• Sonuç bulunamadı

KURULUġU, ÇEVRESĠ VE ĠġLEVĠ

Düziçi Köy Enstitüsü müdürlerinden Ahmet Lütfi Dağlar Düziçi Köy Enstitüsü ve çevresi ve bu çevre içinde köy enstitüsünün iĢlevini tanıtmak için geriye dönüp 23 Ağustos 1941 tarihinde Ankara Radyosu‟nda yaptığı bir konuĢmayı, özgünlüğüne dokunulmaksızın aĢağıda verilmiĢtir. Dağlar anılarında bu konuĢmanın, Ankara Radyo Evi‟nin köy enstitüsü davasına verdiği önemi göstermesi açısından önemli olduğuna dikkat çekmektedir:

“Sayın dinleyiciler,

Enstitümüz Haruniye Nahiyesinde kurulmuĢtur. Bu Nahiye, Seyhan Vilayeti‟nin Bahçe kazasına bağlı bir köydür. Adana‟nın kuzey doğusunda ve Adana‟ya 125 km mesafededir. Etrafı dağlarla çevrilmiĢ Düziçi adında bir ovası vardır. Bu verimli ovanın adı aynı zamanda Enstitümüze konmuĢ böylece müessesemiz “Düziçi Köy Enstitüsü” adını almıĢtır.

Bu ova, nahiyenin sınırları içinden akan, suyunun 1/5‟inden çeltikçilerin istifade ettiği “Sabunsuyu”na hasret çekmektedir. 1.000.000 dekardan fazla arazi küçük bir hizmetle bu su ile sulanabileceği gibi, nahiyenin bu ovadaki köylüleri de bugünkü gibi susuzluktan bunalmayacaklardır. Bugün bir yanda koca “Sabunsuyu” akıp gitmekte diğer yanda köylüler susuzluktan bunalmaktadırlar. Bu tezadın ortadan kaldırılması Haruniye Nahiyesinin sıhhatine ve iktisadi hayatına hayırlı tesirler yapacaktır.

Kanını dökerek, yurdunu ve bu arada güzel Düziçi‟ni düĢmandan temizleyen cesur köylüler maalesef bu topraklardan hakları olan azami istifadeyi temin edememiĢlerdir. Bunu çok basit ve pek acı sebebi Ģudur: Arazi köylüye tevzi edilmemiĢ veya edilememiĢtir. Tapu muameleleri pek karıĢmıĢ adeta içinden çıkılmaz bir hâle gelmiĢtir. Gücü yeten, sözü geçen arazi sahibi olmuĢtur. Toprak bolluğu içinde topraksız kalan köylüler, gözleri önünde çalıların, yabani otların kapladığı boĢ ve haksız yere tesahup edilen bu topraklara en büyük bir hasret ve temellük duygusuyla bakıp duruyorlar... Kısaca anlatmaya çalıĢtığım bu yere, Haruniye‟ye 1940 yılı mart sonlarında Köy Eğitmeni YetiĢtirme Kursunu açmak üzere gittim. Haruniye‟ye geldiğim zaman, Maarif Vekilliği‟nce o zaman yeni satın alınmıĢ bulunan ve vaktiyle Hıristiyan çocukların okutulması için yapılmıĢ olan, bir tepe üzerinde harap bir Alman Koleji binası, bunun yanı baĢında, yine harap iki kubbeli bir hamamı vardı. Bir taraftan bunların tamirlerine, bir taraftan yeni yaptıracağımız binaların malzemesini hazırlamaya ve bir yandan da Eğitmen Kursunu açma hazırlığına baĢladık. 24 Nisan 1940‟ta

Eğitmen YetiĢtirme Kursunu açtık. Eğitmen namzetlerinin değerli yardımlarının da karıĢması ile bina ve hamamın tamiri iki ayda bitirildi, pavyonların inĢasına baĢlandı.

Bu sırada 3803 sayılı Köy Enstitüleri Kanunu‟nun çıkması ve tatbikine geçilmesi üzerine Enstitümüz Bölgesi‟ne dâhil Seyhan, Ġçel, Hatay, MaraĢ ve Gaziantep vilayetlerinin beĢ sınıflı köy okullarını bitirmiĢ köylü çocuklarını seçme suretiyle almaya baĢladık. Talebe kadromuzu süratle doldurmamız mümkün iken karĢımıza dikilen büyük bir engel bu imkânı kırdı: Trahom belası. Belli olduğu gibi bu beĢ vilayetimizde trahom yaygın bir haldedir. Trahomla mücadele teĢkilatı çalıĢmakta ise de henüz önüne geçilememiĢtir. ĠĢte enstitümüze girmek isteyen birçok köylü çocuklarını bu yüzden alamadık ve çok üzüldük. Alamadık çünkü sağlam bünyeli ve her uzvu iyi iĢleyen çocukları seçmek zarureti vardır. Zira köy enstitülerinde fikri çalıĢma ile bedeni çalıĢma birlikte gider. DüĢünmesini bilen bilgili ve müstahsil köy öğretmeni köy enstitülerinde yetiĢmektedir.

Bu münasebetle köy enstitülerinde çocukları bulunan ve köy enstitülerine çocuklarını gönderecek olan ana ve babalara söylüyorum: çocuklarınızı köy enstitülerine gönderirken her ay kendilerine, öğretmen olduktan sonra kaç lira verileceğini hiç düĢünmeyin. Onlar aybaĢını bekleyen ve geçimlerini yalnız aylıklarıyla temin eden kimseler olmayacaklardır. Onlar hem çocuk terbiye etmesini ve okutmasını bilen, hem de ellerinde bir sanatı olan ve aynı zamanda ziraat iĢlerinden anlayan Ģahsiyetler olacaklardır. Çocuklarınız ne kadar çalıĢkan olurlarsa o nispette kendilerine kazanç temin edeceklerdir. Zaten köy enstitülerinde sözden fazla iĢe kıymet verildiğinden çocuklarınız iĢten korkmayan, güçlükleri yenen yetiĢtirici, yapıcı ve yaratıcı insan olarak yetiĢeceklerdir ve yetiĢmektedirler.

Çocuklarınızın bu vasıfları kazanmıĢ olarak enstitüden mezun olabileceklerini Ģimdi anlatacağım Enstitümüz çalıĢmalarından da anlayacaksınız.”

Köy Enstitülerinde tahsil müddeti beĢ yıldır. Köy ilkokulunu bitirmiĢ köylü kız ve erkek çocukları arasından seçilmek suretiyle talebe alınır. Enstitümüzün Ģimdiki talebe mevcudu 16‟sı kız ve 249‟u erkek olmak üzere 265‟tir. Bunlarda 157‟si birinci, 108‟i ikinci sınıftadır. Talebelerimizin çalıĢmaları baĢlıca iki esasta toplanır:

1- Kültür Dersleri faaliyeti 2- ĠĢ faaliyeti

Enstitümüz, talebesinin bilgisini arttırmak için ortaokullar ve ilköğretmen okulları programlarını bazı değiĢiklerle tatbik eder. Böylece talebeye orta tahsil okullarının vermekte oldukları bilgiyi verir, bunun için günlük çalıĢmasının yarısını harcar. Yılda 45 günlük bir

tatil yaptığımızdan çalıĢma günlerin fazlalığı, her gün yarım bir mesai ile bu bilgilerin edinilmesini mümkün kılar.

ĠĢ faaliyetine gelince; bunu da ikiye ayırmak lazımdır: I- Ziraat ders ve tatbikatı

II- Demircilik, marangozluk ve dülgerlik, yapıcılık, biçki, dikiĢ nakıĢ ve dokumacılık gibi küçük sanatlar…

Günlük çalıĢmanın yarısını kültür dersleriyle meĢgul olarak geçiren talebe, diğer yarısında da küçük sanatlar ve ziraatla uğraĢır. Henüz bir yaĢını dolduran ve tamamen yeni kurulan, eski bir temeli olmayan Enstitümüz, bugüne kadar;

1- Ziraat sahasında Ģu iĢleri yapmıĢtır:

1- “200” dekarlık bir araziyi taĢ ve çakıllardan temizleyerek tarla haline getirmiĢtir. 2- Yeniden açılan bu tarlalarda yulaf, yer fıstığı, muhtelif cins sebze yetiĢtirdik, yetiĢtirmekteyiz. Halen, kabak, fasulye, patlıcan, domates, biber, hıyar, lahana pırasa olmak üzere 50 dekarlık bir sebze bahçemiz vardır. YetiĢtirdiğimiz sebze Eğitmen Kursu ile birlikte 400‟ü bulan günlük tabela mevcudunun sebze ihtiyacını bol bol karĢıladığı gibi Ģimdide domateslerde salça yapmaya ve diğer sebzelerden bazılarını da kurutmaya baĢladık. Pazar bulsak satıĢa bile çıkaracağız. Fakat yol imkânsızlıkları, bu yüzden nakil masraflarının pahalıya mal oluĢu harice satma fırsat ve imkânını bize vermemektedir. Bu fırsat ve imkânı bekliyoruz.

3- Büyük bir fidanlığın nüvesi olmak üzere 2 dekarlık dut, turunç ve muhtelif meyveli, meyvesiz ağaçlar fidanlığı kurduk.

4- 10 dekarlık bir sahada portakal, limon ve yeni dünya olmak üzere bir meyve bahçesi tesis ettik.

5- Bahçemizde açtığımız büyük ana yolun iki yanına okaliptüs fidanları diktik.

6- Tarlalarımızın 60 dekarına ekmiĢ olduğumuz yulafın hasat ve harmanını yaptık. 20 dekarlık bir yere fıstık ektik ve mahsulünü aldık, tekrar ektik.

7- Müstakbel büyük kümeslerin yine nüvesi olmak üzere 60 tavukluk bir kümes kurduk. 8- Köylüye sebze fideleri verdik.

9- Gelecek yılların büyük miktardaki ipek böcekçiliğine bir baĢlangıç olmak üzere beslediğimiz ipek böceklerinden 5 kg saf ipek aldık.

2- Küçük sanatlara gelince:

1- 40 kiĢinin çalıĢabileceği, soğuk ve sıcak demir iĢleri yapılan bir demircilik atölyemiz,

2- 30 kiĢinin çalıĢabileceği bir marangozluk atölyemiz, 3- 16 kızımızın da çalıĢabileceği 5 dikiĢ, nakıĢ atölyemiz

4- Ġktisat Vekilliğinin gönderdiği dört dokuma tezgâhının kurulduğu bir dokuma atölyemiz halen faaliyettedir.

5- Açık havadaki iĢ yerleri de yapı atölyemizi teĢkil eder.

Eğitmen Kursumuzun ve Enstitümüzün açıldığı günden beri durup dinlenmeden çalıĢan yapıcı öğretmen, usta öğretici ve çalıĢkan talebelerimizin yaptıkları iĢler de Ģunlardır:

a- 15‟er metre uzunluğunda iki pavyon, b- 300 kiĢilik büyük bir yatakhane, c- Büyük bir mutfak,

d- Bir çamaĢırhane,

e- Bir demirhane, bir dokuma evi,

f- Bir kümes, bir inek ahırı, at ve kısraklar için iki muvakkat ahır ve bir arabalık, g- Kız ve erkekler için 14 ve 7 gözlü ayrı yerlerde iki hela, 21 ve 9 musluklu iki ayrı yerde temizlik ve el yüz yıkama yeri,

h- 25 ve 5 ton su alan iki betan depo yapılmıĢtır.

Ayrıca satın alınan, büyüklü küçüklü 34 odası bulunan harap kolej binası ve hamamı tamir edilmiĢtir, bir de öğretmen evi yapılmıĢtır.

Ġki pavyonla büyük yatakhanenin üzerine inĢa edildiği tepe üç büyük kademeye ayrılarak tefsiye edilmiĢtir ki bu da muazzam bir iĢ olmuĢtur. Ayrıca on binlerce yerli kiremit imal ederek yapmıĢ olduğumuz binaların bir kısmının üzerini örttük. Ġhtiyacımız olan tuğlaları yine kendimiz yaptık.

Bunlar dıĢında mühim bir iĢimizi de söylemeden geçemeyeceğim. Bu da, bütün nakil iĢlerimiz semerli hayvanlarla yapılıyordu. Bu sıkıntılı vaziyetten bir an önce kurtulmak lazımdı. Öğretmen, eğitmen namzetleri ve talebelerimizle tekerlekli vesaitin iĢleyebileceği bir yolu yapmaya karar verdik. Bir ay içinde, kurs ve Enstitümüzün normal çalıĢmalarını bozmadan 1200 metrelik bu yolu da açtık, köyün toprak Ģosesine bağladık. Böylece kendi sınırımız içindeki yolsuzluğu da yendik.

Bunlardan baĢka, Türkiye yüksek mimarları arasında müsabakaya konan ve müsabakada birinciliği kazanan Yüksek Mimar Recai Akçay‟ın yapmıĢ olduğu planların tatbiki için inĢaat hazırlıklarına baĢlanmıĢtır. Bu binalarda kullanılmak üzere yüzlerce köĢe taĢı yapıldı ve yapılmaktadır.

Kısaca bütün atölyelerimizde ve iĢ yerlerimizde bir arı kovanı faaliyeti vardır. Anlatmaya çalıĢtığım iĢler içinde durmadan yoğrulan, piĢen, iĢi seven, iĢ yapmasını bilen, iĢten usanmayan, yılmayan çalıĢkan köylü talebelerimizin her iĢ adamına layık olan temiz bir eğlence ve hoĢ vakit geçirme hayatları da vardır. Günlük dinlenme saatlerinde, eğlence ve okuma salonlarında radyo dinlerler, gramofon çalarlar, gazete ve mecmua okurlar, bahçede voleybol müsabakaları tertip ederler.

Bu eğlencelerde köy temsilleri yapılır, türküler söylenir, milli oyunlar oynanır, mandolinler çalınır, ara sıra bir davul sesi milli bir oyuna refakat eder, bu sırada bir düğün havası teneffüs edilir ve hep birden coĢulur. Bir aralık kendi yazdıkları Ģiirleri okumak isteyen çocuklarımız ortaya çıkar, bunlar dikkat ve alaka ile dinlenir. Bu Ģiirler ekseriya tabiatı ve yaĢanan hadiseleri tasvir eden küçük Ģairlerimizin özlü duygularının eserleridir.

ĠĢte sayın dinleyiciler, bir yandan bilgilerini arttırmak için didinen, bir yandan demir döven, tahta biçen, çatı kuran, mala ve çekici ile çalıĢarak duvar ören, dikiĢ diken nakıĢ yapan, bez dokuyan, tavuklara bakan, tarla açan hububat ve sebze yetiĢtiren, sert tabiatla pençeleĢen ve onu yenmesini öğrenen ve de yenen kız ve erkek köylü çocuklarımız, cesur, yiğit talebelerim aynı zamanda temiz ve nezih eğlenmesini de öğreniyorlar.

Kısaca anlatmaya çalıĢtığım Enstitümüz faaliyeti içinde yetiĢecek ve yetiĢmekte olan bu cesur, yiğit köylü çocuklarımız köylerimize bilgili, ziraat iĢlerinden anlar, elinde bir sanatı bulunan baĢarılı bir Ģahsiyet, bir öğretmen olarak gideceklerdir. Fakat köye mağrur bir muzaffer gibi değil, köyün dertlerinin içinde duyan köyde köylü ile müĢtereken kazanacağı zafere güven ve inanç taĢıyan mütevazı ve fakat kendine güvenen kudretli bir önder olarak girecektir. Biz buna inanıyoruz, bu bir hakikat olacaktır.

Son sözüm Ģudur: Sözü ikinci plana koyan, iĢi baĢa alan bir müessesenin çalıĢmasını dinlemek değil görmek ve onu görerek tanımak en doğru yoldur. Görmek arzusunu duyanları bekliyoruz.” 141

.

Düziçi Köy Enstitüsü Dumanlı dağlarının eteklerinde tüm Düziçi‟ni gören bir tepede Alman yapımı bir binada 1940 yılında hizmete girmiĢtir. Kurucu müdür A.L.Dağlar üç katlı otuz beĢ odalı binayı tanıtıyor142

. Cumhuriyet‟in ilanına 17 yıl, Osmanlı egemenliğine ise yüzyıllar geçen bu yörede bir eğitim kurumunun yapıcısı olamamamız dönemin gerçeklerinden uzaklığımızı gösterir. Geçen sürede yörede değirmenci, duvar ustası, marangoz, tuhafiyeci, semerci, ayakkabı tamircisi, terzi gibi meslek dallarının yaĢamını

141 Ahmet Lütfi Dağlar, Düziçi Enstitüsü ve Sonrası Kimi Anılarım, Kadıoğlu Matbaası, Ankara 1987, s. 14.

ağırlıkta Ermeniler sürdürmüĢtür. Enstitünün kurulduğu yıllarda L. Dağlar‟ın anlattıkları ustaların, demircilerin, marangozların diğer illerden özellikle MaraĢ‟tan getirilmiĢ olması, Anadolu‟nun bu köĢesinde Müslüman Türk nüfusun değil kitapla defterle eğitim yaptığını çekiç tutmayı, tahta biçmeyi, demire Ģekil vermeyi bile bilmediğinin ispatıdır143

.

Düziçi‟nde tahıl ürünlerinin hasadı sonrasında öküz ve atlarla gem sürerek buğdayın baĢaktan ayrılıp samanın ve buğdayın ayrılması iĢlemini Türkler tarlada toprak zemin üzerinde yaparken, buğdayın bir kısmı toprağa karıĢıp giderken bir kısmını da karıncalar alıp giderdi. Oysa Cumhuriyet öncesi Düziçi Gökçayır köyü sınırlarında yer alan ve bugün (Gavurharmanı) denilen yer, döneminde son derece mükemmel tasarlanmıĢ ve yapılmıĢ bir mühendislik harikasıdır. Bugün beton zemini andıran görünümüyle buğdayın toprağa karıĢması engellenmiĢ bir dağın eteğinde ve vadinin ağzında olması sebebiyle de sürekli rüzgâr alması sonucuyla çalıĢanların sap, saman ve toz içinde kalmadan saman ve tahılları kolayca hazırlamaları sağlanmıĢtır. Osmanlı‟nın ve Cumhuriyetin bir üç katlı veya dört katlı binayı okul, hastane veya bir Ģekilde inĢa edemediği yer 1940 öncesi dâhil, Türkiye‟de bir yurt köĢesidir. Düziçi Köy Enstitüsü kuruluĢu için bir Alman izleme, tanıtım, talip ve misyoner faaliyet merkezi olan Alman yapımı binadan uygun bir yerin olmayıĢı bahanesi çok olabilir ama yaĢaması acı bir gerçektir144

.

Hamamı, mutfağı, misafirhanesi, depolar, su ambarı, ahırı, bekçi kulübeleri ve gözetleme noktalarıyla yöredeki ayakta duran en mükemmel yapıydı. GeçmiĢi, yapılıĢı ve faaliyetleri ile Osmanlı-Alman iliĢkilerinin bir sonucu olan ve yörede “Alman Konağı” olarak bilinen binanın misafir ve sakinleri sürekli Alman olmuĢtur. Düziçi‟nde Alman kızları diye anlatılan üç bayan koruma, hizmetçi, aĢçı, posta ve bekçilerin eĢliğinde bu konakta kalmıĢlardır. Yöredeki hastaların tedavisinde, çocuk temizliği ve bakımı konusunda Müslüman Türk aileleri Türkçe ile bilgilendirmiĢlerdir145

. Adına ne denilirse denilsin Türk insanının kendi toprağında Ģifayı ve sağlıklı bir yaĢamı sürdürme konusunda Almanlara duyduğu muhtaçlıkta acının diğer bir adıdır. Hayvan barınaklarının, ahırların evlerden uzak olması gerektiğini ve bu yöndeki tasvirleri dillendirenlerin söylemleri doğruluğu tartıĢılamayacak öğeler olmasına rağmen eksiğimizin de ne kadar çok olduğunu bize göstermektedir. I. Dünya SavaĢı‟nı gören, yaĢayanlardan 1980 ve 1990‟lı yıllara kadar hayatta

143 Bölgede Ermenilerin yaĢadığına dair bir baĢka bilgiyi Ġsmet Ġnönü‟nün kısa notlar aldığı Defterler‟inde görüyoruz. Ġnönü 6 Ekim 1943 tarihinde Düziçi‟ne geldiğinde Ģöyle bir not almıĢtır; “Arazi (Ermenilerden kalan son (burası okunamamıĢ) paylaĢılmıĢ).” Ġsmet Ġnönü, Defterler, C. I, (Haz. Ahmet Demirel), Yapı Kredi Yay., Ġstanbul 2001, s. 371.

144

Ali YeĢil ile 01.10.2010 tarihinde Düziçi Haruniye Mahallesinde yapılan Mülakat. 145 Saral, Karartılan Aydınlık, s. 10-11.

kalanların aktardığı bilgiler doğrultusunda özellikle Türklerle Bayan Almanların muhatap olması, Almanların insanları etkilemeye dönük bir faaliyetinin bir sonucu olsa gerek okuryazar bile olmayan insanı etkilemek, kendine yaklaĢtırıp inandırmaktan doğal ne olabilirdi ki?

1920‟li yılları da içine alan süreçte Köy Enstitüsü‟nün 1940 da kurulduğu binada diğer adıyla Alman konağında yaĢayan üç bayan, pantolon ve çizmeleri giyip saçları açık atlarıyla KahramanmaraĢ ile Osmaniye arasındaki tüm köylerde at koĢturarak gezmiĢ dolaĢmıĢ halkın içine girip evlere misafir olmuĢtur. Bazı hasta yakınları hastalarına Ģifayı türbede veya din adamı geçinenlerde ararken, bazıları da hastalarını, sağlık konusunda bilgisi o yıllarda yörede tartıĢılmayan Alman kızlarına götürmüĢtür. Çağrıldıklarında ise yöreyi çok iyi bildikleri için kolayca hastanın yardımına koĢmuĢladır. Türk insanının yarasını sarmıĢlar, sağlık hizmeti vermiĢlerdir146. Tabiî ki bu yıllar itibarıyla Alman bayanların, Almanya‟nın da propagandasını yaptıklarını ya da misyonerlik faaliyetlerinde bulunup bulunmadıkları konusunu gözden uzak tutmamalıdır.

Alman konağında bulunan Almanlara, yöreden gerek Osmanlı gerekse Cumhuriyet döneminde hiçbir eleĢtirel ve kırıcı davranıĢ sergilenmemiĢtir. Doğum sancıları baĢlayan hastaya hemen Alman kızları yardıma koĢmuĢlardır. Bunların tümü insanlık paydalarıdır. Bu durum tartıĢılmasız kabul edilebilir. Ancak Alman kızlarının elinden Ģifa bulduğunda onlara teĢekkürü, hürmet ve ikramı borç kabul eden Türk insanı tıpkı onlar gibi at üstünde bir süvari gibi gezen, sağlık hizmetleri veren, okulda çocuklara okuma yazma öğreten, kendine özgüven duyan bir kız çocuğuna sahip olmaya ciddi oranda temkinli durmuĢtur. Çünkü yörede A.L. Dağlar‟ın yanına okuldaki memurları da alarak okula kayıt yapmak için köy köy gezip öğrenci aradığı bunu da sağlamakta güçlük çektiğini, Hanefi Alçı ve Ali YeĢil belirtmektedir. BaĢkasının elinden bulunan Ģifa yoksa daha mı değerli olur bilinmez ama bilinen bir gerçek vardır o da Türk kızı da oğlu da yeter ki bilimsel eğitimin donanımlarına sahip olduktan sonra üzerlerine yüklenen yükü taĢımayı baĢarmıĢlardır147

.