleri hakikati anlamaya, kulakları da hakikati duymaya men edildiği için Kur’an’ı anlayamamaktadırlar” şeklinde tefsir etmiştir.543

Müfessirlerin de belirttiği üzere ayet-i kerimede inkârcı müşriklerin Hz. Peygamber’in okumuş olduğu Kur’an’ı dinledikleri fakat kendi aleyhlerine delalet ettiği için anlamadıkları belirtilmektedir. Çünkü Allah Teâlâ, inkârcı davranışlarından dolayı, yapıp ettiklerinden dolayı onları hayırdan, hidayetten uzaklaştırmış, kalplerini hakikati anlamaya kapatmış, böylece Kur’an’ı anlayamaz hale gelmişlerdir. Ayette zikredilen fıkhetme kavramını müfessirler anlamak, kavramak manasında tefsir etmişler, inkârcı müşriklerin Kur’an’ı anlamadıklarını, Allah’ın ayetlerini kavrayamadıklarını söylemişlerdir.

ﻰَﻠَﻋ اْﻮﱠﻟَو ُﻩَﺪْﺣَو ِنﺁْﺮُﻘْﻟا ﻲِﻓ َﻚﱠﺑَر َتْﺮَآَذ اَذِإَو اًﺮْﻗَو ْﻢِﻬِﻧاَذﺁ ﻲِﻓَو ُﻩﻮُﻬَﻘْﻔَﻳ ْنَأ ًﺔﱠﻨِآَأ ْﻢِﻬِﺑﻮُﻠُﻗ ﻰَﻠَﻋ ﺎَﻨْﻠَﻌَﺟَو ُﻧ ْﻢِهِرﺎَﺑْدَأ اًرﻮُﻔ

b. İsra 17/46: “Biz, onların kalplerine, anlamalarını engelleyen perdeler

gerdik ve kulaklarına ağırlık verdik. Sen Kur’an’da Rabbini bir tek olarak andığın zaman, arkalarını çevirip kaçarlar.”

Bir önceki değerlendirmiş olduğumuz ayet-i kerimede Allah (cc.), inkârcıların kalplerinin üzerine bir perde gerdiğini, kulaklarına da bir ağırlık

540 Kurtubî, el-Câmi’, VI, 558- 560. 541 Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl, II, 143. 542 Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, II, 400. 543 Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, V, 279.

koyduğunu, böylece onların Kur’an’ı anlayamaz hale geldiklerini belirtmişti. Cenâb-ı Allah bu ayette de aynı ifadeleri zikretmiştir. Hz. Peygamber, Kur’an okurken Rabbinin ismini andığı vakit onu dinleyen kâfirlerin arkalarını dönüp kaçtığı belirtilmektedir.

Taberî, ayette belirtilen inkârcıların arkalarını dönüp kaçmalarını şu şekilde izah etmektedir: “Resulullah (s.a.v.) Kur’an-ı Kerim’i okurken “La ilahe İllallah” deyince çevresinde bulunan müşrikler, Allah’ın bir olduğu ifadesini duymayı gururlarına yediremiyorlar ve oradan uzaklaşıyorlardı.” Taberî, bir kısım müfessir de Kur’an okunurken oradan kaçan varlıkların, şeytanların olduğunu söylemişlerdir, demektedir.544

Zemahşerî, “Biz, onların kalplerine, anlamalarını engelleyen perdeler gerdik.” İfadesi, anlamaktan men edilmiş manasındadır der. Sanki bu ifadeyle, biz onların anlamalarını, kavramalarını men ettik denilmiştir.545 Beydâvî de aynı ifadeyi, “Onlar hakkı idrak etmemişler ve kabule yanaşmamışlardır. Ayette onların anlayışlarının kötülüğü vurgulanmaktadır. Kur’an’ın hem lafzı hem de manası mucizedir. Onlar, anlamaktan ve işitmekten men edildikleri için, Kur’an’ın manasını anlayamadıkları gibi lafzını da idrak edememişlerdir” şeklinde izah etmiştir.546 İbn Kesîr’e göre ise bu ifade, “Kur’an’ı anlamamaları için kalplerine perde gerilmiştir” demektir.547

Fahruddîn Râzî, ayette zikredilen inkârcıların anlayamamalarını şöyle izah etmektedir: “Onların, akıllı, duyan ve anlayan kimseler olduğu malûmdur. Binaenaleyh biz, bu ifadeden muradın, onların iman etmekten ve esrarına vakıf olamayacakları, incelik ve hakikatlerini anlayamayacakları bir biçimde, Kur’an’ı dinlemekten men edilmiş olduklarını anlıyoruz.”548 Aynı müfessir, Cenâb-ı Hakk’ın ( ﻰَﻠَﻋ اْﻮﱠﻟَو ُﻩَﺪْﺣَو ِنﺁْﺮُﻘْﻟا ﻲِﻓ َﻚﱠﺑَر َتْﺮَآَذ اَذِإَو اًرﻮُﻔُﻧ ْﻢِهِرﺎَﺑْدَأ) “Sen, Kur’an’da Rabbini bir tek olarak andığın vakit, onlar ürkek ürkek arkalarını çevirirler” ifadesiyle şu murad edilmiştir der: “Müşrikler Kur’an’ı dinlerken iki hal üzere bulunuyorlardı. Çünkü onlar Kur’an’dan, içinde Allah’tan bahsedilmeyen ayetleri dinlediklerinde

544 Taberî, Câmiu’l-Beyân, XVII, 458; İbn Kesîr, Tefsîr, V, 82. 545 Zemahşerî, Keşşaf, III, 452.

546 Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl, III, 427. 547 İbn Kesîr, Tefsîr, V, 82.

şaşakalıyorlar ve ondan hiçbir şey anlamıyorlardı. Ama içinde Allah’ın zikredildiği ve Allah’a şirk koşmanın kınandığı bir ayet dinlediklerinde, onlar ürkek ürkek arkalarını çeviriyorlar ve orayı terk ediyorlardı.”549

Şevkânî, ayette belirtilen inkârcıların fıkhedemeyişlerini şöyle değerlendirmektedir: “Ayette onların anlayışlarının kötülüğü ya da anlamadıkları belirtilmektedir. Bunun da manası, onlar Allah’ın emirlerini, nehiyleri, hükümlerini, manalarını anlamıyorlar demektir. Çünkü müşrikler, Allah’ın isminin zikredildiği gibi kendi ilahlarının da isminin zikredilmesini istiyorlardı. Ancak kendi ilahları zikredilmeyip de Allah’ın adını duydukları vakit hemen o meclisi terk edip kaçıyorlardı. Allah da onları kalpleri ile hakikati anlamalarını, kulakları ile duymalarını men etmiştir.”550

Hem müşriklerin hem de münafıkların Kur’an’ı anlayamadıkları, hakikati kavrayamadıkları belirtilmektedir. Çünkü Allah, anlamamaları için kalplerinin üzerine perdeler germiş, hakikati duymamaları için de kulaklarına ağırlık koymuştur. Ancak onların anlamamaları ve duymamaları dünyevi işlerle ilgili değil dini işlerle ilgilidir. Onlar dünyevi işlerini önemseyen, akıllı, anlayan ve duyan insanlardır. Fakat onlar Allah’a ve ahiret gününe inanmadıkları için, Kur’an’ın ayetleri üzerinde düşünmedikleri için, Kur’an’ın esrarını anlayamadıkları için Allah onları haktan ve hakikatten uzaklaştırmış kalplerini mühürlemiştir.

549 Râzî, Tefsir-i Kebir, X, 67. 550 Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, IV, 315.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

KUR’AN’DA TEAKKUL KAVRAMI TEAKKUL KAVRAMI

1. Lügat Anlamı

“Akl”, cahilliğin zıddıdır551, bunağın veya çocuğun aklı erip idrak ettiğinde “akale’l ma’tühü ve’s sabiyyü” denir.552 “Akale”, “bağlamak”; “ikâl” ise “bağ” demektir, bir kimse deveyi bağladığında “akaltü’l be’ira aklen, şedettü yedehü bi’l ikâli”denir.553 Âkıl demek, nefsini alıkoyan ve heveslerinden engelleyen demektir. Bu aslında Arapların: “Dili tutuldu, konuşamadı”554 sözünden alınmıştır. Akıl, sahibini kötülüklere düşmekten habsettiği, alıkoyduğu için akıl diye isimlendirilmiştir. “Akl”ın bir diğer manası da “anlamak”tır. Bir kimse bir şeyi “fehmettiğinde”, anladığında onu “akletti” denir.555 “El-aklu”, “el- ilmü” demektir, bir şeyin sıfatlarını, iyi ve kötü yönlerini kemal ve noksan yönlerini, hayır veya şer oluşunu bilmek demektir ya da zihinde toplanan manalarla iyi ve kötüyü ayırt etmemizi sağlayan bir kuvvet demektir.556 “El-aklu”, engel olma, kontrol altınta tutma, yasaklama, tutma557 demektir, hastalığın, ağrının karnı tutmasına da “akûl” denir. Diyet de “akl” diye isimlendirilmiştir, katilin kan sahibine diyetini vermesine “akal” denmiştir.558 Bir başka görüşe göre “el-aklu”, ahmaklığın zıddıdır, tedebbürle ilgili olarak bedende bulunan mücerred bir cevherdir.559 “Akl” kelimesinin kökü, tutmak (imsâk) ve sıkıca tutunmak (imtisâk) demektir. Devenin ayağından bağlanması (Akli’l-beîri bi’l-ıkâl), hastalığın karna yapışması (Akli’d-devâi el- betna), kadının saçını bağlaması (akaleti’l-mer’etü şa’rahâ) bu kelime ile ifade edilir.

551ﻞْﻬَﳉا ﺾﻴﻘﻧ : ﻞْﻘَﻌﻟا 552 Halil b. Ahmed, Kitâbü’l-Ayn, I, 159.

553 Halil b. Ahmed, Kitâbü’l-Ayn, I, 159; İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, XI, 458. 554 َمﻼﻜﻟا ﻊِﻨُﻣو َﺲِﺒُﺣ اذِإ ﻪُﻧﺎﺴِﻟ ﻞِﻘُﺘْﻋا ﺪﻗ ﻢﳍﻮﻗ ﻦﻣ َﺬِﺧُأ

555 İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, XI, 458; Fîrûzâbâdî, el-Kâmûs, III, 135; er-Râzî, Muhtâr, I, 213. 556 Fîrûzâbâdî, el-Kâmûs, III, 135; Zebîdî, Tâcü’l-Arûs, I, 7339.

557 ﻰَﻬﱠﻨﻟاو ﺮْﺠِﳊا

558 er-Râzî, Muhtâr, I, 212- 213; Zebîdî, Tâcü’l-Arûs, I, 7339. 559 Zebîdî, Tâcü’l-Arûs, I, 7339.

Akıl kelimesinin aslı, fidye olarak verilen devenin kan sahibinin avlusunda tutulması, kanın akışının durdurulması olduğu da söylenmiştir.560

Akıl kelimesi ile ilgili lügat âlimlerinin görüşleri genel olarak bu şekildedir. Bir şeyi bağlamak, tutmak, tutunmak, engellemek, mani olmak, idrak etmek, anlamak, bilmek manalarına gelmektedir.

2. Istılah Anlamı

Kur’an terminolojisinde “akıl”, bilgi edinmeye yarayan bir güç ve bu güç ile elde edilen bilgi şeklinde tarif edilmiştir.561 Akıl demek, nefsini alıkoyan ve heveslerinden engelleyen demektir562. İsfehânî aklı şöyle tarif etmiştir: “Akıl, ilmi kabule hazır olan kuvvete denir. İnsan, ilim elde ederken bu kuvvetten istifade ettiği için ilim de akıl diye isimlendirilmiştir.”563 Akıl, insanlara zaruri ve nazarî ilimleri öğreten ruhani bir nurdur564, bir kimsenin, kendisiyle zaruri ilimleri temeyyüz ettiği, öğrendiği şeydir565. Cürcânî de aklı şöyle tarif etmiştir: “Akıl, sahiplerini doğru yoldan sapmaktan alıkoyan şeydir.”566

Akıl, insanın her çeşit faaliyetinde doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden ve güzeli çirkinden ayıran bir güçtür. Bu nedenle akıl, ahlakî, siyasi ve estetik değerleri belirlemede en önemli fonksiyona sahiptir.