• Sonuç bulunamadı

2. TÜRK SOSYAL GÜVENLİK SİSTEMİNDE EMEKLİLİĞİN GELİŞİMİ

2.1.1. Klasik Osmanlı Dönemi ve Emeklilik

Önceki Türk devletlerinde de olduğu gibi klasik dönemde Osmanlı Devleti’nde çağdaşı olan diğer devletlerin aksine toplum, yönetenler ve reaya olarak ikiye ayrılmaktadır (Akyılmaz, 2004: 222). Bu iki toplumsal küme de kendi içerisinde parçalara bölünmektedir. Tabakoğlu (1994: 145)’nun ayrımında, yönetenler ilmiye, kapıkulları ve tımarlı sipahiler olarak üçe; reaya ise yerleşime, hukuki durumuna ve

dini mensubiyetine göre üçe ayrılmaktadır. Dolayısıyla modern anlamda olmasa da kısmen mevcut olan emeklilikte de homojen bir uygulama yapısı bulunmamakta olup, her sosyal zümreye yönelik farklı uygulamalar mevcuttur.

Tanzimat'ın ilanına kadar sosyal güvenlik sistemi modern anlamda oluşturulamamışsa da, bu dönemde yönetenler (bürokrasi/memurlar) için emeklilik imkanı mevcuttur. Klasik Osmanlı Dönemi’nde emekliye sevk durumunda kamu görevlilerine ya da dul-yetimlerine emekli geliri tahsis edilmiştir. Aradaki farksa, Klasik Osmanlı Dönemi’ndeki kaidelerin günümüzdeki gibi çok belirgin olmamasıyla padişah veya padişah adına karar verenlere takdir yetkisinin geniş tutulmasıdır.

Klasik Osmanlı bürokrasisinin emeklilik hak edişinde, emeklilikte bağlanacak gelirin ilk olarak yönetenler içerisinde gelir elde edişlerindeki farklılıkla benzer şekilde ayrıştığı görülmektedir. Tımar sisteminde gelirlerini tımar içerisindeki arazilerden elde edilen ürün miktarına göre ayni (ürün cinsinden) olarak alan tımarlı sipahilerinin emeklilik durumunda kendilerine bağlanan gelir de tımar verilmesi şeklinde gerçekleşmiştir. Yani ayni gelir elde edenin emekli geliri de ayni olmuştur. Bu yöntem sadece Klasik Osmanlı dönemiyle de sınırlı değildir. Eski toplumlarda yaygın olarak uygulanan tımar sisteminin ayni gelir üzerine inşa edildiği düşünüldüğünde, emeklilik durumunda da ayni emekli geliri sağlanması bir gereklilik haline dönüşmektedir. 1

Tımar sisteminde mütekait sipahiler günümüzdeki gibi çalışmayı tamamen bırakmadıklarından emeklilik durumunun oluşup-oluşmadığı da tartışmalıdır. Buna göre mütekait sipahiler emekli olmaları sebebiyle savaşa gitmezler, buna karşılık aralarından seçecekleri bir kişi askeri teçhizat sağlar, vergi toplar ve savaşa gidecek

1 Etiler ve Babillere kadar uzanan tımar sisteminde, Osmanlı uygulamasının ötesinde, tüm uygulamalarda emeklilik imkânının bir güvence olarak tanınması gereği açıktır. Dolayısıyla da Osmanlı uygulaması öncesindeki uygulamalarda da bugünkü karşılığı olarak ölüm, maluliyet ve ihtiyarlık sigortasına karşılık gelecek tasarruflarda bulunulması söz konusudur. Örneğin yaklaşık dört bin yıllık geçmişiyle bilinen en eski yazılı kanun olan Babillerin Hamurabi kanununun 28. maddesinde tımar sahiplerinin esir düştüğünde oğlu hizmet edecek durumdaysa tımar oğluna kalmakta, şayet oğul henüz küçükse tımar gelirinin üçte biri çocuğu yetiştirme masrafı olarak annesine verilmektedir (Üçok, 1944b: 535). Dolayısıyla bu ilk uygulamalarda bile tımar sahiplerine bir çeşit emeklilik hakkının tanındığını görüyoruz.

gençleri seçerek yönlendirirdi (Üçok, 1944a: :84-85). Dolayısıyla sınırlı bir görev ifasının sürdürülmesi söz konusudur. Ancak ifa edilen bu hizmetleri net şekilde emekliliğin olmadığına gerekçe göstermek de yanılgıya yol açabilir. Çünkü günümüzde kamu emeklilerinden de emekli aylıklarından gelir vergisi kesilmesi söz konusudur ve son derece sınırlı düzeyde olan bu hizmetleri de günümüzdeki emekli aylıklarına uygulanan vergiye karşılık göstermek mümkündür.

Gelirlerini nakdi olarak alan Yeniçeriler'in emekli gelirleri ise tımarlı sipahilerin aksine nakdidir. Ancak tımar sisteminden farklı olarak emeklilik gelirleri için devletin yükleniciliği hukuken olmayıp, sadece fiilen kısmi katkısı mevcuttur. Şöyle ki: Uygulamada emeklilik durumu için (yaşlılık, maluliyet, ölüm) orta sandıkları oluşturulmuştur. Kurulan orta sandıkları vasıtasıyla maluliyet durumunda yeniçerilerin kendilerine, ölüm durumunda ise ailelerine gelir bağlanmıştır. Dul-yetim gelirlerinde, ölen yeniçerinin orta sandığındaki birikiminin yetimlere doğrudan verilmeyip, reşit olana kadar işletilerek gelirlerinin verildiği, reşit olunca da kalan birikimin yetimlere aktarıldığı sistem uygulanmıştır (Yazıcı, 2007: 19; Özcan, 2009: 101). Bu ise merkezi yönetime bağlı maaşlı memurların, günümüzdeki fonlama sistemine benzer bir emeklilik sisteminde yer aldığını desteklemektedir.

Reaya açısından emekliliğe bakıldığında, kırsal nüfusun sosyal güvenlikte primli rejimi ifade eden emeklilik imkânına sahip olmadığı görülmektedir. Kırsal yerleşimde sosyal sigortaların olmayışını ise bir eksiklik olarak görmemek gerekir. Çünkü Yazgan (1977: 57-58)’ın da aktardığı gibi modern sosyal güvenlik sistemlerinde dahi gelir garantisine göre ihtiyaç unsurunda tarım sektörünün daima daha avantajlı olduğu kabul edilmektedir ve bu sebeple de kır nüfusu sosyal sigorta kapsamına alınan son grubu oluşturmaktadır. Çünkü kırda aile şehirdeki aileye göre daha geniş olup çalışma gücü kaybıyla yaşanacak olası gelir kaybının eksik istihdam durumu (atıl çalışma kapasitesi mevcudiyeti) veya ilave çalışma ile kapatılması son derece kolaydır. İkinci olarak kırda kentlere göre akrabalık ve komşuluk bağı çok daha kuvvetlidir. Bu da beraberinde dayanışmayı arttırmaktır. Üçüncü olarak köylerde örf, adet ve inançlara bağlılığın daha kuvvetli oluşu, gelir kaybının şehre göre vahim

sonuçlarının oluşumunu önlemektedir. En azından ilk iki gerekçenin Klasik Osmanlı Dönemi’nde kırsal yerleşimde emekliliğin tesis edilmemesinin, günümüz modern dünyası için dahi haklı gerekçe oluşturduğu sonucuna varılabilmektedir.2

Reaya içerisinde emeklilik şehirlerde mümkün olmuştur. Kökenleri 12. yüzyıldaki Selçuklular dönemine kadar uzanan, 15. yüzyılda esnaf teşkilatına dönüşen, 18. yüzyılda önemini yitirerek 1727'de usta sayısının sınırlandırılması kapsamında yerini Avrupa lonca sistemine benzer şekilde gedik teşkilatına bırakarak devam eden ahilerde (Kılınç, 2012: 68; Tural, 2003: 75), maluliyet, yaşlılık ve ölüm risklerine karşı yardımlaşma ve destek sağlanması söz konusu olmuştur (Bayram, 2012: 87). Bu kapsamda oluşturulan Yardım Sandıkları'nın gelirleri ise çıraklıktan kalfalığa veya kalfalıktan ustalığa yükselenler için alınan harçlar ve haftada veya ayda bir esnaftan güçlerine göre alınan paylardan oluşmuştur (Yazıcı, 1996: 159). Usta ve kalfadan düzenli olarak alınan paralarsa günümüzdeki aidat/prime karşılık gelmekte olup, üyelerine ihtiyarlık sigortası kapsamında mütekait ve aceze, iş kazalarında ise malul sıfatıyla gelir sağlanmıştır. Dolayısıyla da reaya içerisinde yer alanların oluşturduğu bu sandıklar, modern sosyal güvenlik kuruluşlarının habercisi olmuştur (Mahiroğulları, 2008: 147-148).

2.1.2. Emeklilik ve On Dokuzuncu Yüzyıl Boyunca Yaşanan