• Sonuç bulunamadı

1.4. Çalışmanın Kısıtlılıkları

2.1.1 Yerel Siyaset Kuramları

2.1.1.3. Marksist Yaklaşım

2.1.1.4.2. Kentsel Rejim Kuramı

Kentsel rejim kuramı 1980’li yıllardan itibaren kentsel siyaset literatürüne baskın bir paradigma olmuştur (Davies, 2002: 1, Mossberger & Stoker, 2001: 810). Bu paradigma ya da yaklaşım, kentsel siyaset literatüründe başat olan iki yaklaşıma (çoğulcu ve yapısalcı) karşıt oluşmuş (Mossberger & Stoker, 2001: 812) ve bu iki yaklaşım arasında bir orta yol bulunmasını sağlamıştır. Her ne kadar çoğulcu yaklaşım ve yapısalcı Marksist yaklaşım arasında bir orta yolun bulunması epistemolojik nedenlerden dolayı mümkün görünmese de, rejim teorisinin bu iki yaklaşımın keskin yönlerini törpülediği ve her iki yaklaşımda baskın biçimde hissedilen determinizmi (salt biçimde ekonominin ya da siyasetin kentsel siyaseti belirlemesi) reddettiği söylenebilir. Rejim teorisi, toplumsal bağlamda gücün dağınık olduğunu ve kurulacak ‘rejimlerle’ bu gücün birleştirici ve tüm toplumun çıkarına uygun siyasaların üretilebileceği ihtimalini

savunmaktadır. Böylelikle ‘kentsel rejim kuramı’ gücün hangi toplumsal grupların elinde olduğu savından ziyade gücün nasıl üretildiği üzerinde durmaktadır (Mossberger & Stoker, 2001: 812). Böyle bir varsayım kendiliğinden çoğulcu ve yapısalcı Marksist yaklaşımların varsayımlarına karşı çıkmaktadır. Çünkü çoğulcu yaklaşım gücün toplumsal çıkar oluşturabilecek grupların elinde olduğunu varsayarken, yapısalcı yaklaşım da sermaye gruplarının ekonomik gücü elinde tutmasından dolayı toplumsal gücü elinde tuttuğunu belirtmektedir. Fakat görüleceği üzere her iki yaklaşım da gücün ‘elde edilen’ bir yaklaşım olduğunu varsaymaktadır. Kentsel rejim teorisine bağlamında ise güç, otorite üreten bir kavramdan ziyade hareket etme kapasitesi (capacity to act) yaratan bir birlikteliğe (pover over) işaret etmektedir (Mossberger & Stoker, 2001: 812; Stone, 2006). Bu birlikteliklerin temelindeyse sadece belli bir toplumsal grubun çıkarına fayda sağlayan siyasa sonuçlarından ziyade, tüm kent sakinlerinin ortak çıkarına hizmet eden sonuçlarına odaklanılmaktadır (Mossberger, 2009: 41).

Davies’e (2002: 3) göre rejim teorisinin temel varsayımlarından biri devlet ve piyasa arasındaki iş bölümüne dayanmaktadır. Bu varsayıma göre piyasa özel üretim araçlarının ve üretici güçlerin himayesini elinde tutarken, devlet de siyasi süreçlere olan etkisi bağlamında toplumsal kontrolü gerçekleştirmektedir. İşte bu noktada da rejimler, ekonominin piyasa tarafından kontrolüyle devlet tarafından gerçekleştirilen toplumsal kontrol arasında aracılık etmektedirler. Devlet ve piyasa arasında kurulacak formel ya da enformel ağlara atıf yapılarak otoritenin dağılmış olduğu ve siyasa yapma kapasitesine sahip demokratik kurumlarla refah üretme kaynaklarına sahip piyasa arasında bir karşılıklı bağ olduğu da belirtilmektedir (Mossberger, 2009: 41). Böylelikle siyasa üretme süreçlerine farklı yollarla destek verme kapasitesine sahip failler arasında iş birliği sağlanarak ‘rejimler’ oluşturulabilecektir. Diğer yandan, devlet ile piyasa arasında iş bölümü olduğunun varsayılması ve bu bağlamda farklılaşmış iş bölümleriyle beraber ortaklık ve bağlılık temelli rejimler oluşturulması yerel yönetimler için de kentsel siyaset açısından büyük önem taşımaktadır. Yerel yönetimler bağlamında da rejimler, sosyal hareketlerin ve seçilmiş siyasilerin talepleriyle piyasa ekonomisinin dayattığı baskı arasında bir orta yol bulma eğilimindedir (Mossberger, 2006: 42).

Davies’e (2002: 3) göre siyasi süreçlerin popüler kontrolü ve ekonominin özel kontrolünü öngören rejim yaklaşımı hâkimiyet kuran bir güç (power over) yerine birliktelik yaratan bir güç kavramıyla ilişkilidir. Rejimler, toplumsal bağlamda tüm kent sakinlerinin çıkarlarının korunumu adına büyük bir direncin de gösterilmesini

sağlayacak koşulları yaratabilecektir. Elbette tüm bir kentin tek ve ortak bir çıkarı olduğunu söylemek imkânsızdır. Fakat toplumsal bağlamda farklı çıkarlara ve taleplere sahip birçok grubun, siyasa üretme süreçlerinde kendi taleplerini bu siyasa üretme yollarına dâhil etmesi de önemlidir. Bir başka ifadeyle, tek başına siyasa üretme kapasitesine sahip olamayan toplumsal bağlamda daha dezavantajlı bir grup, kendi fikir ve taleplerini rejimler aracılığıyla ifade edebilir ve böylece bu dâhil olma durumu o grup açısından bir avantaj yaratabilir. Öyleyse rejimler sadece hangi grupların koalisyona katıldığından ziyade hangi fikirlerin siyasa üretme süreçlerinde dikkate alındığının anlaşılması bakımından da önem taşımaktadır (Stone, 2009: 28). Bu bağlamda rejimler çok büyük koalisyonlar ya da konsensüslerden ziyade küçük fırsatların gerçekleştirildiği katılımlar olarak da algılanabilir (Mossberger & Stoker, 2001: 813).

Kentsel rejim teorisinin klasikleşen iki temel çalışması Elkin’in Dallas ve Stone’un Atlanta analizlerinden oluşmaktadır. Her ne kadar iki çalışmanın odağı farklı noktalara işaret etse de, iki yaklaşım da birbirini tamamlayıcı öğeler içermektedir. Söz konusu analizlerdeki temel ayrımın rejim oluşturma noktasında ekonominin mi (sermaye etkisi) yoksa siyasetin mi (siyasa üretme süreçleri) daha etkin olduğu tartışmasından kaynaklanmaktadır. Elkin’in odak noktasında devlet ve sivil toplum aktörleri arasında zorunlu bir işbirliği kurulması ve bunun sonucunda da idealize ettiği ticari cumhuriyet (commercial republic) projesinin gerçekleşmesi düşüncesi vardır. Stone ise daha çok söz konusu yapısal baskılar sonucunda siyasi süreçlere daha çok önem vermektedir. Fakat her iki görüşün de birbirlerini tamamlayıcı nitelikte olduğu ve devlet/piyasa/sivil toplum arasındaki işbirliklerinin toplumsal bazda ekonomik eşitsizlikleri azaltacağını iddia ettiği söylenebilir. Bir başka ifadeyle kentsel rejim analizlerinde yapısalcı bağlamda ekonomik determinizm reddedilse de, sermayenin siyasi süreçlere olan etkisi büyük önem taşımaktadır (Davies, 2002: 2 - 3).

Elkin’in ticari cumhuriyet olarak adlandırdığı ve bir anlamda rejim teorisinin temel klasiklerinden biri olan Dallas çalışması, klasik liberal tartışmalar üzerine kurulmuştur. Elkin’e göre toplumlar iki temel çatı üzerine kurulmaktadır. Bunlardan ilki siyasa süreçleri düzenlemeye yardımcı olan demokratik süreçlerken, diğeri de çoğulculuktur. Fakat Elkin’e göre siyasa süreçlerinin düzenlenmesi esnasında bireylerin özgürlükleri baskı altına alınmamalıdır. Bu noktada da piyasa ekonomisinin siyasa süreçlerindeki etkisi önem kazanmaktadır. Elkin’e göre sermaye sahipleri hükümetin

siyasa süreçlerine olan etkisinde önemli bir konumdadır. Bu bağlamda da rejimler Elkin’e göre siyasi kurumlarda yapılacak reform çalışmalarıyla kurulabilmektedir. Söz konusu reform çalışmalarının yerel siyasa ajandasında sermayeyi harekete geçirecek düzenlemeler yapması sonucunda tüm kent sakinlerinin çıkarını olumlu yönde ilgilendiren birliktelikler kurulabilecektir. Böylelikle Elkin, bir siyasa tercihi olarak sermaye merkezli bir öngörüde bulunmaktadır (Davies, 2002: 4 -5; Elkin, 2001: 1934 – 1968).

Stone’un Atlanta üzerine yaptığı analizlerinin neticesinde de müzakere kavramı büyük önem kazanmıştır. Söz konusu müzakere Atlanta’nın kendi koşulları içerisinde üç grup tarafından şekillenmiştir: beyaz belediye başkanları ve iş adamları, Afro-

Amerikan orta sınıf ve kent idaresinde etkin seçilmişler. Birbirlerinden farklı çıkarlara

sahip bu üç grubun müzakeresine giden süreçte de etkin olan şey hem iş adamları hem de belediye başkanları tarafından Afro-Amerikan seçmenin artan siyasi gücünün fark edilmesi olmuştur. Böylelikle siyasilerin ve işadamlarının dikkatini çeken bu Afro- Amerikan orta sınıf, kentin gelişmesini ve kalkınmasını sağlayacak siyasa üretimlerinde devlet ve piyasa arasında sağlanacak etkileşimi daha nitelikli ve ilerleyici (progressive) hale getirmiştir (Mossberger, 2009: 42-43).

Rejimler, büyük çoğunluğu enformel ağlarla sağlanan, ekonomik kaynakları harekete geçiren ve karar verme süreçlerini etkileyen koalisyonları ifade etmektedir. Stone’un rejimleri değerlendiren çalışmalarının belli başlı çıkarımları kentsel rejim teorisinin özeti niteliğindedir (Mossberger & Stoker, 2001: 813 - 814):

- Rejimler informal gruplarla ve ağlarla oluşturulan yönetimdeki karar alma süreçlerini etkileyen ve kurumsal kaynaklara erişimi sağlayan bir koalisyonu ifade eder.

- Rejimler toplumun siyasi süreçlerle popüler kontrolü ile ekonomik kaynakların özel kontrolü arasında bir köprü kurar.

- Birliktelikler (cooperations) verili olmaktan ziyade kazanılan ya da elde edilen yapılara işaret eder.

- Rejimler kesin ve değişmez bir anlaşmayı öngörmez; bunun yerine siyasa üretme süreçlerinde bir konsensüsü ifade eder.

Siyasi kurumsal yapıların siyasa üretme süreçleriyle ekonomik yapılar ve kaynaklar arasında bir etkileşim ya da denge kurmanın mümkünlüğü üzerine inşa edilen kentsel rejim teorisi, toplumsal bağlamda farklı çıkarların birbiri üzerinde tahakküm kurmadan bir ortaklık kurabileceğini iddia etse de, bu durum fazla optimistik bulunarak eleştirilmiştir (Davies, 2002). Özellikle devlet, piyasa ve sivil toplum arasında ortak

müzakere süreçleriyle yürütülecek ve sonunda koalisyon formunda ortaya çıkacak siyasa çıktılarının hangi grubun çıkarına daha çok uyduğu hususunda net bir çıkarım kentsel rejim teorisi tarafından belirlenmemiştir.