• Sonuç bulunamadı

ÖĞRETMEN OKULU MEZUNU EMĠNE ÖZKAN BAġ‟IN GÖZÜYLE KÖY ENSTĠTÜSÜ

KÖY ENSTĠTÜSÜ

1959 yılında Düziçi Öğretmen Okulu yerelden kız öğrenci alımı gerçekleĢtirmiĢtir. Yatılı olarak eğitim-öğretim yapan okula giriĢ yapan altı kız öğrenciden biri olan Emine Özkan okula kayıt olduğu günleri, yaĢadığı zorlukları ve dönemin Düziçi‟ini Ģöyle anlatmaktadır:

“Okula giriĢ için yapılan sınavı kazanarak kayıt olmayı hak ettim. O zaman okulda çalıĢan personelin de çocukları okula kayıt hakkına sahiplerdi. Biz altı kız öğrenci olarak okula giriĢ yaptık. Dayım Mustafa Kültür, nenemin adında olmam sebebi ile beni çok severdi, ancak okula baĢladıktan sonra beni sevmeyi de bıraktı elini de öptürmedi. Abim Hüsnü de bizim ailede okumama karĢı çıkanlar arasındaydı. KomĢulardan, kızını niye okutuyorsun diyenlerin daha sonra kızlarının bu okulda okuyup öğretmen olduklarını gördüm.”213.

DeğiĢim toplumda kolay olmamıĢtır. Yeni caddeler, kaldırımlar, sokak lambaları, bunlar yaĢanan çevrenin fiziki görünümünün değiĢmesinde ilk göze çarpan öğelerdir. Ġyi bir çalıĢma ekibiyle bir mahallenin, ilçenin veya büyük bir Ģehrin dıĢ görünümü, yerine göre bir ay veya büyük bir Ģehrin dıĢ görünümü birkaç yılda tamamen değiĢirken toplum, iĢte bu değiĢimin yaĢam tarzına, dünyaya bakıĢa ve hayata uyarlanmasına genelde mesafeli durmuĢ ve bir anda kabullenmemiĢtir. Toplumsal değiĢimler aslında, değiĢimin düĢünce önderlerinden ziyade, değiĢimi önemseyen öncülerin eseri olmuĢtur. Kız çocuklarının okula gitmesini 1950 veya 1960‟larda doğru bulmadığını söyleyenler daha sonra Düziçi Öğretmen Okuluna çocuklarını gönderenlere elbette ki okula ilk yılda (1959) kayıt olan bu altı kız öğrenci örnek olmuĢtur. Kız öğrencilerin Düziçi Öğretmen Okuluna altı kiĢi kayıt olması yöredeki daha sonra okuyacak kız öğrencilere okulların, sınıfların, kitapların arkadaĢ

olmasında anahtar rol oynamıĢtır. Toplum, 1959-60 yıllarında ne kadar meraklıymıĢ ki Emine öğretmen dönemi Ģöyle anlatmaktadır:

“Kız ve erkek öğrencilerin teneffüslerde sahaları farklıydı. Biz okul idaresinin karĢısında durmak zorundaydık. Öğretmenimiz Sabiha Yaman bizi hep gözlem altında tutardı.”

Neden böyle yapılmıĢtır sorusuna verilecek cevap çok olabilir, hangisi doğrudur, bunlar çok tartıĢılacak Ģeylerdir. Ancak dönemin Avrupa‟sı, ABD‟si ve SSCB‟si incelendiğinde bizim ne kadar geri kalındığı gerçeği gözden hiçbir zaman kaçamaz. Kız öğrencilerin okutulmasına karĢı çıkılması bu karĢı çıkmaları düzenleyecek ya da Ģekillendirecek resmi iĢlemlerin olmayıĢı aslında koĢulların zorluğunu çok iyi izah etmektedir. Eğitim ve bilim yuvalarını “dıĢarıdakiler ne der” kaygısı ĢekillendirmiĢ ise değiĢim ve değiĢim sonunda uygar bir ülke ve bilgi toplumu olma hedefine ulaĢma çabaları da ciddi bir Ģekilde yara almıĢtır.

Okulun birinci ve ikinci kademe olarak iki Ģekilde eğitim-öğretim yaptığını belirten Emine Özkan BaĢ, eğitim ve öğretimin Ģöyle bir tasvirini yapmaktadır:

“Okulda temiz bir kıyafet uygulaması vardı. Saçlarımızda mutlaka toka olacak, saçlarımız taralı olacaktı. Alın kısmına saç indirilmezdi. Okulun ilk üç yılında tabiat bilgisi, yurttaĢlık, tarih, coğrafya, matematik, müzik, resim-iĢ, tarım ve beden eğitimi gibi dersler gördük. Müzik dersi müzik hanede, resim-iĢ resim atölyesinde uygulamalı olarak yapılırdı. Her öğrenci mutlaka bir müzik aleti çalmayı öğrenirdi. Her belirli gün ve haftalarda öğrencilerin tamamına yakını görev alırdı. Bir anma etkinliği olsun veya bir bayram olsun okuldan bu gibi etkinliklerde bir öğrenci görev almadan mezun olamazdı. Eğitsel kol baĢkanlarının seçimlerinden otuz gün önce seçim hazırlıkları baĢlar, seçim günü sandıklar kuruldu. Öğle aralarında müzik kolu önderliğinde okul mikrofonundan çeĢitli Ģarkı veya türküler seslendirilirdi. Her öğrenci resim dersinde kendi yeteneği neye yatkınsa kara kalem, yağlı veya sulu boya çalıĢmalarını gerçekleĢtirir, buradaki eserler halka açık sergilenirdi. Düziçi halkı okulun piyes veya benzeri etkinlerine yoğun bir ilgi gösterirdi. El feneriyle gece karanlığında programları halk izlemeye gelirdi. Bir ay geçmeden okulumuza mutlaka bir sanatçı konuk olurdu. Bunlardan biri de ÂĢık Veysel‟dir. Okulda halk türküleri ve halk oyunları öğrenilirdi. Her öğrenci mutlaka belli bir oranda bunları öğrenirdi. Okullumuzun piyes ekibi Adana, Mersin ve Hatay gibi illerde gösteriler yaptı. Ben de bu ekipteydim. Komedi ve kahramanlık ana temalarımızdı. Biz ortama uyan kiĢiler olarak değil, toplumumuzu aydınlatacak kiĢiler olarak yetiĢtik. Okulumuza dikilen ağaçları erkek

arkadaĢlarla beraber diktik. Arazinin iĢlenmesi, tarım ürünlerinin dikilmesi, çapası, toplanması hep öğrenciler tarafından yapılıyordu. Her öğrencinin kendine ait bir alanı olur ve orada ziraat faaliyetlerini yapar ve sergilerdi. Beden eğitimi dersinde atletizm, voleybol, basketbol, atlama beygiri hepsini gördük ve uyguladık. Tabiat bilimleri derslerimiz hep laboratuarda yapılırdı. Biz deneysiz ders yapmadık. Ayrı ayrı fizik, kimya ve biyoloji laboratuarlarımız vardı. Okulumuzun perdelerini biz dikerdik. Okulumuz resim-iĢ öğretmeni ġakir Candemir evlilik hazırlıkları sırasında kendi evinin mobilyasını okulun marangoz atölyesinde yaptı. Öğrencilere verilen kitap listelerindeki kitaplar mutlaka okunurdu. Bunların ana fikirleri ve özetleri bir tez sunumu Ģeklinde yapılırdı. Yağmurlu bir günün kiĢiye etkileri gibi bugün çok ilginç gelecek konular bile kompozisyon derslerimize konu olurdu. Kompozisyon derslerinde konuĢma dilinin sadeliğine ve doğru kullanımına büyük önem verilirdi. Bu okulun öğrencisi sade bir Türkçe ile güzel konuĢan bir kiĢi olarak yetiĢirdi. Küme çalıĢmaları sonuçlanınca, kümeler sınıfta çalıĢmalarını sunardı. Son sınıfta okulumuzun Uygulama (Tatbikat) Ġlkokulu okulunda öğrendiğimiz çocuk psikolojisi, eğitim bilimleri, çocuk Ģiir ve edebiyatı doğrultusunda öğretmenliğe ilk adımı atardık. Staj yeri olarak belirlenen okullarda iki ay öğretmenlik yaptık. Bu iki aylık sürede okulun lojmanında kalırdık. Köyü, köy insanını ve çocuklarını önceden tanırdık.”214

.

Bu açıklamalarının ardından elli yıl öncesinde eğitim, siyaset, bürokrat iliĢkisi hakkında ise Ģunları ifade etmektedir Emine öğretmen:

“Biz cinsiyet, mezhep, dinsel tercih veya ırkın belirleyici ve önlendirici olduğu bir ortam içinde değil, uygarlığı yakalama ve yaratma arzusu peĢinde olduk. Van ErciĢli bir arkadaĢımız vardı. Türkçeyi konuĢmada güçlük çekerdi ama kaynaĢıp gittik. Atatürk bizim en büyük önderimizdi. Öğretmenlerimiz cinsiyet ayrımı yapmadan beraber çay içer konuĢurlardı. 1963 Kıbrıs krizinde Mehter MarĢı ile önümüze düĢüp bize yürüyüĢ yaptıran öğretmenimiz daha sonra TÖBDER‟in buradaki kurucusu oldu. 1960‟larda okulumuzda ne bir siyasetçi ne de siyasetin eğitim kurumlarını Ģimdiki gibi bir etki sahası olarak gördüğüne dair bir örnek görmedim. Dini ve millî duygularımız Ģimdiki gibi siyasete henüz malzeme yapılmamıĢtı. Biz yurdunu seven Atatürkçü öğretmenler olarak yetiĢtik. BaĢkasından isteyen, baĢkasına muhtaç olan değil, üreten, kazanan ve tam bağımsızlığa inanmıĢ kiĢiliğe sahip olduk. Düziçi Köy Enstitüsüne ve daha sonra da Düziçi Öğretmen Okuluna komünist yuvası dediler. Ama ben

bir gün komünistim demedim. Atatürk‟ten baĢka da kendime fikir önderi görmedim.” Emine Özkan iĢte bu Ģekilde Düziçi Öğretmen Okulu ile ilgili görüĢlerini özetlemektedir215

.

Bir kız çocuğunun on beĢ yaĢında evlendirilip otuzunda on civarı doğum yapmıĢ olduğu 1950-1960‟lı yıllarda Düziçi‟ndeki bu eğitim kurumu kadının talihinde büyük bir değiĢimin yaratıcısı olmuĢtur. Kız çocuklarının birçok köylerde ilkokula gönderilmediği yıllarda keman, piyano ve mandolin çalan, piyeslerde görev alıp sahnede oyuncu olan, basket potasına top atan, Ģiir, edebiyat ve laboratuarı, bütün bunların içinde ve bunlara zaman ayıran bir bayan örneğini Düziçi‟ne iĢte bu eğitim kurumları sunmuĢtur. Bahçesinde o döneme nazaran daha modern bir sebzecilik yapabilen, evinde elbisesini dikebilen iyi bir mutfak kültürü sahibi olan bir bayan bunlarının tümünün toplamının üzerine bir de öğretmenlik unvanı taĢıyan bir kiĢi elli yıl öncesinde bütün bu kazanımlarını Düziçi Öğretmen Okuluna borçludur.

E. ÖĞRETMEN MUSTAFA KAÇIRA(TABAKAY)’NIN YAZILARIYLA

KÖY ENSTĠTÜSÜ

Öğretmenlik mesleğine 1950 yılında Adana ili Kadirli ilçesi Yalnızdut Köyü‟nde göreve baĢlayan Mustafa Kaçıra okul kapısına yazdığı “Ne Mutlu Türküm Diyene” sözünü yazmakla Türk milletinin bir ferdi olmanın gururunu yaĢadığını âdeta yaĢadığı köy ortamına göstermiĢtir. Levha ister metal, ister tahtadan ama yok iĢte bu yüzden Atatürk‟ün bu güzel sözü okul kapısına yazılmıĢtır. Anıtkabir‟in inĢasının tamamlanıp Atatürk‟ün cenazesinin Anıtkabir‟e naklinin gerçekleĢtirildiğini ve ziyarete açıldığını duyar duymaz bir grup kendisi gibi Köy Enstitüsü mezunu öğretmen arkadaĢlarıyla Atatürk‟ü ebedi istirahatgâhında ziyaret etmiĢtir.

Hem akrabası hem de eĢi olan Esma Hanımla görev yaptıkları tüm köylerde kız çocuklarının okullu olmasını sağlamaya dönük ayrı bir çaba sarf etmiĢlerdir. Hem sağlık hem de eğitim bakımından geri kalmıĢ ve muhtaçlık içerisinde olan Türk köylüsü Kaçıra‟nın en büyük meĢguliyet sahası olmuĢtur. Hanımı Esma Hanım köy çocuklarına ve kadınlarına elbise dikmeyi ve nakıĢ iĢlemeyi öğretmiĢ, böylece köylü daha güzel ve Ģık kıyafetlerin içerisine girmiĢtir. Mustafa Kaçıra görev yaptığı köylerde öğrencilerine ve köylülere futbol ve voleybol gibi spor dallarını öğretmiĢ. Milli marĢları, Türk büyüklerini de öğreterek Türk köylüsünün kendi kendine güven duymasıyla atılgan, ilerici ve umutsuzluktan kurtulmayı baĢarmıĢ bireyler olmasını sağlamaya dönük çok çaba sarf etmiĢtir.

2003 17 Nisanında Düziçi Anadolu Öğretmen Lisesi sinema salonunda Köy Enstitüsünün kuruluĢ yıldönümü törenlerinde yaptığı konuĢmada, öğretmenlerin kiĢiliği ve yetiĢtirilmesini, öğretmenle siyasi veya bürokratik çevrelerin sebebi ne olursa olsun bazen kasıtlı uğraĢların olduğunu belirttikten sonra öğretmenlik mesleğinin ilk yılı ve aylarında baĢından geçen bir anısını tüm izleyicilere Ģu Ģekilde anlatmıĢtır:

“Kadirli‟ye yani görev yaptığımız köyün ilçesine yaya gelir oradan da Düziçi‟ne yine yaya olarak gelirdik. Yol sekiz saat kadar sürerdi. Kadirli ve Düziçi arasındaki Sakaltutan deresinde eĢkıyalar yolumuzu kestiler. Yanımda Köy Enstitüsü sınıf arkadaĢım hem de meslektaĢım Ġlyas Yıldız vardı. Bana Ģunlara bir Ģeyler ver dercesine bakınca, 89 lira maaĢ aldık bir kuruĢunu bile harcamadık, Ģu paraları alın yolumuzdan çekilin bizi eğlemeyin” deyince onlardan biri “Biz memleketin öğretmenini soyacak kadar alçalmadık” deyince biz de yolumuza devam edip köyümüze geldik” dedi. Öğretmenin, bilen, Ģekil veren ve aydınlatan bir yüz olduğu vurgusuyla, öğretmenler ve idareciler üzerinde siyasal yaptırım kurmayı amaçlayan her kim olursa olsun aslında çok büyük zararlara sebep olduğu vurgusuyla bu konuĢmasını bitirmiĢtir216

.

Mustafa Kaçıra‟nın kaleme aldığı “Ülkücü Öğretmen” Ģiiri incelendiğinde kendisini yetiĢtirenlerin ve kendisinin kiĢiliği net bir Ģekilde ortaya çıkmaktadır. Kendilerine belirledikleri hedefler, bu hedeflere ulaĢmak için yapılması gerekenler çok yönlü bir Ģekilde bu Ģiirde Ģu Ģekilde belirtilmiĢtir. Emeklilik yıllarında da eğiticilikten, öğretmekten, etrafına ıĢık saçıp halka, çocuklara bir Ģeyler öğretip faydalı olmaya devam etmiĢtir. Okuldaki eğitimciliğin emeklilik yıllarında evinde, çeĢitli sivil toplum kuruluĢlarında ve basında devam etmiĢtir. ĠlerlemiĢ yaĢına rağmen kendisinin kaleme aldığı bazı piyesleri, oturduğu mahallede bulunan çocuklara sahnelettirmiĢtir.

Haftalarca küçücük çocuklara zaman ayırır, çocuklara rol dağılımı yapıldıktan sonra provaları baĢlatıp zamanını bu çocuklarla geçirmiĢtir. Çocuğun kiĢilik geliĢimini belirlemede etkili olan bu faaliyetlerdeki görevli çocuklar, birbirleriyle iyice kaynaĢacak, gelir durumu zenginlik, fakirlik, köyden göçme gibi tanımlamalarla birbirlerini dıĢlamadan önce kendi bulundukları yerde dostluğu ve sevgiyi yaĢatmada itici bir güç olacaktır. Çocukların baĢında durup provaları izleyen, eksiklikleri düzelten Mustafa Kaçıra, tam bir yönetmen gibi tüm çalıĢmaları hep takip etmiĢtir. Çocukların rollerini tam eksiksiz yapmalarının ardından mutlaka bir Türk bayrağı asılı olduğu bir ortamda piyesler sahnelenmiĢtir. Oyuncu çocukların anne babaları ve diğer komĢular piyesleri büyük bir mutluluk ve hayranlık içinde

izlemiĢlerdir. Emeklilik yıllarında insana katkı, insana yatırım ideali Mustafa Kaçıra‟dan hiç uzak kalmamıĢtır. Evini bir sanat evi Ģekline getiren Kaçıra öğretmen Türk bayrağı altında yapılan tüm programlarıyla ay yıldızın altında bütünlüğün ve aydınlanmanın mümkün olacağına, çocuk dair tam bir inanç sahibiydi. YaĢlı, genç hemen her yaĢtan seyircilerine sahip piyeslere katılım aynı zamanda da seyirciler içinde bir eğitim faaliyeti özelliğini taĢımaktaydı.

Bazı emekli memurlara ait “Emekliliğin tadını çıkarma” söylemini yine eğitim çalıĢmalarıyla geçirerek emeklilikten tat almıĢtır. Yerel basında yazılar, öğretmenlere dönük konferanslar vermesi hepsi halka ve yarınlara daha faydalı olabilme ülküsünün ürünüdür. Köy Enstitüsüne yakıĢtırılan komünist solcu gibi sıfatları kabullenmeyip emeklilik yıllarında milliyetçi çizgide siyaset yapmıĢtır. Bilgisi, yorumu ve hayatının toplamı olan birikimiyle herkese kendini kabullendirilmiĢ, saygı duyulan ve günlük siyasetin ve yerel bürokrasinin kontrolünde değil tam aksine aydınlatan, umutlandırılan ve yol gösteren özelliğiyle Mustafa Kaçıra bir Köy Enstitülü olarak Düziçi‟nde bilge bir kiĢiliğe sahip olmuĢtur. Kendisine tüm bu güzellikleri kazandıran ise Köy Enstitüsü‟ne giden yol ve Köy Enstitüsü sınıfları olmuĢtur. Hacca gidiĢi sırasında sadece kendisinin olduğu arabaya değil kendini yolcu etmeye gelen her arkadaĢına sevenine kullandıkları arabalara birer Türk bayrağı taktırması Mustafa Kaçıra‟nın kiĢiliğini Türklüğüne ait içindeki büyük bir sadakati sergilemiĢtir.

Yerel anlamda siyaset yapmıĢ ancak mensubu olduğu partinin mensuplarının yanı sıra hemen her yerel siyasetçinin de saygısını kazanmıĢtır. Bu durum onun bilgisi, yorum ve alçak gönüllüğünün bir sonucu olmuĢtur. Evinde örnek bir baba, mahallesinde örnek bir komĢu Düziçi ilçesinde de sevilen, sayılan kalp kırmayan örnek bir Ģahsiyet olan Mustafa Kaçıra emekliliğinde yine Köy Enstitüsü düĢüncesinin bir ürünü olan evin ve yaĢanılan çevrenin güzelliğine dönükte seçkinliğini göstermiĢtir. Çiçeklerle sağı ve solu donatılmıĢ bir yoldan ilerleyerek girilen evi âdeta bahçesiyle bir mimarlık tasarımı özelliği taĢımaktadır.

MUSTAFA KAÇIRA ( TABAKAY ) HOCAM‟A AĞIT Gazetemizde baĢ sayfada çıkardın

Sevecen gözlerle bize bakardın Ölümsüz et, yazdığın Ģiiri derdin Sözün ata Ģiiri tutulur hocam

En büyük özelliğin oyudu senin Ne kadar çok varımıĢ sevenin Evin dolup dolup hep taĢdı hocam Geyinirdi pırıl pırıl, gezerdi Gazeteye dergiye yazı yazardı Amacım eserim kalsın hep derdi Çok eser bıraktın dünyaya hocam Sen bir meĢaleydin yanardı özün Çok varadı hocam alacak sözün Duyunca yetiĢti oğlun ve kızın Ağlayıp gözyaĢı akıttı hocam Ġki isimden biri bu benim derdi Bahçesinde çiçek, güller sulardı Beklide orada gününü gördü Cennette kokla sen onları hocam Dünyaya eğitimci gözüyle baktı Yatmadı çalıĢtı, çok erken kalktı Sende okuyandan çok adam çıktı Hâkim, doktor, savcı hepsi var hocam Eğitimde yıkılmaz binalar yaptı Seksen yıl yaĢadı sonunda koptu Çötelerin ulu çınarı kepti Fidanın yerine dikildi hocam Sevenlerin yüreklerin dağladı Can dostların hüngür hüngür ağladı Pirsultanlı Köyü kara bağladı Sel oldu aktı onlar çekildi hocam

Aydınıdın bilirdin her Ģeyi

Kara gün görmedin ah ve vah deyi Sen ölünce ağlattın ÂĢık Softayı Ağıdın arkandan yakıldı hocam

SONUÇ

Türkiye‟nin, daha doğrusu Türk Ġnkılabı‟nın yapılandırma döneminde hiç Ģüphesiz tek parti olarak CHP‟nin büyük rolü olmuĢtur. Devrin Ģartları gereği, bir anlamda Fransız Ġhtilâliyle siyaset sahnesine çıkmıĢ olan “jakobenizm” tavrıyla birlikte, savaĢlardan yorulmuĢ, enerjisini büyük savaĢlara harcamıĢ olan Türk halkı, elbette siyasi otoritenin Ģekillendiriciliği ile birlikte cahiliyle, yoksuluyla, okumuĢuyla kısaca her meslekten ve gruptan insanıyla Türk modernleĢmesindeki yerini almıĢtır.

1930‟lar Türkiye‟si dünyada 1929 Ekonomik Buhranı olarak bilinen siyasi krize muhatap olarak, Ġzmir Ġktisat Kongresinde tercih ettiği Batı‟nın liberal politikalarını sorugulamaya baĢlamıĢ ve bu dönem itibarıyla zaten yoksun olduğu burjuva sınıfı gerçeği ile birlikte devletçi ya da Kemalist politikaları benimsemek zorunda kalmıĢtır. Tek parti olan CHP, bu dönemlerde kendisine muhalefet olarak gördüğü her türlü kurumsal oluĢumu kontrol altına alarak, kapatma yolunu tercih etmiĢtir. Türk Ocaklarının kapatılmasından sonra, Halkevleri ve Köy Enstitüleri, devletçi-Kemalist yapı algılaması içinde millî yapıdaki Türkiye‟nin siyasi, dini, ekonomik ve sosyal vs. alanlarındaki çağdaĢlaĢma hareketlerini devam ettirmiĢtir. Dolayısıyla Batı‟nın Laiklik anlayıĢıyla birlikte, yeni bir Türk insanı profilinin oluĢturulmasında ortaya çıkan en büyük problem dini alan üzerinde görülmüĢtür.Ya da diğer bir ifadeyle din alanında yaĢanan sorunlar, muhalefet hareketlerinin siyasi programlarının hareket noktası olması halk bazında, özellikle halkı kullanmaya kalkan siyasilerin yönlendirmeleri sürecinde önemli meseleler yaĢanmasına sebebiyet vermiĢtir.

Türkiye‟de 1940‟larda kurulan Köy Enstitüleri kurumsal bazda yapılan bazı eleĢtirilerle birlikte özellikle Köy halkının çağdaĢlaĢmasında önemli rol oynamıĢ bir kurumdur. Bu bağlamda Düziçi Köy Enstitüsü, ziraat, inĢaat iĢleri, eğitim-öğretim, spor, fizik, kimya, fen dersleri, coğrafya, matematik, yurttaĢlık, müzik, tiyatro, sağlık alanı gibi birçok alanda yöre halkının cahillikten kurtulmasında, millî değerlerin benimsenmesinde, kültürel alanda bilimsel insan tipinin oluĢturulmasında önemli rol oynamıĢtır. Özellikle kız çocuklarının sosyal hayata, iĢ hayatına katılmasında biçki dikiĢ kursları gibi meslek faaliyetleriyle büyük rol oynamıĢlardır. ÇeĢitli alanlardaki derslerin teorik yanlarıyla birlikte, özellikle ezbercilikten uzak uygulamalı eğitim-öğretim faaliyetlerinin, “yaĢayarak öğrenmenin”, Türkiye‟nin yetiĢmiĢ insan gücüne ihtiyacı olduğu gerçeğini karĢılaması açısından çok önemlidir.

Düziçi Köy Enstitüsünün fiziki açıdan oluĢturulması aĢamasında Alman bayanların rolü dikkat çekicidir. Bu durum ise Ġkinci Dünya SavaĢı süreciyle yakından iliĢkilidir. Aynı

paralelde Demokrat Partinin siyaset sahnesine çıkmasıyla birlikte, Düziçi Köy Enstitüsü maalesef siyasi propagandanın muhatabı haline getirilmiĢ, öğrenci ve hocaları, komünistlikle, dinsizlikle suçlanmıĢtır. Hatta Enstitüye atılan iftira ve karalamaların birçoğunun gerçek olmadığı da dönemin tanıkları tarafından ortaya konmuĢtur. Elbette, bu süreçte otorite açısından, siyasi olarak bu tür kurumların kullanılması durumu da söz konusu olmuĢtur. Bütün bu değerlendirmelerle birlikte Düziçi Köy Enstitüsü kurumsal olarak yöre insanın çağdaĢlaĢmasında, bilinçli insan tipini ortaya çıkmasında önemli rol oynamıĢtır. Her yeniliğin ya da yeni kurumların toplumsal açıdan bir takım problemleri, çatıĢmaları getireceği muhakkaktır. Btün bunlarla birlikte Düziçi Köy Enstitüsü değiĢimi isteyen Türkiye‟nin önemli değiĢtirici, ilerlemeci insan tipinin yetiĢtirilmesinde diğer Enstitüler gibi dikkate alınması gereken bir kurumdur.

EKLER

Ek 3: 1902 Yılında Bağdat Demiryoluna 9 km. Uzaklıkta Alman Ġmparatorluğu Tarafından ĠnĢa Edilen Alman Konağı'nın 1956 Tarihli Bir Fotoğrafı

Ek 6: Düziçi Köy Enstitüsü Binalarından Birisinin Bugünkü Görünümü

Ek 8: Düziçi Köy Enstitüsünün DüzenlemiĢ Olduğu Bir Program

Ek 9: Ġstiklâl SavaĢı Gazilerinden Abdullah Çelikkıran. Düziçi Köy Enstitüsü Kurucu Müdürü A. Lütfi Dağların Yakın ArkadaĢı.

Ek 10: Düziçi Kuva-yı Milliye Derneği BaĢkanı A. Lütfi Dağlar‟ın Öğrencilerinden Mustafa Çelikkıran.

Ek 12: Düziçi Köy Enstitüsünden Bir Öğrenci

KAYNAKÇA A-ArĢiv Kaynakları

TBMM Zabıt Ceridesi – Tutanak Dergisi Resmi Gazete

B. Eserler

AkĢin, Sina, Ana Çizgileriyle Türkiye’nin Yakın Tarihi, Ġmaj Yayıncılık, Ġstanbul 1996.

---, “Siyasal Tarih (1908-1923), Yakınçağ Türkiye Tarihi, haz. Sina AkĢin,