• Sonuç bulunamadı

İş Dünyası ve Yerel Siyaset: Yeni Kentsel Siyasetin İnşası Üstüne

2.2. Kuramsal Arka Plan ve Kavramsal Çerçeve: Yerel Siyasetin Dönüşümü

2.2.4. Yeni Kentsel Siyasete Doğru: Girişimci Kentler / Yerel Girişimcilik

2.2.4.1. Yeni Kentsel Siyaset Alanının İnşası

2.2.4.1.4. İş Dünyası ve Yerel Siyaset: Yeni Kentsel Siyasetin İnşası Üstüne

Yeni kentsel siyaset deneyimi, ülkelerin kapitalist gelişmişlik düzeylerine göre farklılıklar göstermekte ve yerel düzeydeki aktörlerin yerel, ulusal ve küresel aktörlerle olan ilişkileri doğrultusunda şekillenmektedir. Türkiye gibi sanayileşme deneyimini Keynezgil ülkelerden farklı biçimde gerçekleştiren ülkelerin14 yeni kentsel siyaset deneyimleri büyük oranda devletin yereldeki başat konumuyla ve yerel sermayenin yerel bağımlı ilişkileri neticesinde şekillenmektedir. Önceki başlıklarda da üstünde sıklıkla durulduğu şekliyle devletin “refah’ işlevini tevdi etmesi ve yerel yönetişimin piyasa aktörlerinin rolünü öne çıkaracak şekilde yerel hiyerarşik yapıları yeniden ölçeklendirmesi, iş dünyasının kentsel düzeyde başat bir aktör olmasının önünü açmaktadır. Çalışmanın bundan sonraki başlıkları bu tartışmaları kolaylaştıracak kavramlar üstünde duracaktır.

2.2.4.1.4.1. Bağımlılık, Bağlantılılık ve İlişkisellik

Bağımlılık terimi kentsel düzeydeki faillerin bulundukları alana (space) olan bağımlı ilişkilerini ifade etmektedir. Bu bağımlı ilişkiler orijinal ifadesiyle “…yedeği

olmayan sosyal ilişkilerdir”. Kentin yerel iktidarının parçalarını oluşturan failler (şirket

temsilcileri, vatandaşlar, yerel siyaset ve yönetim temsilcileri15, devlet aygıtının yereldeki temsilcileri) kendi varlıklarının devamı esnasında, kendi tarihsel patika bağımlılıklarından doğan özelliklerini bağımlılık kanalıyla devam ettirmektedir. Fakat yerel bağımlı ilişkiler, kendi devamlılıklarını sadece bu ilişkiler vasıtasıyla sürdürememektedir. Kentin yerel bağımlı failleri sosyal gücün diğer bileşenleriyle de ilişki kurma mecburiyetine girmektedir. İşte bu noktada ikinci kavram setine ihtiyaç duyulmaktadır. Bağlantılılık, kentin yerel faillerinin kendi toplumsal güçlerinin devamı adına özellikle ulusüstü güçlerle girdikleri ilişkileri anlamak adına kullanılan bir kavramdır. Dolayısıyla yerel bağımlı ilişkiler ölçek sıçramalarıyla (jumping scales) daha küresel güçlerle bağlantılı ilişkiler kurmaktadır (Cox, 1998: 2).

Söz konusu iki terimin yeni kentsel siyasetin analizinde yol gösterici olmasının birkaç nedeni bulunmaktadır. Bunlardan ilki önceki başlıklarda üstünde sıklıkla durulduğu üzere neoliberal kentleşme süreçleri kentlerin küyerel kimlikler oluşturmasına neden olmuştur. Küyerelleşmenin devletin yeniden ölçeklenme stratejileriyle yerel güçleri yeniden şekillendirdiği ve küresel güçlerin yereli bir kalkınma ve birikim alanı olarak seçtiği daha önce belirtilmişti. İşte bu noktada küresel sermaye herhangi bir kenti uğrak noktası seçtiğinde kalkınma ve birikim süreci her kentte eşit süreçte ilerlemeyecektir. Kentlerin yerel bağımlılıkları, tarihsel süreç içerisinde kendi kapitalist gelişmeleriyle bağlantılı olarak şekillenecektir. Dolayısıyla küresel bağlantılı ilişkilerin inşasında kentlerin tarihsel karakteristik özellikleri ön planda olacaktır. Bu tarihsel bağımlı özellikler girişimciliğin konsolide edilmemesinde etkindir. Bu bağlamda üçüncü kavram olan ağ (network) yerel bağımlı ilişkilerin küresel yeniden ölçeklenmeyle daha farklı ölçeklerle gireceği ilişkilerin bir ağ arenası (arena of network) yaratacağını belirtmektedir (Cox, 1998: 2). Özetle, yeni kentsel siyasetin inşasında izlenecek ilk yol kentlerin tarihsel süreçte yaşadıkları deneyimleri

15 Cox (1998) söz konusu makalesinde yerel yönetim temsilcilerini kentin ayrı bir faili olarak nitelendirmiştir. Cox’un çalışmasında bu bağlamda yerel yönetim failleri bağlantılılık başlığında kentin yerel faillerinin ilişki kurduğu farklı bir ölçek olarak nitelendirilmiştir. Fakat bu çalışma kentin tüm faillerinin tek bir başlık altında alarak yerel siyaset ve yönetim faillerinin kentin faili olarak nitelendirmiştir.

yerel bağımlı ilişkiler kategorisinde değerlendirmek olacaktır. Böylelikle kentlerin patika bağımlı özelliklerinin belirlenmesinin akabinde de, kentlerin bağlantılı ilişkileri belirlenebilir. Bağımlı ve bağlantılı ilişkilerin yarattığı güç yoğunlaşması alanı da, o kentin ilişkiselliğini vurgulayan siyasi alanı ortaya çıkaracaktır.

2.2.4.1.4.2. Merkezi Devlet Aygıtının Konumu

Yeni kentsel siyasetin yerel ekonomik kalkınmayı öncelikli kılmasını mümkün kılan temel yapısal dönüşümlerden biri, yönetimden yönetişime olan paradigma değişimiyle izah edilmektedir. Devletin yönetme mantığında yaşanan yapısal dönüşümün ne anlama geldiği ‘yönetişim’ başlığında uzunca tartışılmıştı. Bu bağlamda Jessop’ın (2002) devletsizleşme (destatization) kavramına bağlı olarak ulus-devletlerin esnemesi ve yerine rekabetçi yerelliklerin konsolide edilmesi de kapitalist ulus devletin devamlılığı adına tarihsel bir zorunluluk olmuştur. Böylelikle yeni kentsel siyasetin önünü açtığı çok aktörlü yönetmenin pratiği olan yönetişim, kentsel düzeyde birçok faili (sivil toplum örgütleri, medya kuruluşları, dernekler ve vakıflar, örgütlü sermaye vb.) bir araya getirme kapasitesine sahiptir. Dolayısıyla bu çok failli yönetme pratiği, kendiliğinden, devlet aygıtını ve devlet aygıtının yereldeki faillerinin gücünün esnemesini normalleştirmektedir. Bir başka ifadeyle, Fordist dönemin eşitleyici coğrafyalar yaratan ve ekonomiye müdahalesi görece daha görünür olan ulusal devletinin neoliberal dönemde konum değiştirdiği söylenebilir. İşte bu noktada, yeni kentsel siyaset kavramının yerel ekonomik kalkınmada yerel devletten ziyade kent yönetimlerine (city government) göndermede bulunması, devlet aygıtının yerel ekonomik kalkınmada ne tür roller üstlendiğinin anlaşılmasını muğlak hale getirme potansiyeli bulunmaktadır (Ancien, 2011: 2482). Bu muğlaklığı giderme adına devletin ‘yerel ekonomik kalkınma’ siyasalarında hangi müdahalelerde bulunduğunu belirlemek gerekmektedir. Bu gereklilik, bir başka ifadeyle, önceki başlıklarda üstünde sıklıkla durulan devletin yeniden ölçeklenmesi stratejilerinde yaratılan yeni ölçeklerle ilişkilidir (Macleod & Jones, 2011: 2457).

Devletin konumunun belirlenmesindeki ilk önemli husus devletin yasama gücüyle alakalıdır. Şayet yerel ekonomik kalkınmacılığın küresel kentlerle inşa edilmesi amaçlanıyorsa, devlet aygıtının bu kentlerin önünü açacak yasal düzenlemelerde bulunması gerekmektedir. Bu açıdan devletin para politikalarında (Ancien, 2011: 2482), ithalat ve ihracat düzenlemelerinde, sübvansiyon ve devlet teşviklerinde yerel

sermayeye ön ayak olacak düzenlemelerde bulunması, devletin yeni kentsel siyasetin inşasında ne denli önemli bir rolü olduğunu gözler önüne sermektedir. Devletin bir diğer önemli konumu da yerel ve bölgesel düzeyde yeni yönetim modelleri yaratmasında yatmaktadır (Ancien, 2011: 2483). Özellikle yeni metropoliten alanlar oluşturulması ve bu yeni metropoliten alanlara daha fazla kaynak aktarımı yapılması ve bu yeni metropoliten alanlarda yeni failler yaratılması da devletin yerel ekonomik kalkınma hususundaki ‘idari yapı’ ölçeğindeki etkisini göstermektedir. Bu bağlamda devletin siyasal gücü, idari kapasiteyi dönüştürüp yeni alanlar yaratarak ekonomik kalkınmayı üretim ve yeniden üretim kanallarıyla güçlendirmeyi amaçlamaktadır.

Bir diğer önemli husus ise devletin yerel kalkınmayı bir söylem olarak üretmesinde yatmaktadır. Ancien (2011) ve Macleod & Jones’un (2011) belirttiği gibi Massey’in (2007) ‘World City’ çalışması bu söylemin üretilmesini gözler önüne seren en önemli eserlerden biridir. Massey (2007) söz konusu çalışmasında Londra’nın ‘küresel dünya kenti’ olması söyleminin merkezi ulusal devlet aygıtı tarafından kullanılmasını ve bu kullanımın Londra’nın finansal ve spekülatif sermayesinin büyümesindeki etkisinden bahsetmiştir (Macleod & Jones, 2011: 2458). Burada önemli olan nokta devletin bu söylemi sadece kalkınma söylemi olarak inşa etmesi değil, bunun yanında ‘meşrulaştırma’ işlevini de üstlenmesidir (Ancien, 2011: 2484). Şayet devlet ekonomik kalkınmayı ve küresel kentler yaratmayı bir kalkınma önceliği olarak sunarsa, devletin yasal öncelikleri de bu kentleri ön plana çıkaracak biçimde şekillenmektedir.

Devletin ‘yeni kentsel siyaset’ üzerindeki konumunu belirleyen bir diğer önemli husus ise ulusüstü faillerle olan ilişkisinde gizlidir. Ulusüstü faillerin (Avrupa Birliği, IMF, Dünya Bankası, vb.) ve bu faillerin bir kalkınma hedefi olarak sunduğu raporların ulus devletleri bağlayıcı etkisi bulunmaktadır. Bu bağlayıcı etkiyle birlikte ‘devletler’ hem siyasal hem de ekonomik yapılarında revizyona giderek tepeden inme düzenlemelerle (Peck & Tickell, 2002) devlet ötesi bir yönetim ve ağ birlikleri oluşturmayı amaçlamaktadır (Swyngedouw, 2005: 1993). Burada devlet ötesi yönetim (government beyond state) devlet benzeri kurumların (state like forms) oluşturulmasına gönderme yapmaktadır (Swyngedouw, 2005: 1994). Söz konusu benzerlik, oluşturulan birimin devlet aygıtı tarafından üretilmesini simgelemekte fakat söz konusu birimin işlevsel olarak Avrupa Birliği normlarını uygulayarak devletin asli fonksiyonlarından ölçeksel olarak farklılaştığını vurgulamaktadır. Bir başka ifadeyle, devletin oluşturduğu bir birim, devletin ulusüstü ilişkisel ağlarını konsolide etme işleviyle donatılmaktadır.

Özetle, devletin yeni kentsel siyasetin inşası üstünde geniş ve bilinçli bir etkisi bulunmaktadır. Kuramsal kısımda da üstünde sıklıkla durulduğu biçimde devletin kapitalist niteliğini dışlayan çıkarımlardan kaçınarak ancak gerçek kentsel siyaset analizleri mümkün olabilir. Bu bağlamda ampirik düzeyde yapılacak çalışmalardaki kritik noktalardan biri devletin bahsi geçen alanlardaki etkisini açığa çıkarmak olmalıdır.

2.2.4.1.4.3. Yerel Düzeyde Koalisyonlar Kurmak: İş Dünyası Çıkarlarının Kent Düzeyinde Örgütlenmesi Üstüne Bazı Çıkarımlar

Kentsel siyaset literatüründe büyüme koalisyonu ve rejim teorileri, yerel siyasal alanda yaşanan dönüşümleri anlamak adına sıklıkla kullanılan tartışmalar olduğu (Clark & Harvey, 2010: 424) çalışmanın ilgili başlıklarında belirtilmişti. Yerel siyasal alandaki aktörlerin siyasa yapım süreçlerine olan etkilerini bu teorilerin öne sürdüğü şekilde çoğulcu bir görüşle ele alan ve ana akım olarak ifade edilen tartışmaların büyük bir kısmı, neoliberal yerelleşme süreçlerinde devlete dışsal bir nitelik atfetmektedir. Bu ana akım yaklaşımlar, piyasa mekanizmasının araçlarını ve devletin ekonomiye olan etkilerini birbirlerinden ayrı alanlar olarak görmekte ve iş dünyasının siyasa yapım süreçlerine dâhil olmasıyla, yerel düzeyde kurulan ortaklıkları ve işbirliklerini piyasa mekanizmasının olağan bir durumu olarak açıklamaktadır (Bayırbağ, 2011: 28). Bu durum yerel düzeyde iş dünyası siyaseti (business politics) olarak ifade edilen çok boyutlu ve karmaşık süreçlerin büyüme koalisyonu kavramsallaştırmasıyla izah edilmeleri zorlaşmaktadır (Wood, Valler & North, 1998: 17).

Diğer yandan, söz konusu ana akım yaklaşımlar, devlet, piyasa ve sivil toplum failleri (agents) arasında eşit düzeyde ilişkilerin var olduğu gerçeğini kabul etmektedir. Bu eşitlik, devlet ve piyasa arasında eşit iş bölümü olduğu varsayımına dayanırken (Davies, 2002: 3), siyasa üretme süreçleri de farklı failler arasında işbirliğini sağlayan bir işlev üstlenmektedir. Özellikle, yönetişim kavramının önerdiği yatay güç ilişkileri de hesaba katıldığında, kentsel düzeydeki farklı failler arasında ilişkiyi sağlayan güç, bir otorite aracı olmaktan ziyade farklı faillerin birlikte hareket etme kapasitesini mümkün kılan bir araç olarak ele alınmaktadır. Dolayısıyla gücün (power) elde edilmesinden ziyade, gücün farklı ortaklıklar ve ağlarla paylaşılması gerçeği, söz konusu ana akım tartışmaların ortak özelliği olarak nitelendirilebilir (Mossberger & Stoker, 2001: 812;

Stone, 2009). Tüm bu tartışmalar ayrıntılı biçimde kentsel rejim teorisi ve büyüme koalisyonları yaklaşımlarının tartışıldığı başlıkta açıkça belirtilmişti.

İş dünyası odaklı (pro-business coalition) birlikteliklerin ve ortaklıkların yukarıda belirtildiği şekliye ele alınması, iş dünyasının temsilcilerine yerel düzeyde

omnipotent bir güç atfetmektedir. Ana akım yaklaşımlara göre, yerel düzeyde siyasa

oluşturma ve uygulama süreçleri, sadece sermaye sahipleri arasındaki gerilimler ve mücadeleler sonucunda ortaya çıkmaktadır. Bu yaklaşımlar, sermayenin tekil ve genel bir çıkarı olduğunu varsaymanın yanında, a.)yerel bağımlı (Cox & Mair, 1988) sermayenin siyasa yapım sürecindeki olası güçsüzlük durumlarını, b.)siyasa yapım süreçlerinin büyük ölçüde parti siyasetiyle yönlendirilebileceğini, c.)yerel yönetimlerin yereldeki baskın rollerini ve sermayeye engel olabilecek yerel düzeydeki güçlü ve hiyerarşik yapıların varlıklarını da göz ardı etmektedir (Bassett, 1996: 548).

Bu bağlamda, iş dünyasının yerel düzeyde baskın ve dominant bir fail (agent) olma girişimlerini rejimler ve ağlar yoluyla açıklamaktan daha kapsamlı bir tartışmaya ihtiyaç duyulmaktadır (Bassett, 1996: 552). Böyle bir tartışmanın başlangıç noktasını da devletin sermaye birikim süreçlerine olan etkisi oluşturmaktadır. Neoliberal siyasalar, ancak güçlü ve müdahaleci bir devlet formu ile mümkün hale gelmekte ve yerel sermayenin örgütlü çıkarları devletin sermaye birikim süreçlerine olan müdahalesi sonucu yeniden konumlanmaktadır (Bayırbağ, 2011: 28 – 29).

Diğer yandan, yerel düzeydeki karar alma süreçlerinde sermayeye tekil ve değişmez bir güç atfetmek de sorunlu bir yaklaşımdır. Sermaye çıkarının, verili ve değişmez bir motivasyon kaynağı olmadığı gibi, birikim rejiminin niteliğinden bağımsız bir sermaye çıkarı tanımlaması da -siyasi istikrarsızlık koşulları dikkate alındığında- olanaklı değildir. Bir başka ifadeyle, birikim rejiminin yeniden ölçeklendiği şartlarda, sermaye de değişen ekonomik koşullara uyum almaya başlamaktadır (Peck & Tickell, 1995: 60; Jessop, 1983: 154).

Sermaye birikiminin yeniden ölçeklendiği koşullarda yerel-üstü aktörlerin etkisiyle şekillenen piyasacılık fikri ve yerel güçlerin bir patika bağımlılığı olarak devam ettirdiği yerel seçkincilik arasındaki kesişim (Peck & Tickell, 1995) yerel düzeyde iş dünyası ve siyaset ilişkisini konumlandıran bir gerçeklik olarak karşımıza çıkmaktadır. İş dünyası bu noktada kendi çıkarlarının örgütlenmesini sağlayacak birliktelikler kurma yoluna gitmektedir. Siyasal krizlere karşı korunma, yetersiz altyapı

yatırımları, imar sorunları, emeğin yeniden üretim süreçlerinin sürekliliği, kolektif tüketimin devamlılığı, yerel düzeyde odalar ve dernekler arasındaki rekabet süreçleri, devletin kaynaklarına ulaşma ve bu kaynakları yönlendirme isteği gibi birçok motivasyon iş dünyasını siyasal süreçlere karşı daha aktif bir konuma itmektedir.

İş dünyası yanlısı yerel yönetişim (Bayırbağ, 2011), yerel yapılandırılmış ahenk (Halfacree, 2006: 52; Cloke & Goodwin, 1992: 326; Harvey, 1985; Goodwin, 2016), yerel iş dünyası liderliği (Peck & Tickell, 1995: 76), iş dünyası yönetimli yerel koalisyonlar (Goodwin, 2016), iş dünyasının yerel çıkarlarının inşası (Wood, Valler & North, 1998) ve yerel koalisyon inşası (Özcan, 2000; Valler, 1995) gibi kavramlar, yerel düzeyde iş dünyası – siyaset ilişkisinin hangi şartlarda, koşullarda ve uzlaşı süreçleriyle oluştuğunu anlamlandırmaya çalışan önemli tartışmalardır. Çalışma boyunca bahsi geçen tüm kavramlara odaklanılmış; fakat Denizli örnek olayında yerel siyasetin yeniden ölçeklenmesi sürecini daha açıklayıcı bir kavram olması açısından, bu noktada Harvey’den (1985) ödünç alınan “yapılandırılmış ahenk” kavramının üstünde durulacaktır.

İş dünyası, yerel çıkarlarının korunmasında ve sermaye birikim koşullarının istikrarlı bir konum alması sürecinde piyasa dışı aktörlerle de stabil bir ilişki kurmak zorundadır. Bu durum sermayenin yerel bağımlı yapısından kaynaklanmaktadır. Kriz dönemleri sonrasında sabit yatırımların başka bir kente taşınmasının getirdiği mali yükü sırtlanmak istemeyen sermaye sahipleri, yerel düzeyde sermaye birikiminin araçlarının belirli bir ahenk (coherence) içinde yeniden uyumlu hale getirmesi gerekmektedir (Harvey, 1985). Bu noktada devlet kaynaklarına ulaşma noktasında yerel yapılar arasındaki uyum ve birliktelik de önem kazanmaktadır. Piyasa ve piyasa dışı aktörler arasında sağlanacak uyum ve birliktelik, yerel bağımlı ilişkilerin merkezi devletin araçlarına ulaşmasını kolaylaştıracaktır. Bu noktada merkezi devletin hem sermaye birikim koşullarını düzenleme hem de sermaye yatırımlarını kente çekme konusundaki önemi artmaktadır. Dolayısıyla yerel yapılandırılmış ahenk, yerel düzeyde devlet, piyasa ve sivil toplum faillerinin birbirlerine ne ölçüde bağlı olduklarını ve uyum içinde çalıştıklarını ifade eden bir kavramdır (Cloke & Goodwin, 1992: 326; Halfacree, 2006: 52). Yerelin çok ölçekli ve karmaşık doğası içinde başta üretim ve tüketim uğrakları olmak üzere yaşam standarları ve toplumsal hiyerarşiler arasındaki uyuma kadar birçok farklı sürecin uyumunu ifade eden bu kavram (Harvey, 1985: 139-140) farklı toplumsal grupların çıkarlarının yönetilmesi sorunsalını da gündeme getirmektedir. Bu noktada

yerel yönetim birimleri ön plana çıkmakta (Duncan, Goodwin & Halford, 1988: 112) ve iş dünyasının yerel yönetim birimleri üstündeki hegemonik güçleri, yapılandırılmış ahenk kurulmasında önemli bir araç olmaktadır. Bu bağlamda yerel devlet, ekonomik alan ve siyasal alandaki gerilimin odak noktasında kalmakta ve aktif siyasetin en önemli unsurları olan siyasal partilerin yerel teşkilatları, iş dünyası temsilcileriyle ortaklıklar kurma yoluna gidebilmektedir (Goodwin, 2016).

Devlet, yerel yapılandırılmış ahenk kurulması süresince topraksal düzeyde en etkin aktörlerden biridir. Burada en önemli nokta, iş dünyasının bu ahenk kurma sürecinin önemli aktörlerinden birisi olmasına giden sürece ilişkindir. Sermaye birikiminin önemli faillerinden biri olan yerel burjuvazi, değişen ekonomik koşullara göre konum almakta ve yerel düzeyde iş dünyası arasında olağan koşullarda bir sınıfsal ittifak kurulmaktadır. Devletin belirleyici bir rol üstlendiği bu ittifak oluşumuna siyasal ya da ekonomik bir karakter de verilebilmektedir (Jessop, 2004: 8). Bir başka ifadeyle, yerel yapılandırılmış ahenk, yerel düzeyde birleştirici bir söylem üstüne kurulabilmekte ve kavrama atfedilen siyasal ya da ekonomik motivasyon ittifak oluşumunun şartlarını belirleyebilmektedir. Yerel ekonomik kalkınma süreçlerinin iş dünyası tarafından kentin tamamını ilgilendiren bir kentsel sorun olarak meşru bir söylemle yeniden formüle edilmesi, bu durumun önemli bir örneğidir. Kavramın, özellikle Türkiye’de, iş dünyası – siyaset ilişkisinin yerel düzeyde yeniden ölçeklenmesinin anlaşılmasında önemli bir rol üstleneceği düşünülmektedir.

2.3. Batılı Olmayan Ülkelerde Devletin Yeniden Ölçeklenmesi ve Türkiye’nin Yeni