• Sonuç bulunamadı

4. TROYA TARİHİ MİLLİ PARKI: “TANITICI KATALOG BİLGİSİ”

4.3 Arkeolojik Geçmiş ve Kültürel Katmanlaşma

M.Ö. 730-720 yıllarında Yunan ozanı Homeros tarafından yazıya geçirilen ve Küçük Asya’nın84

batı ucunda yer alan Troya kentinin Akha ordusu tarafından kuşatılmasıyla on yıl süren savaşın son elli bir gününü konu edinen İliada85 destanının, Helen kültür ve edebiyatının kökeni sayıldığı söylenebilir (Bernard 2001). Bununla birlikte, pek çok medeniyet Troya’yı atası olarak benimsemiş olsa bile, gerek antik çağda gerekse Rönesans’a kadar olan zaman diliminde destanın gerçekliğine/doğruluğuna ilişkin tartışmaların süregeldiği görülür (UNESCO 2009; Kaya 2016).

Tarihsel süreçte Troya kentinin varlığına ilişkin ilk kayıtlar, Antik çağa tarihlendirilen kıyı fizyonomisi ile Troya Savaşı arasındaki ilişkiler bağlamında kutsal Helen–Roma İlion (Troya) kentini anlatan coğrafi betimlemelerdir (Kraft ve diğ. 1980). Bu betimlemeler, M.S. 14–15. yüzyıllarda özellikle Homeros eserlerinin çoğaltılması ile daha iyi analiz edilmeye başlanmış, bu çerçevede, Roma’nın kuruluş kökenlerini Troas bölgesi ile ilişkilendirme çabalarına referans olmuştur (Kraft ve diğ. 2003) 86

.

Diğer taraftan, epik olguların dışından Troya kentinin mekânsal varlığına ilişkin temel konu konumsal niteliği/lokalizasyonuna ilişkin tartışmalar olarak görülmektedir. Nitekim M.S. 18–19. yüzyıllarda ise Avrupalı gezginlerin çoğunun Hisarlık Tepesi’nin 8 km. güneyindeki Pınarbaşı’nı eski Troya olarak kabul ettiği görülmektedir. Bu kabulün oluşmasında, 18. yüzyılda gelişen harita bilimine

84

Kendisine Homeros’un anlatımlarını referans olarak seçen Strabon’a göre Küçük Menderes Irmağı’nın her iki yanını da kapsayan ova veya yaklaşık günümüz Ege Bölgesini içine alan bölge olarak belirtilmektedir. Diğer bir yazısında ise Likya, Karia, İyonya, Aiolis, Frigya Epiktetos, Mysia, Troas, Hellespontos, Bithynia, Lidya ve Paphlagonia’yı içine alan bölge olarak aktarmaktadır(Bkz: Strabon 1992: XIII.4.8 ve XII.1.3).

85 Destana göre; Troya kralı Priamos’un oğlu Paris, Tanrıça Afroditin yardımıyla Sparta Kralı Menelaous’un

eşi Helena’ya aşık olur ve birlikte kaçarak Troya’ya gelirler. Bunun üzerine kral Menelaous ve kardeşi Mykenia Kralı Agamennon’un komutasındaki Akha ordularının Troya surlarını kuşatmasıyla on yıl süren Troya savaşı başlar. İliada’da savaşın son ellibir gününde Agamennon ve Akhaların cesur savaşçısı Achilleus arasında çıkan anlaşmazlık ve Achilleus’un öfke ile savaştan çekilmesi anlatılmaktadır. Arkadaşı Patroclos’un Troya Prensi Hektor tarafından öldürülmesi üzerine savaşa dönerek Hektor’u öldüren ve Troya ovasında sürükleyen Achilleus, Kral Priamos’un dileği üzerine Hektor’u uygun bir tören için babasına teslim ederek destan son bulur (Homeros1965).

86

18 ve 19 yüzyıllarda bölgeyi gezen ve Troya’nın Pınarbaşı olduğunu öne süren Avrupalı seyyah- araştırmacılara Geoge Sandys, Lechevalier, Choiseul-Gouffier, Charles Texier, Heinrich Kiepert, Ernst Curtius, Baron General Helmut von Moltke örnek verilebilir. 11. yüzyılda Saewulf Troya’ya ilişkin ilk kitapları yazan kişi olması bakımından, 19.yüzyılda ise amatör arkeolog Charles Maclaren Hisarlık Tepe’nin Homeros Troya’sı olduğunu öne süren ilk kişi olması bakımından önemli görülür. (Bkz: Esin 1991; Brandau 2007:s.21; Kaya 2016;s.112-114; Jahne 2001:s.330-337)

161

koşut Jean Baptiste Lechevalier ile Franz Kauffer tarafından bölge için hazırlanan haritalarda Troya’nın Pınarbaşı’ndaki Ballıdağ olarak vurgulanması, eski bir yerleşmeye ait mimari kalıntıların varlığı, İliada’da Troya ve İlion isimlerinin ayrı ayrı kullanılması, Strabon’un Troya ile İlion kentleri arasında 5,5 km fark olduğuna ilişkin anlatımları ve Piri Reis’in 1521 tarihli Kitab-ı Bahriye’sinde Troya ile Alexandre Troas kentinin özdeş olarak ifade edilmesi gibi gerekçeler sayılabilir(Strabon 1993; Brandau 2007; Esin 1991; Umar 2002; Aslan 2018).

Homeros’un epik hikâyelerinde geçen Troya antik kentinin doğru yer tespiti ile Yunan–Roma Kutsal İlion kenti kalıntılarının bulunduğu Hisarlık Tepe olarak dünyaya tanıtılmasının, 19. yüzyıl sonlarında Alman iş adamı Heinrich Schliemann’ın katkıları olduğu ifade edilmelidir. Troya’nın doğru yer tespiti ve keşif süreci incelenirse; 1868 yılında George Nicolaides’in İliada topografyası üzerine yazdığı gezi kitapları ve mimar Ernst Ziller’in yönlendirmeleri doğrultusunda diğer araştırmacılar gibi Heinrich Schliemann da Pınarbaşı bölgesinde araştırmalara başlamış, ancak İliada destanında anlatılan kente uygun olmadığını farkederek, yakın çevrede alternatif arayışlarına başlamıştır. Bu süreçte, aynı dönemde Çanakkale’de bulunan eskiçağ arkeolojisine meraklı olan ve Hisarlık Tepe ile Troya eşleşmesine ilişkin görüşler ileri süren Frank Calvert ile tanışması ve birlikte kazı yapmaya karar vermeleri Troya kentinin keşfi için önemli bir dönüm noktası olmuştur.

Frank Calvert’in yönlendiriciliği ve Heinrich Schliemann’ın kişisel çabaları ve finansmanıyla 1871 yılında resmi olarak başlatılan ilk kazı çalışmalarının temel amacının, Hisarlık Tepesi’nin Homeros İliada’sında anlatılan Troya kenti olduğunun kanıtlanmasına yönelik kültürel izlerin bulunması üzerine odaklandığı söylenebilir (Brandau 2007; Aslan 2010). Bununla birlikte, Heinrich Schliemann’ın ilk çalışmalarında üst katmanlarda Helen ve Roma dönemi İlion’una ait sur kalıntıları ve yapı blokları ile oklar, çakmaktaşları, çanak–çömlek parçaları gibi arkeolojik–etnografik kalıtlar dışında bulgulara rastlamadığı bilinmektedir. Bunun üzerine, Homeros Troya’sının daha derinlerde olduğunu düşünen Schlieman’ın tüm kültürel katmanlara zarar vermesine karşın, Höyük’ün kuzey-güney doğrultusunda, ana karaya kadar, 20 metre genişliğinde, 17 metre derinliğinde açtığı, "Schliemann Yarması" ile yanmış Troya II kentine ait katmanlara ulaşmayı başardığı söylenebilir (Hawkins ve Easton 2002; Esin 1991).

162

Devamla, 1873 yılında Troya II (M.Ö. 2500–2300) kenti kalıntıları arasında bulduğu toplam 8.831 parçadan oluşan Priamos Hazinesi87

ve Priamos Sarayı olarak adlandırdığı büyük megaron yapısının Troya ile ilgili olumsuz görüşlere sahip bilim dünyasında önemli tartışmalara neden olduğu görülmektedir (Jahne 2001). Nitekim tüm kazı çalışmalarının günlüklerini dönemsel koşullara göre başarılı bir şekilde tutan Heinrich Schliemann’ın 1874–1875 dönemi kazı çalışmalarını yayınladığı Trojanische Altertümer ve Troya und seine Ruinen adlı kitaplar ile Troya–Hisarlık Tepesi eşleştirmesinin dünya kamuoyuna duyurulması ve Ege çevresinde Troya referanslı arkeolojik kazıların başlamasında önemli bir yeri olduğu ifade edilmelidir (Umar 2002). Öte yandan, Heinrich Schliemann’ın aceleci ve sistematik olmayan yöntemlerle yaptığı kazılar sebebiyle Troya’nın üst katmanlarındaki kültürel izleri tahrip etmesi, arkeoloji ve tarih bilimine olumsuz etkileri her zaman tartışılan bir konu olarak değerlendirilebilir. Bununla birlikte, dönemin padişah fermanlarından yararlanarak, kısmen de yasa dışı yollarla buluntuları yurtdışına kaçırması milli kültür mirası bakımından önemli bir kayıp olarak görülmektedir. Bugün Troya eserleri, başta Moskova–Puşkin Müzesi olmak üzere St. Petersburg–Hermitage Müzesi, Atina–Ulusal Arkeoloji Müzesi ve İstanbul–Arkeoloji Müzesi gibi pek çok müze ile 46 farklı koleksiyona dağılmış olup Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından yurtdışındaki birtakım eserlerin iadesi ya da ortak sergilenmesi yönünde çabalar devam etmektedir.

Schliemann’ın 1890 yılında ölümünün ardından, Troya kazılarının giderleri eşi Sophia Schliemann tarafından karşılanarak, Olympia kazılarından deneyimli mimar W. Dörpfeld tarafından devam ettirilmiştir. 1893–1894 dönemini kapsayan kazılarda Schliemann tarafından ortaya çıkarılan yapı kalıntılarının tarihsel dönemler eşliğinde belgelenmesi üzerine çalışmalar yürüten Dörpheld’in, özellikle 1902 yılında yayınladığı “Troya und İlion” adlı kitabının ardından Troya Savaşı’nın gerçekliğine ilişkin bilim dünyasındaki görüşlerin arttığı bilinmektedir (Kaya 2016). Troya’nın alttan üste 9 farklı katmandan oluştuğunu, bunlar içerisinde I-V arasındaki kentlerin tarihöncesi döneme ait

87

Schliemann bir yangın sonucu sona eren Troya II’yi Homeros Troya’sı, katmandaki büyük Megaron yapılarını Priamos’un Sarayı ve bu kalıntılar arasında bulduğu Hazine-A’yı Priamos Hazinesi olarak nitelendirmiştir. Devam eden kazı çalışmaları sonucunda söz konusu buluntuların Priamos Döneminden yaklaşık 800 yıl öncesine ait olduğu tespit edilmiş, nitekim Schliemann da bu yanılgısını ölümünden kısa süre önce kabul etmiştir.

163

olduğunu doğru olarak tespit eden Dörpfeld’in, yalnızca Troya VI katmanında bulduğu çanak çömlek buluntuları sebebiyle Homeros Troya’sını bu katmana tarihlendirerek yanıldığı söylenebilmektedir (Umar 2002; Brandau 2007; Esin 1991).

Hisarlık Tepesi’nde Dörpfeld’den sonraki kazıların Cincinnati Üniversitesi bünyesinde, arkeolog Carl Blegen tarafından 1932–1938 yılları arasında yedi kazı kampanyası biçiminde devam ettirildiği görülmektedir. Miken kültürü araştırmalarında deneyimli olan Blegen’in amacını, Yunanistan’ın çeşitli bölgelerinde yaptığı kazılar ile Troya arkeolojisini karşılaştırarak, daha önceki kazılarda Troya’da ortaya çıkarılan buluntuların tarihsel dönemler eşliğinde tabakalandırılması olarak ifade etmek mümkündür. Bu doğrultuda Blegen’in Troya’da 9 yerleşme katı ve 46 yapı evresi tespiti ile VII. kentte tespit ettiği yoğun yangın izleri üzerine Dörpheld’den farklı olarak Homeros Troya’sının M.Ö. 1260 yıllarında bu katmana tarihlendirmesi, Troya arkeolojisine en önemli katkısı olarak görülebilir.

Blegen’in ardından kazılara 50 yıl ara verilen Troya’da, yeni kazıların 1988 yılında başladığı ve 2005 yılına kadar Tübingen Üniversitesi/Prehistorya ve Ortaçağ Arkeolojisi Enstitüsü ve Cincinnati Üniversite’lerinin işbirliği ve finansman desteği ile Manfred Korfmann tarafından yürütülmüştür. Bu dönemdeki çalışmaların, arkeolojik kazı araştırmalarının yanısıra daha önce ortaya çıkarılan buluntuların belgelenmesi, temizlenmesi, iklimsel şartlara karşı korunmasına yönelik önlemlerin alınması ve artan turizm baskısına yönelik alanın ziyaretçi sunum olanaklarının geliştirilmesi biçiminde yürütüldüğü söylenebilir (Aslan 2010).

Troya Projesi adıyla gerçekleştiren bu kazıların bilimsel sonuçlarını Korfmann Studia Troica isimli kitaplarla yayınlamıştır. Ören yerinin yanısıra farklı meslek disiplinleri ile birlikte Troas bölgesine ilişkin coğrafi ve jeomorfolojik araştırmaların ardından, kıyı fizyonomisinin değişimi öncesinde Troya’nın kıyı yerleşimi niteliği ile İliada’da betimlenen savaş coğrafyasına uygun niteliğe sahip olduğu tespit edilmiştir (Şekil 4. 4) (Esin 1991; Aslan 2010).

164

Şekil 4. 4: Geç Cilâlı Taş – Erken Tunç Çağında kıyı fizyonomisi (İ.Ö. 3000 – 2500)

Kaynak: Kraft ve diğ. 2003.

Korfmann’ın ölümünün ardından 2006–2012 döneminde aynı üniversiteden Ernst Pernicka tarafından yürütülen kazı çalışmaları, günümüzde Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Arkeoloji bölümünden Rüstem Aslan tarafından yürütülmektedir.

1863 yılında Calvert’in sondaj çalışmaları ile başlayarak devam eden kazılar ışığında Hisarlık Tepesi’nin arkeolojik özellikleri incelenirse; Tunç Çağı’nın başlarından Bizans dönemine dek uzanan yerleşim katmanlaşması bağlamında her biri bir öncekinin yapısal kalıntılarından oluşan 10 farklı yerleşim katmanı ve 46 yapı evresine sahip yapay bir tepe niteliğinde olduğu söylenebilir88

.

88

Troya yerleşim katmanları/tabakaları ilgili kazı çalışmalarını yapan Blegen, Dörpfeld, Korfmann gibi bilim insanlarının farklı görüşlere sahip olduğunu, nitekim bugün bile konu üzerinde çalışmaların devam ettiğini söylemek mümkündür. Tez çalışması kapsamında farklı kaynaklardan yararlanılarak üzerinde en fazla uzlaşılan tarihler esas alınmıştır.

165

(1) Kültür Katmanları

(2) Yerleşim Planı

Şekil 4. 5: (1) Kültür katmanları–(2)Yerleşimlerin planı

Kaynak: Troya Kazı Arşivi, (1)Çizen: Christoph Haussner

Araştırmalar üst üste kurulan kent katmanlarından ilk üçünün (Troya I–II– III) henüz Kara Menderes ırmağı ile dolmamış Kumkale Ovası coğrafyasında kıyı yerleşimi niteliği göstererek, Denizel Troya Kültürü özelliklerine sahip olduğunu, devamında gelen katmanlarda ise Troya IV ve V kentlerinin Anadolu Troya Kültürü, Troya VI ve VIIa’nın Yüksek Troya Kültürü özelliklerine sahip

166

olduğunu ortaya koymuştur. İlk Tunç Çağı’ndan Demir Çağının başlarına dek süren bu yedi katmanın üzerinde ise sırasıyla Helen (Troya VIII), Roma (Troya IX) ve Bizans (Troya X) dönemlerine ait kültürel izlerin yer aldığı söylenebilir (Esin 1991; Korfmann 2001b).

Troya I Yerleşimi

M.Ö. 3000-2500 yılları arasına tarihlendirilen Troya I kentinin mekânsal özellikleri incelendiğinde; dikdörtgen burçlara sahip küçük bir kalenin içerisinde taş ve güneşte kurutulmuş kerpiçten yapılmış yanyana dizili megaron ev yapılarının varlığı görülür. Schliemann Yarması ile açığa çıkarılan bu yapılar içerisinde 102 numaralı en büyük megaron ile dikdörtgen kuleli güney kapısı Küçük Asya’nın mimarlık tarihine ışık tutan önemli buluntular arasındadır. Kendi içerisinde 10’dan fazla yapı evresine sahip olan bu yerleşimin en gelişmiş dönemindeki çapı 90 metre olarak belirlenmiştir. Çömlekçi çarkının keşfedilmediği bu dönemdeki çanak çömlek buluntularının pişmiş topraktan ve monokrom renklerde, elde yapıldığı tespit edilmiştir. Kıyı yerleşimi karakteristiği ve kültürü gösteren bu dönemde tarım, avcılık ve balıkçılık en önemli geçim kaynaklarını oluştururken Akdeniz’in iç kesimleri, Avrupa ve Anadolu’ya dek uzanan kültürel ve ticari ilişkiler kurdukları düşünülmektedir. Anadolu’da Kusura, Demircihöyük, Beycesultan, Alişar, Arslantepe, İkiztepe gibi yerleşimler ile çağdaş olan kentin büyük bir yangın sonucu yıkıldığı belirlenmiştir (Anonim 2007b; Korfmann 2001b; Umar 2002; Brandau 2007; Kaya 2016; Esin 1991; UNESCO 2009).

167

Resim 4. 3: Troya dış surlarından görünüm

Kaynak: BAL, 2019.

Troya II Yerleşimi

Yaklaşık olarak M.Ö. 2500-2200 yılları arasında kurulduğu düşünülen Troya II kentinin kültürel bakımdan daha önceki kent ile benzer özellikler taşımakla birlikte, coğrafi konumundan dolayı avantajlı bir beylik veya krallık merkezi haline geldiği söylenebilir. Kale ve aşağı şehir olmak üzere 9000 metrekare alana kurulan kentin etrafı 330 metre eğimli, kerpiç ve taş surlarla çevrelenmiştir. Bu dönem kentinin yapısal özellikleri incelendiğinde, kalenin içinde, ortasında ateş yanan sütunlu büyük bir megaron ile yan yana giriş kapısı(propylon) ve revaklarla sınırlandırılmış uzun yapılar bulunduğu görülür. Saray, kült ve toplantı alanları için kullanıldığı düşünülen bu yapılar Helen tapınağının öncüsü ve diziliş biçimleri bakımından Batı dünyasında planlı gelişim gösteren ilk kent niteliğine sahiptir. Diğer önemli yapısal özelliklerinden birinin liman ve deniz ticaretinin gelişmesine dayalı güneybatı kapısından sur girişlerine dek uzanan 21 metre uzunluğunda 7,5 metre genişliğindeki rampa yapısı olduğu söylenebilmektedir. 8 yapı evresi geçirdiği düşünülen bu kentin farklı evrelerinde bulunan ve Schliemann tarafından Priamos Hazinesi olarak adlandırılan hazinenin işçiliği, o dönemde benzerlerinin görüldüğü Mısır ve Mezopotamya’ya uzanan kültürel ve ticari ilişkilere sahip olduklarının kanıtı niteliğindedir. Bu dönemde

168

çömlekçi çarkının ve tunçtan döküm maden silahların kullanılması askeri gücün geliştiğine vurgu sayılmaktadır. Kentin Hint-Avrupa kökenli güçler tarafından gerçekleşen ani bir baskın sonucunda yanarak yok olduğu düşünülmektedir (Anonim 2007b; Korfmann 2001b ; Umar 2002; Brandau 2007; Kaya 2016; Esin 1991; UNESCO 2009).

Resim 4.4: Troya II kalıntılarından görünümler

Kaynak: BAL, 2019.

Troya III-IV-V Yerleşimleri

Yaklaşık M.Ö. 2200-1800 yılları arasında kurulduğu düşünülen bu kentlerin kültürel bakımdan önceki kent ile benzer özellikler gösterdiği

169

bilinmektedir. Troya II’nin geçirdiği yangından sonra zayıflayan ve yoksul bir görünüm çizen Troya III ve IV evrelerinde yapıların birbirine bitişik ve daha yoğun olarak kale içerisinde toplandığı görülür. Troya III’ün bir yangın sonucu, IV’ün ise Anadolu’dan gelen Luviler tarafından yıkıldığı düşünülmektedir. Nitekim V. evrenin buluntuları arasındaki çömleklerde görülen biçim ve renk farklılaşması ile kümbet fırın bu kentte yeni bir kültürel yaşamın kanıtları niteliğindedir. Bu bakımdan IV. Dönem sonu ile V. Dönem Anadolu Troya Kültürü olarak adlandırılmaktadır. Bu dönemde kentin Kiklod adaları ve Girit ile deniz ticaretine dayanan ilişkilere sahip olduğu düşünülmektedir. Kent geniş bir alana yayılım göstermesine rağmen (yaklaşık 18 bin metrekare) Schliemann kazıları esnasında en fazla tahrip edilen katmanlar olmaları nedeniyle elde edilen arkeolojik bulguların kısıtlı olduğu söylenebilir. Nitekim söz konusu tahribatlar sebebiyle her bir yerleşim katmanının yıkılış tarihleri net olarak bilinmemektedir (Anonim 2007b; Korfmann 2001b; Umar 2002; Brandau 2007; Kaya 2016; Esin 1991; UNESCO 2009).

Resim 4.5: Troya III –IV-V sur kalıntıları

Kaynak: BAL, 2019.

Troya VI Yerleşimi

Tunç Devri’nin ortaları ve sonlarında (M.Ö. 1800-1300) kurulan ve Yüksek Troya Kültürü olarak adlandırılan Troya VI yerleşiminin 270 bin

170

metrekarelik yayılış alanı, dikdörtgen taşlardan örülmüş, burçlu görkemli sur duvarları, geniş ve sayıca fazla kale kapıları, merkezindeki düzenli evleri ile tüm Troya kentleri içerisinde en görkemli ve bayındır kent olduğunu söylemek mümkündür. Bunun yanısıra yün, kumaş, deri, bronz imalatı, altın işçiliği, koyun ve at yetiştiriciliği ile zenginliğin arttığı, kentin yeniden bir krallık merkezine dönüştüğü gözlemlenmektedir. Merkezde bulunan ve daha sonra M.Ö.3.yyda Athena Tapınağı’nın yapımı sırasında tahrip edilen planlı saray yapıları Dörpfeld’in bu katmanı Homeros Troya’sı olarak adlandırmasına yol açmıştır. Miken kültürüne ait boyalı keramik buluntuları dönemin Ege dünyası ile olan kültürel ilişkilerini aydınlatır niteliktedir. 8 yapı evresinin tespit edildiği kentin bir depremle yıkıldığı düşünülmektedir.

80’li yılların sonlarında başlanan aşağı kentte başlanan arkeolojik kazılar esnasında ölü yakma geleneğine ilişkin bulgular, Luvi dilinde yazılı mühür, Hitit metinlerinde geçen yer adları 89

bu kentin Hititlere ait bir beylik kenti Wilusa(Wilios) ile özdeşleştirilmesine yol açmıştır (Anonim 2007b

; Korfmann 2001b; Umar 2002; Brandau 2007; Kaya 2016; Esin 1991; UNESCO 2009).

Resim 4.6: Troya VI dönemi kalıntıları Kaynak: BAL, 2019.

89

Troya ile Hititlerin siyasi ve kültürel etkileşimleriyle ilgili ayrıntılı bilgiler için bkz: Starte 2001: s.:34-44; Neumann 2001: s.46-50

171

Troya VII Yerleşimi

Troya VI’nın bir depremle yıkılmasının ardından yaşayanlar tarafından hızlı bir biçimde onarılan VII.kentin (M.Ö. 1300-1100) 2 yapı evresine sahip olduğunu söylemek mümkündür:

Troya VIIa Evresi: Depremin ardından yerli halk tarafından kurulan ilk

yerleşim olan VIIa evresinin maddesel kültür bakımından VI. Kent ile benzer özellikler taşıdığı söylenebilir. Önceki yerleşimin yapı kalıntıları ve mimari özellikleri devam ettirilmekle birlikte, kuleler, depolama mahzenleri ve yollar eklenerek yerleşimin hem kale içerisinde hem de dışında yoğunlaştığı görülür. Bu dönemde Miken keramiklerinde azalmalar, yerli keramik üretimlerinde artmalar gözlemlenmiştir. Bu yerleşim katmanında görülen yoğun yangın ve savaş izleri Amerikalı arkeologların Troya VIIa’nın Homeros İliada’sında anlatılan kent olduğunu ve M.Ö. 1260 yıllarında Troya Savaşı sonucu çıkan yangın ile sona erdiğini ileri sürmelerini sağlamıştır. Nitekim Blegen, Dörpfeld ve Anadolu Prehistorya araştırmacısı Bittel tarafından uzlaşılan bu görüşün günümüzde yaygın olarak kabul edildiği söylenebilir (Anonim 2007b

; Korfmann 2001b; Umar 2002; Brandau 2007; Kaya 2016; Esin 1991; UNESCO 2009).

Troya VIIb Evresi: Troya’nın bu katmanının iki ayrı alt evreye ayrıldığı

düşünülmektedir. İlk evre; bir önceki dönemde yaşayanlar tarafından kentin yapı ve surlarının onarılıp, eklemeler yapılarak devam ettirildiği dönem olarak bilinmektedir. M.Ö.1200’e kadar devam eden bu evrenin Trakya yoluyla Balkanlardan gelen yeni bir kavim tarafından ele geçirilerek kültürün tamamen değiştiği düşünülmektedir. Nitekim bu dönemde çark yapımı çömleklerin yanısıra benzerleri Kuzeydoğu Balkan ve Batı Karadeniz Bölgeleri’nde görülen elde yapımı yumrulu keramiklerin bulunması bu görüşü destekler niteliktedir. M.Ö. 1100’lü yıllara dek süren bu yerleşimin yangın sonucu yıkılmasının ardından Troya’nın yaklaşık 400 yıl terkedildiği düşünülmektedir (Anonim 2007b

; Korfmann 2001b; Umar 2002; Brandau 2007; Kaya 2016; Esin 1991; UNESCO 2009).

172

Troya VIII Yerleşimi

Arkaik Dönemden Helenistik Döneme kadar olan bu süreçte (M.Ö.700-85) kentin Aioller90 tarafından Troya VI ve VII’nin kalıntıları kullanılarak, Helen dilinde yer anlamına gelen İlion adıyla tekrar kurulduğu görülür. Bu dönemde kent Dor düzeninde yapılan Athena Tapınağı, Kybele Tapınağı ile Arkaik ve Helenistik dönemlere ait sunaklar sebebiyle kutsal bir yer olarak saygı görmektedir. Nitekim Heredot, İran Şahı Kserkses’in M.Ö. 480 yılında Yunanistan seferine giderken, 334’te Büyük İskender’in İran Seferi’ne çıkarken kenti ziyaret ederek, tapınaklara armağanlar sunduğunu belirtmektedir. Kentin M.Ö.85’te Romalı Fimbria tarafından yıkıldığı bilinmektedir (Anonim 2007b

; Korfmann 2001b; Umar 2002; Brandau 2007; Kaya 2016;Esin 1991; UNESCO 2009).

Resim 4.7: Troya VII dönemi kutsal alanları

Kaynak: BAL, 2019.

Troya IX Yerleşimi

M.Ö.85-M.S. 4.yy arasını kapsayan Roma dönemi İlion/İlium’unun, kendilerini Troya Savaşı’ndan kurtulan ve Roma’ların atası sayılan Aeneas’ın soyuna dayandıran hükümdarlar tarafından özel ilgi gördüğü söylenebilir. İlk