• Sonuç bulunamadı

Doğrudan Kur’an Üzerinde Tefekküre Çağıran Ayetler

A. TEFEKKÜR KAVRAMI

3. Tefekkürle İlgili Ayetler

3.2. Kur’an Üzerinde Düşünmeye Çağıran Ayetler

3.2.2. Doğrudan Kur’an Üzerinde Tefekküre Çağıran Ayetler

ﺎِﺑ نوُﺮﱠﻜَﻔَﺘَﻳ ْﻢُﻬﱠﻠَﻌَﻟَو ْﻢِﻬْﻴَﻟِإ َلﱢﺰُﻧ ﺎَﻣ ِسﺎﱠﻨﻠِﻟ َﻦﱢﻴَﺒُﺘِﻟ َﺮْآﱢﺬﻟﺎَﻜْﻴَﻟِإ ﺎَﻨْﻟَﺰﻧَأَو ِﺮُﺑﱡﺰﻟاَو ِتﺎَﻨﱢﻴَﺒْﻟ a. Nahl 15/44: “Biz o peygamberleri mucizelerle ve kitaplarla gönderdik. Ey

Peygamberim! Sana da Zikr’i (Kur'ân'ı) indirdik ki, insanlara indirileni açıklayasın. Belki onlar da düşünürler.”

Bu ayete peygamberlerden, mucizelerinden ve onlara verilen kitaplardan bahsedilerek başlanmaktadır. Bu girizgâhla konu, Hz. Peygamber (s.a.v.)’e Kur’an’ın indirilmiş olmasına –ve onun mucizesinin Kur’an oluşuna- sonra da onun Kur’an’ı insanlara açıklama (tebyîn) görevine getirilmiştir. Burada “Muhatapların üzerinde düşüneceği konu nedir?” sorusu akla gelmektedir. Ayetin muhtevasından bunun Hz. Peygamber (s.a.v.)’in getirmekte ve açıklamakta olduğu Kur’an olduğu anlaşılmaktadır. Ayetteki (ْﻢِﻬْﻴَﻟِإ َلﱢﺰُﻧ ﺎَﻣ) “onlara indirileni” kısmı da buna işaret etmelidir. Yani Hz. Peygamber (s.a.v.)’e Kur’an indirilirken asıl olarak bunlar insanlar için ve onların tefekkür edip anlamaları için indirilmiştir. Yine Kur’an değil de “Zikir” isminin geçmiş olması da bunu göstermektedir. Yani insanlar kendilerine indirilen ve Peygamber (s.a.v.) tarafından açıklanan kitabı tefekkür edecekler bunun sonucunda da onu bir zikir, bir öğüt olarak telakki edeceklerdir.

Nitekim Taberî ayetin: (َﺮْآﱢﺬﻟﺎَﻜْﻴَﻟِإ ﺎَﻨْﻟَﺰﻧَأَو) “Sana da Kur'ân'ı indirdik…” kısmını, “Ey Muhammed sana da bu Kur’ân’ı insanlara bir hatırlatma (tezkîran) ve bir nasihat olarak indirdik” şeklinde tefsir eder. (ْﻢِﻬْﻴَﻟِإ َلﱢﺰُﻧ ﺎَﻣ ِسﺎﱠﻨﻠِﻟ َﻦﱢﻴَﺒُﺘِﻟ) “İnsanlara vahyedileni

142 Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, XI, 102. 143 Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, XI, 102.

açıklayasın…” kısmına : “Kur’an’dan onlara indirilmiş olanı onlara tarif edesin”144, (نوﺮﻜﻔﺘﻳ ﻢﻬﻠﻌﻟو) “Belki onlar da düşünürler.” kısmına da “Onun -yani sana indirmiş olduğumuz şeyin- üzerinde düşünmeleri, öğüt ve ibret almaları için”145 anlamını verir. Müfessir, “Belki onlar da düşünürler.” ifadesi ile ilgi olarak Mücahid’den de: “Belki itaat ederler” görüşünü nakleder.146

Zemahşerî’nin ayeti tefsiri ise şöyledir: “Kitab”a “zikir” tabir olunmuştur; çünkü o, bir nasihat ve gafiller için bir tembihtir. “Onlara indirileni açıklayasın…” onlara Zikir’de Allah’ın emrettiklerini, yasakladıklarını, va’d ve vaîd olarak indirmiş olduklarını açıklayasın. (نوﺮﻜﻔﺘﻳ ﻢﻬﻠﻌﻟو) ile de Allah, onun tembihlerine kulak verip alaka göstermeyi ve teemmül etmeyi irade etmiştir.147

Fahruddîn Râzî, “Ey Peygamberim! Sana da Zikr’i (Kur'ân'ı) indirdik ki, insanlara indirileni açıklayasın.” İfadesiyle ilgili olarak birkaç mesele zikretmektedir: Birici mesele, bu sözün zahiri, ayette bahsedilen “zikr”in, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in izahına muhtaç olduğunu ifade etmektedir. Beyana muhtaç olan şey ise, “mücmel”dir. O halde bu ayetin zahiri, Kur’an’ın tamamının mücmel olmasını iktiza eder. İşte bu husustan dolayı bazıları, “Her ne zaman Kur’an ile hadis arasında bir tearuz olursa, hadisin öne alınması (ona uyulması) gerekir. Çünkü Kur’an, mücmeldir. Bunun delili ise, bu ayettir demişlerdir. Buna şu şekilde cevap verilir: Kur’an’ın bir kısmı muhkem, bir kısmı müteşâbihtir. Muhkem olanın, “mübeyyen” olması gerekir. Böylece, Kur’an’ın tamamının mücmel olmadığı, aksine onda mücmel olan bazı ayetlerin bulunduğu sabit olmuş olur. O halde, “insanlara indirileni açıklayasın.” ifadesi, “mücmel olanları...” manasına hamledilir. İkinci mesele bu ayetin zahiri, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in, Allah Teâlâ’nın, mükelleflere indirdiği her şeyi beyan edici olmasını gerektirir. İşte bu noktada, kıyası kabul etmeyenler şöyle demişlerdir: “Şayet kıyas hüccet olsaydı, mükellefin, o hükmü kıyas yoluyla da anlayıp beyan etmesi ihtimali bulunduğu için, Hz. Peygamber’e, Allah Teâlâ’nın, mükelleflere indirdiği her şeyi beyan etmesi vacip olmazdı. Bu ayet, bütün mükellefiyet ve hükümleri beyan edenin Hz. Peygamber (s.a.v.) olduğuna delalet

144ﻚﻟذ ﻦﻣ ﻢﻬﻴﻟإ لﺰﻧأ ﺎﻣ ﻢﻬﻓﺮﻌﺘﻟ.

145ﻚﻴﻟإ ﺎﻨﻟﺰﻧأ ﺎﲟ يأ : ﻪﺑ اوﱪﺘﻌﻳو ﻪﻴﻓ اوﺮآﺬﺘﻴﻟو. 146 Taberî, Câmiu’l-Beyân, VII, 588.

edince, kıyasın bir hüccet olmadığını anlamış oluyoruz. Buna şu şekilde cevap verilebilir: Hz. Peygamber (s.a.v.), kıyasın bir hüccet olduğunu beyan edip, kim de hüküm ve mükellefiyetleri ortaya koyma, izah etme hususunda kıyasa başvurursa, bu, aslında, Hz. Peygamber(s.a.v.)'in beyanına başvurma olmuş olur.148

Kurtubî de ayeti: “Onlara bu kitapta hüküm, mükâfat ve ceza olarak indirmiş odluklarımızı, söz ve fiillerinle açılayasın diye…” şeklinde tefsir eder; (نوﺮﻜﻔﺘﻳ ﻢﻬﻠﻌﻟو) ifadesinden sonra da “öğüt alırlar” cümlesini zikreder.149 Beydâvî de bu ibare ile: “O’nun (Zikr’in) üzerinde teemmül etmeleri ve onun hakikatlerine dikkat kesilmeleri irade edilmiştir” der.150

Âlûsî, ayetin (سﺎﻨﻠﻟ ﻦﻴﺒﺘﻟ ) kısmının (نوﺮﻜﻔﺘﻳ ﻢﻬﻠﻌﻟو) ile bağlantısını şu şekilde kurmaktadır: “Tebyîn, söylenmek isteneni tasrih, işaret edileni irşattan daha geniştir; tebyîn kıyas, nassın işareti, delaleti; akide, hakikat ve ilâhi sırlar gibi ondan (kitaptan) istinbat edilen şeyleri de kapsar. Herhâlde Allah’ın (نوﺮﻜﻔﺘﻳ ﻢﻬﻠﻌﻟو) kavlinde de buna işaret vardır. Yani Allah, kullarından düşünmelerini, böylelikle de (Kur’an’ın) içindeki hakikatlere, ibretlere dikkat kesilmelerini, önceki milletleri azaba sürükleyen şeylerden de kaçınmalarını talep etmektedir.”151 Müfessir, daha sonra Mutezili düşünceye sahip bir müfessirin: “(نوﺮﻜﻔﺘﻳ ﻢﻬﻠﻌﻟو) kavlinde Onun üzerinde düşünmeleri ve Hakk’ı öğrenmeleri irade edilmiştir. Ve burada Cebriye’nin söylediğinin aksine Allah’ın bütün insanlardan marifete götüren tefekkür ve nazara sahip olmalarını irade ettiğine delâlet vardır.” Görüşünü nakleder ve bu görüşü şöyle değerlendirir: “Biz ise burada irade değil talep olduğunu düşünüyoruz. Ayrıca bütün herkes değil bir kısım insanlar, belki de insanların ekserisi kastedilmiştir, denilmiştir.”152

Öyle anlaşılıyor ki müfessir, (ﻢﻬﻠﻌﻟ) ifadesine yapılan yorumunu tenkit etmekte; bu ifadeden kesin ve bütün insanları kapsayan bir beklenti(irade) anlaşılamayacağını söylemektedir. Bir başka ifadeyle, Mutezile’nin ayetten nazar ve istidlâlin vücubunu çıkarmaya çalışmasını reddetmekte, ayetten bunun çıkarılamayacağını beyan etmektedir. Bize göre de ayete böyle bir anlam verilirken mezhep taassubuna gidilmiştir. Ayetten müstakil ve mutlak bir tefekkür değil, Kur’an’ın manalarının ve

148 Râzî, Tefsir-i Kebir, IX, 394. 149 Kurtubî, el-Câmi’, X, 98. 150 Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl, I, 399. 151 Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, XIV, 150. 152 Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, XIV, 150.

Hz. Peygamber (s.a.v.)’in beyanlarının tefekkürü ve bunun nihai planda götürdüğü itaat anlaşılmaktadır.

Nitekim İbn Âşûr, ayetin (نوﺮﻜﻔﺘﻳ ﻢﻬﻠﻌﻟو) kısmında şunları söylemektedir: “Burada Kur’an’ın indiriliş hikmetlerinden olan diğer bir hikmet daha vardır: insanları Kur’an üzerinde tefekküre hazırlamak ve onların Allah’ın rızasına yaklaştırıcı şeyleri teemmül etmelerini sağlamak. (سﺎﻨﻠﻟ ﻦﻴﺒﺘﻟ )’in tefsirinde birinci yön; insanların Kur’an’ın manalarını kendi kendilerine tefekkür etmeleri ve faydalarını anlamalarıdır. İkinci yön ise, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in beyanını düşünmeleri, anlayışları ile onu kavramalarıdır.”153

ْﻮَﻟ ْﻢُﻬﱠﻠَﻌَﻟ ِسﺎﱠﻨﻠِﻟ ﺎَﻬُﺑِﺮْﻀَﻧ ُلﺎَﺜْﻣَﺄْﻟا َﻚْﻠِﺗَو ِﻪﱠﻠﻟا ِﺔَﻴْﺸَﺧ ْﻦﱢﻣ ﺎًﻋﱢﺪَﺼَﺘﱡﻣ ﺎًﻌِﺷﺎَﺧ ُﻪَﺘْﻳَأَﺮﱠﻟ ٍﻞَﺒَﺟ ﻰَﻠَﻋ َنﺁْﺮُﻘْﻟا اَﺬَه ﺎَﻨْﻟَﺰﻧَأ

َنوُﺮﱠﻜَﻔَﺘَﻳ b. Haşr 59/21: “Biz bu Kur'ân'ı bir dağa indirseydik, Allah'ın korkusundan

onu baş eğmiş, parça, parça olmuş görürdün. Bu misalleri düşünsünler diye insanlara veriyoruz.”

Bu ayet de doğrudan Kur’an’dan bahsetmekte ve diğer ayetler gibi son kısmında tefekkürden söz edilmektedir.

Ayet genel olarak şöyle tefsir edilmiştir: “Biz bu Kur’an’ı bir dağa, taşa indirseydik, Ey Muhammed onu korkmuş, sağlamlığına ve salâbetine rağmen, Allah korkusundan, O’nun Kur’an’a tazim etme farzını yerine getiremeyeceği endişesinden boyun eğmiş, parça parça olmuş görürdün.154

Allah Kur’an’ın şanını tazim etmek, kadrinin yüceliğini açıklamak, Kur’an’dan dolayı kalplerin huşu duyması, içindeki ceza ve mükâfatları dinleme esnasında parça parça olması gerektiğini anlatmak için böyle buyurmuştur. Dağ, vakarına ve sertliğine rağmen şayet bu Kur’ân’ı anlasaydı ve muhtevasını tedebbür etseydi, huşu duyar ve Allah korkusundan paramparça olurdu; ey insanlar sizin kalplerinizin yumuşamaması, Allah tarafından onun şanını anladığınız ve kitabını tefekkür ettiğiniz halde huşu duymayıp paramparça olmamanız size yakışır mı?155

153 İbn Âşûr, et-Tahrîr ve’t-Tenvîr, I, 2355. 154 Taberî, Câmiu’l-Beyân, XII, 51. 155 İbn Kesîr, Tefsîr, IV, 439.

Ayetin tefsiri ile ilgili İbn Abbas’tan şu görüş nakledilmiştir: “Ben Kur’ân’ı bir dağa indirseydim, o da onu yüklenseydi, onun ağırlığından ve Allah korkusundan boyun eğer, parçalanırdı; dolayısıyla Allah insanlara, Kur’an’ı indirdiği zaman yoğun bir huşu ile ve boyun eğerek tutmalarını emretmektedir.156

Zemahşerî’nin yorumu kısmen farklılık arz etmektedir : “Ayette temsil ve faraziye kabilinden bir anlatım vardır. Bu şu ayetteki anlatıma benzemektedir: “Biz emaneti göklere, yere ve dağlara arzettik…”157 Allah’ın (سﺎﻨﻠﻟ ﺎﻬﺑﺮﻀﻧ لﺎﺜﻣﻷا ﻚﻠﺗو) sözünden maksat, insanın Kur’an tilâveti ve yürek titretici ayetlerini tefekkürü esnasında kalbinin sertliğini ve haşyetinin azlığını kınamaktır.”158 Burada temsil olduğu görüşü yukarıda zikretmiş olduğumuz görüşlerden çok da farklı olmasa gerektir, zira her iki görüşte de anlatılmak istenen Kur’an’ın yüceliği ve ona karşı insanların nasıl bir tutum içinde olmaları gerektiğidir.

Fahruddîn Râzî ise ayeti şöyle değerlendirmektedir: “Eğer dağa, size verildiği gibi bir akıl verilip, sonra da üzerine Kur'ân indirilseydi, o baş eğer, boyun eğer ve Allah korkusundan parça parça olurdu.” Ayetteki, “Bu misalleri düşünsünler diye insanlara veriyoruz.” ifadesinin zikredilmesinden murad, bu kâfirlerin kalblerinin katılığına ve karakterlerinin sertlik ve kabalığına işaret etmektir.159

Kurtubî de ayetin tefsirinde: “Kur’an’ın nasihatlerini teemmül etmesi sebebiyle dağın paramparça olduğunu görürdün; bu da anlatmaktadır ki Kur’ân’ı tedebbürü terk etmenin hiçbir mazereti yoktur…”160 demiştir.

Müfessirlerin görüşlerinden de anlaşılmaktadır ki, ayet bütünüyle insanları Kur’an hakkında tefekkür ve üzerinde tedebbür etmeye sevk etmektedir. Kur’an’ın azametinin ve kadrinin bilinip takdir edilebilmesi, elbette onun gerçek manada anlaşılıp manalarının inceden inceye tefekkür edilmesi ile mümkündür. Allah’ın ayetleri üzerinde düşünülmeden, murâd-ı ilâhi anlaşılmadan Allah korkusundan huşu duymak mümkün gözükmemektedir. Özellikle Kurtubî’nin ortaya koymuş olduğu görüş, ayeti daha net anlamamızı sağlar gibidir: “Kur’ân’ı tedebbürü terk etmenin hiçbir mazereti yoktur…”

156 Taberî, Câmiu’l-Beyân, XII, 51; İbn Kesîr, Tefsîr, IV, 439. 157 Ahzâb 33/72.

158 Zemahşerî, el-Keşşâf, I, 1244; benzer yorumlar için bkz: Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl, I, 323; Âlûsî,

Rûhu’l-Meânî, XXVIII, 61; Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, V, 291.

159 Râzî, Tefsir-i Kebir, XV, 312. 160 Kurtubî, el-Câmi’, X, 98.