• Sonuç bulunamadı

KÖY ENSTĠTÜSÜ VE OSMAN SAKALLI

Hedefleri ve temelleri Cumhuriyetin kurucusu Atatürk‟e dayanan Köy Enstitüleri bir kalkınma ve geçeklerle yüzleĢme projesidir. Toplumun yaĢadığı her türlü olumsuzluğa bir bahane bularak bunda sorumluluğu olmadığını ispata kalkıĢan zihniyet, ekonomi, dıĢ politika, sanayi, eğitim ve bilim adına proje geliĢtirmeden, sadece içerde bir gücü temsil ediyordu. TaĢıdığı sıfatları ise dıĢarıdan dayatılanlar doğrultusunda etki sahasına sahipti. Okuma-yazma oranı ekonomik gücü millî sanayi adına Anadolu‟da tam bir periĢanlık yaĢayan Türk milletinin elbette modern ulusların yanında olmaya hakkı vardı. Ancak bu hak verilecek cinsten değil çalıĢarak alınacak bir üründü. Ulusal KurtuluĢ SavaĢından sonra iĢte esas savaĢ bu bahsedilen hakkı kazanmak için verilmiĢtir. Silahla, canla topraklar kazanılmıĢ, ancak toprağımızda kalıcılığımız, güçlü ve hazırlıklı olmaya bağlıydı. Türk ulusu yapılan devrimlerle yeni bir dünyada yaĢar olmuĢtu. Ancak bu dünyanın önemini ve yaĢamsal açıdan değerini kavrayan nesiller henüz Anadolu‟nun her yerinde yoktu. Sadece okuma-yazma öğretmeye dönük bir eğitim programını kapsamayan köy enstitüleri Türk vatanının her yerine her bölgesine serpilmiĢ ve Ankara‟daki Cumhuriyeti sadece tabelalarla değil, zihinlere ve hayata kısaca her alana dokumuĢtur.

Köy Enstitülerinden 1940 yılında kurulan Düziçi Köy Enstitüsü‟nün 1944 yılındaki ilk mezunlarından olan Osman Sakallı‟ya Hatay ili Ġskenderun ilçesine bağlı Arsus beldesinde ulaĢılmıĢtır. 2010 yılı 28 Temmuz‟u itibarı ile 1944 mezunlarından üç kiĢi kaldıklarını dile getiren Osman Sakallı‟nın Düziçi Köy Enstitüsü ile ilgili değerlendirmeleri Ģu Ģekildedir:

“1940 yılının Haziran ayında Antakya‟dan yaya olarak gidip Düziçi Köy Enstitüsü‟ne kayıt oldum. Almanların inĢa ettiği üç katlı binada eğitime baĢladık. Yatakhanemizi kerpiçten kendimiz yaptık. Okulda üç tür öğretmen vardı. Derslere giren öğretmenler, sanatkârlar ve usta baĢılar. Usta baĢılar, duvar, sıva, beton dökme gibi iĢleri öğretirlerdi. Öğretmenlerin kalacak yer sıkıntısını gidermek için üç tane öğretmen evi yaptık. Aynı yıllarda enstitümüzün yeni eğitim kampüsünde çalıĢmalar baĢladı ve binaların yapımı hayata geçti. Sabah enstitüde erken baĢlayan hayat, bir grubun ziraata, bir grubun sanata, bir grubunda dershanelere gidiĢiyle devam ederdi. Sağlıklı bir yaĢam için temizliğe çok dikkat edilir, bu hususta bize hizmet veren bir de revirimiz vardı. Ġhtiyacımız olan keresteleri getirmek için Düldül dağına

gittik. Keresteleri suda yüzdürerek getirdik. Bir bayan öğretmenin uzun kerestenin uç kısmını omzuna almasına elbette dayanamazdık, öğretmenlerimiz ve bizler enstitü binalarımızın ihtiyacı olan taĢa, tuğlaya, kirece, kuma her Ģeye el vurduk, hepsi elimizden geçti. Öğretmenlerimizi korkulacak, bir üstün olan kiĢi değil, bir abi kardeĢ gördük. AkĢamları bir saat mütalaa saati denilen bölümde tartıĢmalar ve görüĢ alıĢ-veriĢi yapılırdı. Cumartesi akĢamları bir sınıfın hazırladığı programda türküler söylenir piyesler oynanırdı. Kırk beĢ günlük iznin hemen bitmesini ve okulumuza dönmeyi çok isterdim. Okuldan mezun olmak için mutlaka bir müzik aleti çalmak Ģarttı. Bunlar mandolin, piyano ve keman ağrılıktaydı. Köy enstitülü kitap okur, Ģiir okur aynı zamanda tarım ve hayvancılığı da bilir. 1943 yılında CumhurbaĢkanı Ġsmet Ġnönü enstitümüzü ziyarete geldi. Sınıfta „ben öğretmen değilim ama siz öğretmen olacaksınız. Güzel konuĢun, okuyun ve yazın‟ dedi. Biz köy enstitülülere çok iftira atıldı. Komünist dediler. Bir gün komünizmi veya komünist önderleri öven bir sözü ne öğretmenlerimizden ne de arkadaĢlarımdan duymadım. Biz yoksulduk, biz ve bizden sonrakiler yoksul olmasın diye çalıĢtık. Modern ve düzenli sebze bahçeleri yaptık. Her mevsime dönük hem ihtiyacımız olanı ürettik hem de çevredeki yoksul köylülere dağıttık. Yaptığımız meyve bahçeleri, karpuz tarlaları beğenildi. Hem ürettik hem kazandık hem de suyun verimli toprakların olduğu Düziçi‟ne adeta tarımı ilkel yöntemlerden alarak faklı bir Ģekilde öğrettik. Yiyeceklerimizi üretmemiz ve devlete maliyetimizin az oluĢu bizim için bir mutluluktu. Aslında kazanmanın ve baĢarmanın verdiği haklı bir gururdu. Atatürk‟ü sevdik, Ġnönü‟yü ve Hasan Ali Yücel‟i sevdik. Ama herkesi ve insanları sevdik. Dini inançlarımıza dönük enstitüde bir baskı görmedim. Orucumu tutardım, bugün de tutarım. O zamanlar bayram namazlarına Haruniye‟deki camiye giderdik. Bu konularda bize yapılan haksızlıkları ben affetsem Allah affetmez.”206

.

Enstitü yıllarını böyle anlatan asırlık öğretmen daha sonrası için ise Ģu tespitleri yapmaktadır:

“Bir öğretmen sanat alanının hangisinde eğitim görmüĢ ise, örneğin, marangoz, inĢaat, demircilik, dokuma bu alandaki aletleri de alır, görev yerine öyle giderdi. Bu da öğretmen gittiği köyde keresteyi ev ihtiyaçlarının giderilmesinde kullanarak masa, raf, karyola, dolap gibi malzemelerin evlere girmesi ve ev içi görünümün değiĢmesi oluyordu. ĠnĢaat alanındaki bir öğretmen gittiği köyde önce okul binası yoksa köylünün de iĢ gücü desteği ile güzel bir okul binası ve öğretmen lojmanı yapardı. ĠnĢaat, yapı alanında iyi yetiĢtirildik. Köy enstitülü gittiği köylerde ev, fırın, köprü ve yol yapımında adeta öncülük

yaptı. Bu söylediklerimi de yapmada baĢarılı oldu. Ziraat alanındaki bilgilerimizle bahçecilik, sulu veya susuz tarımın yapılmasında eksiklikleri giderdik. Ben Türkçe bilmeyen bir köyde göreve baĢladım. Hatay ili Yayladağı ilçesine bağlı Cındarlı köyünde Arapça da bilmem sayesinde önce köylü ile iletiĢim kurdum. Gündüz çocuklarına, akĢam da yetiĢkinlere hem Türkçe hem de okuma-yazma öğrettim. Ġlk maaĢım yirmi liraydı. Parada pulda zamda hiç gözüm olmadı. Çünkü biz milletimizi sevdik onları yüceltmek için çalıĢtık. Yaptığımız bağlar, bahçeler, binalar, tarımdaki öncülüğümüz okuma-yazma oranının artması, sanat, müzik, tiyatro gibi faaliyetlerimiz, yeni bir çevre yeni bir insan tipi ortaya çıkarmıĢtı. Milli bayramlarımızı köylerde kutladık. ġiirlerle konuĢmalarla, milli Ģuuru ve bağımsızlığı öne çıkardık. Ancak iĢlerine gelmediğimiz ağalar bize komünist dediler. Ben Türkçe bilmeyen Cındarlı köyünü diliyle, sevgi ve saygısıyla, gönlüyle bağlı olduğu devletimize bağlayan çelik bir halattım. Köye giderken bana iki öküz bir de inek verdiler. Bunlarla Ģahsıma verilen arazide halka adeta öncülük yapmak zorundaydım. Eğer köy düzlük bir arazide ise öğretmene öküz yerine at verilirdi. Öküzlerimle bana verilen tarlada tarım yaptım. Hayvan hastalıkları alanında da bilgimiz olduğu için, salgın hastalıklara dönük bazı tedbirlere de öncülük yaptım.”207

.

Öğretmenlik hayatının ilk yıllarını böyle dile getiren Osman Sakallı Bey‟e köy enstitülünün evi, ailesi, günlük yaĢamı ilerde nasıl oldu dediğimde, ailesini ve çocuklarını Ģöyle tanıttı:

“Köylerde çalıĢmaktan hiç rahatsızlık duymadım. Köylerdeki güzelleĢmeler, değiĢmeler beni çok sevindirirdi. Evimde saygı ve sevgi ve samimiyet egemendir. Çocuklarımla ailemle hep mutlu yaĢadım” diyor. Bu söyleĢi sırasında öyle önemli bir Ģeye tanıklık etme fırsatı yakalanmıĢtır. Çocuklarından bahsederken kullandığı isimler dikkati çekmektedir, ”oğullarım Metehan ve Mustafa KurtuluĢ”. Bu isimlerle ilgili soruya Metehan‟ın büyüklüğü ve Türk toplumunu birleĢtirmesiyle ilgili diyor, Mustafa KurtuluĢ‟un ise “Atatürk‟ün Mustafa‟sı ile esaretin zıttını yan yana getirdik” Ģeklinde açıklıyordu.

1940‟ta açılan Düziçi Köy Enstitüsü ile ilgili çok Ģey söylendi. Ama enstitünün ilk yılında okula kayıt olan Osman Sakallı‟nın söyledikleri ile “çok Ģey” dediğim dedikoduların kasıtlı, değiĢimi kabullenemeyen, topluma egemen güçlerin ürünü olduğu düĢüncesi daha da güçlü hale gelmektedir. Düziçi Köy Enstitüsüne tahsis edilen binlerce dönüm arazi buranın toprak ağalarından alınarak enstitüye tapulanmıĢtır. Düziçi Köy Enstitüsüne toprak kaptıran

ağalar ile Enstitü Müdürü Ahmet Lütfi Dağlar bu toprak meselesi yüzünden karĢı karĢıya geldiğinde ise sonuç ne yazık ki müdür için pek de iyi olmamıĢtır.

Okula ayrılan arazide 1940‟larda öğrenciler çalıĢır, üretir ve yerdi. Tarım arazisinde çalıĢan, okulda zanaatkâr ve öğrenci olan enstitü öğrencileri dönemin koĢullarında Anadolu‟yu Ģekillendirecek mimarlardı. Osman Sakallı ile yapılan görüĢmede kendi oturacağı evi yapabilecek, çevresini Ģekillendirecek, iğne yapabilen, pansuman bilen, tarım ve hayvancılık konusunda donanımlı bir insanın o dönemde ne kadar değerli olduğunu bir kez daha görmek mümkündür. Kitabı dost, bilimi rehber gören enstitü mezunları görev yerlerinde Osman Sakallı ile yapılan görüĢmeye göre, bölge insanı ağalardan ve sözde ileri gelenlerden hiç hoĢ olmayan tavırlar görmüĢlerdir. Köy çocuğunun önce okuma-yazma öğrenmesi sonra kitaplarla tarihi, fenni, dünyayı, ekonomiyi öğrenmesi elbette köy çocuklarının babalarına hükmeden ağaları rahatsız etmiĢtir. Bu iki ucun yani ya köy enstitülüleri ya da karĢısındaki ağalar aynı anda yaĢaması mümkün olmayacak merkezlere dönünce bu durum 1954 yılında enstitülerin kapatılması ile sonuçlanmıĢtır. ÇeĢitli politik yorumlar yapılsa da doğrular her zaman doğru kalmıĢtır.

Bir dönem toplumu yanlıĢlara inandıranlar kendilerini sorgulayan bir neslin yetiĢmesi durumunda kendilerini ve fikirlerini topluma dayatamaz hâle gelmiĢlerdir. Bahane bulmanın kolay çare üretmenin ise zahmet ve fedakârlık gerektirdiğine inanan enstitü öğretmenleri kendileri gibi yetiĢtirdikleri öğrencilerini Anadolu‟nun köylerine göndermiĢler, öğretmen köye Atatürk devriminin kıyafetiyle eskiye oranla daha sade bir Türkçe ile valizinde kitapları ile gitmiĢtir. Enstitülerin kapatılması sonucu ise Düziçi Köy Enstitüsü “Düziçi Öğretmen Okulu” adını almıĢtır.