• Sonuç bulunamadı

Fordist Dönem Sonrası Kentsel Siyasetin Değişen Doğası: Ölçek/Yeniden

2.2. Kuramsal Arka Plan ve Kavramsal Çerçeve: Yerel Siyasetin Dönüşümü

2.2.3. Fordist Dönem Sonrası Kentsel Siyasetin Değişen Doğası: Ölçek/Yeniden

Önceki başlıklarda yapılan tartışmalardan yola çıkıldığında, Fordizmin kriziyle birlikte tekil ulus devletleri etkileyen iktisadi ve siyasi dönüşümlerin devlet mekânını (statehood) ve bu bağlamda Fordist birikim ve düzenleme rejiminden miras kalan iktisadi ve siyasi sabitleri de (fixes) bir anlamda dönüştürdüğü söylenebilir. Bu dönüşüm hem Fordizmin krizine neden olan süreçler olarak algılamasının yanında, Fordizmin kriziyle bağlantılı olarak da bu krize çözüm reçetesi niteliğinde dünya kapitalist sisteminin krizden çıkış çabaları olarak da nitelendirilebilir.

Devlet formunun düzenleme biçiminde yaşadığı dönüşüm neticesinde kentlerde siyaset yapma yollarını etkileyen süreçlerde de büyük dönüşümler yaşanmıştır. Jessop’ın (1994: 271) yerel ve bölgesel yönetim kapasitelerinin diriltilmesi olarak tanımladığı bu durum, kentlerin ekonomik kalkınmayı temel düstur olarak belirleyerek, elinde bulundurduğu potansiyelin yeniden açığa çıkarılmasını sağlayan yollara başvurması, kentsel siyasetin doğasını etkileyen önemli bir unsur olarak görülmektedir. Diğer yandan kentsel kamusal hizmet sunumu ve kentsel düzeyde siyasi temsil noktasında etkin olan yerel yönetim birimlerinin de yasal reformlarla birlikte yönetişim pratikleriyle yeniden düzenlenmesi de kentsel siyasetin doğasını etkileyen bir başka önemli unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Çalışmanın bundan sonraki başlıkları küreselleşme ve yerelleşme süreçlerinin birlikte ele alınmasını devletin yeniden ölçeklenmesi stratejileriyle tartıştıktan sonra, yerelliklerin ekonomik kalkınmayı ve yönetişimi destekleyen çabalarını da kentsel siyasetin doğasını etkilemesi bakımından ayrı iki başlıkta değerlendirecektir.

KRUD formunun hem düzenleme hem de birikim stratejilerinde post-Fordist dönüşümünü anlamak adına yeniden ölçeklenme stratejileri literatürü önemli bir yol gösterici konumundadır. Bu literatürün çalışma açısından önemi de, küreselleşme ve yerelleşme gibi kavramları ulus devletin esnemesiyle karşıt kavramlar olarak nitelendirmemesi; tersine söz konusu süreçleri kapitalist ulus devletin yeniden

ölçeklenmesi stratejileriyle ilişkilendirmesinde yatmaktadır. Kapitalist ulus devlet, siyasi ve iktisadi faillerin birbirlerinden bağımsız şekilde var olduğu bir alandan ziyade, ilişkiselliğin ve birbirleriyle bağlantılı süreçlerin rabıtasıyla şekillenen sosyo-mekansal bir kavramı ifade etmektedir. Yerelin ve merkezin salt biçimde birbirlerinden bağımsız failler olmamasından dolayı, yerelde gerçekleşen dönüşümün merkezi ulusal devletin kapitalist niteliğinde yaşanan dönüşümünün incelenmesini zorunlu kılmaktadır. Ölçek yaklaşımı, yerelin ilişkisel olma durumuna vurgu yaparak yerelliklerin post-Fordist dönemde siyasal ve iktisadi karar alma faillerine dönüşmelerini kapitalist coğrafi eşitsiz gelişmeyle izah etmeye çalışırken diğer yandan kentlerin post-Fordist dönemde yükselen öneminin salt biçimde küreselleşmenin ya da ulus devletlerin güç taşıyıcısı olma rolündeki esnemenin basit bir izahı olarak açıklanması durumuna da karşı çıkmaktadır (Bayırbağ, 2006: 65).

Ölçek yaklaşımının bir diğer önemli katkısı da Keynezci refah ulusal devletin siyasal ve iktisadi kertelerde yaşadığı dönüşümler sonrasında yeni oluşan coğrafi ölçekleri toplumsal olarak inşa edilen ve üretilen bir süreç olarak algılamasına ilişkindir. Ölçek literatürü (Brenner, 1998, 2000, 2001; Brenner; 2004; Swyngedouw, 1997a, 1997b; 2004) devletin kapitalist niteliğinde yaşanan dönüşüm sonucunda oluşan yeni coğrafi ölçekleri (ulusüstü ya da ulusaltı) salt biçimde küreselleşmenin ya da uluslararasılaşmanın basit bir sonucu olarak algılanmasına karşı çıkarak, ölçek sorununun kapitalizmin eşitsiz gelişmesine bağlı olarak kapitalist devletin yeniden ölçeklenmesi bağlamında ele almaktadır. Her ne kadar ölçek yaklaşımının temel düzeyde devletin kapitalist niteliğindeki dönüşümüne atıf yapan temel niteliğinin birlikteliğinden söz edilecek olsa da, ölçeği karar almanın tarafı/ürünü ya da politik ekonomik strateji olarak ele alan çalışmalar (Bayırbağ, 2007: 21) kendi içlerinde kategorik olarak ayrılmaktadırlar. Bu çalışma ölçek yaklaşımını siyasal ve iktisadi karar alma faillerinin dönüşümü, devlet ve sivil toplum arasında alanın muğlaklaşması ve ölçeğin ontolojik olarak verili bir gerçeklikten ziyade yerel yahut yerel olmayan aktörler tarafından (yeniden) üretilen bir toplumsal gerçeklik olduğu ekseninde kabul etmektedir (Bayırbağ, 2007: 23).

Ölçek yaklaşımının toplumsal, siyasal ve ekonomik yapıların verili olarak inşa edilmediği ve ölçeğin bir anlamda yaratılan ve süreç içinde gelişen bir kavram olduğu vurgusu (Swyngedouw, 1997: 141) yukarıda belirtilmişti. Burada söz konusu yaklaşım neticesinde iktisadi ve toplumsal kertede yaratılan her yeni ölçeğin sabit kalamayacağı

ve transformasyona uğrayacağı gerçekliği de göz önünde bulundurulmalıdır. Özellikle sermaye, para, işgücü gibi ekonomik yapıyı ilgilendiren süreçlerin Keynezci Fordist döneme kıyasla akışkanlıklarının artması hem düzenleme hem de ağ (network) ölçeklerinde yeni dönüşümlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu yeni düzenlemeler hem ulusüstü yeni aktörlerin dünya coğrafi ölçeğindeki etkisiyle hem de yerel ve bölgesel düzeyde yeni faillerin oluşmasıyla mümkün kılınmıştır. Swyngedouw (2004: 33) bu durumu Avrupa Birliği örneğiyle açıklamaktadır. Swyngedouw’a göre Avrupa Birliği topraksal (territory) olarak yeni coğrafi alanlar oluşturmasının yanında, iktisadi ve toplumsal ağların yarışmacı biçimde yeniden düzenlenmesini de sağlayacak siyasalar üretmektedir. Böylelikle ölçeklenme ya da yeniden ölçeklenme (scaling or

rescaling) yaklaşımı durağan, Kartezyen ve stabil temelli açıklamaları kendiliğinden

dışlayarak farklı toplumsal, siyasal ve ekonomik kertelerdeki dönüşümü yeni ölçeklerin oluşumu ya da ölçeklerin dönüşümüyle izah etmektedir.

Ölçek yaklaşımı tartışmalarının sacayaklarından birini de ölçek siyaseti (politics

of scale) kavramı oluşturmaktadır. Brenner (2001: 599 - 600) ölçek siyaseti kavramının

tekil ve çoğul anlamları olduğu vurgusunu yapmıştır. Brenner’a göre ölçek siyasetinin tekil anlamı ölçeği coğrafi olarak kapalı ve diğer coğrafi ölçeklerden ayıran bir sınır anlamında kullanılmıştır. Böylelikle tekil anlamında kullanılan ölçek siyasetinin belli bir yerin (territory) başka bir mekânsal faille kurduğu ilişkiyi, örgütlenmeyi, çelişkiyi o yerin kendi sınırları içerisinde ve o mekânla kurduğu ilişki kapsamında ele aldığı iddia edilmektedir. Fakat çoğul anlamında kullanılan ölçek siyaseti (Brenner’ın da desteklediği şekliyle) coğrafi ölçekler arasında farklılaşma, düzenleme ve hiyerarşilerin yeniden üretimine vurgu yaparak ölçeklenme süreci (process of rescaling) kavramına göndermede bulunmaktadır. Böylelikle daha geniş ve çoğul anlamında kullanılan ölçek siyaseti kavramı, yukarıda da vurgulandığı şekliyle ölçeklerin toplumsal olarak inşa edildiğini ve toplumsal mücadeleler ya da gerilimler yoluyla da ölçeklerin dönüşüme uğrayacağı gerçeğini daha iyi ifade etmektedir. Brenner’ın çoğul anlamda kullandığı ölçek siyaseti kavramı Swyngedouw’un (1997: 141) ölçeği başlangıç noktası olarak almaması ve ölçeğin yaratılan, oluşan ve süreç içinde gelişen bir gerçeklik olduğu savıyla da büyük oranda örtüşmektedir. Özellikle küyerelleşmenin tartışılacağı kısımda üstünde durulacağı şekliyle küyerelin yeniden ölçeklenmesi kavramı, ölçek siyasetinin çoğul anlamda kullanılmasıyla ilişkilidir.

Ölçek yaklaşımının çalışma açısından önemli olan noktasıysa kent ve bölgelerin yükselişinin izahını küreselleşmenin basit bir sonucu olarak algılanmasına karşı çıkmasında yatmaktadır. Bunun yerine kentlerin post-Keynezci dönemdeki yarışmacı birikim stratejilerinin odak noktaları olmaları kapitalist devletin yeniden ölçeklenmesiyle (state rescaling) ilişkilendirilmektedir (Brenner, 2004). Bu noktayı zorunlu kılan durum, çalışmanın önceki bölümlerinde de üstünde sıklıkla durulduğu şekliyle ulus devletin kapitalist niteliğiyle ilgilidir. Devletin kapitalist doğasıyla ilgilenmeden ya da bir başka ifadeyle devletin iktisadi alana kendi kapitalist gerçekliğinden dolayı ne tür müdahalelerde bulunduğuna referans verilmeden yerelliklerin dönüşümünü anlamlandırmak mümkün olmayacaktır (Swyngedouw, 1997a: 152). Diğer yandan devletin Poulantzacsı anlamda bir güç yoğunlaşması alanı olduğu gerçekliği de göz önünde bulundurulduğunda, devletin iç içe geçmiş farklı ölçeklerin yoğunlaştığı alanın başat aygıtı olduğu da söylenebilir (Swyngedouw, 2004). Böylelikle devletin ekonomik dönüşümler karşısında kendini yeniden konumlaması, devletin iktisadi alana olan müdahalesini de yeniden düzenlerken, diğer yandan hukuksal norm ve kuralların da yeniden oluşturulmasıyla da devletin müdahaleci ve düzenleyici formu da yeniden ölçeklenmektedir (Swyngedouw, 1997a: 153). Dolayısıyla kapitalist devletin yeniden ölçeklenmesi Brenner açısından devletin

mekânsal projeleri ve devletin mekânsal stratejileri tartışmasını yeniden gündeme

getirmektedir. Brenner’a (2004: 176) göre devletin mekânsal stratejilerinde yaşanan dönüşüm Mekânsal Keynezcilikten kopuşu ve kentlerin ekonomik kalkınmanın başat aktörleri olduğunu gerçeğini ifade etmektedir. Bir başka ifadeyle kent ve bölgeler sermaye birikim süreçlerinin temel dinamiğini oluşturacaktır. Devletin mekânsal projelerinde yaşanan dönüşüm ise devletin kurumsal yapılarına atıfta bulunarak küresel düzeyde yarışmacı ve rekabetçi kent ve bölgelerin yaratılmasını ve böylelikle yerel ekonomilerin bölgesel düzeyde yarışmacı karakterini destekleyen dönüşümlerin desteklenmesini öngörmektedir. Devletin kurumsal yapısında yapacağı bu dönüşüm sermaye birikim süreçlerinde yerel faillerin daha etkin olmasını sağlayarak hem mevcut yerel yönetim birimlerinin kurumsal yapılarında esnemeler yaratarak onların iktisadi özelliklerini arttırabilmekte hem de mevcut kurumsal örgütlenmelere yeni failler eklemleyebilmektedir.

Ölçek yaklaşımı, kent ve bölgelerin post-Fordist dönemde sermayenin uğrak alanları olarak iktisadi bağlamda daha etkin birer fail olmaları gerçekliğini açıklamaya

yardımcı bir kavram olarak kentsel siyaset çalışmalarında önemli bir literatüre denk düşmektedir. Bu durum post-Fordist dönemin kendine özgü “…çok tartışmalı, derin

çelişkili ve çeşitlilik arz eden süreçler ve ağırlıklı olarak ölçek etrafında dönen iktidar mücadeleleri…” yaratmasından da kaynaklanmakta ve böylelikle post-Fordist dönemin

kendinden bir önceki döneme oranla daha karmaşık ve çelişkili yapısı, mevcut ölçekler üzerinde yeni düzenleme ve kontrol mekanizmaları oluşmasını sağlarken, diğer yandan da yeni ölçekler arasında yeni birikim stratejileri oluşturulmasını da olanaklı kılmaktadır (Swyngedouw, 2004: 37). Toplumsal olarak inşa edilen ölçek, post-Fordist dönemde yeni bir sürecin başlangıcı olarak hiyerarşilerin de yeniden ölçeklenmesini sağlamakta ve düzenli bir piramit örgüsünden ziyade bir mozaiği andırmaktadır (Brenner, 2001: 606). Bir başka ifadeyle küresel, ulusal, yerel gibi farklı ölçek ve güç mücadelelerin olduğu alanların birbirlerine olan etkilerini hiyerarşik düzlemde bir piramidin Kartezyen yapılanmasını andıran ilişkiler ağı çıkartılması pek mümkün değildir. Böylelikle ölçek yaklaşımı yerelin belli bir mekânsal ölçekte ontolojisi olan bir fail olarak algılanmasına karşı çıkarak, yereli kapitalist yeniden ölçeklenmenin bir parçası olarak anlaşılmasını mümkün kılmaktadır (Bayırbağ, 2006: 56).

Kapitalist devletin yeniden ölçeklenmesi stratejileriyle birlikte kendi içinde bir güç taşıyıcısı olma rolünden sıyrılan ulus devletlerin siyasal ve iktisadi güçlerini hem yerel/bölgesel hem de ulusüstü güçlerle paylaştığı yukarıda belirtilmişti. Bu durum söz konusu başlığın ikinci önemli bölümü olan yerelleşme ve küreselleşme eğilimlerinin izahını daha anlamlı hale getirmeyi amaçlayan küyerelleşme (glocalization) (Swyngedouw, 1992; 1997; 2004) tartışmalarını gündeme getirmektedir. Cox’un da (2009: 108 – 109) belirttiği şekliyle küyerelleşme stratejileri devletin yeniden ölçeklenmesinin üç sacayağından birini oluşturmaktadır. Küyerelleşmenin ya da küreyel düzensizliklerin/kargaşaların (Swyngedouw, 2004: 37) tartışmaya açılmasından önce küreselleşmenin bu çalışma açısından neyi ifade ettiği hususu da kısaca irdelenecektir.

1970 sonrasında Keynezci Refah Ulusal Devletlerin kendi içinde bir güç taşıyıcı olma durumlarının çözülmesi ve bunun sonucunda da Schumpeterci eğilimler göstermeleri neticesinde iktisadi ve siyasal yapıların daha uluslararası bir etkiye maruz kaldığı söylenebilir. Bu uluslararası yeni durum sermaye, para, işgücü akışkanlıklarını daha uluslararası bir boyuta taşırken, diğer yandan da sivil toplum, demokrasi, temsil edilebilirlik gibi kavramları uluslararasılaşmanın olumlu bir boyutu olarak ele alınmasını sağlamıştır. Bu noktada söz konusu dönüşümlerin anahtar kavramının

‘küreselleşme’ olduğu söylenebilir. Kavram ana akım yazın tarafından kaçınılmaz, geri döndürülmez ve tartışmasız bir süreç olarak ifade edilmektedir (Swyngedouw, 2004: 28).

Küreselleşmeye duyulan bu kuvvetli inancın (act of faith) (Swyngedouw, 2000: 66) çalışma açısından önem taşıyan noktası da söz konusu kavramın yerelleşme eğilimleriyle kurduğu varsayılan bağından kaynaklanmaktadır. Ana akım olarak da nitelendirilebilecek bu yaklaşımlar, ulus-devlet ile yerel arasında bir zıtlığın var olduğunu varsayarak ulus-devletlerin küreselleşme süreciyle dünya ölçeğinde önemlerinin azaldığını ve böylelikle bu duruma bağlı olarak da yerel güçlerin bu süreçteki önemlerinin gittikçe arttığını belirtmektedir. Söz konusu yerelleşme eğilimlerinin boyutu da iki bağlamda ele alınabilir. Bu savlardan ilki, yerel güçlerin küreselleşen dünya sisteminde iktisadi olarak daha yarışmacı bir tutum sergilemesi gerektiğini bir zorunluluk olarak sunarken, diğer sav da küreselleşmenin siyasal sonucu olarak yerel düzeyde demokrasi ve sivil toplum kavramlarının geliştiğini belirtmektedir (Şengül, 2009: 221- 222). Böylelikle ulus devlet ile yerel arasında kendiliğinden ve verili bir zıtlığı kabul eden bu yaklaşımlar yereli demokrasi, sivil toplumu da küreselleşme neticesinde kurulacak ağlarla (networks) ilişkilendirmektedir (Bayırbağ, 2006: 53).

Küreselleşmeyi yukarıda belirtildiği şekliyle algılayan ve hem iktisadi hem de siyasal süreçlerde gözlemlenen uluslararası eğilimleri söz konusu kavramla ilişkilendiren yazının, bu çalışmaya göre, bazı eksik noktaları bulunmaktadır. Bu eksikliklerin başında da küresel ölçeğin açıklanması sorunu bulunmaktadır. Küreselleşmeyi olumlayan ana akım yazına göre küreselleşmenin teknik ve kaçınılmaz bir boyut olarak algılanması, ölçek yaklaşımı bağlamında ölçeklerin toplumsal ve tarihsel bağlamda iktisadi süreçler ekseninde yaratıldığı gerçeğini inkâr etmektedir. Böylelikle siyasal ve iktisadi düzeyde küresel eğilimler gösteren akışlara (sermaye, para, işgücü, sivil toplum vb.) karşı hem yerel hem de küresel faillerin tutarlı bir biçimde iştirak ettiği ve karşı koyamadığı yanlışı doğmaktadır. Böylelikle yerel güçlerin küreselleşme gibi açıklayıcı bir işlev yüklenen kavrama kayıtsız kalamaması yüzünden de söz konusu yerel faillerin küreselleşmeyi bilinçli ve tutarlı biçimde şekillendirdiği şeklinde de gerçekle örtüşmeyen bir varsayımda bulunulmaktadır (Bayırbağ, 2006: 52). Bu bağlamda yerel güçlerin demokrasiyi ve iktisadi girişimciliği arzuluyor olmalarına

yüklenen bu aşırı anlam, küreselleşmeyi tutarlı ve düzenli bir süreç olarak nitelendirmektedir.

Diğer yandan ölçeklerin toplumsal ve tarihsel süreçte yaratıldığı ve inşa edildiği gerçekliğinin reddinin bir diğer önemli problemi de ulus-devlet ölçeği ile küresel ölçek arasında bir çatışmanın var olduğu sanrısını doğurmaktadır. Hâlbuki herhangi bir topraksallık (territoriality) ve ölçek (küresel, ulusal, bölgesel ya da yerel) kapitalist tarzda üretim süreçlerinin hangi düzeyde konumlandığı ve sınırlandığıyla ilişkilidir. Tarihsel bağlamda yaratılan ölçekler, kapitalist tarzda üretimin niteliğiyle anlam kazanmaktadır. Bu bağlamda ulus devlet, kapitalist üretim sürecinde ortak para birimini, işgücü piyasasını, özel mülkiyeti ve hukuksal yapıları güvence altına almak için inşa edilen bir uğrak olarak nitelendirilebilir (Şengül, 2009: 238). Kendini ulus devlet ölçeğinde yeniden üretebilme imkânı bulan sermaye hareketinin, Keynezci dönem sonrasında gösterdiği neoliberal küreselleşme eğilimleri de 1970’lerle birlikte girilen krizi aşma çabası olarak nitelendirilebilir. Bir başka ifadeyle, sermayenin yeniden üretimini ve bu yeniden üretimin koşullarını siyasal düzeyde düzenleyecek olan baskın aygıtın ulus devlet olması gerçekliği 1980 sonrasında görece esnemiş ve sermaye kendine daha küresel boyutta çözümler aramaya başlamıştır (Şengül, 2009: 239). Aslında küresel ölçek, ulusal ölçeğe bir zıtlık taşımamakta; tersine Keynezci dönemde de var olan uluslararası akışların boyutu bu dönemde birkaç seviye daha üste taşınmaktadır.

Küreselleşme tartışmalarının yöntemsel olarak taşıdığı sorunların bir diğerini de ‘küresel düzen’ kavramı oluşturmaktadır. Küresel düzen yukarıda belirtildiği şekliyle yerelliklere yüklenen anlama benzer bir nitelik taşımaktadır. Bu anlayışa göre küresel düzeninin kuralları hem ulusal hem de yerel güçleri/failleri belli bir düzen ekseninde şekillendirmektedir. Hâlbuki neoliberal siyasaların temel özelliklerinden birini de onların görece tutarsız ve durumsal nitelikleri oluşturmaktadır (Bayırbağ, 2009: 1). Böylelikle küresel bir düzen yerine küresel düzensizlik (global disorder) kavramından bahsetmek daha doğrudur. Peck & Tickell’ın (1994: 299) belirttiği şekliyle küresel düzensizlik offshore yatırımları gibi spekalütaf kazanımlarla parasal düzenin yeni kaotik ortamıyla birlikte belirsiz bir form olmuştur. Bu belirsizlik ulusüstü düzenleyici kurumların hem piyasa hem de devlet siyasalarına olan müdahalelerini zorunlu kılmakta ve söz konusu kurumların uyguladığı neoliberal çözümler kendiliğinden bir

istikrarsızlık getirmektedir. Yapısal sorunlara kısa vadeli çözümler getirilmesi bu düzensizliğin kaynağını oluşturmaktadır.

Küyerelleşme kavramı, küreselleşme ve yerelleşme eğilimlerini kapitalist devletin yeniden ölçeklenme stratejileriyle izah etmektedir. Fakat burada kavramın yanlış izah edilmemesi adına kavramsal düzeyde bir sınırdan bahsetmekte fayda vardır. Küyerelleşme söz konusu literatür göz önüne alındığında (Swyngedouw, 1992, 1997, 2000, 2004; Cox, 2009; Peck & Tickell, 1994) küreselleşme süreçlerinin yerelleşme süreciyle bir arada anlaşılması gibi bir anlam üretmemektedir. Bir başka ifadeyle, küresel şartların yerelin siyasal ve iktisadi koşullarına uydurulma çabası şeklinde de yanlış yorumlanmaya açık bu kavram, yukarıda belirtildiği şekliyle küreselleşmeye yüklenen ana akım anlamı kendiliğinden dışlamaktadır. Küresel olanın yerele uydurulması ve böylelikle dünyayı küresel bir köy olarak tasnif eden yaklaşımların, küreselleşmeyi kaçınılmaz bir son olarak gören ana akım yaklaşımlardan bir farkı bulunmamaktadır. Burada küyerelleşme en genel anlamıyla akışkanlığı daha çok artan sermayenin kendine uğrak alanı olarak yerel güçleri seçmesi ve devletin düzenleyici gücünde meydana gelen bir yeniden ölçeklenmeyi karşılamaktadır (Peck & Tickell, 1994: 304). Bir başka ifadeyle küyerelleşme, uluslararası ve yerel ölçeklerin Schumpeterci-neoliberal dönemde yeniden ölçeklenmesi şeklinde de ifade edilebilir.

Küyerelleşme kavramının göndermede bulunduğu temel mesele şüphesiz ulus devlettir. Hem küresel hem de yerel ölçeklerin yeniden ölçeklenmesinin ulus devlet mekânını da yeniden ölçeklenmesiyle rabıtası yüksektir. Merkezi ulus devlet aygıtının düzenleyici gücünün yeniden yapılanmasıyla birlikte küresel ve yerel düzeydeki faillerle bir güç paylaşımı gerekliliği oluşmuştur. Bu bağlamda küyerelleşme, merkezi devlet aygıtının kurumsal düzeyinin yukarı doğru (upwards) ulusüstü küresel ölçeklere, aşağıya (downwards) doğru da yerel/kentsel/bölgesel ölçeklere kayması ve endüstriyel finans piyasaların küresel biçimde yerelleşmelerine karşılık gelen bir kavramdır (Cox, 2009: 109; Swyngedouw, 1997a: 156). Yeniden ölçeklenen devletin temel fonksiyonlarının ulusüstü ve ulusaltı güçlerle paylaşılması sermayeyi de daha yerel bağımlı yapmakta ve yerel ekonomik kalkınma bölünmüş metropolitan alanlarda ‘rekabetçilik’ ile sağlanmaktadır (Cox, 2009: 110). Dolayısıyla küyerelleşmenin çalışma açısından önem taşıyan noktası da ekonomik büyüme ve kalkınmanın temel mantığında yaşanan dönüşümü anlamlandırma çabasında gizlidir. Bu kavrama göre Keynezci Fordist dönem sonrasında gelişmenin mekânsal mantığı yerellikler, yerel spesifik

altyapı yatırımlarına doğru kaymıştır (Cox, 2009: 111). Böylelikle küresel rekabetçi piyasa şartlarına uygun şartlar yaratmak için de küresel olarak birbirine entegre olmuş şehirlere ihtiyaç duyulmaktadır. Bir başka ifadeyle, ulusal ekonomik büyüme motorunun yeni dinamiği olan küresel rekabet, devletin düzenleyici gücünü yeniden ölçeklendirerek söz konusu gücü âdem-i merkezileştirmekte ve devletin ekonomiye olan müdahalesini kamu ve özel sektör ortaklığıyla pekiştirmektedir (Cox, 2009: 111; Swyngedouw, 1997a: 158). Yerel düzeyde kurulan ekonomik birlikteliklerin küresel düzeyde rekabet eder hale geliyor olması (Swyngedouw, 1997: 159) küyerelleşme hamlelerinin ne şekilde gerçekleştiğinin tartışılmasını da önemli kılmaktadır. Bu bağlamda küyerelleşme üç temel yeniden ölçeklenme kıstasıyla değerlendirilebilir. Bunlardan ilki sermaye ve emek süreçlerinin, ikincisi ulusal devlet aygıtının kendisinin, üçüncüsü ve belki de en önemli olanı da devletin ekonomiye müdahalesinin küyerelleşmesidir.

Sermaye ve emek süreçlerinin küyerelleşmesini sağlayan en önemli iktisadi düzenleme çalışma koşullarının ve maaşların yerel ücretlere tabi tutulması olmuştur. Böylelikle Keynezci Refah Ulus devlet döneminde ulusal düzeyde maaş ve ücretler noktasında pazarlık şansı bulan emek süreçleri, bu avantajını göreli olarak kaybetmiştir (Swyngedouw, 1997a: 157).

Devlet aygıtının kendisinin yeniden küyerelleşmesinin ilk çıktısı refah devleti rejimlerinin para transferlerinin kendiliğinden aşağı doğru kaymasıyla ilişkilidir. Burada para transferlerinin aşağı kayması ve bir başka ifadeyle yerel ve bölgesel güçlerin iktisadi yapılarının güçlendirecek ve onlara rekabetçi karakter kazandıracak siyasaların üretilmesinin boyutunu da özelleştirme hamleleri oluşturmaktadır (Swyngedouw,