• Sonuç bulunamadı

Kudretin Fiile Önceliğini Savunan Görüş

1. KUDRETİN FİİLE ZAMANSAL İLİŞKİSİ

1.1. Kudretin Fiile Önceliğini Savunan Görüş

61 İKİNCİ BÖLÜM

OLUŞUM VE ETKİLEŞİMİ AÇISINDAN KUDRET FİİL İLİŞKİSİ

62 sanın kudretinin sadece meydana getireceği bir fiile etkisinin söz konusu olacağını, böy-lelikle kâfirin yalnızca küfür işlemeye kâdir olması gibi bir anlamın oluşacağını belirtir-ler. Çünkü kâfir eğer imana güç yetirseydi, kâfir olmasıyla birlikte mümin olması da ge-rekirdi ki bu durum Mu’tezile âlimlerine göre açık bir tenakuzdur. Dolayısıyla Mu’tezile âlimleri, kudretin fiilden önce olmaması durumunda kâfirin imanla teklifinin, âcizin tek-lifi olacağını vurgularlar. Öte yandan Allah’ın bütün eylemlerinin hasen/iyi olması hase-biyle, âcize fiil yapmayı ve müzmin hastaya koşmayı emretmesinin de iyi olması gere-kirdi ki böyle bir durum Allah için düşünülemez.375

Mu’tezile âlimleri, kudretin fiilden önce olmaması halinde imana muktedir kılan Allah olduğu için, kulun iman etmemesi durumunda kulun mazur, Allah’ın da ona azap ettiği için kötü bir iş yapmış olması ve zalim olması anlamına gelir ki Allah, böyle nite-lendirilmekten beridir.376 Dolayısıyla onlara göre Allah, insana fiilden önce kudret vermiş ve bu kudret, hem bir insanı öldürmek için hem de Allah yolunda savaşmak için verilen bir bıçağa benzemektedir. Şâyet bu bıçak insana Allah’ın düşmanını öldürmek için veril-miş o da kalkıp Allah’ın dostunu öldürmüş ise yaptığı şey kendi nefsindendir. Aynı şe-kilde yüce Allah insana kudret verdiği zaman ona bütün fiilleri yapma imkânı tanımıştır.

İnsan, bununla hayır ve kulluk yapabileceği gibi günah da işleyebilir. Bu nedenle oturanın kalkabilmesi, ayakta duranın oturabilmesi, mükellefin küfür yerine imana güç yetirebil-mesi ve fiilin cebir değil, insanın kendi iradesiyle meydana gelyetirebil-mesi için, kudretin fiilden önce olmasını şart koşarlar.377

Mu’tezile’nin, kudretin fiilden önce olması gerektiğine dair görüşüne getirdiği ikinci akli delil, fiilin kudretle meydana gelme zorunluluğudur. Mu’tezile’ye göre fiilin meydana gelmesi için kudretin ondan önce bulunması gerekir. Onlara göre şayet kudret, fiille beraber ve fiilin içinde bulunursa ona ihtiyaç duyulmaz.378 Çünkü böyle bir durumda kudretin var ettiği bir fiilden çok var olan bir şey üzerinde uygulanan bir kudretten söz edilmiş olacaktır. Oysa onlar, var olanın zaten var olduğu için kudrete ihtiyaç

375 Kâdî Abdulcebbâr, el-Muhtasâr fî Usûli’d-Dîn, 95.

376 Kâdî Abdulcebbâr, el-Muhtasâr fî Usûli’d-Dîn, 95.

377 Kâdî Abdulcebbâr, el-Muhtasâr fî Usûli’d-Dîn, 94-95.

378 Nekri, Dustûru’l-Ulema’ ev-Câmii’l-Ulûm fî İstilahâti’l-Funûn, 3:43.

63 cağını ancak fiil yok iken var olmak için kudrete muhtaç olduğunu vurgularlar. Bu du-rumda şâyet kudret, daha önce olmayıp fiilin vukuu anında bulunursa, bu dudu-rumda fiil’in kudrete muhtaç değil, ondan müstağni olması gerektiğini söylerler.379

Mu’tezile’ye göre insanın kudreti eğer fiille birlikte ise, o zaman Allah’ın kudreti-nin de öyle olması gerekir. Çünkü onlara göre kâdir kim olursa olsun (Allah veya insan) onun hali farklı olmaz. Nitekim insanlar bir şeyi olduğu şekilde bildikleri zaman, yüce Allah da onu o şekilde bilir. Bu bakımdan insan kudretinin fiilden önce olmadığını sa-vunmak aynı zamanda Allah’ın ezelde fâil ( ezelde maddeyi de kendisiyle yaratan) olma-dığını savunmak olur ki Mu’tezile’ye göre böyle bir düşünce küfürdür.380

Mu’tezile âlimleri, ‘insan eylemlerinde özgürdür’ düşüncesinin olması için kudre-tin fiilden önce olmasını zorunlu görmektedirler. Çünkü onlara göre kudret ancak fiilden önce olduğu takdirde fiili zorunlu kılmaz.381 Hatta onlar, kudretin fiilden önce olduğunu akli dengesi yerinde olan herkesin bildiğini söylerler. Çünkü oturan bir kimsenin ayağa kalkabileceğini bilmesini, onun akli olgunluğunun bir gereği olarak telakki ederler. Öyle ki hayvanların çoğunun dahi bu durumu bildiğini savunarak eşşeğin geçebileceği nehir ile geçemeyeceği nehri ayırt edebildiğini, karıncanın sürükleyebileceği ile sürükleyeme-yeceği nesneyi birbirinden ayırt edebildiğini, bazen yüklendiği yükü taşımak için diğer-lerinden yardım istediğinin müşahede edilen açık bir durum olduğunu belirtirler.382

Mu’tezile âlimleri, kudretin fiilden önce olduğu konusunda fikir birliği içerisinde olsalar da fiilin kudret meydana geldikten sonra hangi vakitte meydana geldiği konusunda farklı yaklaşımlar sergilemişlerdir. Bazıları; insanın kudret yaratıldığı anda harekete kâdir olduğunu, ikinci vakitte de hareketin meydana geldiğini savunmuşlardır. Bir kısım âlim-ler de, araya iradenin girmesi gerektiğinden hareketle, insanın kudret meydana geldiği vakit harekete kâdir olduğunu ve hareketin üçüncü vakitte meydana geldiğini belirtmiş-lerdir. Bazı âlimler de insanın kudret meydana geldiği vakit harekete kâdir olduğunu an-cak hareketin dördüncü vakitte meydana geldiğini ifade ederler. Çünkü onlar, kudret vak-tinden sonra irade vakti ve temsil vaktinin olması gerektiğinden yola çıkarak, hareketin bundan sonra var olması gerektiğini düşünmüşlerdir.383 Ancak Mu’tezile’nin çoğunluğu,

379 Kâdî Abdulcebbâr, Şerhu’l-Usûli’l-Hamse, 422-423.

380 Kâdî Abdulcebbâr, el-Muhtasâr fî Usûli’d-Dîn, 95.

381 Eş’arî, Makâlâtu’l-İslâmiyyîn, 233.

382 Kâdî Abdulcebbâr, el-Muhtasâr fî Usûli’d-Dîn, 96.

383 Eş’arî, Makâlâtu’l-İslâmiyyîn, 238-239.

64 insanın ikinci vakitte de birinci vakitte de fiili işlemeye kâdir olduğunu söylemişlerdir.

Onlara göre ikinci vakitten önce fiil, ikinci vakitte yapılıyor durumunda olup, ikinci vakit olduğu zaman da fiil yapılmış durumundadır. Yani fiil önce yapılır, ikinci aşamada fiil meydana gelir. Bu anlamıyla birinci an yapıyor zamanı, ikinci an da yaptı zamanıdır.

Çoğu Mu’tezilî âlimleri acz meydana gelsin veya gelmesin insanın, ikinci halde fiil işle-meye kâdir olduğunu, ikinci vakitte aczin yaratılmasının kudreti, kudret olmaktan çıkar-madığını vurgulamışlardır.384

Mu’tezile âlimleri, kudretin fiilden önce olduğunu temellendirmek için akli delil-lerden sonra nakli deliller de getirmişlerdir. Onlara göre “Yolculuğa gücü yetenlerin haccı yapması Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır” (Âli İmrân 3/97) âyetinde Allah, güç yetirebilmeyi haccın vacip olmasının şartlarından saymıştır. Bu bakımdan birinin hacca gitmesi, insanın ona güç yetirdiğini göstermektedir.385 Bu anlamlandırmayla onlar, âyette geçen kudret (istitâat) kavramını, makdurun varlığını beraberinde getiren bedeni kudret olarak ele almaktadırlar.386

Mu’tezile âlimlerinin, âyetleri kudretin fiilden önce olduğuna delil olarak kullanır-ken dil bilgisi kurallarından da faydalandıklarını görüyoruz. Onlar, “Ona gücü yetenler de bir yoksulu doyuracak kadar fidye verirler” (Bakara 2/184) âyetinde Allah’ın oruç tut-maktan âciz oldukları halde, fakiri doyurmaya gücü yetenlerin tutamadıkları oruçları için fidye vermeleri gerektiğini kast etmiş olabileceğini belirtirler. Âyette geçen ‘ona gücü yetenler’ ifadesindeki ona ( hu ) zamiri ile önceki âyette zikredilen oruç ( sıyam) kelime-sine işaret edildiğini, ona ( hu) zamiriyle daha önce zikredilen oruç lafzından başka bir şeyin kastedilmesinin dilbilgisi açısından mümkün olmadığını ifade ederler.387 Dolayı-sıyla onlar, oruçtan önce gücü yetenlerin kast edilmesi, kudretin fiilden önce olduğunun göstergesi olarak kabul etmişlerdir.

Mu’tezile, “Eğer gücümüz yetseydi elbette sizinle beraber çıkardık diye Allah’a yemin edeceklerdir” (Tevbe 9/42) âyetiyle sözü edilen kimselerin (münafıklar) Müslü-manlarla birlikte hareket etmeye güç yetirdikleri halde sefere çıkmadıklarını, bu anlamda âyette münafıkların, sefere çıkmak için gerekli kudret’e sahip olsalar bile yine de savaşa

384 Eş’arî, Makâlâtu’l-İslâmiyyîn, 234.

385 Kâdî Abdulcebbâr, el-Muhtasâr fî Usûli’d-Dîn, 96.

386 Eş’arî, Kitâbu’l-Lüma’, 105.

387 Eş’arî, Kitâbu’l-Lüma’, 103-104.

65 katılmayacakları belirtilmiştir. Böylelikle onlara göre âyet, açık bir şekilde kudret-fiil ay-rılığını ve önceliğini ifade etmektedir.388 Yine kendi düşüncelerini desteklemek için delil olarak getirdikleri diğer bir âyet, ifritin sözlerinin nakledildiği; “Şüphesiz ben, buna güç yetirebilecek güvenilir biriyim” (Neml 27/39) âyetidir. Mu’tezile’ye göre Allah’ın pey-gamberlerinden biri olan Hz. Süleyman ifritin; sen yerinden kalkmadan ben onu sana ge-tiririm ve şüphesiz ben, buna güç yetirecek güvenilir biriyim şeklindeki sözlerini yalan-lamamıştır. Nitekim onlara göre hiç kimsenin, Allah’ın yalanını ortaya çıkaracağı bir pey-gamberin huzurunda yalan söylemesi mümkün değildir. Çünkü Allah, “Münâfıklar sana geldiğinde…” (Münafikun 63/1) âyetiyle onların yalanlarını peygamberine bildirmiştir.

Kur’an’da bunun benzeri pek çok âyetin yer aldığını söyleyen Mu’tezile, kudretin fiilden önce bulunduğu fikrini bu şekilde nakli delillerle temellendirmeye çalışmıştır.389

Mu’tezile âlimleri, “Allah bir kimseyi ancak kendine verdiği ile yükümlü kılar”

(Talak 65/7) âyeti gereğince, Allah’ın bir kimseyi ancak kendisine verdiği zenginliğe uy-gun oranda nafaka vermekle sorumlu tutacağını bildirdiğini söylerler.390 Böylece Al-lah’ın, bir kimseyi yükümlü tutmasını, ona önceden verilen kudret ve imkânlar çerçeve-sinde şekillendiğini vurgularlar. Çünkü Allah’ın; “Allah kimseyi gücünün yettiğinden başkasıyla mükellef kılmaz” (Bakara 2/286), ”Allah kimseyi, ona verdiğinden fazlası ile mükellef (sorumlu) tutmaz” (Talak 65/7) âyetleri bunu desteklemekte ve kudretin fiilden önce olduğunu ispatlamaktadır. Şâyet kudret, fiilden önce ve fiil olmadan bulunmazsa, o zaman fiili yapmaya emir verildiği zaman kişinin buna kudreti olmadan ona emredilmiş olur. Bu durumda da teklifin olması kabih/kötü bir durum olur ki Allah bunu Kur’an’da yapmayacağını açık bir şekilde bildirmiştir.391 Ayrıca “Gücünüz yettiği kadar Allah’tan sakının” (Teğâbun 64/16) âyeti ile “kimin buna gücü yetmezse, o da altmış fakiri doyur-sun” (Mücadele 58/4) âyetlerinden de yola çıkarak, insanın fiilden önce kudret sahibi olduğunu temellendirmeye çalışırlar. Yine Mu’tezile geleneği, Hz. Şuayb’in kızlarından birinin babasına hitabını konu edinen; “Babacığım onu ücretle tut herhalde ücretle tuttuk-larının en hayırlısı, güçlü ve güvenilir bu adam olacaktır” (Kasas 28/26) âyetinin Hz.

Musa’nın; Hz. Şuayb’in ihtiyaç duyduğu işleri görebilecek kuvvete sahip bulunduğunu

388 Eş’arî, Kitâbu’l-Lüma’, 105.

389 Eş’arî, Kitâbu’l-Lüma’, 108-109.

390 Eş’arî, Kitâbu’l-Lüma’, 107.

391 Bakara, 2/286.

66 bildirmektedir. Böylece Mu’tezile âlimleri, kudretin fiilden önce var olduğu şeklindeki iddialarını bu âyetle de delillendirmeye çalışmışlardır.392

Hülasa Mu’tezile âlimlerinin, kudretin fiilden önce olduğu görüşünü benimsemele-rinin temelinde insanın fiillerinde özgür olduğuna yönelik vurgu yapmak istemeleriyle alakalıdır. Bu noktada Mu’tezile’nin akli olarak sunduğu delillerin kabul edilebilir oldu-ğunu görebiliyoruz. Çünkü insanın neyi yapıp neyi yapamayacağını bilmesi, kendi potan-siyel ve imkânlarını bilmesiyle doğrudan alakalıdır. Böyle bir durumda zamansal olarak bir önceliğin bulunması zorunluluk arz eder. Öte yandan insan, geleceğini kurmaya çalı-şan, geleceğe yönelik planlar yapan ve bu şekilde yaşamaya tutunan bir yapıya sahiptir.

İnsanın bu kurguyu yapabilmesi için içinde bulunduğu imkân alanlarını bilmesi elzemdir.

Dolayısıyla Mu’tezile’nin kudreti fiilden önce ele alması isabetli bir yaklaşım olarak gö-rülmektedir.

Bütün mezheplerin yaptığı gibi Mu’tezile de konuyu temellendirirken nakli deliller öne sürmüştür. Ancak âyetlerden yapmış olduğu temellendirmelerin bir çıkarımın sonucu olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü onların da ortaya koyduğu şekliyle âyetler, doğrudan kudretin fiilden önce olduğuna yönelik bir anlam taşımamaktadır. Mu’tezile’nin kendi düşüncesini Kur’an-ı Kerim’den desteklemesi önemli bir nokta olsa da âyetlerin anlatmak istediği ile Mu’tezile’nin dayanak gösterdiği noktaların farklılık arz ettiğini belirtmemiz gerekir.

Mu’tezile, kudretin fiilden önce olduğuna yönelik akli ve nakli temellendirmeler-den sonra kudretin fiille beraber olduğunu söyleyen Eş’arî ekolünün düşüncelerine eleş-tiriler yöneltir. Bu anlamda onlara Mücebbire ismini vererek, onların ‘kudret fiil ile bir-liktedir’ görüşünün, ‘insanın fiili yapması için yaratması gerekir’ düşüncesine dayandı-ğını belirtir. Kâdî Abdulcebbâr, Eş’arîler’in gerçek anlamda Allah’ı muhdis olarak ispat ettiklerini ve onun kudretinin makdurdan önce olduğunu, makdurla beraber olmadığını kabul ettiklerini söyler. Allah’ın kudretinin makdurdan önce olduğunu belirten Eş’arîler’in insan için bu durumu kabul etmemesinin kendi içerisinde bir çelişki yarattı-ğını belirten Kâdî, onların görüşlerinin yanlışlıyarattı-ğını yine kendilerinin ortaya koyduklarını vurgular.393

392 Eş’arî, Kitâbu’l-Lüma’, 111-112.

393 Kâdî Abdulcebbâr, Şerhu’l-Usûli’l-Hamse, 397.

67 Mu’tezile, şâyet Eş’arîler’in söyledikleri gibi kudret fiille beraber olursa, kâfirin imanla mükellef olmasının söz konusu olamayacağını belirtir. Çünkü kudret fiille birlikte olduğu anda o şey vaki olur. Bu durumda kâfir imânâ güç yetirseydi iman vaki olurdu.

Kâfirden imanın vaki olmamasını ona kâdir olmadığının delili olarak ele alan Mu’tezile, bu durumun teklif-i mâlâ yutâk olduğunu belirtir. Teklif-i mâlâ yutâk’ın ise Allah’ın yap-mayacağı bir şey olduğunun altını çizerler.394

Eş’arîler, ‘delil ile medlulün birlikte olmasının gerekliliği’ düşüncesinden hareketle kudretin de makduruna paralel olması gerektiğini benimserler. Böylece onlar, fâilin kâdir olma delaletini, kudretin onda o anda bulunmasıyla alakalı olduğunu söylerler. Ancak Mu’tezile bu temellendirmeyi sıhhatsiz bularak reddeder. Nitekim onlar, mucizenin nü-büvvete delil olmasından yola çıkarak, medlulün delilden önce gelmesi gerektiğini söy-lerler. Böyle olmaması durumunda iddiasına sadık olmayan kişiden de mucizenin zuhur etmesinin söz konusu olabileceğini belirtirler. Ancak mucizenin delil olması için nübüv-vetin iddiasının arkasından gelmesi gerektiğini ifade ederek fiil’in de, fâilin kâdir oldu-ğuna delalet ettiğini vurgularlar. Bu durumda medlul onun önüne geçmiş ve delalet onu takip etmiş olur.395

Kâdî, Eş’arîler’in, kudretin fiilden önce bulunduğunu düşünmek insanı Allah’a muhtaç olmaktan çıkarır söylemlerinin gerçeği yansıtmadığını belirtir. Tutmak için elin ve yürümek için ayağın önceden mevcut olmasını gerekli gördüğünüz takdirde bu iki alete sahip olmak nasıl ki insanı Allah’tan müstağni yapmıyorsa kudrete sahip olmak da insanı Allah’tan müstağni yapmaz.396 Mu’tezile’nin bu noktada Eş’arîleri eleştirdikleri nokta Allah-insan ilişkisini sadece kudrete endekslemeleridir. Onlara göre Eş’arîler’in istiğna konusunda sadece kudret’e vurgu yapmaları Allah-insan ilişkisini minimize eden bir bo-yuta indirgemiştir. Ancak Allah’ın insanla ilişkisini sadece bir bobo-yuta indirgemek kanaa-timizce uygun değildir. Çünkü insanın Allah ile olan ilişkisi fiziksel, duygusal, bilişsel vb. birçok yön üzerinde kuruludur. Bundan dolayı insanın bağımız bir kudrete sahip ol-masının, onu Allah’tan müstağni yapması anlamına gelmeyeceğini söyleyebiliriz.

Kudretin fiille beraber olduğunu savunan düşünce ekolleri, ‘kudretin varlığı fiilin varlığını gerektirir’ düşüncesinden hareketle Mu’tezile’yi eleştiriler. Onlara göre eğer

394 Kâdî Abdulcebbâr, Şerhu’l-Usûli’l-Hamse, 397.

395 Kâdî Abdulcebbâr, Şerhu’l-Usûli’l-Hamse, 427-428.

396 Kâdî Abdulcebbâr, Şerhu’l-Usûli’l-Hamse, 427.

68 kudret, fiili meydana getirmeden, fiilden önce tek başına var olabiliyorsa onun bir anda olmasını kabul etmek ile birçok anda olmasını kabul etmek arasında fark olmaz. Bu du-rum daha fiil işlenmeden, bir kişinin mükellef tutulması veya onun saygınlığının olması anlamına gelir. Böylece insan, kendisinde bulunan kudretle bir şey yapmamasına rağmen övgüye, yergiye, sevap ve cezaya müstahak olmadan, Allah onu mahşerde lehine ve aley-hine bir şey olmadan diriltilmiş olacaktır.397 Ancak bunlar fiilin varlığı halinde gerçeklik kazanan değerlerdir. Mu’tezile âlimleri bu iddialara karşılık kefaret konusunu öne sürerek cevap vermiştir. Bu anlamda onlar, “Kim oruca güç yetirmezse altmış fakiri doyursun”

(Mücadele 56/4) âyetini ele alılar. Âyeti delil gösteren Mu’tezile, Eş’arîler’in düşüncesine göre oruç tutmayan herkes, buna güç yetirememiş olacağından dolayı ona fakiri doyurma izninin verilmesi gerekir.398 Ancak bunun böyle olmadığının açık olduğunu söyleyen Mu’tezile âlimleri, bir insanın oruç tutmasının ona daha önce kâdir olduğunun göstergesi olarak ele alırlar.

Sonuç olarak baktığımızda mezheplerin birbirlerine yönelik eleştirilerde özellikle kendi argümanları üzerinden hareket ettikleri görülmektedir. Dolayısıyla yapılan eleştiri-ler bir gerçeği ortaya çıkarmaktan çok karşı tarafın düşüncesini çürütmek amacıyla ortaya konulduğu görülmektedir.