• Sonuç bulunamadı

İlim Üzerinde Tezekküre Çağıran Ayetler

B. TEZEKKÜR KAVRAMI

3. Tezekkürle İlgili Ayetler

3.1. Genel Anlamda Tezekküre Çağıran Ayetler

3.1.1. İlim Üzerinde Tezekküre Çağıran Ayetler

َﻓ َﺔَﻤْﻜِﺤْﻟا َتْﺆُﻳ ْﻦَﻣَو ُءﺎَﺸَﻳ ْﻦَﻣ َﺔَﻤْﻜِﺤْﻟا ﻲِﺗْﺆُﻳ ِبﺎَﺒْﻟَﺄْﻟا ﻮُﻟوُأ ﺎﱠﻟِإ ُﺮﱠآﱠﺬَﻳ ﺎَﻣَو اًﺮﻴِﺜَآ اًﺮْﻴَﺧ َﻲِﺗوُأ ْﺪَﻘ

a. Bakara 2/269: “Allah, hikmeti dilediğine verir. Kime de hikmet verilirse ona

çok hayır verilmiş olur. Bundan ancak akıl sahipleri ibret alır.”

Allah, hikmeti yani anlayışı, sözünde isabetli olmayı, işi yerli yerince yapmayı kullarından dilediğine verir. Kime de hikmet verirse, yani kime de anlayışı, söz ve davranışlarında isabetli olma kabiliyetini verirse şüphesiz ki o kimseye çokça hayır verilmiş olur. Taberî ayette zikredilen hikmetten neyin kastedildiği hususunda müfessirlerden farklı görüşler zikretmiştir: Abdullah b. Abbas, Katade, Ebu’l-Âliye ve

183 Bu ayetlerden bazıları şöyle sıralanabilir: “Bakara 2/269: “Dilediğine hikmet verir, hikmet verilene

ise çok bir hayır verilmiş demektir ve bunu ancak temiz akıllılar anlar.” A’râf 7/26: “Ey Âdemoğulları! Bakın size çirkin yerlerinizi örtecek libas indirdik, hıl'at indirdik, fakat takva libası, o hepsinden hayırlı, bu işte Allah’ın ayetlerinden, gerektir ki düşünür ibret alırlar.” Ra’d 13/19: “Şimdi Rabbinden sana indirilenin hakikaten hakk olduğunu bilir kimse âmâ olan gibi olur mu? Fakat onu ancak akıl ve vicdanı temiz olanlar idrâk eder.” İbrahim 14/25: “Yemişlerini rabbinin izniyle her dem verir ve Allah insanlara böyle temsiller yapar ki kavrayıp düşünsünler.” Furkân 25/50: “Andolsun ki onu aralarında, düşünsünler ve ibret alsınlar diye evirip çevirmekteyiz. Yine de insanların çoğu dayatmakta ve nankörlükten başkasına yanaşmamaktadır.” Zümer 39/9: “Yoksa o, gece saatlerinde kalkan, secdeye kapanıp, ayakta durarak daima vazifesini yapan, ahireti hesaba katan ve Rabbinin rahmetini uman kimse gibi olur mu? De ki: "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" Ancak temiz

akıllı olanlar anlar. Mümin 40/13: “Size ayetlerini gösteren, sizin için gökten birrızık indiren O'dur.

Fakat ancak gönül veren anlar.” Abese 80/4: “Veya öğüt belleyecek de o öğüt kendine fâide verecek.” Âlâ 87/10: “Saygısı olan öğüt alacaktır.”

Mücahid’den nakledilen bir görüşe göre bu ayette zikredilen “Hikmet”ten maksat, Kur’an’dır ve Kur’an’ı anlamaktır. Bu hususta Abdullah b. Abbas’ın şunları söylediği rivayet edilmektedir. Ayetteki “Hikmet”ten maksat, Kur’an’ın nâsihini, mensuhunu muhkemini, müteşabihini, mukaddemini, muahharını, helalini, haramını ve misallerini anlamak ve bilmektir. Mücahitten nakledilen diğer bir görüşe göre burada zikredilen Hikmetten maksat, sözde ve işte isabetli olmaktır. Taberî “Aslında hikmetten maksat, davranışlarda isabetli olmaktır. Davranışlarında isabetli olan, bilinmesi icap edeni bilendir, Allah’tan korkandır. Fakihtir, âlimdir. Peygamberler de böyledir. Bu itibarla hikmeti, isabetli olma anlamında almak, bu görüşlerin hepsini kapsamaktadır” 184demektedir. Zemahşerî ayette zikredilen hikmetten kasıt ilim ve onunla ameldir der. “Bundan ancak akıl sahipleri ibret alır” ifadesiyle ilgili olarak ise önceki ayetlerde infaktan bahsedildiği için o ayetlerle münasebet kurarak “infak manasındaki ayetlerin içermiş olduğu şeyleri, amelleri, davranışları teşvik murad edilmiştir.”185

Fahruddîn Râzî, önceki ayetle münasebet kurarak ayeti şöyle değerlendirir: “Cenâb-ı Hakk, bir önceki ayette şeytanın fakirlikle korkutup, insanlara kötülüğü öğütlediğini, kendisinin ise mağfiret ve fazlı ilâhisini va’adettiğini bildirince, Rahman Allah’ın va’adini, şeytanın va’adine (korkutmasına) tercih etmeyi gerektiren şeye dikkat çekmiştir. Hikmet ve akıl, Rahman’ın va’adini tercih eder. Dünyevi lezzetleri elde etmeyi ve hayal ile vehmin hükümlerine tâbi olmayı emrettiği için, şeytanın va’adini ise şehvet ve nefs tercih eder. Hikmetin ve aklın hükümlerinin, hataya düşmekten ve haktan sapmaktan uzak, dosdoğru hükümler; hissin, şehvetin ve nefsin hükümlerinin ise, insanı belâ ve sıkıntıya düşüren hükümler olduğunda hiç şüphe yoktur. Binaenaleyh aklın ve hikmetin hükümleri, kabule daha lâyıktır.”186 (ُﺮﱠآﱠﺬَﻳ ﺎَﻣَو) ifadesiyle ilgili olarak Beydâvî şöyle der: “Ayette anlatılan şeylerden faydalanan, bunlar üzerinde düşünen kimselerdir. Çünkü tefekkür tezekkür demektir. Tefekkür eden, tezekkür eden bir kimse Allah’ın kalbine vermiş olduğu ilimle düşünür, ibret alır ve bunlarla amel eder. (ِبﺎَﺒْﻟَﺄْﻟا ﻮُﻟوُأ ﺎﱠﻟِإ) ifadesiyle ilgili tefsiri ise şöyledir: “ Bunlar

184 Taberî, Câmiu’l-Beyân, V, 580; Râzî, Tefsir-i Kebir, IV, 7; İbn Kesîr, Tefsîr, I, 700; Şevkânî,

Fethu’l-Kadîr, I, 396; Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, II, 361.

185 Zemahşerî, Keşşaf, I, 238, Ebu’l Berakât en-Nesefî, Medârikut -Tenzil ve Hakâikut-Te’vîl, ts. I- IV,

I, 136.

hevasına uymayan, vehim ve şüphelerden uzak selim akıl sahipleridir.”187

Nesefî (v.710/1310), ayette zikredilen hikmetle ilgili olarak şöyle demektedir: “Allah, Kur’an’ı, sünneti, faydalı ilmi ve bu ilimle amel etmeyi, bilgisinin pratiğini uygulamasını dilediği kimselere verir. Allah katında “hakîm”, ilmiyle amel eden, yani bildiklerini pratiğe dönüştüren kimse demektir. Hikmet (faydalı ilim) kime verilirse, ona dünya ve ahiret hayrı verilmiş demektir. (ِبﺎَﺒْﻟَﺄْﻟا ﻮُﻟوُأ ﺎﱠﻟِإ ُﺮﱠآﱠﺬَﻳ ﺎَﻣَو) “Bundan ancak akıl sahipleri ibret alır” Allah’ın ortaya koyduğu şeylerden ders alacak olanlar doğrusu ancak selim akıl sahibi olanlardır, sağduyulu kimselerdir. Ya da ilimleriyle gerektiği şekilde amel edenlerdir. Bundan maksat ise, ayetlerde ele alınan Allah yolundaki infak ve harcama konusuna teşvikte bulunmak, onlara bu gerçeği telkin etmektir.188 (ِبﺎَﺒْﻟَﺄْﻟا ﻮُﻟوُأ ﺎﱠﻟِإ ُﺮﱠآﱠﺬَﻳ ﺎَﻣَو) “Bundan ancak akıl sahipleri ibret alır” ifadesini İbn Kesir şöyle değerlendirmektedir: “Yapılan nasihatten faydalanan ve bunlar üzerinde iyice düşünen, sözün manasını, hitabı anlamak için kafa yoran ve aklını kullanan kimseler ibret alırlar demektir.”189

Allah Teâlâ kullarından dilediğine Kur’an’ı ve onun bilgisini, faydalı ilmi ve bununla amel etmeyi, sözünde, işinde isabetli davranma kabiliyetini bahşetmiştir. Allah kime böyle bir ilim verirse, sözünde, davranışlarında isabetli olma kabiliyeti vermişse ayetin ifadesiyle böyle bir kimseye çok şey verilmiş demektir ki bunu da ancak aklıselim olanlar, sağduyulu düşünenler ve Allah’ın ortaya koymuş olduğu şeyler üzerinde düşünen, ibret alan kimseler anlayabilirler.

ْﻦَﻤَآ ﱡﻖَﺤْﻟا َﻚﱢﺑَر ْﻦِﻣ َﻚْﻴَﻟِإ َلِﺰْﻧُأ ﺎَﻤﱠﻧَأ ُﻢَﻠْﻌَﻳ ْﻦَﻤَﻓَأ ِبﺎَﺒْﻟَﺄْﻟا ﻮُﻟوُأ ُﺮﱠآَﺬَﺘَﻳ ﺎَﻤﱠﻧِإ ﻰَﻤْﻋَأ َﻮُه

b. Ra’d 13/19: “Ey Peygamber, râbbin tarafından sana indirilenin gerçek

olduğunu bilenle, doğruyu görmeyen kör, bir olur mu? Bunu ancak akıl sahipleri idarek ederler.”

Allah Teâlâ bu ayette gören kimselerle görmeyenleri mukayese etmiştir. Ancak buradaki görme maddi anlamda bir görme değil, manevi anlamda yani hakikati görme anlamındadır. Allah’ın Hz. Peygamber’e indirmiş olduğu şeyleri bilip, inanan ve yaşayan kimse ile tüm bunları inkâr eden kimsenin durumunun aynı olmadığı

187 Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl, I, 300; Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, II, 362. 188 Nesefî, Medârikut –Tenzil, I, 136.

belirtilmektedir. Allah bu ayete göre inkârcı bir kimseyi kör olarak nitelendirmektedir. Taberî ayeti şöyle değerlendirmektedir: “Ayet-i kerimede, hakkı idrak edenlerin, gerçekten gözleri görenler oldukları, hakkı idrak edemeyenlerin ise, maddi olarak gözleri görse de, manevî bakımdan kör oldukları beyan edilmektedir. Zira hakkı görmeyen kimse ebedi hayatı kaybetmiş ve uçuruma yuvarlanmış bir kördür. Bundan daha kötü bir şaşkınlık olabilir mi?190 Taberî görüşünü şu ayetle de desteklemektedir: “Onlar hiç yeryüzünde gezip dolaşmazlar mı? Bari bu yolla düşünecek kalplere ve işitecek kulaklara sahip olsalar. Gerçek şudur ki, gözler kör olmaz ama göğüslerdeki kalpler körelir.” Zemahşerî “Bunu ancak akıl sahipleri idrak ederler.” İfadesini “Onlar akıllarına hükmedileni amel ederler, düşünürler ve ibret alırlar”191 diye tefsir etmektedir. Müfessir ayetin tefsirine şöyle devam eder: “Kişiye darbı mesel anlatıldıktan sonra içindeki şüpheyi tamamen yok etmek için ayette “fâ” nın başına inkarî hemze getirilmiştir, bu insanın içindeki şüpheleri yok etmek için kullanılmıştır. Bilen kimse kendisine ilim ulaştıktan sonra ona icabet eden, görmeyen, davete uymayan, cahilin davranışlarından yüz çeviren kimsedir.192

Fahruddîn Râzî, bu daha önce bahsi geçen, şu darbı mesele bir işarettir der: “Bir şeyi bilen, gören kimse gibidir; onu bilmeyen cahil ise, âdeta kör kimse gibidir.” Bunların ise, biri diğerine benzemez. Çünkü kör kimse, kılavuzu olmadan yürümeye başlayınca, onun bir çukura veya öleceği bir yere düşeceği, yolu üzerinde bulunan faydalı eşyalara çarpıp kıracağı aşikârdır. Gören kimse ise, ölmekten ve kırıp dökmekten emindir. Allah Teâlâ sonra da, (ِبﺎَﺒْﻟَﺄْﻟا ﻮُﻟوُأ ُﺮﱠآَﺬَﺘَﻳ ﺎَﻤﱠﻧِإ) “Bunu ancak akıl sahipleri idrak ederler.” buyurmuştur. Bu, “O misallerden ancak, her şeyin manasını araştıran, her kabuğun içindeki özü alan ve her sözün zahirinden, onun özüne ve asıl manasına intikal edebilen akıl sahipleri istifade eder” demektir.193

Kurtubî’ye göre bu ayet Yüce Allah’ın mü’min ve kâfire verdiği bir örnektir, rivayete göre bu ayet-i kerime Hamza b. Abdu’l-Muttalib (r.a.) ile Ebu Cehil –Allah’ın laneti üzerine olsun- hakkında inmiştir. Körlükten kasıt, kalp körlüğüdür. Dini bilip tanımayan kimse, kalbi kör bir kimsedir.194 İbn Kesir ise ayette zikredilen gören ile

190 Taberî, Câmiu’l-Beyân, XVI, 418.

191. اوﺮﺼﺒﺘﺳاو اوﺮﻈﻨﻓ ، ﻢﳍﻮﻘﻋ تﺎﻴﻀﻗ ﻰﻠﻋ اﻮﻠﻤﻋ ﻦﻳﺬﻟا يأ

192 Zemahşerî, Keşşaf, III, 244; benzer görüşleriçin bkz: Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl, III, 224. 193 Râzî, Tefsir-i Kebir, IX, 169.

görmeyen arasında şöyle bir ayırım yapar: “İnsanlardan öyle kimseler vardır ki Hz. Peygamber’e indirilenleri bilir, inanır, şüphe duymaz ve muhalefet etmez, bilakis hak olduğunu tasdik eder. İşte böyle bir kimse ile âmâ aynı değildir. Çünkü o, hayra yönelmez ve onu anlamaz, anlasa bile uymak istemez, hak olan şeyleri tasdik etmez ve onlara tabi olmaz. Şu ayet de yukarıdaki ayet gibidir: “Cehennem ehliyle cennet ehli bir olmaz. Cennet ehli isteklerine erişenlerdir.” 195 Müfessir (ِبﺎَﺒْﻟَﺄْﻟا ﻮُﻟوُأ ُﺮﱠآَﺬَﺘَﻳ ﺎَﻤﱠﻧِإ) ifadesiyle ilgili olarak da şöyle der: “Anlayışı bozulmamış selim akıl sahipleri aklederler, düşünürler ve ibret alırlar.196

Âlûsî de ayetle ilgili olarak şöyle değerlendirme yapmaktadır: “Allah’ın Kur’an’dan indirmiş olduğu şeyleri bilen ve kullarına gökten su indirmesi, menfaatlerine olan şeyleri yaratması gibi tüm bunlara inanan ve tasdik eden bir kimse ile bu hakikatleri idrak edemeyen, Allah’ın kudretini takdir edemeyen ve cahilliğin karanlığında yüzen, sapıklığın içinde kaybolan ve anlatılan darbı meselleri düşünüp ibret almayan bir kimse aynı değildir. Hakikatlerden yüz çeviren ve bunları görmezden gelen bir kimseyi Allah’ın kör diye ifade etmesi böyle bir kimsenin durumunun ne kadar kötü olduğunu göstermek içindir.”197

Hakkın ışığını gören, kalbi bu ışıkla aydınlanan, dolayısıyla gideceği yolu bilen ve peygambere inen mesajın Allah’tan geldiğine kesinlikle iman eden kimse ile kalbi ve basireti körelmiş bir kimse elbette bir olmaz. Bunu ancak sağduyu sahipleri düşünebilir, ancak onlar gerekli mesajları çıkarabilir.

195 Haşr 59/20.

196 İbn Kesîr, Tefsîr, IV, 450. 197 Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, IX, 250.

َﻦﻳِﺬﱠﻟا يِﻮَﺘْﺴَﻳ ْﻞَه ْﻞُﻗ ِﻪﱢﺑَر َﺔَﻤْﺣَر ﻮُﺟْﺮَﻳَو َةَﺮِﺧﻵا ُرَﺬْﺤَﻳ ﺎًﻤِﺋﺎَﻗَو اًﺪِﺟﺎَﺳ ِﻞْﻴﱠﻠﻟا َءﺎَﻧﺁ ٌﺖِﻧﺎَﻗ َﻮُه ْﻦَﻣ ْمَأ ِبﺎَﺒْﻟﻷا ﻮُﻟوُأ ُﺮﱠآَﺬَﺘَﻳ ﺎَﻤﱠﻧِإ َنﻮُﻤَﻠْﻌَﻳ ﻻ َﻦﻳِﺬﱠﻟاَو َنﻮُﻤَﻠْﻌَﻳ c. Zümer 39/9: “(Kâfir mi hayırlıdır?) “Yoksa gecenin saatlerini, secde ederek,

kıyamda durarak ibadetle geçiren, âhiretten korkup da rabbinin rahmetini uman mı? Ey Muhammed, sen onlara şöyle de: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Ancak akıl sahipleri düşünür.”

Bu ayet-i kerimenin başı farklı kıraatlerle okunduğu için farklı şekillerde izah edilmiştir. Bu izahlardan biri, mealde verildiği gibidir. Başka bir izah şekli de şöyledir: “Ey kâfir, sen cehennemliklerdensin. Gece saatlerinde secde ederek ve kıyamda durarak ibadet eden kişi ise cennetliktir.” Başka bir izah şekli de şöyledir: “Gece saatlerinde secde ederek ve kıyamda durarak ibadet eden âhiret azabından korkan ve rabbinin rahmetini uman kimse, insanları Allahın yolundan saptırmak için ona ortak koşan kimse gibi olur mu?”198 Taberî (ٌﺖِﻧﺎَﻗ َﻮُه) ifadesiyle ilgili İbn Ömer ve İbn Abbas’tan rivayette bulunarak bu, itaat eden kimse demektir der. ( ِﻞْﻴﱠﻠﻟا َءﺎَﻧﺁ ) yani gecenin başında, ortasında ya da sonundaki birkaç saattir diye tefsir etmiştir. اًﺪِﺟﺎَﺳ )

ﺎًﻤِﺋﺎَﻗَو

( ifadesi, kişinin bazen secde halinde bazen de ayakta iken Allah’a itaat edip yalvarması, dua etmesi demektir. (َنﻮُﻤَﻠْﻌَﻳ ﻻ َﻦﻳِﺬﱠﻟاَو َنﻮُﻤَﻠْﻌَﻳ َﻦﻳِﺬﱠﻟا يِﻮَﺘْﺴَﻳ ْﻞَه ْﻞُﻗ) “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” ifadesini şöyle izah eder: “Hiç, rablerine itaat ettikleri takdirde sevap kazanacaklarını ve ona karşı geldikleri takdirde günahkâr olacaklarını bilenlerle hiç bir şey bilmeyen, yaptığı amellerden hayır ve şer ümit etmeyenler bir olur mu? Elbette ki bunlar bir değildir. (ِبﺎَﺒْﻟﻷا ﻮُﻟوُأ ُﺮﱠآَﺬَﺘَﻳ ﺎَﻤﱠﻧِإ) ifadesini ise, “Fakat bunu ancak akıl sahibi olanlar düşünüp anlarlar, cahiller, aklı noksan olanlar böyle bir farkı idrak edemezler” şeklinde tefsir etmiştir.199

(َنﻮُﻤَﻠْﻌَﻳ ﻻ َﻦﻳِﺬﱠﻟاَو َنﻮُﻤَﻠْﻌَﻳ َﻦﻳِﺬﱠﻟا يِﻮَﺘْﺴَﻳ ْﻞَه ْﻞُﻗ) “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” ifadesini Zemahşerî şöyle değerlendirmektedir: “Allah’a yönelen, O’na itaat eden, O’nun rahmetini uman bir kimse Allah’ı inkâr eden, O’nun rahmetinden ümit kesen bir kimse elbette aynı değildir, Kanit olan kâfir olandan daha faziletlidir. Kanit, Allah’a gereği gibi itaat eden kimse demektir. Âlim kimse Allah’ı bilip tanıyan, O’na

198 Taberî, Câmiu’l-Beyân, XXI, 266. 199 Taberî, Câmiu’l-Beyân, XXI, 267- 269.

gereği gibi kulluk eden, cahil ise Allah’tan yüz çeviren asi kimse demektir. Bu yüzden âlim bir kimse ile cahil bir kişi aynı değildir.200

Fahruddîn Râzî de ayetin baş kısmının farklı kıraatlerini şöyle izah eder: Nafî, İbn Kesir ve Hamza, bu ifadeyi şeddesiz mim ile (ﻦﻣﺁ ); geriye kalanlar da, şedde ile (ْﻦﱠﻣَأ) diye okumuşlardır. Şeddesiz okunması halinde bunun iki izah şekli vardır: Birincisi, buradaki elif, istifham elifi olup, men’in başına gelmiştir, cevap mahzuf olup takdiri, “Şöyle şöyle olan, böyle olmayan gibi midir? şeklindedir. İkincisi (ْﻦَﻣ ْمَأ)’deki elifin nida elifi olmasıdır. Buna göre sanki “Ey cennet ehlinden olan itaatkâr kimse!” denilmiştir. (ْﻦﱠﻣَأ) şeklinde şeddeli okunmasına gelince, Ferrâ şöyle demiştir: “İfadenin aslı, (ْﻦَﻣ ْمَأ) şeklinde olup, mîm mîm’e idğâm edilmiştir.” Buna göre buradaki em edatı, senin “Zeyd mi daha faziletlidir, yoksa Amr mı?” sözündeki em edatı gibi olmuş olur.201

Kurtubî ayette zikredilen (ٌﺖِﻧﺎَﻗ َﻮُه) ifadesini şu şekilde açıklamaktadır:Birincisi, bundan kasıt itaatkâr kimsedir, bu açıklamayı İbn Mesud yapmıştır. İkincisi, namazında huşu duyan kimsedir, bu açıklamayı İbn Şihab yapmıştır. Üçüncüsü namazında kıyamda duran kimse demektir, bu açıklamayı Yahya b. Sellam yapmıştır. Dördüncüsü, Rabbine dua eden kimsedir. İbn Mesud’un açıklaması bütün bunları toplamaktadır der. Müfessire göre bilenler, bildiklerinden istifade edenler ve gereğince amel edenlerdir. Bildiğinden faydalanmayan ve gereğince amel etmeyen bir kimse, bilmeyen kişi konumundadır. Ancak özlü akıl sahipleri yani müminlerden akıl sahibi olan kimseler öğüt alır.202 İbn Kesir göre ayette Allah’a inanıp itaat eden bir kimse ile O’na şirk koşan bir değildir denilmektedir Allah yolunda olan bir kimse ile Allah yolundan alıkoyan bir kimse elbette bir değildir aralarında fark vardır, ayette bilenlerle bilmeyenlerin eşit olmadığı da bu yüzdendir. Bu farkı da temiz akıl sahibi kimseler bilirler, idrak ederler.203

Âlûsî ayetten kasıt şudur der: “Allah’a gereği gibi itaat ediyor musun, kabule daha yakın olan gecenin belli saatlerinde Allah’a ibadet ediyor musun, gizli ve açık her durumda riyadan uzak duruyor musun, secde halinde ve ayakta sıkça Allah’ı anıyor musun, ahiretin çetin azabından korkuyor musun, Allah’ın rahmetinden ümit ediyor

200 Zemahşerî, Keşşaf, VI, 49; Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl, V, 105.

201 Râzî, Tefsir-i Kebir, XIII, 233; benzer görüşler için bkz. Kurtubî, el-Câmi’, XV, 145- 148. 202 Kurtubî, el-Câmi’, XV, 150.

musun? İşte tüm bunları bilenle bilmeyip yüz çeviren elbette bir değildir. Bu apaçık beyanlardan ancak kafasında hiçbir şüphe olmayan temiz akıl sahipleri düşünüp ibret alırlar.204

Ayet-i kerimede inkârcıların durumu ile Allah’a itaat edip gereği gibi amel eden müminlerin durumu karşılaştırılmıştır. Müfessirlerin de belirttiği gibi bu iki ayrı vasıftaki insanları Allah katındaki durumlarının eşit olmadığı belirtilmektedir. Bu ayette Allah bizlere kendisine nasıl ibadet etmemiz gerektiğini, azabından korkmamız gerektiğini, rahmetinden hiçbir zaman ümit kesmememiz gerektiğini belirtmektedir. İşte böyle davranan ile davranmayanlar bir değildir. Bunu da ancak akıl sahibi olup düşünen, Allah’ın nimetlerini hatırlayıp şükreden kimseler fark ederler.