• Sonuç bulunamadı

Devletçiliğe Geçiş ve CHF’nin Parti Programında Devletçilik

DÜZENLEMELER VE UYGULAMALARI (1923-1938)

2.3. Atatürk Dönemi Devletçilik Politikası ve Uygulamaları (1929-1938)

2.3.3. Devletçiliğe Geçiş ve CHF’nin Parti Programında Devletçilik

Devletçilik üzerine tartışmaların artmasında şüphesiz 1929 krizinin ve 1930 yılında kurulmuş olan SCF deneyiminin etkisi büyüktür. Artık 1923-1929 yılları arasında devletin genel olarak takip ettiği liberal politikalara karşı bakış açısı değişmeye başlamış ve ekonomik hayatta devletin daha aktif bir şekilde yer alması gerektiği sıkça dillendirilmeye başlanmıştır. Devletin iktisadi hayata müdahalesine dair, 1929 yılında İsmet Paşa’nın yerli malları haftası sebebiyle yaptığı konuşmada

103“Toplumun SCF’ye desteğinin hızla arttığının en önemli göstergesi Fethi Bey’in İzmir’e yaptığı

gezidir. Nitekim bu gezi SCF’nin feshine kadar devam eden sürecin başlamasına neden olmuştur.” Kazım Özalp, Atatürk’ten Anılar, Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1992, s. 4.

104Hakkı Uyar, Tek Parti Dönemi ve Cumhuriyet Halk Partisi, İstanbul: Boyut Kitapları, 1998, s. 122-

53

belirgin işaretler görülmüştür: “Milli iktisat bahsinde açıktan ve kendi kendini

yemekten kurtulmak, sonra aktif bir iktisadi inkişafa girmek, hükümetçe ve milletçe birçok teşkilat ve içtimai tedbirlere lüzum gösteriyor. Hükümet teşkilatının ve milli teşekküllerin iktisadın her sahasında müdahaleleri zaruri görülüyor. Bizim takip edeceğimiz yol… mütemadiyen kendimizi teçhiz etmek ve… ferdi ve çaresiz kalan müstahsil ve müstehliklerimiz teşkilatlarla takviye etmeye çalışmaktır. Hatta …kendilerini ferdiyetçi ve liberal zannedenlerin bile bir zaruret karşısında hükümetin …yardım için teşkilatları olmamasından şikayet etmeleri manidar değil midir? Bu …sebeplerdir ki hükümetin memleket iktisadiyatına her sahada yardımcı müdahalesi lazımdır.”105 Yine kısa süreli SCF deneyimi ve buhranın toplumda yarattığı

hoşnutsuzluğun tespiti için Gazi Mustafa Kemal’in CHF içinden üst düzey isimlerle birlikte çıktığı uzun yurt gezisi de hükümetin devletçilik politikasına yönelişinin önemli bir gerekçesi olarak görülmelidir. SCF’nin resmen kapatılışının hemen ertesi günü (18 Kasım 1930) başlayan bu gezi 4 Mart 1931 tarihine kadar sürmüş106 ve

ülkede yaşanan bunalımın bizzat yerinde görülmesi bakımından ayrı bir önem arz etmektedir.

Söz konusu dönemde toplumun içinde bulunduğu şartları Mustafa Kemal’le birlikte bizzat gezide yer almış olan Ahmet Hamdi Başar’ın sözleri gözler önüne sermektedir: “…Hadisenin rakamla ifadesi insanı korkutuyor. 360 okka çavdar ekmiş,

44 lira tohum parası vermiş. 3.140 okka hasılatı 2 kuruş 10 paradan satmış eline 70 lira geçmiş. Hâlbuki adamcağız orakçıya 42 lira vermiş, daha 25 lira da masrafı var. Bunlar eklenirse sade masraf 111 lira, hasılat 70 lira. Şimdi bu köylüden ayrıca 12 lira yol vergisi, 15 lira da arazi vergisi isteniyor, 2.5 lira da ev için verecek. İki öküzü var. Bunların çiftini evvelsi sene 360 liraya almış. Bunları satmaya mecbur; fakat birine 20 lira, ötekine 10 liradan fazla veren yok.” Mustafa Kemal’in ise gezi ile ilgili

kısaca izlenimi şöyledir: “Bunalıyorum çocuk, büyük bir ıstırap içinde bulunuyorum.

Görüyorsun ya, her gittiğimiz yerde, mütemadiyen dert ve şikâyet dinliyoruz. Her taraf, derin bir yokluk, maddi manevi perişanlık içinde, ferahlatıcı pek az şeye rastlıyoruz. Memleketin hakiki durumu ne yazık ki bu”107 Böylesine olumsuz

105Korkut Boratav, Türkiye’de Devletçilik, Ankara: İmge Kitabevi, 2006, s. 85.

106Mehmet Önder, Atatürk’ün Yurt Gezileri, Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1975, s. 164;

“Gezi için belirlenen güzergâh gerek iktisadi gerekse siyasi açıdan önem taşımaktadır. Seçilen yerlerin özellikle ülkenin pazar ekonomisine açılmış ve SCF’nin güçlü olduğu yerler olması dikkati çekmektedir.” Kayam, a.g.t., s. 61.

54

koşulların hâkim olduğu bir ortamda yalnızca özel teşebbüs ve sermaye desteği ile iktisadi kalkınmanın gerçekleşmesi imkânsız olduğundan devletin bizzat yatırımlar yapması ve özel sektöre girişimler konusunda özendirici bir ortam oluşturması kaçınılmazdı. Yani aslında devletin ekonomik hayata müdahalesi dönemin yarattığı bir zorunluluk olarak da nitelendirilebilir.

Unutulmaması gereken ise, söz konusu dönemde devletçilik fikrinin bizzat Mustafa Kemal’in de ifade ettiği gibi ideolojik kökenli değil tamamen ekonomik bir mecburiyetin sonucu olmasıdır. Mustafa Kemal’in ifadesiyle;

“Türkiye’nin uyguladığı devletçilik sistemi 19. yüzyıldan beri sosyalizm teorilerinin ileri sürdükleri fikirlerden alınarak tercüme edilmiş bir sistem değildir. Bu, Türkiye’nin ihtiyaçlarından doğmuş, Türkiye’ye has bir sistemdir. Devletçiliğin bizce anlamı şudur: Fertlerin özel girişkenliklerini ve faaliyetlerini esas tutmak fakat büyük bir ulusun bütün ihtiyaçlarını birçok şeylerin yapılmadığını göz önünde tutarak, ülke ekonomisini devletin eline almak. Bizim izlediğimiz bu yol, görüldüğü gibi Liberalizm’den başka bir sistemdir.”108

Böyle bir devletçilik fikri karma ekonomi düşüncesinin ta kendisiydi. Toplumun temel ihtiyaçları dışındaki endüstriyel ve ticari girişimlerin pazar ekonomisi şartlarına uygun bir biçimde kurulup işletilmesini ve vakti geldiğinde özel teşebbüslere devrini öngören bu anlayışta devlet kalkınmada öncü olarak tanınmaktadır. Karma ekonomi olarak kabul gören bu dönemde özel sektör ile devlet birbirini tamamlayıcı unsurlar olarak görülmüştür. Atatürk’ün devletçilik politikasının aslında tam bağımsızlık düşüncesinin bir tamamlayıcısı olduğu şüphe götürmez bir gerçektir. Daha önce de bahsedildiği üzere, Mustafa Kemal siyasi bağımsızlığın ancak iktisadi bağımsızlıkla gerçekleşebileceğini iyi bildiğinden kuruluştan itibaren iktisadi bağımsızlığa büyük önem vermişti. Yani Atatürk’ün devletçilik fikri iki temel amaç üzerine oluşmuştu: “İktisadi Bağımsızlık” ve “Hızlı Kalkınma”109. Yapılan

araştırmalardan da görüldüğü üzere Türkiye’de devletçiliğin politika olarak ne zaman uygulanmaya başlandığı konusunda tam bir fikir birliği söz konusu değildir. Ancak

108Necdet Serin, “Atatürk’ün İktisadi Politika Anlayışı”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi

Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, C. 1, S. 2, 1988, s. 220-221; “Aslında dünyadaki gelişmeler de o yıllarda

devletçilik ilkesinin uygulanmasını zorunlu kılmaktaydı. ‘Laissez Faire’ci liberal ekonomi politikaları ABD başta olmak üzere gelişmiş Batı ülkelerinde başarısızlığa uğrayarak büyük bir ekonomik bunalıma düşmüştü. Dünya ekonomisi, tarihinin en ağır ekonomik krizini yaşarken, Türkiye, Atatürk’ün akılcı ekonomi politikaları sayesinde bu buhranı en hafif biçimde atlatmıştır.” Haluk Bilgesay, “Atatürk’ün Ekonomi Anlayışı ve Planlı Kalkınma”, Türk İdare Dergisi, S. 453, Aralık 2006, s. 129-130.

109Mustafa Aysan, Atatürk’ün Ekonomi Politikası, İstanbul: Toplumsal Dönüşüm Yayınları, 2000, s.

55

genel kabule göre, 1923-1929 arası dönemde devlet özel teşebbüsleri serbest bırakmış yalnızca teşvikler aracılığıyla ve imkânları dâhilinde yardımcı olmuştur.

1929-1932 yılları arası ise, devletin büyük bunalımın da etkisiyle kısmen de olsa öncü rolünü üstlendiği ve teşvikin yerini dayatmaların almaya başladığı yıllardır. 1932 yılından itibaren ise devlet iktisadi hayatta aktif olarak yer almıştır. Bir politika olarak devletçiliğin ilk defa ifade edilişi ise, İsmet İnönü tarafından Sivas’ta 1930 yılı Ağustos ayındadır. Ardından 1931 yılı Ocak ayında da Mustafa Kemal tarafından İzmir’de devletçilik üzerine bir konuşma gerçekleşmiş ve Devletçilik ilk defa CHF programının bir ögesi olarak ifade edilmiştir110. Devletçilik, temel ilkelerden biri

olarak Anayasa’ya 5 Şubat 1937 tarihinde 3115 sayılı kanun111 ile girmiştir.

Devletçiliğin tarım politikalarına nasıl yansıdığı ise detaylı bir biçimde ilerleyen bölümlerde ele alınacaktır.

2.3.3.1. Devletçilik Üzerine Tartışmalara Bir Örnek: Kadrocular

Büyük Dünya Buhranıyla birlikte artık liberal ekonomik yaklaşımdan kopulmuş ve adeta zorunlu bir devletçilik dönemi başlamıştı. İşte böyle bir ortamda ortaya çıkan “Kadro” dergisi de dönemin yarattığı bir arayıştan başka bir şey değildi. “İlk sayısı 1932 yılının Ocak ayında yayımlanan derginin kurucuları şunlardı: Şevket Süreyya (Aydemir), Yakup Kadri (Karaosmanoğlu), İsmail Hüsrev (Tökin), M. Şevki (Yazman), Burhan Asaf (Belge). Bu isimlerin arasında Yakup Kadri diğer kadroculardan farklı bir konumdadır. Yakup Kadri, sol ve Marksizm kökenli olmayan tek Kadrocudur. Manisa’nın tanınmış ailelerinden Karaosmanoğulları’ndan olan Yakup Kadri, 1889’da Kahire’de doğmuş, daha sonra Manisa’ya gelmiştir. Edebiyat alnındaki çalışmaları ağırlıklı olmakla beraber onun hayatındaki büyük değişiklik Anadolu’ya geçip Milli Mücadele’ye katılmasıyla başlamıştır.”112 Çalışmanın asıl

konusu itibariyle bakıldığında, “Kadrocuların iktisadi yaklaşımını net bir biçimde ortaya çıkaran yazı Vedat Nedim Tör’ün ‘Müstemleke İktisadiyatından Millet

İktisadiyatına’ başlıklı yazısıdır. Bu yazıdaki şu düşünceler önemlidir: ‘Harp sonu

110Stefanos Yerasimos, Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye, C. III, çev.: Babür Kuzucu, İstanbul: Belge

Yayınları, 2005, s. 123; “Mustafa Kemal Atatürk’ün CHF programının bir unsuru olarak gösterdiği Devletçilik 1931 yılının Mayıs ayında CHF’nin üçüncü büyük kongresi toplandığı sırada ele alındı. CHF için kabul edilen program, fırkanın altı temel ilkesini bu arada devletçiliği de kapsıyordu.” Öztürk,

a.g.t., s. 12-13.

111İlgili kanun metni için bkz. Düstur, 3. Tertip, C. 8, s. 307.

112Çavdar, a.g.e., s. 232; Temuçin Faik Ertan, Kadroculuk ve Kadro Hareketi (Görüşler, Yorumlar,

56

iktisadiyatının üç büyük meselesi var. Birincisi, Kapitalist iktisat sistemi yerine komünist iktisat sistemini kurmak. Bunu Rusya halletmeye çalışıyor. İkincisi, Kapitalist iktisat sistemini kurtarmak. Bu işle Cemiyet-i Akvam (Milletler Cemiyeti) uğraşıyor. Üçüncüsü, Müstemleke iktisadiyatı yerine müstakil millet iktisadiyatı yaratmak. Bu da Türkiye Cumhuriyeti’ne düşüyor.’” Kadrocuların gerekli desteği

bulamaması neticesinde derginin yayım hayatı kısa sürmüştür.

Ancak iktisadi yaklaşımlarda iki ayrı görüş dikkat çekicidir. Birinci görüşe göre ki bu görüşün temsilcisi İsmet İnönü’dür, “iktisadi tedbir olarak yoğun ve kalıcı devlet girişimi, devlet müdahaleleri ve kontrolleri gerekliydi. Celal Bayar’ın temsilcisi olduğu ikinci görüşe göre ise, Dünya Buhranının yarattığı bunalımdan çıkmak hızlı bir kalkınma gerçekleştirebilmek için yapılan devlet yatırımları geçici olmalıydı. Yani Atatürk’ün de seçeceği ılımlı devletçilik modeli.”113 Anlaşılacağı üzere devletçilik

fikri o dönemdeki fikir ayrılıklarının temel nedenlerinden biri olmuştur. Ancak söz konusu dönemdeki devletçiliğin katı bir devletçi anlayış olmadığı ve dönemin şartlarının yarattığı doğal bir sonuç olduğu şüphe götürmez bir gerçektir. Devletçi politikalarla hızlı sanayileşme çabalarının başladığı görülse de hâlâ nüfusun önemli bir kesimini ilgilendiren tarımla ilgili çalışmalar sürekliliğini korumuştur.

2.3.4. Devletçilik Politikası Doğrultusunda Tarım Kesimine Yönelik