• Sonuç bulunamadı

2. ALAN YÖNETİMİ İÇİN ANALİTİK ÇERÇEVE

2.3 Kavramsal Analiz: Farklı Statü Esas “Yönetim Alanları”

2.3.2 Korunan Alanlar

Korunan alanlar; geniş coğrafyalar bütününde biyoçeşitlilik, habitat alanları, doğal kaynak rezervleri, sulak alanlar ve tabiat oluşumları gibi doğal değerlerin ve ilişkili olduğu kültürel değerlerin korunması amacıyla sınırları açıkça tanımlanan, ilan edilen, yasal ve diğer araçlarla yönetilen alanlar olarak ifade edilebilir (IUCN 2008).

Korunan Alanlar Raporuna göre; dünya karasal ve iç sularının %15,4 bölümü, kıyı ve denizel alanların %10 kısmı ile okyanusların %4 bölümünü kapsayan bu alanlara yönelik planlama tartışmalarının güncel temasını, işbirliği ve katılım süreçlerine ilişkin yönetim modeli arayışlarının oluşturduğu söylenebilir (Anonymous 2016a). Daha geniş bir ifadeyle; korunan alanların geleceğine yönelik yönetim modeli tartışmalarının odak noktasının, sürdürülebilirlik ilkesi temelinde paydaşlar–arası katılım–işbirliği ve şeffaflık ilkesini esas alan yönetim planlaması arayışları olarak ifade etmek mümkündür. Bu arayışların, 1972 yılında BM İnsan ve Çevre Konferansında kalkınma ve doğal alanlar arasındaki güçlü ilişkilere yapılan vurgu bağlamında doğa, hava, su, toprak ve özellikle flora–fauna ekosistemlerinin gelecek nesillere bırakılmasına yönelik planlama ve yönetim tartışmaları ile gündeme geldiği söylenebilir (Anonymous 1972). Devamla, 1987 yılında Çevre ve Kalkınma Komisyonu (WCED) tarafından ilan edilen “Ortak

41

Geleceğimiz” Raporunda (Bruntland Raporu); “sürdürülebilir gelişme/kalkınma” konusuna ilişkin kavramsal tanımlamaların yapıldığı görülür. Buna göre; kalkınma hedefleri ile doğal kaynaklar arasında sürdürülebilir kalkınma stratejileri eşliğinde dengenin gözetilerek, doğa kullanım adaletinin nesiller boyu sürdürülebilir kılınmasını sağlamak için kaynak yönetimlerinin ele alınması tavsiye edilmektedir (Anonymous 1987).

Sonrasında, 1994 yılında IUCN (International Union for Conservation of Nature) Çevre Örgütü tarafından yayınlanan Korunan Alan Sınıflandırmaları ise söz konusu alanlara ilişkin yönetim planlaması tartışmaları bakımından önemli bir adım olarak görülmelidir. Nitekim bu sınıflandırma sistemi; korunan alan ile insan ve çevre etkileşiminin sınırını belirlemesinin yanısıra, gerek yönetim faaliyetlerinin kapsam ve içeriğinin belirlenmesinde gerekse korunan alanlara ilişkin uluslararası sistemli veri toplama ve karşılaştırmalı yönetim analizinin yapılmasında uygulama rehberi niteliği ile pek çok ülke tarafından belirleyici ölçüt olarak kabul edilmektedir (Warboys ve diğ. 2015; Dudley (ed) 2008).

Bu gelişmelerin ulusal düzeydeki yansımalarına bakıldığında; Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından 2000 yılında Dünya Bankası GEF–II Fonu desteği ile başlatılan Biyolojik Çeşitlilik ve Doğal Kaynak Yönetimi Projesi’nin bir parçası olarak ulusal korunan alan statülerinin 1994 yılında yayınlanan IUCN Korunan Alan Sınıflandırmasına eşleştirilmesi, yönetimsel amaçlar bağlamında uluslararası ortak dil geliştirilmesi ve eşgüdüm sağlanması açısından önemli bir adım olarak değerlendirilmelidir (Tablo 2.3).

42

Tablo 2.3: IUCN korunan alan kategorileri ve Türkiye korunan alan eşdeğerliği

Kaynak: Orman ve Su İşleri Bakanlığı Resmi İstatistik Portalı

Korunan Alan kavramı ulusal mevzuat açısından irdelendiğinde; Korunan

Alanların Tespit, Tescil ve Onayına İlişkin Usul ve Esaslara Dair Yönetmeliğin 4. maddesi içeriğinde “biyolojik çeşitliliğin, doğal ve bununla

ilişkili kültürel kaynakların korunması ve devamlılığının sağlanması amacıyla ilgili mevzuata göre yönetilen; milli parklar, tabiat parkları, tabiat anıtları, tabiatı koruma alanları, doğal sit alanları, sulak alanlar, özel çevre koruma bölgeleri ve benzeri koruma statüsü bulunan kara, su ya da deniz alanları” olarak tanımlandığı görülür.

Bu kavramsal tanımlama çerçevesinde; 2873 sayılı Milli Parklar Kanunu, 4915 sayılı Kara Avcılığı Kanunu, 2872 sayılı Çevre Kanunu, 6831 sayılı Orman Kanunu, 383 sayılı Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı Kurulmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname, Korunan Alanların Tespit, Tescil ve Onayına

43

İlişkin Usul ve Esaslara Dair Yönetmelik, Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nın28

teşkilatlanmasına ilişkin kararnameler gibi bir dizi yasal–hukuksal araçlar kapsamında yaklaşık 4.000 “Korunan Alan” (yaklaşık 8 milyon hektar) statüsü kazandırılmış saha bulunmaktadır (Tablo 2.4).

Tablo 2.4: Korunan alan sayısal istatistikleri29

Kaynak: Orman ve Su işleri Bakanlığı 2017 Yılı Resmi İstatistik Portal verilerine 2018 yılında ilan edilen Malazgirt Tarihi Milli Parkı ile ÖÇKB eklenerek BAL tarafından güncellenmiştir,

2019.

Ulusal mevzuat “Korunan Alanların Yönetimi” konusu bakımından incelenirse; Korunan Alanlarda Yapılacak Planlara Dair Yönetmelik, 3.

maddesi, (ş) bendi içeriğinde; Yönetim Planının “doğal kaynakları ve

biyoçeşitliliği her türlü baskıdan ve tehditten koruma ve akılcı kulanım sağlama amacıyla vizyon, amaç, hedef ve eylemlerin belirlenerek oluşturulan planlar” olarak tanımlandığı, aynı yönetmeliğin 6. maddesi (a) bendinde ise milli

28

29/6/2011 tarihinde 645 sayılı KHK ile kurulan Orman ve Su İşleri Bakanlığı Temmuz 2018’de lağvedilip 30474 sayılı Cumhurbaşkanlığı Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ile birleştirilmiş, Tarım ve Orman Bakanlığı olarak yeni isim ile kurumsal yapılanmaya gidilmiştir. Daha önce Orman ve Su İşleri Bakanlığı yetkisinde olan korunan alanların yönetimine ilişkin tüm yetkiler ise yeni kurulan bakanlığa devredilmiştir. Bu çerçevede tezin bundan sonraki kısımlarında yeni bakanlık ismi kullanılmaya devam edilecektir.

29644 sayılı Çevre ve Şehircilik Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname

ile Özel Çevre Koruma Alanları ve Doğal Sitlerin tespit, tescil, onay, işlemleri ile yönetmek ve yönetilmesini sağlama yetkisi Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na verilmiştir. Bu kapsamda 2017-2021 Resmi İstatistik Döneminde, bu alanlar her ne kadar korunan alanlar olarak nitelendirilse de Korunan Alan İstatistiklerinden çıkartılarak Tabiat Varlıklarını Koruma İstatistikleri kapsamına alınmıştır. Tablo düzenlenirken Orman ve Su işleri Bakanlığı 2017 Yılı Resmi İstatistik Portal verilerine 2018 yılında ilan edilen Malazgirt Tarihi Milli Parkı ile ÖÇKB eklenerek güncellenmiştir.

44

parklar, tabiat parkları, sulak alanlar, benzeri koruma statüsü bulunan diğer alanlara yönetim planı hazırlanması gerekliliği ifadesiyle, bu alanların birer yönetim alanı olarak hüküm altına alındığı anlaşılmaktadır. Ek olarak; 644 sayılı

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın kuruluşuna ilişkin KHK’nın 13. maddesi, A kısmında; Özel Çevre Koruma Bölgelerinin (ÖÇK) “Tabiat Varlıklarını

Koruma Genel Müdürlüğünün yönetimi altında olan yerler” biçimindeki ifadesi esas alınırsa, ÖÇK Bölgelerinin de korunan alan statüsünde birer yönetim alanı olarak değerlendirildiğini ifade etmek mümkündür.

Bu açıklamalardan hareketle; yönetim alanı olarak ele alınan korunan alan statüleri ile yönetim planı örnekleri birlikte değerlendirildiğinde; Tabiatı Koruma Alanları Tabiat Parkları, Yaban Hayatı Geliştirme Sahaları, Tabiat Anıtları, Muhafaza Ormanları, Gen Koruma Ormanları, Tohum Bahçesi, Tohum Meşcereleri ve Mahalli Önemdeki Sulak Alanlara ilişkin gerek yerel yönetimler gerekse ilgili bakanlıklar düzeyinde herhangi bir yönetim planlaması ya da yönetim planı örneğinin bulunmadığı söylenebilir. Dolayısıyla, tez çalışmasının yönetim alanı ve yönetim planı üzerine odaklanan kapsamı gereğince ilgili mevzuat bağlamında yönetim alanı olarak tanımlanan ve yönetim planlamasına konu edilen milli parklar, özel çevre koruma alanları ile ulusal ve Ramsar

statüsüne sahip sulak alanlara ilişkin örnekler ele alınmıştır.

(a) Milli Parklar

Milli Parklar30; yöreye ait karakteristik bitki ve hayvan türleri, çeşitli doğal oluşumlar, önemli biyoçeşitlilik alanları ve peyzaj ögeleri gibi doğal miras değerlerinin korunması amacıyla sınırlandırılan coğrafi alanlar olarak tanımlanabilmektedir (Dudley (ed) 2008; Worboys ve diğ. 2015). Ancak, milli park alanlarında bilimsel, eğitsel, rekreasyonel, yerleşim ve turizm amaçlı kullanımlar gibi insan faaliyetlerine, diğer korunan alanlara kıyasla daha fazla izin verilmesi, bu alanların toplumla birlikte ortaklaşa kullanılması–korunması ve yönetilmesinin gereklilik olduğu söylenebilir.

30

Ulusal doğa koruma mevzuatı içerisinde milli park alanlarının kavramsal tanımlaması, mekânsal/fiziksel asgari büyüklük ölçütleri ile taşıması gereken nitelikler için bakınız: Milli Parklar Yönetmeliği

45

Türkiye’de milli parkların ilk kez yasal metinlerde yer alması, 1956 yılında çıkarılan 6831 sayılı Orman Kanunu, 25. maddesi ile olmuş, 1958 yılında ise söz konusu madde kapsamında Ziraat Vekâleti tarafından Yozgat Çamlığı ilk milli park olarak ilan edilmiştir. Devam eden süreçte; güncel sayısı 43 adet olan (yaklaşık 900.000 ha) milli park alanlarının mekânsal planlanmasına ilişkin açıklamalar ise 1983 yılında çıkarılan ve hala yürürlükte olan 2873 sayılı

Milli Parklar Kanunu ve Uygulama Yönetmeliği içeriğinde tanımlanmıştır.

(Şekil 2.2).

Şekil 2.2: Türkiye’deki milli parkların dağılım coğrafyası

Kaynak: BAL tarafından hazırlanmıştır, 2019

2000 yılında Küresel Çevre Fonu (GEF) finansal desteğiyle başlatılan Biyolojik Çeşitlilik ve Doğal Kaynak Yönetimi Projesi çerçevesinde örnek uygulama alanı seçilen Küre Dağları, Köprülü Kanyon, İğneada Longoz Ormanları ve Sultan Sazlığı milli parklarında devam eden yönetim planlaması çalışmaları, Türkiye’de mili park alanları statüsündeki korunan alanlara yönelik ilk ulusal örnekler olarak görülmektedir. Milli parklar için IUCN Korunan Alan Sınıflandırması–Kategori II ile sağlanan eşdeğerlik bağlamında; yönetim planlamasının genel amacını doğal kaynak değerleri ve biyoçeşitliliğin ekolojik yapı, ekosistem ve çevresel süreçlerle birlikte korunması ile eğitsel, rekreasyonel faaliyetlerin desteklenmesi olarak özetlemek mümkündür (Dudley (ed) 2008).

46

(b) Özel Çevre Koruma Bölgeleri

1976 yılında imzaya açılan ve Barselona Sözleşmesi olarak bilinen

Akdeniz’in Kıyısal Bölge ve Deniz Çevresinin Korunması Sözleşmesi’nin

amacı; Akdeniz’e kıyısı olan devletlerin ve ilgili uluslararası kuruluşların yakın işbirliğiyle, bölgenin korunması ve geliştirilmesi, deniz çevresinin ve ekolojik dengesinin korunması, kirlenmeye maruz kalmasının engellemesi ve doğal kaynaklara yönelmiş tehditlerin ortadan kaldırılması olarak ifade edilebilir31. 1981 yılında Türkiye’nin taraf olduğu bu sözleşmenin mevcut 7 adet protokolünden taraf olduklarımız içerisinde olan Akdeniz'de Özel Koruma Alanları ve

Biyolojik Çeşitliliğe İlişkin Protokol gereğince 1989 yılında çıkarılan Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı Kurulmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname kapsamında Akdeniz bölgesi ölçeğinde ekolojik önem arz eden,

biyolojik çeşitliliğin, doğal kaynaklarla ilişkilendirilen kültürel kaynakların bulunduğu ve yapılaşma, çevre kirlenmeleri gibi antropojenik etkenler sebebiyle bozulmalara ve yok olmalara duyarlı karasal ve denizel alanlar Özel Çevre

Koruma Bölgeleri olarak ilan edilirken, bu alanlara özgü kurumsal örgütlenme

olarak doğrudan Başbakanlığa bağlı Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı kurulmuştur32

. ÖÇK Bölgelerinin yönetimindeki temel amaç; IUCN Korunan Alanlar Sınıflandırmasında Doğal Kaynakların Sürdürülebilir Kullanıldığı Korunan Alanlarla (kategori VI) eşleştirmesi bağlamında biyoçeşitlilik ve ekosistemleri korumanın yanısıra yerel halkın taleplerinin dikkate alınarak sürdürülebilir kullanım, ekonomik kalkınma ve kültürel değerlerin devamlılığını sağlama olarak ifade edilebilir (Dudley (ed) 2008).

Bu amaçlar kapsamında 1988 yılında ilk ilan edilen Gökova, Köyceğiz– Dalyan ve Fethiye–Göcek Özel Çevre Koruma Bölgelerinden bugüne dek uzanan süreçte toplam 18 adet Özel Çevre Koruma Bölgesi ilan edilmiştir. Ancak, 2011 yılında çıkarılan 644 sayılı KHK Ek madde-1 gereğince Özel Çevre Koruma

Kurumu Başkanlığının kapatılması ile Özel Çevre Koruma Bölgelerinin yönetimi konusunda yetkili–sorumlu kuruluş olarak Çevre ve Şehircilik Bakanlığı belirlenmiştir.

31

Bkz:Akdeniz'in Deniz Ortamı ve Kıyı Bölgesinin Korunması Sözleşmesi, md:4

32

Söz konusu alanların hukuksal kavramsal tanımı için bakınız: Korunan Alanlarda Yapılacak Planlara

47

Şekil 2.3: Türkiye’de Özel Çevre Koruma Bölgeleri coğrafi dağılımı

Kaynak: BAL tarafından hazırlanmıştır, 2019.

Dolayısıyla, 2011 yılından bu yana Tuz Gölü, Uzungöl, Kaş-Kekova , Ihlara, Gölbaşı, Foça ve Saros Körfezi ÖÇK Bölgelerinin yönetim planları Çevre

ve Şehircilik Bakanlığı Tabiat Varlıkları Koruma Genel Müdürlüğünce

hazırlanmaktadır (Şekil 2.3).

(c) Ramsar Alanları

Ramsar Sözleşmesi olarak bilinen Özellikle Su Kuşları Yaşama Ortamı

Olarak Uluslararası Öneme Sahip Sulak Alanlar Hakkında Sözleşme, taraf

devletlerin ulusal stratejileri eşliğinde karakteristik bitki ve hayvan topluluklarının yaşamasını sağlayan karasal, denizel ve kıyı sulak alanlarının 33

ekolojik özelliklerinin korunması, akılcı kullanımının sağlanması, düzenlemesi ve özellikle su kuşlarının yaşama ortamlarını desteklenmesini amaçlamaktadır (Özbek 2007).

1994 yılında Türkiye’nin sözleşmeye taraf34 olmasının ardından ilan edilen Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği, 28. maddesi yasal dayanak olmak üzere Ramsar Sözleşmesi’nin 9 kriterinden35

birini karşılayan sulak alanlar

33 Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği, 4. maddesinde; “sulak alanlar tabii veya suni,

devamlı veya geçici, suları durgun veya akıntılı, tatlı, acı veya tuzlu, denizlerin gelgit hareketlerinin çekilme devresinde altı metreyi geçmeyen derinlikleri kapsayan, başta su kuşları olmak üzere canlıların yaşama ortamı olarak önem taşıyan bütün sular, bataklık, sazlık ve turbiyeler ile bu alanların kıyı kenar çizgisinden itibaren kara tarafına doğru ekolojik açıdan sulak alan kalan yerler olarak tanımlanmaktadır.

34

Türkiye sözleşmeye 30.12.1993 tarihinde taraf olmuş, 94/5434 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla 17.05.1994 tarihi ve 21937 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.

35

48

Ulusal Sulak Alan Komisyonu (USAK) tarafından belirlenerek, Ramsar Alanı ilan edilmiştir. Bu çerçevede Ramsar Sözleşmesi gereğince koruma altına alınan 14 sulak alan (184 487 ha) belirlenmiştir (Şekil 2.4).

Şekil 2.4:Türkiye’de Ramsar alanları coğrafi dağılımı Kaynak: BAL tarafından hazırlanmıştır, 2019.

Ramsar Sözleşmesi’nin yürütülmesi için düzenli olarak yapılan taraf devletler 7. Toplantısında(1999) “Sulak Alanların Korunması ve Akılcı Kullanımı” konusunun önem ve gerekliliğine vurgu yapılarak, rehber ilkeler tanımlanmış ve taraf devletlerden bu ilkeler doğrultusunda Ramsar alanlarının biyoçeşitliliğini korumak ve akılcı kullanımını sağlamak üzere, planlama, uygulama, araştırma, izleme ve denetim gibi yönetim aşamalarına rehberlik edecek sulak alan yönetim planlarının hazırlanması talep edilmiştir36

.

Bu yükümlülük doğrultusunda 2000 yılında yürürlüğe giren Sulak

Alanların Korunması Yönetmeliği kapsamında Sulak Alan Yönetim Planları

“sulak alanların akılcı kullanımını sağlamak üzere koruma, kullanım, araştırma, izleme ve denetim gibi etkinliklerin ve tedbirlerin tümünü bütüncül bir yaklaşımla tanımlayan planlar” olarak tanımlanarak, sulak alanlar habitat ve türlerin önemine göre sınıflandırılmış ve uygulama esasları belirlenmiştir. Devamla, uluslararası öneme sahip sulak alanlar (Ramsar Alanları) ile Ulusal Sulak Alanlar

36

Sulak Alanlarda yönetim planlamasına ilişkin ilkeler için toplantının COP7 DOC. 15.19 numaralı “Guidelines for integrating wetland conservation and wise use into river basin management” ile COP7 DOC.

15.18 “A global action plan for the wise use and management of peatlands” isimli tavsiye ve sonuç

49

için yönetim planları hazırlanması gerekliliği bağlamında planlama–uygulama– denetim süreçlerindeki kurumsal örgütlenmelere ilişkin açıklamalar getirilmiştir37

.