• Sonuç bulunamadı

Kelâm Ekollerine Göre Kudretin Varlığının İspatı ve Taalluk Alanı

4. KONUNUN TARİHSEL ARKA PLANI

1.1. Kudretin Tanımı

1.1.3. Kelâm Ekollerine Göre Kudretin Varlığının İspatı ve Taalluk Alanı

koydukla-rını görüyoruz. Cebrî düşüncenin temelini atan Cehm, insanın fiillerinde mecbur oldu-ğunu ve onun kudretle nitelendirilmeyeceğini iddia eder.133 Buna karşılık, yine erken dö-nem kelâm âlimlerinden Muhammed en-Neccar, insanda kesb olarak isimlendirdiği ya-ratılmış bir kudretin var olduğunu belirtir.134 Haricilerden İbadiye fırkası da kulların fiil-lerinin, kul tarafından gerçek anlamda kesb edildiğini söyleyerek insanda kudretin varlı-ğını kabul etmektedir.135 Böylelikle insanın kudrete sahip olduğu noktasında ilk dönemde görüşlerin ortaya çıktığı görülmektedir. Ancak konuyu, daha sistematik bir şekilde ele alan Mu’tezile, Eş’arî ve Mâturîdî mezhepleri çerçevesinde ele almaya gayret edeceğiz.

İnsanı merkeze alan bir bakış açısı sergileyen Mu’tezile, fiili yapanın fiilden so-rumlu olması gerektiği düşüncesi ile fiili yapanın insanın kendisi olduğunu bundan dolayı da insanın kudrete sahip olması gerektiği üzerinde durmuştur. Mu’tezile, kudreti canlılı-ğın bir gereği olarak görmektedir. Çünkü onlara göre canlının ilk fiili, fâilde mevcut bir kudrete muhtaç olduğunu gösterir. Bu anlamıyla onlara göre insan, bir kudrete sahip ol-madan canlı olamaz.136 Ayrıca onlar, insanın tasarrufta bulunabilmesinin şartı olarak kud-reti zorunlu görmekte ve insanın tasarrufunun onun kudret sahibi bir varlık olduğunun ispatı olarak ele almaktadırlar.137

Mu’tezile âlimleri, insandaki kudreti ispat etmenin değişik yolları olduğunu belir-tirler. Bunlardan ilkinin, bir insanın aynı hal ve şartlarda kâdir olmadığı bir konuda, başka bir zaman diliminde aynı hal ve şartlarda kâdir olması olduğunu söylerler. Onlara göre insanın kâdir olmasını sağlayan durumun gerçekleşmesi için ona ve mekânına ait bir ta-kım özel durum ve niteliklerin bulunması gerekir. Bu da ancak bir mânânın yani sıfatın

133 Şehristânî, el-Milel ve’n-Nihal, 1: 98.

134 Şehristânî, el-Milel ve’n-Nihal, 1: 100.

135Abdullatif Abdulkâdir, Te’sîru’l-Mu’tezile fi’l-Havâriç ve’ş-Şia (Cidde:Dar’ul-Endülüs Lin’Neşr ve’t-Tevzi’, 2000), 374-375; Şehristânî, el-Milel ve’n-Nihal, 1: 157.

136 A. S. Ttritton, İslâm Kelâmı, Çev. Mehmet Dağ (Ankara: Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayın-ları, 1978), 119.

137 Kâdî Abdulcebbâr, Kitâbu’l-Mecmu fi’l-Muhit-bi’t-Teklif, thk. Daniel Giramet (Lübnan: Dâru’l-Meşrik, 1986), 2:15.

27 varlığı ile mümkündür ki o mânâ da kudrettir. Kudreti ispat etmenin diğer bir yolu da, iki tane uzuvdan biriyle doğrudan fiil meydana getirilebiliyorken, diğeriyle fiilin gerçekleş-memesidir. Bunlardan birinin diğerine göre fiili gerçekleştiriyor olması, onun diğerine göre bir meziyete sahip olması ile alakalı olup bu da kudretin varlığıdır. Ayrıca iki kâdir-den aralarında kâdirlik sıfatı açısından herhangi bir farklılık olmamasına rağmen, birinin diğerine göre fiili gerçekleştirmesinin daha iyi olması, onun diğerine göre farklı bir me-ziyete sahip olduğunun göstergesidir. Çünkü iki kâdirden biri, diğerine göre farklı bir meziyete sahip olmasaydı, diğerinden daha iyi bir fiili gerçekleştirmesi söz konusu ol-mazdı. İşte Mu’tezile’ye göre iki kâdir arasındaki bu farklılık insanda kudretin varlığının ispatıdır.138

Mu’tezilî âlimler, insanın kudreti olduğu noktasında ortak bir fikir içerisinde olsalar da kişinin engellendiği durumda ona kâdir denilip denilemeyeceği konusunda farklı yak-laşımlar sergilemişlerdir. Bazı âlimler, insanın bağlanmak suretiyle yürümesi, kapının ki-litlenmesiyle evden çıkması engellendiği zaman, bu bağlanma ve kapının kilitlenmesi se-bebiyle engellenmekle birlikte insanın kâdir olduğunu vurgularlar. Hatta Mu’tezile’nin geneli, bir kimseye bin rıtıl ağırlık bile bağlansa en sert taşlardan yapılı bir evin içine konsa yine onun tasarruf ve hareket etmeye hatta âlemin tamamını gezmeye kâdir oldu-ğunu belirtirler.139 Bu âlimlere göre engelleme, kudreti ortadan kaldırmaz. Bazıları da insan engellendiği için onun kâdir olarak isimlendirilmeyeceğini belirttiler.140 İnsandaki kudretin varlığını ispatlayan Mu’tezile âlimleri, genel olarak Allah’ın insana verdiği kud-retin araz ve cinslerinin hepsine taalluk ettiğini beyan etmişlerdir.141 Bazı âlimler, Al-lah’ın kullarını renkler, tatlar, kokular yaşlık ve kuruluğa kudretli kılmaya kâdir olduğunu ve onları buna kudretli kıldığını belirtmişlerdir. Hatta Nazzâm, insanın bir şeye o şey var olmadan kâdir olduğunu belirtmiştir.142 Ancak her ne kadar Mu’tezile geleneği, insanın kudretinin birçok şeye taallukunu kabul etse de bazı âlimler, insanın kudretinin hayat ve

138 Kâdî Abdulcebbâr, Şerhu’l-Usûli’l-Hamse, 391.

139 Ebu’l-Hüseyin el-Hayyât, el-İntisâr, thk. Nyberg (Beyrut: Mektebetü Dâru’l-Arabiyyeti Li’l-Küttab 1993), 80.

140 Ebu’l-Hasen el-Eş’arî, Makâlâtu’l-İslâmiyyîn ve İhtilâfu’l-Musallîn, thk. Helmutt Ritter (Beyrut:

Dâru’n-Neşr, 2005), 240.

141 Eş’arî, Makâlâtu’l-İslâmiyyîn, 377.

142 Eş’arî, Makâlâtu’l-İslâmiyyîn, 229; Şehristânî, el-Milel ve’n-Nihal, 1: 69; Arslan, Mu’tezile’ye Göre İyilik ve Kötülük Problemi, 76.

28 ölüme taalluk etmediğini ve Allah’ın insanları bunlara kudretli kılmadığını ifade etmiş-lerdir.143

Mutlak bir Tanrı tasavvuru benimseyen Eş’arîlik, Allah’ın sınırsız gücünden hare-ket etmiş ve insan fiilinin meydana gelmesi noktasında Allah’ın kudretini ön plana çıkar-mıştır. Eş’arî ekolüne baktığımızda, sistematik dönemden önce insanın kudretine pek vurgu yapılmadığını görüyoruz. Ancak ekolün düşüncelerini sistematikleştiren âlimler ve ondan sonraki mezhep takipçileri, insanın fiillerini yapmaya güç yetirecek hâdis (yara-tılmış) kudrete sahip olduğunu söylemişlerdir. Bu ekolün önemli isimlerinden İbn Fûrek, insanı kâdir olarak nitelendirerek onun kudret sahibi olduğunu belirtir.144 Bu konuda önemli bir vurgu yapan diğer âlimin Cüveynî olduğunu görüyoruz. O da insanın kendisini gözlediğinde, istek dışı titreme hareketi ile isteğe bağlı ve bilinçli fiilleri arasındaki farkı, zorunlu olarak anladığını vurgular. İstekli hareketin, kudret sahibine bağlı olmasını da onu insanın kudreti sonucu ortaya çıktığını göstermektedir. Bu sebepten dolayı Cüveynî, kesbe bağlı olan fiilin yaratılmış kudretin etkisiyle meydana geldiğini beyan etmiştir.145 Eş’arî âlimleri, insanda kudretin varlığının kabul edilmesi gerektiğini, aksi takdirde akıl için abes bir durumun oluşacağını belirtirler.146 Ancak insanda varlığı kabul edilen bu kudretin sınırlı olması yönüyle Allah’ın kudretinden farklı olduğunu da vurgularlar.147 Böylece Eş’arî geleneği, Allah’ın kullarını kudretli kıldığını belirtmiş, hiç kimsenin Al-lah’ın kendisi için yarattığı kudret olmadan kâdir olamayacağını ifade etmiştir.148

Eş’arî, hâdis kudretin herhangi bir işlevselliğinin söz konusu olmadığını belirtir.

Çünkü o, hâdis kudretin bir işlevselliğinin olması halinde bunun sadece yaratma yönüyle olabileceğini ve her yaratılanın ortaya çıkmasında bu kudretin etkili olacağını vurgular.

Dolayısıyla onun renkler, tatlar kokular gibi şeyler yanında cevher ve cisimleri de yara-tabilmesi anlamına gelir. Çünkü ona göre yaratma yönü, tek bir hüküm olup cevher ve

143 Eş’arî, Makâlâtu’l-İslâmiyyîn, 477.

144 İbn Fûrek, Mücerredu Makâlât, 107-108.

145 Ebu’l-Meâlî el-Cüveynî, Luma’u’l-Edille, thk. Fevkiye Huseyn Mahmud (Beyrut: Âlimi’l-Kutub, 1987), 121.

146 Şehristânî, el-Milel ve’n-Nihal, 1: 110.

147 Bağdâdî, Usûlu’d-Dîn, 55.

148 Eş’arî, Makâlâtu’l-İslâmiyyîn, 563.

29 araza göre değişmez. Ayrıca Eş’arî hâdis kudretin işlevselliğinin söz konusu olması du-rumunda onun gibi sınırlı bir kudretle gökyüzünün yeryüzüne düşmesinin mümkün ol-ması gibi imkânsız bir durumun oluşacağını ifade eder.149

Eş’arî’nin bu açıklamalarına baktığımızda onun insanın kudretine herhangi bir fonksiyon yüklememiş gibi bir algı oluşmaktadır. Ancak bunun farkında olan Eş’arî, in-sandaki hâdis kudretin bir fonksiyona sahip olması gerektiğini de göz ardı edemeyerek, onun kulun isteyip yönelmesini sağlayan bir işleve sahip olduğunu belirtir.150 Eş’arî bu açıklamasıyla hâdis kudrete sınırlı bir taalluk alanı çizse de ondan sonraki takipçilerinin bu alanı genişlettiklerini görüyoruz. Bu anlamda İbn Fûrek, yaratılmış kudretin renk, koku, tat ve hayata taallukunun söz konusu olmayacağını belirtse de bu kudretle bazı bil-gileri ve istekleri elde etmesinin caiz olduğunu söylemiştir.151

Eş’arî ekolünün sistematik döneminin önemli isimlerinden biri olan Bâkıllânî de, insanda bulunan hâdis kudretin taalluk edebildiği bazı durumların olduğunu ancak onun var olmayan bir duruma taalluk etmesinin mümkün olmadığını ve kudretin yaratma anla-mında bir taallukunun kabul edilmesinin yanlış olduğunu ifade eder. O, yaratma dışında cevherin mekânda yer tutan arazları kabul eder bulunması, onların vasıf, renk, vb. başka yönlerinin olduğunun göstergesi kabul ederek sınırlı kudretin bazı durumlara özel bir ilinti ile taalluk edebileceğini vurgular.152

Mutekaddimûn döneminin son temsilcisi Cüveynî de, hiçbir şekilde taalluku olma-yan bir kudreti kabul etmenin, bir anlamda kudreti kabul etmemek anlamına geleceğini belirterek, kudretin taallukunun olması gerektiğini vurgular. Ancak Cüveynî de Bâkıllânî gibi yaratmanın yokluktan varlık âlemine getirmek olduğunu söylemiş ve hâdis kudretin taallukunun yaratma yönüyle olmadığının altını çizmiştir. O, yaratma dışında var olan durumlara hâdis kudretin taalluk ettiğini belirtir.153 Böylelikle Cüveynî de kudretin taal-luku noktasında kendinden önceki âlimlerle aynı görüşü paylaşmıştır.

149 Şehristânî, el-Milel ve’n-Nihal, 1:110.

150 Şehristânî, el-Milel ve’n-Nihal, 1:110.

151 İbn Fûrek, Mücerredu Makâlât, 100.

152 Şehristânî, el-Milel ve’n-Nihal, 1:110.

153 Şehristânî, el-Milel ve’n-Nihal, 1:111-112.

30 Özetle söylemek gerekirse Eş’arî geleneğinde sınırlı kudretin taalluku konusunda tek ortak noktanın kudretin yaratmayı yapamadığı hususudur. Yaratmanın dışındaki taal-luku hususunda ise mezhep içerisinde farklı yaklaşımların olduğunu görüyoruz. Mezhe-bin kurucusu Eş’arî, kudretin işlevselliğini sadece yaratma yönüyle ele alıp kudretin kesb dışındaki işlevselliğini yok ederken, ondan sonraki takipçileri, kudretin sınırlı da olsa ta-allukunu kabul etmişler ve genel olarak bu taalluka da kesb adını vermişlerdir. Dolayı-sıyla kesb kavramı Eş’arî’de daha sınırlı bir alana taalluk ederken Eş’arî’den sonraki dö-nemlerde kapsamı genişleyen bir hal almıştır. Böylece Eş’arîlik ekolünde kesb ile ilgili farklı düşüncelerin olduğunu söyleyebiliriz.

Öte yandan günümüze baktığımızda Eş’arîlik ekolünün kesb düşüncesinin hep Eş’arî üzerinden okunduğunu görüyoruz. Bundan dolayı Eş’arîlik ekolünün kesb anlayı-şının, fiili etkilemesi noktasında herhangi bir fonksiyonun olmadığı yönünde bir anlayışın oluştuğu görülmektedir. Kanaatimizce bunun en temel sebebi Eş’arîlik ekolünün sadece Eş’arî merkezli okunmasıyla alakalıdır. Ancak Eş’arîlik ekolü dediğimizde mezhep her ne kadar Eş’arî isimlendirmesiyle anılsa da mezhebin sistematikleşme döneminin Eş’arî’den sonraki âlimlerce yapıldığı gâyet açıktır. Dolayısıyla herhangi bir mezhebin genel görüşlerini bir âlim üzerinden genelleyerek okumak diğer âlimleri göz ardı etmek anlamına gelmektedir.

Mu’tezilî ve Eş’arî ekollerinden farklı olarak Allah’ın sınırsız gücü çerçevesinde insana sorumluluk atfeden eklektik yaklaşım olan Mâturîdîlik ise fiilin meydana gelmesi noktasında hem insan hem de Allah’ın kudretini göz önünde bulundurmuştur. Bu anlamda Mâturîdî geleneğinin de Mu’tezile ve Eş’arîler gibi insanın kudret sahibi bir varlık oldu-ğunu kabul ettiğini görüyoruz. Konuyla alakalı olarak Mâturîdî, yaratıkların her birinde başkası için fonksiyoner (işlevsel) olmayan sınırlı bir kudretin olduğunu belirtir.154 Gele-neğin sonraki âlimlerinin de Mâturîdî’nin görüşüne yakın bir görüş ortaya koydukları söylenebilir. Bu anlamda onlar, diri olanın fâil olmamasının düşünülemeyeceğini, diri olanın her halinde fâil ve iş yapan olduğunu, onun fâil oluşunun da kudret sahibi bir varlık

154 Mâturîdî, Kitâbu’t-Tevhîd, 313.

31 olduğunun göstergesi olarak ele alırlar.155 Böylece onlar, fiilden yola çıkarak insanın kud-ret sahibi bir varlık olduğunu ortaya koymaya çalışmışlardır.156 Hatta Ebu Seleme, insa-nın kudretinin varlığını teklif açısından ele alarak, Allah’ın kula, mazeretini ortadan kal-dıracak kadar kudret verdiğini belirtmiştir.157 Sonuç olarak Mâturîdîler de Eş’arî ve Mu’tezile ekolleri gibi insanın kudret sahibi bir varlık olduğunu kabul etmiş ve onlarla bu konuda ortak bir noktada buluşmuşlardır.