• Sonuç bulunamadı

1.4. Çalışmanın Kısıtlılıkları

2.1.1 Yerel Siyaset Kuramları

2.1.1.1 Liberal (Çoğulcu) Yaklaşım

Liberal teori, yerel siyaset tartışmaları içinde en baskın kuramların başında gelmektedir. Bu durumun temeli, yerel siyaset tartışmalarının, gerek reel politik alan gerekse de akademik literatür için, yerel demokrasinin ve çoğulculuğun bireyler açısından faydalı bir şey olduğu (John, 2009: 20) varsayımına dayanmaktadır. En genel ifadeyle toplumsal gücün dengesiz dağılımının demokratik de olsa bir despotizme yol açmaması için, farklı çıkar gruplarının yerel siyasa üretme süreçlerine dâhil olmaları ve bu bağlamda bir uzlaşı ortamının yaratılması gerekliliği, akademik literatürde başat bir kavramsal ön kabul olarak ele alınmaktadır. Sonuçları A.B.D.’de (Amerika Birleşik Devletleri) gerçekleştirilen ampirik çalışmalara dayanan ve çoğulcu kuram olarak da adlandırılan bu yaklaşım, yerel yönetimleri demokrasi okulunun en önemli faili olarak görmektedir (Dahl, 1961). Bu bağlamda, demokrasi okulu olarak yerel yönetimler (Güler, 2013) ya da bir başka ifadeyle yerel demokrasinin varlık bulduğu yerel siyaset, Amerikan toplumunun tarihsel bağlamda üstüne kurulu olduğu ‘zayıf devlet, güçlü sivil toplum’ modeline (Yetiş, 2006: 298) uygun olarak gelişmiştir.

Demokrasi ve katılım kavramlarının yönetsel olarak yerel yönetim birimlerinde varlık bulması liberal teoriye göre âdem-i merkeziyetçi (decentralized) yapının inşasıyla mümkündür. Burada söz konusu kavram, gücün mümkün olduğunca yerel düzeydeki birimlerden doğmasını ve merkezin yerel düzeyde yürütülen işlerde hem karar alma hem de hizmet üretme noktasında inisiyatif almamasını öngörmektedir. Bir başka ifadeyle, çoğulcu liberal söylem açısından yerelin varlık nedeni yerelin kendisidir. Bu tartışmanın temel referans noktasını da, Alexis de Tocqueville’in (Mayer & Mayer, 1948) Amerika Birleşik Devletleri (A.B.D.) üzerine yazdıkları oluşturmaktadır. Tocqueville eserlerinin neredeyse tamamına yakınında A.B.D. nezdinde yerel yönetimlerin ideal ve arzulanan bir durum olarak, âdem-i merkeziyetçi bir yapıda bulunduğunu belirtmektedir. Tocqueville’e göre söz konusu âdem-i merkezi yapı, halkın yerel düzeyde yönetime kolektif olarak katılımını mümkün kılmaktadır.

Tocqueville’in âdem-i merkeziyetçilik üzerine olan düşünceleri, merkeziyetçilik kavramından doğmuş ve merkeziyetçilik kavramı, hükümette (siyasal) ve yönetimde (yönetsel) olmak üzere iki başlıkta incelenmiştir (Yetiş, 2006). Böyle bir kuramsal ayrıştırma Amerikan Federal Sisteminin federal merkezi hükümet ve eyalet devletleri arasındaki güç bölüşümünden kaynaklanmaktadır. A.B.D.’de tüm ülkeyi ilgilendiren dış politika, güvenlik ve sağlık gibi konularda merkezi hükümetin yetkili kılınması ve neredeyse üye devletleri ilgilendiren diğer tüm konuların üye devletlerin inisiyatifine bırakılması, siyasal ve yönetsel bir ayrımın doğmasına imkân tanımıştır. Dolayısıyla Tocqueville siyasal merkeziyetçilik ve yönetsel adem-i merkeziyetçilik gibi iki kavramın üstünde durarak, merkezi hükümet ve merkezi idare kavramlarının işaret ettiği kavramsallaştırmalara birbirinden farklı değerler yüklemiştir (Yetiş, 2006: 281).

Tocqueville, A.B.D.’nin federal yapısından mülhem, siyasal merkeziyetçilik kavramıyla ulusal çıkarların gözetilmesine gönderme yaparak tüm ulusu ilgilendiren savunma ve dış politika gibi kavramlara öncelik verirken, yönetsel merkeziyetçilik kavramıyla da yerel yönetimlerin hizmet sunumu, okulların yönetimi ve vergilerin toplanması gibi kamusal işlerin güç yoğunlaşmasına işaret etmektedir. Bu ayrıştırma iki tip merkeziyetçiliğin birbirinden farklı olarak değerlendirilmesini gerekli kılmaktadır. Bu bağlamda siyasal merkeziyetçilik ulusal çıkarların korunması adına bir zorunluluk olarak görülmekte, yönetsel merkeziyetçilik de yerel inisiyatifleri engelleyebileceği ihtimaliyle zararlı bulunmaktadır (Yetiş, 2006: 282). Dolayısıyla kamusal işlerin yürütülmesi, yerel bağlamda ortaya çıkacak gereksinmelerden kaynaklanmaktadır. Öyleyse yönetsel merkeziyetçilik, kamusal işlerin yürütülmesi işlemini tamamıyla merkeze aktarmakta ve bütün yetkilerin siyasal merkezde toplanması zararını doğurmaktadır (Yetiş, 2006: 283).

Tocqueville yönetsel merkeziyetçilik sorununun yönetsel âdem-i merkeziyetçilik ile aşılabileceğini iddia etmektedir. Siyasal merkeziyetçiliğin kendiliğinden yönetsel merkeziyetçiliğe neden olmadığını belirten Tocqueville, yerelin kendi idaresini âdem-i merkeziyetçilik ile sağlayabileceğini belirtmektedir. Burada Tocqueville’i özgün kılan durum iki başlıkta toplanabilir. Öncelikle kuramsal bağlamda hükümet ve idare ayrımı, salt biçimde yasa ve onun uygulanması gibi monolitik bir anlama gelmemektedir. Bir başka ifadeyle, söz konusu iki tarz merkeziyetçilik kendi içinde bir bütünü ifade etmektedir (Yetiş, 2006: 287). Buradaki bütünlük ya da merkeziyetçilik türlerinin farklılaşması, yapılan işin niteliğine göre değişmekte ve işlerin yetki alanıyla

ilişkilendirilmektedir. Dolayısıyla Tocqueville açısından merkeziyetçilik basit biçimde devlet işlerinin nasıl yürütüldüğünün bir ayrıştırması değil, işlerin yetki bağlamında nasıl dağıtıldığının biçimidir. Tocqueville’in merkeziyetçilik tartışmasının özgün ikinci yanı da âdem-i merkeziyetçiliğin yönetsel sonuçlarından çok siyasal sonuçlarına bakmasıyla ilgilidir. Dolayısıyla bu görüş bağlamında âdem-i merkezi yönetim sadece yönetsel olarak kamusal işlerin yürütülmesini sağlayan bir araç değil, bunun yanında kamusal alanda yurttaşlık bilincini sağlayan ve insanların katılım süreçlerine yabancılaşmasını engelleyen bir alandır (Yetiş, 2006: 291 – 292). Böylelikle âdem-i merkezi bir yerel yönetim anlayışı, vatandaşların bilinçli bir şekilde yönetime katılmasını, kendi yerel gereksinimlerini yönetimsel bağlamda ifade edebilmesini ve çoğulcu demokratik bir örgütlenmeyi sağlayabilmesini ifade etmektedir.

Tocqueville’in liberal kurama yaptığı katkı kadar Dahl’ın (1963) ‘Who Governs?’ isimli çalışması da liberal teorinin temelini oluşturan önemli eserlerin başında gelmektedir. New Heaven eyaletini ampirik araştırma nesnesi olarak alan bu çalışma, siyasal sistemin oligarşik bir yapıdan meydana gelmediğini belirtmektedir ve söz konusu çalışmanın ana bulgularını iki başlık altında toplamak mümkündür (Aksu Çam, 2012: 73-74):

1-) Yerel düzeyde karar alma süreçlerindeki katmanlı çoğulculuk (karar alma süreçlerindeki farklılaşmalar)

2-) Ekonomik alandan ziyade siyasal alanın yarattığı eşitsizlikler (bir grubun ya da bireyin tüm kaynaklara erişiminin ya da etkisinin mümkün olmadığı)

Böylelikle Robert Dahl liberal kurama büyük bir katkıda bulunarak çoğulculuk kavramının siyasa üretme süreçlerindeki etkisini ve bu bağlamda toplumsal grupların da söz konusu siyasa üretme süreçleri üzerindeki rekabetini kavramsallaştırmıştır.

Tocqueville ve Dahl’ın çoğulculuk ve âdem-i merkeziyetçilik tartışmalarını destekleyen bir diğer çalışma da Thomas Dye’a aittir. Politics in States and Communities (1973) isimli çalışmasında Dye, âdem-i merkeziyetçilik kavramının Amerika bağlamında getirdiği bir takım faydalardan bahsetmektedir. Dye’ın da Tocqueville’i destekler nitelikte âdem-i merkeziyetçiliğin siyasal sonuçlarına gönderme yaptığı söylenebilir. Dye, Macmanus & Zooberg’a (1973: 33 - 35) göre âdem-i merkezi yönetim, toplumdaki anlaşmazlıkları azaltır, gücün farklı birçok lider tarafından bölüşülmesini ve siyasi arenaya birçok aktörün dâhil olmasını mümkün kılar ve devletin

daha etkin şekilde yönetilmesini sağlar. Böylelikle Dye da, Tocqueville’den mülhem âdem-i merkeziyetçi yönetimin siyasal sonuçlarının çoğulcu ve demokratik karakterine göndermelerde bulunmaktadır.

Yukarıda yapılan tartışmalarda görüleceği üzere yerel demokrasi liberal kuram açısından büyük çoğunlukla yerel yönetimle ilişkilendirilmekte ve bu durumun temel nedeni de yerel yönetimlerin merkezi yönetimin aşırı gücünü dağıttığı ön kabulüne dayanmaktadır (Phillips, 1996: 23). Fakat Tocqueville’in de belirttiği şekliyle bu husus basit biçimde merkez - yerel zıtlığı şeklinde değerlendirilmemekte ve yerelliklerin yerel siyaset dâhilinde güçlendirilmesi büyük oranda siyasal sonuçlarla ilişkilendirilmektedir. Liberal kuram açısından önem taşıyan âdem-i merkezilik, çok katmanlılık, karar verme süreçlerine farklı çıkar gruplarının katılımı büyük ölçüde topluluk gücü (community

power) teorisyenlerinin etkisiyle sistematik hale gelmiştir. Topluluk gücü yaklaşımı en

genel hatlarıyla iki baskın düşünce üzerine kurulmuştur (Harding, 2009: 29):

a.) kentsel karar alma süreçlerinde hükümet kurumları basit birer alt özne değildir

b.) Karar verme sürecini etkileyen ‘güç’ bir insan ürünüdür.

Söz konusu sistemlilik, bir anlamda kentsel sosyoloji alanında hâkim paradigma olan Şikago Okulu’ndan hem ontolojik hem metodolojik bir kaymanın da meydana geldiğinin kanıtı şeklinde yorumlanabilir. Sosyal Darwinizm olarak da bilinen ve pozitivist metodolojiden büyük oranda etkilenen Şikago Okulu teorisyenleri, kentin ekolojik bir topluluk olduğu üzerinde durarak, kentteki ayıklama ve istila yollarıyla, katmanlar halinde oluşan Darwinci bir oluşum ve yöntem üzerinde durmuşlardı (Park & Burgess, 2015). Bu ekolojik yaklaşım, kentin oluşum sürecinde bir sürekliliğin olduğunu iddia etse dahi, kentin oluşumu bu teorisyenler tarafından planlı bir algıdan ziyade daha çok kendiliğinden ve doğal yollarla oluşan bir yapı olarak algılanmıştır. Bir başka ifadeyle, kentsel sosyolojinin hâkim paradigması olan Şikago Okulu teorisyenleri toplumsal grupların nasıl oluştuğuna dair çıkarımlar yapsalar da, bu grupların amaçları, birbirleri arasındaki motivasyonları ya da ilişkilerinin nasıl oluştuğuna dair kısıtlı referanslarda bulunmuşlardır (Harding, 2009: 29). Bu bağlamda yerel siyaset için önem taşıyan liberal kuramı sistematik hale getiren yaklaşım topluluk gücü (community

power) teorisyenleri yardımıyla şekillenmiştir. Yukarıdaki tartışmada üstünde sıklıkla

yaklaşım, bir paradigma değişimi olarak, kent çalışmalarına hakim olan kentsel sosyoloji yaklaşımını pozitivist metodolojinin hakimiyetinden kurtararak, yukarıda belirtildiği şekliyle karar verme süreçlerinin (decision making processes) önemi üstünde yoğunlaşmış ve böylelikle kentsel siyaset (urban politics) kent çalışmalarında başat konuma gelmiştir.

Çoğulcu yaklaşımın referans aldığı temel kavramlardan birinin karar verme (decision making) süreci olduğu yukarıda belirtilmişti. Bu noktada karar verme, yerel düzeyde kendi ihtiyaçlarını ve beklentilerini en iyi şekilde bildiği (yahut bilebileceği) düşünülen bireylerin ve çıkar gruplarının var olduğu gerçeğine dayanmaktadır. Böylelikle yerellikler (localities) ulusal ölçekten (national scale) farklı olarak, sorunların ve beklentilerin yerelde yaşayan vatandaşlar tarafından daha rahat bilinebildiği, söz konusu vatandaşların kendi beklentilerini, endişelerini ve önceliklerini daha rahat şekilde ifade edebildiği ve farkında olduğu, yerel düzeyde gerçekleşen ve inşa edilen yerel deneyimin ve bilginin siyasa üretme sürecinde daha etkin olduğu mekânsal bir alanı ya da gerçekliği karşılamaktadır (Phillips, 1996: 24). Çünkü her yerelliğin durumu ve koşulları birbiri arasında farklılık göstermektedir. Böylelikle yerel düzeyde oluşan beklentiler ve farklılıklar, yerel ölçekler arasında siyasa farklılaşmasını elzem kılmaktadır.

Tüm bu tartışmalar ışığında, liberal yaklaşımın, yerel demokrasinin yeni fikirlerinin açığa çıkmasını sağladığı ileri sürülebilir (Phillips, 1996: 25). Yerel demokrasi, kimsenin tek başına yanılmaz olmadığı ve böylelikle tek bir dominant ideolojinin yahut görüşün başka aktörler üzerinde baskın olmaması gerektiği anlayışını benimsemektedir. Böylelikle yerel düzeyde kendini özgürce ifade edebilen bireyler ve toplumsal gruplar, toplumsal uzlaşıyı ve refahı maksimum düzeye taşıyabilmektedir.

Liberal yaklaşım açısından yerel demokrasinin ve çoğulculuğun bir başka önemli özelliğini de katılım (participation) ve temsil (representation) vurguları oluşturmaktadır. Bir önceki tartışmada üstünde durulan despotizme ve merkeziyetçiliğe karşı olma durumunun, liberal yaklaşım açısından farklı toplumsal grupların fikirlerini ve beklentilerini ifade etmesinin yanında, onların yerel bağlamda mekânsal düzeyde görünür olmalarını da mümkün hale getireceğini varsaymaktadır. Burada katılım ve temsil sadece yerel seçimlerden ziyade bütün yerel siyaseti (local politics) kapsayan kavramsal bütünler olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu durumun temelinde de, bazı avantajlı grupların yerel düzeyde gücü daha fazla elinde tutması ve yerel siyasetin de

yerel demokrasi yardımıyla bu durumu düzenlemesi gerçeği yatmaktadır (Phillips, 1996: 26). Bir başka ifadeyle yerel demokrasi, liberal kuram açısından, dezavantajlı toplumsal grupların (kadınlar, göçmenler, getto sakinleri, vb.) yerel düzeydeki temsilini ve görünür olmalarını daha mümkün hale getireceğine inanılan bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır.

Özet olarak liberal yaklaşımlar, siyasi temsil süreçlerinde gücün farklı toplumsal grupların elinde bulunmasını olağan karşılamakta ve böylelikle toplumsal gruplar açısından tahakküm edici bir birlikteliği reddetmektedir. Ana akım literatürde (bilinçli

ya da değil) birçok çalışma tarafından liberal tarafgirliğe olumlayıcı bir anlam yüklense

de dezavantajlı toplumsal grupların temsilinin kent mekânında nasıl sağlanacağı hususu çoğulcu yaklaşımın ana sorunsalını oluşturmamaktadır. Liberal kuramın kısıtlı bir eleştirisine çalışmanın bundan sonraki başlıklarında değinilecektir.