• Sonuç bulunamadı

Kudretin Maddi imkânlar Anlamı: İstitâat

4. KONUNUN TARİHSEL ARKA PLANI

1.2. Kudretin Kavramsal Çerçevesi

1.2.1. Kudretin Maddi imkânlar Anlamı: İstitâat

“İstitâat” kavramına yapacağımız analiz, konunun anlaşılması noktasında önem arz etmektedir. Ancak kelâm âlimlerinin İstitâat ve kudret kavramlarını yakın veya aynı an-lamda kullanmaları, bu iki kavram arasındaki farklılıkları görme noktasında zorlukların oluşmasına neden olmuştur. Bundan dolayı kavramımızı ele alırken lügavî ve ıstılahî an-lamlarını araştırdıktan sonra Kur’an-ı Kerim’deki kullanımını da âyetler bağlamında ele alacağız. Böylece kelâmcıların kavrama yükledikleri anlamları ve bu kavramın kudret kavramından farklılıklarını daha doğru bir şekilde ortaya konulacağını düşünüyoruz.

Tav‘ kökünden, istifâ’l ( لاعفتسا ) kalıbından türemiş olan “istitâat”165 sözlükte; “bo-yun eğmek, itaat etmek”,166 “muktedir olmak, güç yetirmek” demektir.167 Bu kelime “is-titaa” ( عاطتسإ ) kelimesinin mastarı şeklindedir. Mastar kelimeler de kullanıldıkları yer-lerde fiili yapan kişinin hem sıfatını hem de fiilini ifade ederler. Örneğin vurmak fiili, vurma işini yapanın fiili olup kırmızı da kırmızı olanın sıfatıdır. Böylelikle sıfat ve fiil, mastar ifade eden kelimelerde, fâilde aynı anda bulunması gereken iki araz olmaktadır.

“İstitâat” kavramı da mastar olması sebebiyle mustati’, yani eylemi yapabilende zorunlu olarak bulunması gereken bir sıfat halini almaktadır.168

“İstitaat” kavramının, Kur’an-ı Kerim’de insanın maddi imkânlar dâhilinde fiil ya-pabilme potansiyeli olarak ele alındığı görülmektedir.169 Öyle ki kavramda fiilin meydana gelmesini sağlayan mânâ ile beraber imkânların da kastedilmesi, insana has olarak kulla-nılmasına neden olmuştur.170 Kur’an-ı Kerim’de sadece bir defa Allah’a nispet edilerek

164 Sabunî, Mâturîdiyye Akâidi, 124.

165 Ebu’l-Bekâ, el-Külliyyât, 107.

166 İsfahânî, Mufredâtu-fî-Garîbi’l-Kur’ân, 1:404.

167 İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, 4:2720-2721.

168 İbn Hazm, el-Fasl, 3:39.

169 Mukâtîl b. Süleyman el-Belhî, el-Vucûh ve’n-Nezair fi’l-Kur’âni’l-Kerim, thk. Hatim Salih, (Bağdat:

Cematu ‘l-Macid lis-Sekafeti ve’t-Turas, 2002), 168; Faruk, el-Kazâ ve’l-Kader, 1:240-242.

170 İbn Manzûr, Lisânu’l- Arab, 4:2721.

33 kullanılmışsa da âyetteki kullanımında istitâat’i Allah’ın kendi zatına nispeti şeklinde de-ğil de havarilerin Allah’a nispeti şeklinde olduğunu görüyoruz. “Hani havariler de, Ey Meryem oğlu İsa! Rabbin bize gökten bir sofra indirebilir mi?( hel yestatiû Rabbuke en yunezzele) demişlerdi. İsa da, Eğer mü’minler iseniz, Allah’a karşı gelmekten sakının”

demişti” (Maide 5/112) âyetinde her ne kadar havarilerin Allah’a istitâat’i nispeti söz ko-nusu ise de kelimenin Allah’a nispet edilmemesi gerektiği şeklinde açıklamaların olduğu görülmektedir. Bazı âlimler, âyette geçen Rabbin indirilebilir mi? ( َلِّزَنُي نَأ َكُّبَر ُعيِطَتْسَي ْلَه ) kelimesinde “istitâat” kavramının farklı bir okuyuşla havarilerin Hz. İsa’ya sen dua ede-bilir misin? Şeklin de olabileceği ve “istitâat”’ın Hz. İsa’yı nispet eden şeklinde olabile-ceğini belirtirler. Bazı âlimler de havarilerin Allah’a yönelik indirebilir mi ( ُعيِطَتْسَي ْلَه ) kelimesinden sonra Hz. İsa’nın “eğer mü’minler iseniz, Allah’a karşı gelmekten sakının”

ifadesini kullanması Allah’a böyle bir kelimenin nispet edilmemesi gerektiği şeklinde açıklamışlardır. “İstitâat” kavramı Kur’an-ı Kerim’de üç anlamda kullanılmıştır.171 Birin-cisi; genişlik, imkân ve zenginlik anlamındaki kullanımıdır. “Bizim gücümüz yetseydi, sizinle beraber elbette sefere çıkardık”172 âyetinde yer alan istitâat kavramının, ‘mal, bi-nek ve benzeri vasıtaların’ olmadığına işaret olarak kullanılmıştır.173 İkincisi; kuvvet ve takat anlamındaki kullanımıdır. “Kadınlar arasında adaleti sağlayamazsınız”174 âyetinde

“istitâat” kavramı, ‘gücünüz yetmez’ anlamıyla ele alınmıştır. Üçüncü geliş şekli de; be-denin imkân kudreti anlamındaki kullanımıdır. “Artık onu ne aşabildiler ne de delebildi-ler”175 âyetinde kavramın, bedenin kudreti anlamında kullanıldığını görüyoruz.176 Öte yandan “istitâat” kavramının bazı âyetlerde, kudreti, imkânı ve aleti bir arada ifade ettiği anlamları da bulunmaktadır. “Sonra duman halinde bulunan göğe yöneldi, ona ve yeryü-züne: isteyerek ( tav’en) veya istemeyerek gelin dedi onlarda isteyerek geldik dediler”177 âyetinde kullanılan ‘tav’’ kavramında, bedensel hareketi sağlayan kudretin dışında etken-lerin de kastedildiği anlaşılmaktadır.178 Yine Kur’an-ı Kerim’de ‘Peygambere itaat edin’

171 Osman Abdul Fahm Yusuf, Mustalahâtu’l-Kelâmiyye fî Efâlillâhi Teâle, haz. Ahmed Muhammed Tahir Ömer (Suud-i Arabistan: 1993), 319.

172 Tevbe, 9/42.

173 Kur’an-ı Kerimde bu anlamda; Nisa, 4/25, 98, 129, Kehf,18/67, 101, Hud,11/20, Maide 5/112, ayetleri de bulunmaktadır.

174 Nisa, 4/129.

175 Kehf, 18/97.

176 Yusuf, Mustalahâtu’l-Kelâmiyye fî Efâlillâhi Teâle, 319.

177 Fussilet, 41/11, Al-i İmran, 3/83.

178 Mukâtîl b. Süleyman, el-Eşbâh ve’n-Nezâir, 168.

34 âyetinde itaatin olması için kudret dışında iradenin gerekliliği vurgulanmıştır. Sonuç ola-rak, “istitâat” kavramı, eylemi gerçekleştirecek alet ve imkânlarla da alakalıdır. Bu açıdan Allah, mustati’(istitâat) kavramı ile nitelendirilmez. Çünkü istitâat’te hem eksiklik söz konusu hem de fiil’e zorunlu bir uyum söz konusudur.179 Bu anlamıyla “istitâat” kavra-mını Allah’a nispet etmek caiz değildir. Aynı zamanda tevhidin tam anlamıyla oluşması için Allah’ın kendisini vasf ettiği gibi vasfetmek dikkat edilmesi gereken bir husustur.180

“İstitâat” kavramının Kur’an-ı Kerim’deki kullanımına baktıktan sonra bu kavra-mın kelâm âlimleri tarafından nasıl kullanıldığına ve kavrama hangi anlamları yükledik-lerine geçebiliriz. Bazı kelâmcılar, kudret kavramı gibi “istitâat” kavramının kula nispet edildiğinde takat, kudret ve kuvvet kavramlarıyla tek bir manaya geldiğini belirtirler.181 Bazı kelâm âlimleri de genel olarak “istitâat” kavramının iki anlama delalet ettiğini ifade ederler. Birincisi, canlının ihtiyari fiillerini yapması için Allah’ın yarattığı arazdır. İkin-cisi de sebep, araç ve uzuvların sağlıklı olmasıdır. Onlar, araz olan birinci kudrete “el-istitâat el-hakikiyye” ikincisine de “el istittaa’ es-sıhhıyye” adlandırmasını yapmışlar-dır.182

Muhakkik âlimler de yapılan bu açıklamalara uygun bir tanım ortaya koyarlar. On-lara göre “istitâat” kavramı, genellikle fiilin zorlukla yapılması halinde kullanılır. İs-titâat’in tam fonksiyonel olabilmesi için fiili gerçekleştirene ait bünyenin olması, fiilin tasavvur edilmesi, bu fiilden etkilenecek olan bir maddenin (enerji) olması ve fiilin ya-pılmasını sağlayacak olan alet (yazı yazacak kişinin, kaleme ihtiyaç duyması gibi)’in ol-ması icap eder. İstitâa’t’in bu dört unsurundan mahrum olan kişi mutlak manada âciz de-mektir. Ayrıca onlara göre bu kavram kudret kavramından daha dar anlamdadır.183

Yapılan açıklamalardan da anlaşılacağı üzere istitâat kavramı, anlamsal yönden kudret kavramından ayrılmaktadır. Bundan dolayı kelâm âlimlerinin kudret-fiil

179 Ebu Hilal el-Askerî, el-Furûku’l-Luğaviyye, thk. Muhammed İbrahim Selim, (Kahire:Dâru’l İlm ve’s-Sekafe, 1997), 110

180 Faruk, el-Kazâ ve’l-Kader, 1: 243.

181 Ebu’l-Muîn en-Nesefî, Tabsiratu’l-Edille fî Usûli’d-Dîn, thk. Muhammed Nur Hamid İsa, (Kahire: El-Mektebetu’l-Ezheriyyetu Li’t-Turasi, 2011), 2:780.

182 Tahânevî, Mevsuâtu Keşşâfu Istılahâtu’l-Funûn ve’l-Ulûm,1:155; Nekri, Dustûri’l-Ulema’ ev-Câmii’l-Ulûm fi İstilahâti’l-Funûn, 1:72; Cürcânî, Kitâbu’t Ta’rifât, 18-19; Askerî, el-Furûku’l-Luğaviyye, 110;

Semerkandî, Cümelu Usûlu’d-Dîn,66.

183 Rağıb el-İsfahânî, el-İtikâd, thk. Şamlan Acli, (Lübnan:Müessesetu’l-Eşrâf, 1990), 280-281; İsfahânî, Mufredâtu-fî-Garîbi’l-Kur’an, 1:404-405.

35 sinde, fiilin meydana gelmesi için maddi imkânın da olması gerektiği anlayışından hare-ketle kudret kavramından çok “istitâat” kavramını daha sık kullandıkları görülür. Mu’te-zile, kudret, istitâat, kuvvet ve takat gibi kelimeleri eş anlamları kabul etmesinden dolayı fiili meydana getirmeleri açısından aralarında bir fark görmemektedir. Eş’arî ekolünde her ne kadar ilk etapta sadece fiili meydana getiren kudrete vurgu yapıldığı görülse de daha sonraki süreçte fiilin meydana gelmesi için Mâturîdîler‘in yapmış olduğu aletlerin ve sebeplerin sağlam olması şartını kabul ettiklerini görüyoruz.

Bu noktada Mâturidîler diğer mezheplerden farklı olarak “istitâat” kavramının iki anlam ifade ettiğini Kur’an-ı-Kerim’deki kullanımından yola çıkarak temellendirirler.

Onlara göre “Ona bir yol bulabilenin ( gücü yetenlerin) o evi hac etmesi Allah’ın insanlar üzerindeki hakkıdır” (Âli İmrân 3/97) âyetinde istitâat’in, seyahat ve yeme içme imkânı anlamında kullanılmıştır.184 “Kim oruç tutmaya güç yetiremezse o zaman altmış fakiri doyursun” (Mücadele 58/4),”Eğer gücümüz yetseydi sizinle beraber çıkardık” (Tevbe 16/17) âyetlerinde geçen “istitâat” kelimesinin anlamını da, sağlıklı sebepler ve araçlar şeklinde ele alırlar.185 Onlar, “istitâat” kavramının, gerçek kudret anlamını da barındırdı-ğını belirtirler. “Onlar duymaya ve görmeye güç yetiremiyorlardı” (Hud, 11/20) âyetinde Allah’ın, sebepler olmasına rağmen onların fiili yerine getirmemelerinden dolayı onları kınamıştır. Çünkü aletler ve sebepler olmasına rağmen fiilin meydana gelmemesi, onun gerçek kudrete ihtiyaç duyduğunun göstergesidir. Bu anlamıyla onlara göre “istitâat”, fiili meydana getiren gerçek kudret anlamına da gelmektedir.186 Bu açıklamalarıyla Mâturîdîler, diğer mezheplerden farklı olarak iki kudret arasındaki bu ayrımı açık bir şe-kilde ortaya koymuşlardır.

Sonuç olarak kudret ve istitâat kavramları arasında çok ince bir ayrımın olduğu söylenebilir. Fiilin meydana gelmesinde insanın bedensel yapısıyla birlikte fiili meydana getiren mânâ kastedildiğinde istitâat anlamını aldığını ve âlimlerin özellikle fiilin mey-dana gelmesi noktasına odaklanmaları sebebiyle çoğunun kitaplarında, kudret kavramı yerine istitâat kavramını tercih ettikleri görülmektedir.

184 Nesefî, Kitâbu’t-Temhîd, 280.

185 Ebu’l Muîn en-Nesefî, et-Temhîd fî Usûli’d-Dîn, thk. Abdulhay Kabil (Kahire: Dâru’s-Sekâfeti li’n-Neşri ve’t-Tevzi’, 1987), 53; Nesefî, Tabsiratu’l-Edille fî Usûli’d-Dîn, 2:780-781; Nesefî, Kitâbu’t-Tem-hîd, 257-258.

186 Nesefî, Kitâbu’t-Temhîd, 258.

36