• Sonuç bulunamadı

Dolaylı Olarak Kur’an Üzerinde Tefekküre Çağıran Ayetler

A. TEFEKKÜR KAVRAMI

3. Tefekkürle İlgili Ayetler

3.2. Kur’an Üzerinde Düşünmeye Çağıran Ayetler

3.2.1. Dolaylı Olarak Kur’an Üzerinde Tefekküre Çağıran Ayetler

ٌﻚَﻠَﻣ ﻲﱢﻧِإ ْﻢُﻜَﻟ ُلﻮُﻗَأ ﻻَو َﺐْﻴَﻐْﻟا ُﻢَﻠْﻋَأ ﻻَو ِﻪّﻠﻟا ُﻦِﺋﺁَﺰَﺧ يِﺪﻨِﻋ ِإ ُﻊِﺒﱠﺗَأ ْنِإ ْﻞَه ْﻞُﻗ ﱠﻲَﻟِإ ﻰَﺣﻮُﻳ ﺎَﻣ ﱠﻻ ُﺮﻴِﺼَﺒْﻟاَو ﻰَﻤْﻋَﻷا يِﻮَﺘْﺴَﻳ َنوُﺮﱠﻜَﻔَﺘَﺗ َﻼَﻓَأ

a. En’am 6/50: “De ki: “Size Allah'ın hazineleri benim yanımdadır,

demiyorum. Gaybı da bilmiyorum. Ve size, ben bir meleğim de demiyorum. Ben sadece bana vahyolunana uyuyorum.” De ki: “Kör ile gören bir olur mu? Hiç düşünmez misiniz?”

Ayette Hz. Peygamber (s.a.v.)’in nübüvvetine iman etmeyen inkârcılara, yine Hz. Peygamber (s.a.v.)’in diliyle cevap verilmektedir. Daha pek çok ayette değinildiği gibi burada vahiy gerçeğine bir kez daha vurgu yapılıyor. Ve bu hakikate bir teşbih getiriliyor: “Kör ile gören bir olur mu?”

Allah şöyle buyurmaktadır: “Ey Muhammed, onlara de ki: ‘Hakkı görmeyen kimse gören gibi olur mu?’ Âmâ hakkın delillerine karşı kör olan ve bunlara uymayan kimsedir. Gören kimse ise, Allah’ın ayetlerine ve delillerine iman eden, bunlara uyan ve ışığıyla aydınlanan kimsedir. “Hiç düşünmez misiniz?” Allah bunu Allah’ın ayetlerini yalanlayan kimseler için söylemektedir. “Ey kavim, benim size hüccet

118 Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, VI, 291; Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, XVII, 483. 119 Bakara 2/28,29; Âl-i İmrân 3/47; Mâide 5/17.

120 Bakara 2/20, 106, 109, 148,259,284; Âl-i İmrân 3/26, 29; Nisâ 4/133,149; Mâide 5/17, 19. 121 En’am 6/3, 59; Hûd 11/5; Ra’d 13/8–10; Lokman 31/23,34.

olarak getirdiğim şeyleri düşünmez misiniz? Hâlbuki söylediğim şeylerin doğruluğunu siz de biliyorsunuz”122

Taberî’nin buradaki “Tefekkür etmez misiniz” ifadesini Hz. Peygamber (s.a.v.)’in getirmiş olduğu deliller üzerinde düşünmek şeklinde anladığı görülmektedir. Zaten Hz. Peygamber (s.a.v.)’in vahye tâbi olduğu zikredilmişti; dolayısıyla onun hüccet olarak getirdiği şeyler yine vahiydir, Kur’an ayetleridir, denebilir. Bir önceki ayette de Allah’ın ayetlerini yalanlayan kimselerden bahsedilmişti. Dolayısıyla buradaki âmâ kişilerin ayetleri yalanlayanlar, üzerinde düşünülecek olan da Allah’ın ayetleri olduğu söylenebilir. Bir sonraki ayette de şöyle buyrulmuştur: “Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları onunla (Kur’an’la) uyar. Onlar için Allah'tan başka ne bir dost, ne de bir şefaatçi vardır. Gerekir ki Allah'tan korkarlar.”123 Hz. Peygamber (s.a.v.)’e onları Kur’an’la uyarması emredilmektedir.124 Netice itibariyle burada Hz. Peygamber (s.a.v.)’e hüccet olarak verilen ve üzerinde düşünülecek olan Kur’an olmalıdır.

Zemahşerî ve Beydâvî ayetin “Tefekkür etmez misiniz” kısmını: “Âmâlar gibi dalâlete düşenlerden olmayın. Bilin/belleyin ki ben, bana yakışmayan şerre davet etmem, bana düşen bana vahyolunan şeye tâbi olmaktır”125 şeklinde tefsir ederler. Anladığımız kadarıyla üzerinde düşünülmesi ve zorunlu olarak varılması gereken noktalar Hz. Peygamber (s.a.v.)’in diliyle ifade edilen şeylerdir.

Fahruddîn Râzî bu ayetle ilgili olarak birkaç mesele zikretmektedir. Bunlar: Ayetteki, (ِﻪّﻠﻟا ُﻦِﺋﺁَﺰَﺧ يِﺪﻨِﻋ ْﻢُﻜَﻟ ُلﻮُﻗَأ ﱠﻻ ﻞُﻗ) “Size Allah'ın hazineleri benim yanımdadır, demiyorum” ifadesinin anlattığı husus. Bil ki kâfirler, Hz. Peygamber (s.a.v.)’e, “Eğer sen, Allah tarafından gönderilmiş bir peygamber isen, O’ndan bize dünyanın fayda ve iyiliklerini çokça verip saadet kapılarını açmasını iste” dediler. Allah da, onlara de ki: size, Allah'ın hazinelerinin yanımda olduğunu söylemiyorum. O, mülkü dilediğine verir. O, dilediğini aziz, dilediğini zelil kılar. Bütün hayırlar, benim elimde değil, O’nun elindedir buyurmuştur. İkinci mesele ayetteki, (َﺐْﻴَﻐْﻟا ُﻢَﻠْﻋَأ ﻻَو) “Gaybı da bilmiyorum.” cümlesinin anlattığı husus. Bu, “Kâfirler, Hz. Peygamber (s.a.v.)’e, “Eğer, Allah’ın bir peygamberi isen, faydalı olan şeyleri elde edip, zararlı olan şeyleri

122 Taberî, Câmiu’l-Beyân, V, 197. 123 En’am 6/51.

124 Ayetteki ﻪﺑ zamirinin Kur’an oluşu ile ilgili bkz:İbn Kesîr, Tefsîr, II, 181. 125 Zemahşerî, Keşşaf, I, 359; Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl, I, 410.

savuşturmaya hazır olalım diye, meydana gelecek fayda ve zararları bize şimdiden haber vermelisin” dediler de, Cenâb-ı Allah, “Ben gaybı bilmem. O halde benden, böyle bir şeyi nasıl istersiniz” de” buyurmuştur. Netice olarak diyebiliriz ki: “O kâfirler, birinci merhalede Hz. Peygamber (s.a.v.)’den çok mal istemişler; ikinci merhalede de, gaybları (istikbali) öğrenmek suretiyle, menfaatleri elde edip, zararlı şeyleri savuşturabilmek için, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in, gaypları kendilerine bildirmesini istemişlerdir. Üçüncü mesele ayetteki (ٌﻚَﻠَﻣ ﻲﱢﻧِإ ْﻢُﻜَﻟ ُلﻮُﻗَأ ﻻَو) “Ve size, ben bir meleğim de demiyorum.” sözünün anlattığı husustur.“O kâfirler, şu nasıl peygamber? (Bizim gibi) yemek yiyor, çarşılarda yürüyor evleniyor ve insanların içine karışıyor”126 diyorlardı. Buna karşı Cenâb-ı Hakk da, “Onlara, “Ben bir melek değilim” de” buyurdu.127 Yine müfessire göre (ﱠﻲَﻟِإ ﻰَﺣﻮُﻳ ﺎَﻣ ﱠﻻِإ ُﻊِﺒﱠﺗَأ ْنِإ)“Ben sadece bana vahyolunana uyuyorum” buyruğunun zahiri, Hz. Peygamber’in, ancak vahiy ile hareket ettiğine delâlet eder ki bu da, şu iki hükme işaret etmektedir: Bu ayet, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in, kendiliğinden hiçbir hüküm vermediğine ve içtihat etmediğine; aksine, bütün hükümlerin vahiyden sâdır olduğuna delâlet eder. Bu husus, “O kendi arzusuna göre konuşmaz. O (bildirdikleri) vahyedilenden başkası değildir”128 ayetleriyle de kuvvet kazanır. İkinci husus kıyası kabul etmeyenler şöyle demişlerdir: İşte bu ayet ile Hz. Peygamber (s.a.v.)’in sadece kendisine inen vahiy ile amel ettiği sabit olmuş olur. Sonra Cenâb-ı Hakk bunu, (ُﺮﻴِﺼَﺒْﻟاَو ﻰَﻤْﻋَﻷا يِﻮَﺘْﺴَﻳ ْﻞَه ْﻞ ) “De ki: “Kör ُﻗ ile gören bir olur mu?” ifadesiyle de te’kid etmiştir. Bu böyledir, zira vahiyden başkasıyla amel etmek, kör kimsenin ameli gibi; vahiyle amel etmek ise, gören kimsenin ameli gibi olur. Daha sonra “Hiç düşünmez misiniz?” buyrulmuştur ki bundan murad, aklı olan kimsenin bu iki şey arasındaki farkı bilmesi ve bunu bilmekten gafil olmaması gerektiğine bir dikkat çekme ve tembihtir.129

Kurtubî ve Şevkânî üzerinde düşünülecek olanın söz konusu mesel olduğunu söylemişlerdir: “Bu ikisinin, kör ile görenin eşit olmadığını düşünmez misiniz?”130 Ancak şunu söyleyelim ki bu meselin üzerinde düşünmek son tahlilde; Allah’ın ayetlerini yalanlayıp üzerinde düşünmeyen ve Hz. Peygamber (s.a.v.)’in Kuran’la

126 Furkan 25/7.

127 Râzî, Tefsir-i Kebir, VI, 293. 128 Necm 53/3–4.

129 Râzî, Tefsir-i Kebir, VI, 294.

yaptığı inzara kulak asmayan kimselerle bunlara iman eden ve O’nun çağrısına uyan kimselerin eşit olmadığı sonucuna götürmektedir. Dolayısıyla müfessirlerin beyanı aynı hakikatin farklı ifadeleri olmaktadır.

ِإ َﻮُه ْنِإ ٍﺔﱠﻨِﺟ ﻦِﻣ ﻢِﻬِﺒِﺣﺎَﺼِﺑ ﺎَﻣ اوُﺮﱠﻜَﻔَﺘَﻳ ْﻢَﻟَوَأ ٌﻦﻴِﺒﱡﻣ ٌﺮﻳِﺬَﻧ ﱠﻻ

b. A’râf 7/184: “Onlar hiç düşünmediler mi? Arkadaşlarında herhangi bir

cinnet yoktur; O, açık bir uyarıcıdan başka biri değildir.”

Katâde’den gelen rivayete göre Hz. Peygamber (s.a.v.), Safa Tepesi’ne çıkar, Mekkeliler’i aşiret aşiret, “Ey Falanoğulları, Ey Falanoğulları!” diye Allah’ın azabına karşı ikaz ederdi. İçlerinden biri, “Bu arkadaşınız cinlendi, akşamdan sabaha kadar bağırıyor” dedi. Bunun üzerine bu ayet nazil oldu.131

Kurtubî ayetin tefsiriyle ilgili olarak: “Muhammed (s.a.v.)’in getirmiş olduğu şeyler hakkında hiç düşünmediler mi?” demiştir. O, bu yorumuyla inkârcıların Hz. Peygamber (s.a.v.)’i delilikle yaftalamadan önce O’nun getirmiş olduğu ayetleri düşünmeleri gerektiğine işaret etmektedir. Zira Hz. Peygamber (s.a.v.)’i bu şekilde davranmaya sevk eden, almış olduğu vahiy ve bunları tebliğ emridir.

Müfessir daha sonra: “(اوﺮﻜﻔﺘﻳ ﻢﻟوأ) ifadesindeki ‘yetefekkerû’da durmak güzeldir.” yorumunu yapmıştır. Böylelikle üzerinde düşünülecek şeyin Kur’an olduğu teyit edilmektedir.

Aynı kanaati Şevkânî de paylaşmakta olup: “Bu soruda istifhâm-ı inkârî vardır, Onlar Resûlullah’ın durumunu, onun getirmiş olduğu şeyleri ve arkadaşlarında bir delilik olmadığını düşünmezler mi?” diyerek söz konusu görüşü genişletmektedir. ‘Yetefekkerû’da durmak güzel vakıflardandır, dedikten sonra: “O apaçık bir uyarıcıdır” ifadesinin, “Arkadaşınızda herhangi bir delilik yoktur” kısmını açıkladığını söylemektedir.132

Bu ayetle inkârcıların: “Ey üzerine zikir (Kur’an) indirilen sen bir mecnunsun”133 sözünün reddedildiği söylenmiştir.134 İbn Kesîr ayrıca ayetin şu ayetle aynı anlamda olduğunu söylemektedir: “De ki: ‘Size sadece bir tek nasihat edeceğim. Şöyle ki: Allah için ikişer, üçer ve teker teker kalkarsınız, sonra da iyi düşünürsünüz.’

131 Taberî, Câmiu’l-Beyân, VI, 134; İbn Kesîr, Tefsîr, II, 358; Zemahşerî, Keşşaf, I, 439. 132 Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, II, 395.

133 Hicr 15/6.

Arkadaşınızda (peygamberde) delilikten eser yoktur. O, yalnız şiddetli bir azabın önünde, sizi sakındıracak bir peygamberdir.”135

Fahruddîn Râzî, Hz. Peygamber(a.s.)’de herhangi bir deliliğin olmadığı üzerinde düşünülmesi gerektiğini söyleyerek ayetle ilgili şu değerlendirmeyi yapar: “Cenâb-ı Hak, ayetlerinden yüz çevirip delil ve beyyinelerini iyice düşünmekten gafil olan kimseleri alabildiğince tehdid etmiştir. Tekrar onların kafalarındaki şüphelere cevap vermeye yönelerek, (ٍﺔﱠﻨِﺟ ﻦِﻣ ﻢِﻬِﺒِﺣﺎَﺼِﺑ ﺎَﻣ اوُﺮﱠﻜَﻔَﺘَﻳ ْﻢَﻟَوَأ) “Onlar hiç düşünmediler mi? Arkadaşlarında herhangi bir cinnet yoktur; buyurmuştur. Tefekkür (düşünme), manaları kalb ile aramaktır. Çünkü kalbin düşünmesi, “nazar”, “akletme”, “teemmül” ve “tedebbür” diye ifade edilir. Göz ile görmek, bir şeyin görülüp bilinmesi için belli bir hal olup, bu halin meydana gelmesi için de, görülecek o şeyi görmek maksadıyla, gözbebeğini görülecek şeye doğru çevirme gibi bir mukaddimesi vardır. Aynı şekilde kalb ile görmenin (basiretin) de bir şeyin bilinip anlaşılması için belli bir hal olup, bunun da, o bilinme ve anlaşılmayı sağlayabilmek için, aklın gözbebeğini etrafa çevirme gibi bir mukaddimesi vardır. İşte buna da “aklın nazarı (bakışı) ve fikri (düşünmesi)” denir. O halde ayetteki, “Onlar hiç düşünmediler mi? ifadesi, eşyayı olduğu gibi, tam, mükemmel ve doğru olarak bilip tanımak için, fikri, teemmülü, tedebbürü ve iyice düşünmeyi emirdir. Ayetin lafzında bir hazif vardır ve takdiri, “Onlar düşünüp de anlamadılar mı ki arkadaşları Muhammed’de delilikten hiç bir eser yoktur” şeklindedir.136

Âlûsî de Hz. Peygamber (s.a.v.)’de herhangi bir deliliğin olmadığı üzerinde düşünmeleri gerektiği görüşünü zikrettikten sonra, Tabersî’nin (v.548/1153) ( ﻢﻟوأ اوﺮﻜﻔﺘﻳ) ile sözün tamam olduğunu, ifadenin: “Yalanlıyorsunuz da O’nun sözleri ve davranışları hakkında düşünmüyor musunuz?” anlamında olduğunu nakletmektedir.137

Zikrettiğimiz müfessirler bu ayette düşünülmesi gereken hususun Hz. Peygamber (s.a.v.)’in getirmiş olduğu vahiy olduğu görüşünü benimsemiş gibidirler. Biz de, inkârcıların Hz. Peygamber (s.a.v.)’i cinnetle itham etmiş olmalarının yegâne sebebi O’na vahyin gelmesidir, düşüncesinden hareketle düşünmeleri gereken hususun Kur’an olduğu kanaatini taşıyoruz.

135 Sebe 34/46; İbn Kesîr, Tefsîr, II, 358. 136 Râzî, Tefsir-i Kebir, VII, 319. 137 Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, IX, 128.

Ancak şunu da ifade edelim ki, Taberî, Fahruddîn Râzî, İbn Kesîr gibi müfessirler böyle bir yoruma gitmemişler, düşünülmesi gerekenin Hz. Peygamber (s.a.v.)’de herhangi bir cinnetin olmadığı görüşünü benimsemişlerdir.138

َنوُﺮﱠﻜَﻔَﺘَﻳ ٍمْﻮَﻘِﻟ ِتﺎَﻳﻵا ُﻞﱢﺼَﻔُﻧ َﻚِﻟَﺬَآ… c. Yunus 10/24: “Dünya hayatının misali şöyledir: Gökten indirdiğimiz su ile insanların ve hayvanların yediği bitkiler birbirine karışmıştır. Nihayet yeryüzü süslerini takınıp süslendiği ve sahipleri kendilerini ona gücü yeter sandıkları bir sırada, geceleyin veya gündüzün, ona emrimiz gelivermiştir, ansızın ona öyle bir tırpan atıvermişiz de sanki bir gün önce orada hiçbir şenlik yokmuş gibi oluvermiştir.

Düşünen bir kavim için ayetlerimizi işte böyle açıklarız.”

Ayette dünya hayatıyla ilgili bir mesel anlatılmakta, meselin sonunda da insanlar tefekküre davet edilmektedir. Ayetin ilk verdiği intiba umumî olarak tefekküre sevk eden ayetlerden biri olduğu yönündedir. Ancak, “Düşünen bir kavim için ayetlerimizi işte böyle açıklarız.” ifadesi, buradaki ayetlerin Kur’an ayetleri olup olmadığının araştırılmasını gerekli kılmaktadır.

İbn Kesîr buradaki ayetleri, hüccetler ve deliler olarak tefsir etmektedir. Sonra da bu hüccet ve delillerin düşünülüp ibret alınması gerektiğini söylemektedir.139 Müfessirin sonraki açıklamalarından buradaki ayetleri ibretler olarak yorumladığı anlaşılmaktadır. Şevkânî de bu düşünmenin ayette anlatılan mesel üzerinde olması gerektiğini söylemiştir.140

Kurtubî ayeti, “Allah’ın ayetleri üzerinde düşünen bir kavim için” şeklinde tefsir etmektedir.141 Bu beyanından Kur’an ayetlerini kast etmiş olmalıdır. Âlûsî de söz konusu ayetlerin Kur’ânî ayetler olduğunu; bu ayetlerin dünya hayatının hallerine işaret eden bu nevi ayet-i kerimeleri açıklayıp beyan ettiğini söylemektedir: “İşte ayetlerimizi, manalarını tefekkür eden ve bunların hakikatleri üzerinde duran bir

138 Taberî, Câmiu’l-Beyân, VI, 134; Râzî, Tefsir-i Kebir, VII, 319; İbn Kesîr, Tefsîr, II, 358. 139 İbn Kesîr, Tefsîr, II, 543.

140 Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, III, 92. 141 Kurtubî, el-Câmi’, VI, 393, VIII, 295.

toplum için böylece izah ediyoruz.”142 Ancak müfessir, ayetlerle meseli anlatma esnasında verilen ibretlerin kastedilmiş olabileceğine de işaret etmektedir.143

Bu ayette geçen (َنوُﺮﱠﻜَﻔَﺘَﻳ ٍمْﻮَﻘِﻟ ِتﺎَﻳﻵا ُﻞﱢﺼَﻔُﻧ َﻚِﻟَﺬَآ) “Düşünen bir kavim için ayetlerimizi işte böyle açıklarız.” ifadesindeki düşünmek, tefekkür etmek hakkında müfessirlerin ikiye ayrıldığını görmekteyiz. İbn Kesir ve Şevkânî, ayetlerden kasıt ibretler, deliller ve ayette zikredilen mesel olduğunu zikrederler. Kurtubî ve Âlûsî de söz konusu ayetlerin Kur’an ayetleri üzerinde düşünmek olduğunu belirtmişlerdir. Biz de doğrudan olmasa da dolaylı olarak Kuran ayetleri üzerinde düşünülmesi gerektiğine inanıyoruz.