• Sonuç bulunamadı

Lozan Barış Antlaşması’nın İktisadi Boyutu

DÜZENLEMELER VE UYGULAMALARI (1923-1938)

2.2. İzmir İktisat Kongresi Kararları Doğrultusunda Uygulanan Tarım Politikaları (1923-1929)

2.2.3. Lozan Barış Antlaşması’nın İktisadi Boyutu

Milli Mücadelenin 9 Eylül 1922 tarihinde sona ermesinden sonra temelli bir barış için Ankara Hükümeti ile görüşmeler 21 Kasım 1922’de Lozan’da başlamış fakat 4 Şubat 1923’te kesintiye uğramıştır. 23 Nisan 1923 tarihinde yeniden başlanan görüşmeler neticesinde 24 Temmuz 1923’te Cumhuriyet tarihinin temel taşlarından biri olarak görülen “Lozan Barış Antlaşması” imzalanmıştır. Bu antlaşma Milli Mücadelenin siyasi manada adeta bir tescil belgesi niteliğinde olmuştur58. Lozan Barış

Konferansında Türk tarafının Başkanı olarak yer alan İsmet İnönü “ekonomik bağımsızlık” prensibinden asla taviz verilmeyeceğini duyurmuştur. Bu dönemde Mustafa Kemal İzmir İktisat Kongresi’nde kabul edilen iktisadi esasları temel dayanak noktası göstererek: “Türkiye’nin iktisat ve maliye açısından gelişmesi O’nun tam ve

eksiksiz bağımsızlığına bağlıdır. Bu Türkiye’nin varlığının temel şartıdır. Bağımsız bir ulus gibi, Türk ulusunun da, ekonomik özgürlüğünü engelleyen bütün kısıtlamalardan kurtulması zorunludur. Bu vesile ile Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, uluslararası ekonomik ilişkilerde ve bu ilişkileri düzenlemek için yapacağı antlaşma ve sözleşmelerde, egemenliğinin ve bağımsızlının gereklerine uygun davranacağını bildirir. Her ulusun gelişmesindeki etkenlerden biri olan bu ilke, Türkiye’nin gelecekteki ulusal ekonomisinin de dayanağı olacaktır.”59 şeklindeki ifadesiyle de bir

57Ökçün, Türkiye İktisat Kongresi 1923 – İzmir Haberler – Belgeler - Yorumlar, s. 326-338.

58Murat Koraltürk, “Türkiye Ekonomisi 1923-1960”, Türkler, C. 17, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları,

2002, s. 582.

59Mehmet Aykanat, 1923-1938 Döneminde Türk Tarım Politikası, Ankara Üniversitesi Türk İnkılap

Tarihi Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2007, s. 33. Lozan Barış Konferansı ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Seha L. Meray (Çeviren), Lozan Barış Konferansı: Tutanaklar-Belgeler, 8 Cilt, 2. Baskı, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2001.

31

kez daha ekonomik bağımsızlıktan asla vazgeçilemeyeceğini vurgulamış ve nitekim Lozan Konferansı görüşmeleri de bu hedef doğrultusunda gerçekleşmiştir.

Lozan Antlaşması Türkiye’yi siyasi manada etkilediği kadar ekonomik anlamda da ciddi ölçüde etkilemiştir. Uzun yıllardır ülke ekonomisi için ağır bir yük unsuru olan kapitülasyonlar bu antlaşma ile kaldırılmıştır. Ekonomik olarak büyük bir başarı olarak kabul edilen bu karar Türkiye iktisat tarihi açısından da önem arz etmektedir. Lozan Antlaşması ile Osmanlı borçlarının büyük çoğunluğu Türkiye Cumhuriyeti’ne bırakılmak suretiyle Osmanlı İmparatorluğunun topraklarını paylaşmış olan diğer devletlere pay edilmişti. Fakat borçları paylaşım hususunda söz konusu devletlerarasındaki görüş ayrılıkları dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti ile alacaklı konumundaki devletlerarasında borçlarla ilgili antlaşma 13 Haziran 1928 tarihinde imzalanabilmiştir. Bu antlaşma ile Türkiye toplamda 161 milyon altın liralık Osmanlı borcunun 107 milyon altın liralık kısmını 99 yılda ödemeyi üstlenmiştir. Fakat bütün borç taahhüt edilen süreden çok önce 1954 senesinde ödenmiştir60.

Lozan Antlaşması’nın iktisadi boyutlarından biri de, Ocak 1923’te Lozan’da imzalanmış olan “Türk ve Rum Ahalinin Mübadelesine Dair Mukavelename ve Protokol” olmuştur. Bu protokol ile Türkiye’deki Rumlar ile Yunanistan’daki

Türklerin karşılıklı mübadelesi söz konusu olmuş ve 1.5 milyon civarında Rum

Anadolu’yu terk etmiş, yaklaşık 500.000 Türk ise Yunanistan’dan Anadolu’ya taşınmıştır. Mübadele işlerini düzenlemesi maksadıyla 13 Ekim 1923’te “Mübadele,

İmar ve İskân Vekâleti” kurularak Mustafa Necati Bey Vekâletin başına getirilmiştir.

Vekâlet, memleketi iskân bölgelerine ayırarak çıkarmış olduğu Kasım 1923 tarihli “Mübadele, İmar ve İskân Kanunu” ile memlekete gelen muhacirlerin nerelere yerleştirileceği, alınacak önlemler ve gelenlere yapılacak yardımlar belirlenmiştir. Mübadillere yer temini ve toprak dağıtımları dışında “çift hayvanı, tohumluk, arpa, buğday, pulluk, bel ve zirai aletler”61 verilmesi Devletin bu konudaki hassasiyetini

gösteren önemli yardımlardır. Mübadele ile Osmanlı ekonomisinde önemli bir payı bulunan Gayrimüslimlerin ülkeden ayrılmasının bıraktığı olumsuz etki özellikle de Cumhuriyet’in ilk yıllarında belirgin olmuştur. Özellikle tarımda olmak üzere ticaret ve sanayi alanlarında etkin bir yer alan gayrimüslimlerin ülkeden ayrılmaları ülke

60Özçelik ve Tuncer, a.g.m., s. 256-257.

61Toplamda on iskân mıntıkasına ayrılan Türkiye içerisinde Balıkesir, üçüncü iskân bölgesinin merkezi

olarak belirlenmiştir. Eda Özcan, “Ahali Mübadelesi ve Yardımların İstanbul Örneği”, ÇTTAD, IX/20- 21, 2010 Bahar-Güz, s. 63,70.

32

ekonomisine ciddi anlamda zarar vermiş, ayrıca mübadele neticesinde gelenlerin de gidenler kadar sayısının çok olmaması ve nitelikli olmamaları ekonomide kaçınılmaz bir duraklama yaşanmasına sebep olmuştur. Fakat gerek Rumeli’den gelmiş olan halk gerekse Anadolu halkı ekonomide yaşanan bu durgunluğun kısa sürede atlatılması için elinden gelen çabayı göstermiş ve el birliğiyle ülke topraklarını işlemeye girişmişlerdir.

Lozan Barış Antlaşması’nın getirdiği ülke ekonomisi için önem arz eden gelişmelerden biri de gümrük vergileri konusunda görülmüştür. Görüşmelerde yeni devletin uygulayacağı gümrük vergileri hususu önemli tartışmalar yaşanmasına neden olmuştur. Başta İngiltere ve Fransa olmak üzere diğer devletlerin de ortak talebiyle karşı karşıya kalmış olan Türkiye gümrük vergilerinde istediği şekilde düzenleme yapabilme iznini ancak 1929 yılından itibaren geçerli olmak üzere elde edebilmiştir. 1929 yılına kadar ise 1 Eylül 1916 tarihli ve çoğunluğu özel nitelikli gümrük vergilerinden oluşan tarifeler geçerliliğini korumuştur. Gümrük vergileri hususundaki söz konusu kısıtlamalar 24 Ağustos 1928 tarihinde sona ermiş ve devlet 1929’dan itibaren korumacı bir politika izlemeye yönelmiştir62. 1929 yılına kadar geçerli olan

uygulamanın etkisi dış ticaret endekslerinde de kendisini göstermiş ve 1923’den 1929’a kadar geçen sürede Türkiye’nin ithalat miktarı, ihracat miktarının üzerinde bir seviyede olmuştur. 1929 yılına kadarki dönemde yapılan ihracatın ise büyük çoğunluğu şüphesiz tarım ürünlerinden oluşmuştur. “Tütün, kuru üzüm, pamuk, incir, fındık, yün, afyon ve yumurta ihracatın 1924’te % 70,8’ini, 1925’te % 64,5’ini, 1926’da % 72,2’sini, 1927’de % 59,8’ini, 1928’de % 67,6’sını ve 1929’da ise % 60,1’ini oluşturmuştur63. Lozan Barış Antlaşması denildiğinde akla ilk gelen siyasi bir

antlaşma olduğu olsa da aynı zamanda Lozan Antlaşması Türkiye için önemli ekonomik nitelikler içeren bir antlaşma olmuştur.

Lozan Antlaşması bağımsız bir Türk devletinin varlığının bütün dünya tarafından kabul edildiği bir antlaşma olması bakımından önem arz etmektedir. Antlaşmadan kısa süre sonra 29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyet’in ilanıyla artık Türkiye için yaraların sarılacağı ve çağdaş uygarlıklar seviyesine ulaşabilmek, dünyaya ayak uydurabilmek amacıyla bir dizi girişimlerin gerçekleşeceği bir dönem

62Koraltürk, a.g.m., s. 582-583; Metin Toprak, “Osmanlı’dan Devreden Kriz Potansiyeli ve Tek Parti

Dönemi Ekonomik Krizleri”, Türkler, C. 17, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 2002, s. 604.

33

başlamıştır. Cumhuriyetin ilanının ertesi günü kurulmuş olan ilk hükümette görev alan Mustafa Necati o dönemde ülkenin içinde bulunduğu iktisadi durumu şu sözlerle ifade etmiştir:

“Her yer haraptı. Barınacak sığınak bile yoktu. Evler yıkılmış, yollar geçilmez hale gelmişti. Halk en basit vasıtalardan da mahrumdu. El sanatlarını genellikle temsil eden Gayr-i Türk nüfus ortada yoktu. Halk her şeyi devletten beklemek mecburiyetindeydi. Vergiler çok ağırdı ve mükellefin bu vergileri ödemesi çok zordu. Devletin başka geliri de yoktu. Bir fasit daire* içinde olduğumuzu görmemek mümkün değildi…”64 Böyle bir ortamda yapılacak ilk iş ekonominin temel kaynağı

konumundaki tarımsal alanda ortaya çıkmış olan bozulmaları düzeltmek ve ciddi oranda gerilemiş olan üretim miktarını hiç olmazsa savaş öncesindeki seviyeye çekebilmektir. Yeni kurulmuş olan hükümet tarım alanındaki iş gücü eksikliğinin bilincinde olduğundan bu hususta bir takım girişimlerde bulunmuştur. İlk yıllarda öncelikli amaç, tarımsal alandaki iş gücü açığını kapatmak ve bu sayede tarımsal üretim miktarını arttırmak olmuştur. 1924 yılında kabul edilmiş olan kanun doğrultusunda;

∙ “Bir çift öküzü olan çiftçi en az yüz dönüm toprak işlemekle yükümlü tutulmuş,

∙ Savaş yetimleri, dulları ve sakatlarına ait topraklarda her köylüye haftada bir gün çalışma şartı getirilmiş,

∙ Devlete ait teşebbüslerde sermayenin ilk beş bin lirası için en az iki yüz elli dönüm ilave her bin lira için de yirmi beş dönüm toprak işlenmesi zorunlu tutulmuş,

∙ Belediye meclislerine çiftçiye Ziraat Bankası kanalıyla tarım makine ve aletlerini sağlamada yardımcı olma görevi verilmiştir.”65

Tarım sektörünün ülkeyi kalkındırmada öncelikli sektör olarak seçilmesi ve tarımsal üretimin arttırılması amacıyla özellikle 1923-1929 yılları arasında izlenmiş

*Fasit daire: Kısır döngü

64Bahaeddin Yediyıldız (ed.), Atatürk’ten Günümüze Türkiye Ekonomisi, Ankara: Hacettepe

Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayınları, 2002, s. 18.

65Mehmet Öztürk, Tek Parti Dönemi (1923-1945) Tarım Politikalarında Devletçilik, Gazi Üniversitesi

34

politikalar doğrultusunda bu dönemde tarım alanında küçümsenmeyecek bir gelişme yaşanmış ve tarım alanında % 10’un üzerinde bir büyüme hızına ulaşılmıştır.